SEBİLÜ’R-REŞAD-4; Ay sonu hülasası! 30.06.2018
Önce…
Reşat Nuri Erol’un bu ayki yazıları ya da sadece başlıkları…
*
Sonra…
İlginizi çekebilecek bir iktidar partisi yazısı;
AK Parti neden oy kaybetti?
*
Daha sonra…
İki önemli yazı…
Kısaca açıklayayım…
Hüseyin Vodinalı’nın yazısına ya da çalışmasına bir hafta önce rastladım…
Bugün (30.06.2018) de Takvim’den Ergün Diler’in yazısını okudum…
İki yazının birlikte okunmasını içrekleri sebebiyle tavsiye ederim…
Yazılar dikkatli okunursa ne demek istediğim anlaşılacaktır…
Bunların içeriklerinde sadece “teşhis” ve başka şey var…
Bizim “tedavi” reçetelerimizi ise biliyor olmalısınız…
Bilmeyenler bilenlerden öğrenebilirler ya da…
Bu sitedeki çalışmalarda derinleşebilirler…
*
Ve…
Vefat haberi…
Fuat Sezgin vefat etmiş…
Birkaç ay önce, bir yerde, kendisi ve iki yardımcısı ile görüşmüş, İslam Medeniyeti Vakfı’mızdan söz etmiş, kendisini sevindirmiştim…
Meğer onlar da “vakıflaşma” konusunda çalışmalar yapıyorlarmış…
RNE
Reşat Nuri Erol


27.06.18 - Mehmet Acet bile, “Seçimlerin satır arası mesajları” başlıklı yazısını, “Adam kazandı… Hem de 13’üncü kez üst üste...” cümleler...
26.06.18 - Hiss-i kable’l-vuku’ halet-i ruhundaydım, dün (24 Haziran), neredeyse bütün gün…Ve olan oldu, ‘millet’ de ‘cumhur’...
25.06.18 - KUR’AN VE İLİM iklimine dalmaya karar verdim ve o iklimde yazıyorum… Neden? Bugün 24 Haziran, bugün seçim günü, bugün ön...
24.06.18 - Öncekİ yazımın sonunu, “Başkanlık neymiş okuyalım!” başlıklı bir bölüm ve bilgi ile bitirmiştim. Orada kastedilen elbette yeni...
23.06.18 - “16 Ocak 2018 tarihinde ocakmedya.com’da yazdığım Kök Hücre Saadet Partisi yazısı ile sizlerle ilk defa buluşmuş oldum. Balkan...
20.06.18 - Demek ki neymiş? Erbakan’a ‘tek adam’ diyorlardı ya! Kendileri ‘tek adam’ oldular, kimseyi dinlemiyorlar! ...
19.06.18 - Ramazan gelip geçti, bayramını da gerçekleştirdik ve iki bayram arasına geldik… Bayramlar arası yani iki bayram arasında...
18.06.18 - Önceki “Saadet Partisi ve seçim ya da medya ve seçim” başlıklı yazım, Fehmi Koru’nun “Bizde basın ‘partizan’ mı? Hayır, bugünkü...
14.06.18 - Zalim düzende her şey gibi seçim meselesi de “adalet” üzerine değil de “zulüm ve haksızlık” üzerine bina edilmiş durumda…
11.06.18 - Bu yazımı “İslâm’ın güncel sunumu” başlıklı yazının etkisiyle yazıyorum… Karar’dan Mustafa Çağrıcı Hoca ve yazısı geniş boyu
06.06.18 - MSP-CHP koalisyonu elbette Erbakan Hoca sayesinde gerçekleşti ama Erbakan da MSP gurubunu ikna etmek için o zaman hazırladığımı...
05.06.18 - Kur’an ayı Ramazan’ın ikinci yarısının son günleri… Kadir Gecesi’ni arayacağımız son on gün geliyor… KUR’AN VE İL...
04.06.18 - Ne diyorduk, önceki yazımızda; “Bizim işimiz ‘Adil Düzen’ üzerinde çalışmadır...” Devamında dediğimiz şuydu: -KUR...
03.06.18 - Bundan önceki “KUR’AN VE İLİM ile ilgilenirsek, düzeliriz…” başlıklı yazım şu cümlelerle sona eriyordu: -KUR’AN VE İLİ...
02.06.18 - Değerlendirilmeyi bekleyen yazı yayımlanalı bir hafta oldu, sırası ancak gelebildi. Önce yazının başlığına bakalım: “Bir camian...
30.05.18 - Üstadın bu hafta sonu yayımlayacağımız ana yorumlarından birinin başlığı şöyle: ‘DOLAR VE FAİZ OYUNU’. Önceki haft...
***
AK Parti neden oy kaybetti?
Ali Osman Aydın, Yeni Akit,
29 Haziran 2018 Cuma
Seçimler bitti.
Kaybedecek vakit yok, acilen muhasebe yapmamız ve oyların neden düştüğünü cesaretle analiz etmemiz gerekiyor.
Çok yakında yerel yönetim seçimleri var.
Ama daha önemlisi parti sosyolojisinin dayandığı taban kayıyor.
Gençlik kayıyor.
Yetişkinler kayıyor.
Aile kurumu kayıyor…
Bu tabanı kaybetmek ya da küçültmek gelecek adına çok şeyi yitirmek anlamına geliyor.
Basra harap olduktan sonra, üzülmenin, “ah vah” etmenin anlamı olmayacak…
O yüzden kimileri hoşlanmayacak ama biz yine de taban kaymasına, oy kaybına neden olan faktörlerden birkaçını sayalım.
NEDEN OY KAYBEDİLDİ?
Eleştirisizlik: Öyle bir duruma gelindi ki,eleştiride bulunan herkes ve bizzat eleştirinin kendisi “haince bir iş” olarak görülmeye başlandı. Eleştiri yapanlar, memleket düşmanlarıyla işbirliği yapmış kimseler gibi yaftalandı. Kim eleştiride bulunuyorsa “kesin bir hesabı vardır” diye bakıldı. Eleştiride bulunduğu için teşkilattaki görevinden aforoz edilenler oldu. Hiç değilse bu kişiler gözden düştü ve ilk rotasyonda bürokrasideki mevkilerini kaybettiler.
Eleştirenin uğradığı muamele, haklı nedenleri olup tenkit yapacak insanları da kendi kabuklarına çekilmeye zorladı. Eleştirenin düştüğü durumu görenler susmanın en iyi yol olduğu düşüncesiyle gidişata karşı kayıtsızlaştılar. Bu duruma Demokles’in kılıcı gibi başlar üstünde sallanıp duran FETÖ operasyonlarının varlığı da tuz biber ekti. Pek çok insan sırf sistemin yanlışlarını ifade ettikleri için FETÖ’cü olarak lanse edildiler. Böylelikle eleştirmeyen, eleştirmekten korkan ve makamını kaybetmemek için her şeye “hay hay” diyen bir kitle vücuda getirildi. İstişare toplantıları, gerçeklerin ortaya konmadığı, yalnızca idarecilerin duymak istediği şeylerin konuşulduğu, başkanların pohpohladığı mide bulandırıcı nefs arenalarına dönüştü.
Şımarıklık: Geçmişte AK Partinin sosyolojik temelini alt gelir gurubundan gelen insanlar oluşturuyordu. Sigortasız işlerde çalışarak aldıkları aylıklarla teşkilat giderlerine katkıda bulunanların, masa sandalye eksikliğini maaşıyla kapatmaya çalışanların sayısı hiç de az değildi.
Zamanla bu kitlenin bir kısmı, iktidarın nimetleriyle tanıştı. Buna paralel olarak eski araç, AUDİ marka bir yenisiyle değiştirildi. Akabinde, oturulan evler, semtler değişti. Tatil mekanları değişti. Önceleri tatillerde memlekete gidiliyordu ancak sonra yurtdışından azı kurtarmamaya başladı. Politik konjonktür ve karar verici siyasilere olan yakınlık teşkilat içindeki nice insanı hiç olmayacak bir işe, müteahhitliğe cesaretlendirdi. Böylelikle kalabalık ve üretken! bir müteahhit sınıfı doğuverdi.
Erişilen mali kaynaklar, dünyanın baştan çıkarıcı nimetleri, siyasetin kazanımları, seçmenin hesap sormazlığı ve geçmişin unutulan yoksullukları bu insanları toplumdan da toplumun yaşadığı gerçeklikten de kopardı. Yol açıcı Erdoğan liderliğinin arkasında, “Kudüs, Suriye, Myanmar, 15 Temmuz, dava şuuru, Müslüman kardeşliği, mazlum coğrafyalar” sloganlarının şemsiyesi altında bu sınıf, servetine servet, iktidarına iktidar kattı. Din adeta bir sömürü malzemesi olarak kullanıldı. Sponsorlu “Hayırlı Cumalar” mesajları atıldı.
Servetler arttıkça kibir, kibir arttıkça da gösteriş, riyakarlık arttı. Makam sahibinden oğluna, kızına, damadına ve hatta kimi zaman yakın akrabalara kadar göz alıcı bir saadet zinciri oluştu… Bazı yerlerde deyim yerindeyse, yerel hanedanlar ortaya çıktı. Bu sınıfın çocuklarından bazıları sahip oldukları akıl almaz servetten dolayı şuurca Ak Parti misyonundan koparak, azılı muhalifler haline geldiler.
Netice olarak, siyasetten devşirilen servet, aşırı müreffeh bir yaşama dönüştü. Bu yaşam insanları şımarıklaştırırken Anadolu’daki AK Partili profilinden de kopardı. İktidarın çevresinde bir elit meydana geldi. Bu elit halk içine koruma aracı konvoylarıyla çıktı ve vatandaş için ulaşılmaz biri haline geldi. İnsanlar sokaklarda beş yüz dolarlık gözlüklerle seçim çalışması yapan, yüz elli bin dolarlık araçlarla mahalle çalışmalarına katılan ve beş sene önceki halini herkesin iyi bildiği teşkilatçılar görmeye başladılar.
AMERİKAN RÜYASI YERİNE, AK PARTİ RÜYASI…
Frank Capra filmlerinin alt motifidir Amerikan rüyası. O rüyanın içinde yeteri kadar kurnaz, yeteri kadar hırslı, yeteri kadar yetenekli ve elbette yeteri kadar acımasız herkese bir yer vardır. “Amerikan Rüyası” size çoğu zaman en kolay yoldan, umduğunuz şeyi veren bir sihirli değnek gibidir. Amerika’yı bir zamanlar fırsatlar ülkesi yapan değer budur.
AK Parti iktidarında bir anda ortaya çıkan zenginleşmeler, nüfuzlanmalar, söz sahibi olmalar, makam elde etmeler insanlarda “Amerikan Rüyası” etkisi uyandırdı. AK Parti ile aynı aidiyete sahip olmayan bazı fırsatçılar kolay yoldan ikbale ulaşmak için AK Parti saflarına sızmaya hatta oralarda yer işgal etmeye ve hatta el üstünde tutulmaya başlandılar.
Emekli maaşıyla, asgari ücreti ile, evde bakım maaşıyla Erdoğan’ı destekleyen kitleler fırsatçıların rüya gibi yükselişini, makam ve mansıba boğuluşunu hayretle izlediler. Onların ne kadar sahte olduklarını gördükleri halde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mücadelesi hatırına bu yükselişlere ses çıkarmadılar. Ancak fırsatçıların söz konusu yükselişi, makamları işgal edişi samimi kitleleri deyim yerindeyse partinin ikinci sınıf mensupları, proletaryası haline getirdi. Kırgınlıklar, kızgınlıklar partiden kopuşa neden oldu.
Kraldan çok Kralcılık:
Basında AK Parti’yi savunan insanların profili giderek bozuldu. Troller, eyyamcılar, menfaatperestler, samimiyetsizler, nevzuhurlar, terbiyesizler vitrini kapladı. Parti bu kimseler eliyle öyle savunuldu ki bu kişilerin abartılı savunmalarını, öfkelerini, kibirlerini, üsttenci dillerini ve Erdoğan adına yaptıkları tehditleri görenler Ak Parti’den adeta soğudular. Çünkü Erdoğan, elinde sanki sihirli değnek varmış da sorunları bir dokunuşla çözecekmiş gibi tasvir edildi bu kişilerce. Bu kötü vitrin, bu mübalağalı savunma oy kaybettirdi. Benzer bir durum sokak çalışmalarında da yaşandı.
Ehliyet ve liyakat : Harita mühendislerinin kurumsal dergi çıkarttığı, inşaat mühendislerinin kültürel etkinlik düzenlediği, torpili olanın makam sahibi yapıldığı bürokrasi görünümü vatandaşta rahatsızlık uyandırdı. “Emaneti ehline verin”emri görmezden gelindi. Kimi göreve getirilenler liyakatsiz olunca görevde kalmanın tek yolu da robot itaati göstermek oldu. İnisiyatif kullanmak, ilkeli duruş sergilemek giderek zorlaştı. İstifa müessesesi unutuldu. Rızkın sahibinin Allah olduğu bazıları tarafından göz ardı edilerek makam verenlere rızkın sahibi muamelesi yapıldı. Görevin gereği değil, hatırın gereği yapılmaya başlandı. Ehliyet sahibi olmayan kişiler elinde kamu kaynakları gelişigüzel kullanıldı.
Bunlara ek olarak, yanlış aday göstermeler, Hoca efendilerle açıktan girilen polemikler, kendini devlet yerine koyan ve hesap sorulamayan idareciler, AK Partililerin kendi aralarında yaptıkları teşkilat çalışmaları Parti’nin kendi insanından oy alamamasına neden oldu…
CHP’nin düşen oylarının sebebine gelince…
İnanın CHP’nin düşen oyları beni hiç ilgilendirmiyor.
Ama AK Parti’nin ki öyle değil...
Çünkü Ak Parti’yi doğuran mahallede doğdum, büyüdüm. Bu topluluk iktidarla buluşmamışken de içlerindeydim, bundan sonra da içlerinde olacağım. Dolayısıyla AK Parti’ye ne olacak meselesi benim için sadece siyasi bir mesele değil…
Yazdıklarımıza öfkelenecek, bize husumet besleyecek olanlar için şimdiden söyleyeyim… Şayet Ak Parti sizin de dediğiniz gibi, sadece bir siyasi parti değil de, İslam coğrafyasının umudu, mazlum halkların sığınağıysa, böyle bir partinin seçim sonuçlarına da yansıyan, aksayan yanlarını söylemek yalnızca benim değil, kendini bu değerlere ait gören herkesin görevidir. Çünkü bu Parti sadece teşkilatlarda görev yapanların, onu ekranlarda savunanların, makam koltuklarını dolduranların değil, milletindir…
***
Hüseyin Vodinalı
aydinlik.com.tr, 25.6.2018
Denizde İspanyol armadası, karada Napolyon Fransası’nı yendikten sonra, İngiliz İmparatorluğu’nun denizlerdeki hakimiyeti, 1814-15 Viyana kongresiyle tescillendi.
22 Haziran 1816’da tüm Britanya İmparatorluğu’nda “altın” tek değer birimi olarak yasalaştı.
Küresel para birimi de altına dayalı Sterling idi.
Bank of England, dünyadaki tüm altınları stoklamaya başladı.

Kaliforniya, Güney Afrika ve Avustralya’daki altın madenleri Bank of England’a Londra’daki finans merkezi City’ye gidiyordu.
Dünyanın tüm denizlerine hakim olan İngiltere, üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk olarak 1890’lara kadar geldi.
Bu 75 yıllık dönemde, İngiliz sermayesi güçlenip Rotschild, Barings, Hambros gibi aileleri küresel güç haline getirdi.
Ancak Adam Smith’in, “bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler” şiarıyla adını koyduğu liberal ekonomi, İngiltere’yi içten içe çürüttü.
Evet, İngiliz ticaret gemileri Manchester tekstilini, İngiliz çeliği ve kömürünü dünyaya satıp, yüksek karlı getirileri Londra’ya yığıyordu ama, İngiliz üreticisi göz ardı ediliyordu.
Aynı bugün ABD’deki sanayinin ucuz işgücü yüzünden Çin’e taşınması gibi, İngiltere’de de tarım sektörü ucuz işgücü olan Hindistan, Seylan, Karayipler gibi yerlere taşındı.
İngiliz sermayesi de Amerika, Brezilya, Arjantin gibi verimli plantasyonlara taşındı.

1846’da parlamentodan çıkan yasa, “Mısır Yasası” olarak bilinen tarım korumacılığı kanununu kaldırdı.
City of London tüccarlarının “ucuz al pahalı sat” düsturuna uygun serbest ticaret prensibi, tarımda da geçerli oldu.
“Mısır Yasası”nın kaldırılmasında 1843’te City’deki para babaları tarafından kurulan ünlü The Economist dergisinin yayınları da etkili olmuştu.
1840’ların sonunda İrlanda’da milyonlara kişinin açlıktan ölümüne yol açan, “patates kıtlığı” bu mısır yasasının kaldırılmasının bir sonucu oldu.
Bu serbest ticaret dönemi aynı zamanda, Hindistan-Türkiye-Çin üzerinden yapılan Afyon ticaretinin de önünü açtı.
Çin’in limanlarını “serbest ticarete” açmasını isteyen İngiltere’nin meşhur Afyon Savaşları da bu döneme rastlar.
“But the underlying purpose of the liberal elites of 19th century
British government and public life was to preserve and serve the
interests of an exclusive private power. In the last part of the
19th century, that private power was concentrated in the hands of
a tiny number of bankers and institutions of the City of London.”
Yukarıdaki İngilizce pasajı William Engdahl’in “A Century of War” (Savaş Yüzyılı) isimli kitabından aldım.
Özetle diyor ki, “Ancak, 19. Yüzyıl İngiliz liberal eliti, hükümeti ve cemiyet hayatının temel prensibi, seçkin özel sektörün çıkarlarını korumak ve kollamaktı. 1800’lerin sonunda özel sektör denen kuvvet, Londra’nın City’sinde az sayıdaki banker ve yatırımcının ellerinde toplanmıştı.”
1873 BÜYÜK BUHRANI
Serbest ticaretin “tanrı kelamı” olmasıyla, kamunun ekonomideki kontrolü sıfırlanmıştı.
İngiliz İmparatorluğu, küresel tefeci – rantiye seçkin azınlık bir elitin çıkarları ekseninde hareket ediyordu.
1957 Londra Banka paniği, yabancı yatırımcıların Bank of England’daki altınlarını çekmek istemesi üzerine çıktı.
Bu panik, City’deki ve sonra da tüm ülkedeki kredi sistemini felce uğrattı.
Bu krizde bir “merkez bankası” ihtiyacı ortaya çıktı.
Bank of England, her ne kadar merkez bankası konumunda olsa da aslında özel sektöre aitti.
Altın akışının İngiltere’den dışarıya dönmemesi için bir enstrümana ihtiyaç vardı: o da faiz oranlarını belirlemekti.
Reklamdan sonra devam ediyor
Bu, Bank of England’ı Paris, Moskova, New York ya da Berlin’deki rakiplerinin önüne geçirdi.
Çünkü İngiltere, dünyadaki altın rezervlerinin koruyucusu lider ülke konumundaydı.
Ancak finans elitinin çıkarlarını korumayı hedefleyen özel merkez bankacılığı sistemi, faiz oranlarını istediği kadar yükseltip, ülkeyi kredi köpüğüyle krize sokma potansiyeline de sahipti.
1857’den sonra bu yaşandı.
İngiliz sanayi ve tarımı, oynak ve yüksek faiz oranlarından fazlasıyla etkilendi.
Bu şekilde gelişen 1873 ekonomik krizi de İngiltere’den başladı ve ardından tüm dünyaya, özellikle Güney Kuzey Amerika’daki demiryolu yapımına yansıdı.
Ardından İngiltere’de endüstri çöktü, işsizlik patladı.
Yatırımlar durdu, kriz 1896’ya kadar sürdü.
Bu müddet içinde İngiliz ekonomisi yarı yarıya küçüldü.
1890’lara kadar dünyayı yöneten İngiliz İmparatorluğu artık sınırlarına doğru çekilme sürecine girmişti.
Bu tarihten sonra City bankerleri, ABD’deki Wall Street’e taşınmaya başladı.
AMERİKA’NIN ALTINLARI

Amerikan doları 1. Dünya savaşında küresel bir rezerv para birimi olmaktan çok uzaktı. Birinci dünya savaşı sonunda 1918’de, ABD galip ülke olan İngiltere’den savaş borçlarını geri ödemesini istedi. İngiltere de dönüp bunu yenik ülke olan Almanya’dan savaş tazminatı olarak istedi. “Süper Emperyalizm” isimli kitabın yazarı Profesör Michael Hudson, bu durumun Almanya’nın ekonomik olarak çöküşüne yol açtığını ve borçlarını ödeyemeyen Almanya’nın vergileri artırıp, harcamaları kısması sonucu (Austerity: Kemer Sıkma Politikası) büyük bir krizin patladığını anlatıyor.
Reischbank yani Alman merkez bankasının aşırı para basması sonucu hiperenflasyon ortaya çıkıyor. Faizler yükselip, borçlar ödenemez hale geliyor. Almanya’da belediyeler de tahvil çıkarıp borçlanmaya başlıyor. Bu sarmaldan çekinen Amerikan merkez bankası faiz oranlarını düşürüp önlem almaya çalışıyor. Ama bu, Wall Street timsahlarını daha çok Alman tahvili almaya ve yatırımlarını İngiltere’de tutmaya yöneltiyor. Bu da ABD’de kemer sıkma politikalarına, düşük faiz kolay kredi sarmalına ve sosyal patlamalar sonucu 1926 büyük grevine yol açıyor. Önce bir emlak balonu oluşuyor, ardından bu borsaya sıçrıyor ve 1939’da patlak veren 2. Dünya Savaşı’na değin sürecek büyük buhran ortaya çıkıyor.
Birinci Dünya Savaşı sonunda batan Almanya, krizi ABD’ye göndermişti.
2.Dünya Savaşı sonrası, galipler arasında başta gelen ABD, kıtasında hiç yıkım görmemiş bir dev ülke olarak liderliği ele aldı. Amerikalılar, birinci dünya savaşında düştükleri hatayı tekrarlamadılar. Kimseden savaş tazminatı istemediler. Onun yerine küresel finans sistemini kendi tekellerine alacak şekilde oluşturdular. Öyle ya, borç alacak ilişkisi yerine dolar basmak çok daha kazançlıydı.
Bretton Woods sistemi olarak da bilinen bu yeni düzende, doların altın karşılığı olması ve tüm küresel bankacılık sisteminin ABD merkezli olması tasarlandı. IMF ve Dünya Bankası da bunun için kuruldu. Hatta BM de.
Dünyanın geri kalanı, “hmm ne de olsa dolar altın karşılığı. Yani istediği gibi basıp harcayamaz” dedi ve biraz gönülsüz de olsa bu düzene boyun eğdi.
Bir ons altın 35 dolar olarak sabitlenmişti.
1940’ların sonunda dünyadaki merkez bankaları altınlarının yüzde 75’i ABD topraklarına gönderilmişti bile.

Wall Street’e yürüyüş mesafesinde Manhattan’ın deniz seviyesinden 10 metre altındaki Amerikan Federal Rezerv Bankası’nda 1924 yılında yabancılara ait 26 milyon dolarlık külçe altın vardı.
1936 ve 39’daki savaş korkusuyla gelen altınlarla, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde 1945 yılında kasada 4 milyar dolarlık altın birikti.
Ancak, İngilizler gibi Amerikalıların da kapitalizmin yeni “Kabesi” olmasıyla, karın en yüce değer olması Amerikan imparatorluğunun da mezarını kazmaya başlıyordu.
“Süper Emperyalizm” kitabı yazarı Prof.Michael Hudson, Kore Savaşı’nın askeri harcamalarda büyük bir yük yarattığını ve ABD’nin kamu bütçe ve ödemeler dengesinin (ancak özel sektörün değil) 1950’lerden itibaren bozulmaya başladığını belirtiyor.
Altın karşılığı dolar sistemini sürdürmek zor geliyordu.
1951-1971 arası Kore ve Vietnam savaşlarıyla birlikte ABD altın-dolar karşılığını yürütemez hale geldi ve 1971’de Nixon doları altın karşılığı olmaktan çıkaran kanunu imzaladı ve dolar bundan sonra devlet tahvili karşılığı basılmaya başlandı.
Bazıları bunu bir yenilgi gibi gördü ama aslında olan şey, ABD’nin bu işten büyük kazanç sağlamaya başlamasıydı.
Amerikan hükümeti doların rezerv para olmayı sürdürmesi ve altına karşılık gelmemesi sayesinde istediği kadar tahvil ve dolar basıp, tüm diğer merkez bankalarına bunları satmaya başladı.
Bretton Woods sistemini NATO emrine veren ABD, bunu sadece İran ve Küba’ya değil, Rusya ve Çin’e karşı da bir silah olarak kullanmaya çalıştı.
90 sonrası başlayan çılgın ve acımasız neoliberal dönemin sonunda, ‘Batılı özel şirketlerin. yasa ve yönetmelik değişiklikleri yüzünden uğradıkları zararın muhatap ülke hükümetlerinden tazmininin talep edilmesi’ küstahlığını dahi IMF ve BM yasalarının içine sokabildiler.
Ancak burada büyük bir hata yaptılar.
Reklamdan sonra devam ediyor
Küresel enflasyonu patlattılar.
ABD’nin 2008 krizini 5 yıl önce gören analist William Engdahl, 2003 yılındaki “Dolar Sisteminin Krizi” başlıklı yazısında, doların altın karşılığı olduğu 1945-65 arasındaki 20 yılda dolar enflasyonu (arzı) yüzde 55 oranında artarken, 1970 – 2001 arasında bu oran yüzde 2000’e vurmuş.
Doları dünya rezerv para kabul ettiği sürece sorun yoktu.
IMF, DTÖ, Dünya Bankası ve Soros, 45 yıl boyunca bunu başardı.
Ancak 2008 yapısal krizi ve ardından Çin ve Rusya’nın tek kutuplu dünya düzenine alenen başkaldırısı doların giderek daha çok sorgulanmaya başlamasını da beraberinde getirdi.
Soğuk Savaş döneminin aksine bu kez işbirliği yapan Çin ve Rusya tarihin en büyük Anti-Emperyalist kamplaşmalarından birini başlattı. BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ile tüm “güneyi”, ŞİÖ ile tüm “doğuyu” ABD’nin tekelci tavırlarına karşı örgütledi. Bunun son aşaması da Çin’in devasa “Yol ve Kuşak” girişimi oldu.
TRUMP’IN UMUTSUZ SAVAŞI
ABD’nin 2008 krizi sonrası sürekli artan toplam borcu 21 trilyon dolara ulaştı.
Bu borcun karşılığının olmadığını herkes biliyor ama söyleyemiyor.
Çünkü pek çok ülke mecburen elinde ABD Doları rezervi tutmak zorunda.
Trump’ın tüm dünyayı hiçe sayan çılgın yaptırım süreci ABD’nin hassas karnı doları fena vuruyor.
Bunu nereden mi çıkarıyorum?
ABD Hazine kayıtlarına göre Rusya, Mart ayında 47 milyar dolarlık Amerikan tahvilini elinden çıkarttı.
Zaten elinde 96 milyar dolarlık tahvil vardı, yarısını bir ay içinde satmış oldu.
Trump’ın ticaret savaşı başlattığı Çin ise Mart ayında 7 milyar dolarlık tahvil sattı.
Japonya, 12 milyar dolar, İrlanda ise 17 milyar dolarlık ABD tahvilini elden çıkarttı.
Çin ayrıca 50 milyar dolarlık Amerikan ithalatına vergi getirdi.
Rusya Merkez Bankası elindeki altın rezervine 20 ton ekleme yaparak 1857 tona çıkarttı.
Bu, Rusya tarihinin en yüksek rakamı olarak kayda geçti.
Rusya, bu rakamla Çin’in altın rezervini de geçmiş oldu.
Çin’in de yakında altın rezervlerini artırması bekleniyor.
İran da Amerikan kaynaklı yaptırımlara en iyi çareyi altın rezervlerini artırmakta buldu. Altın karşılığı petrol ticaretini günden güne yükseltiyor.
Çin’in Petro-Yuan hamlesi zaten tüm bu yaptırım sürecinin çekirdeğini oluşturuyor.
Rusya’nın 2017’de petrolü karşılığı Yuan kabul etme kararı, Petro dolar için sonun başlangıcı oldu.
Bu alışverişin önemli şartı da Yuan’ın altın karşılığı değerlenmesi.
Londra City’de bu işlemler başladı bile.
Bu arada City’nin 1800’lerde İngiliz İmparatorluğu’na attığı kazığın bir benzerine şimdi Wall Street hazırlanıyor.
2008’deki “kağıda karşı kağıt” kökenli Amerikan krizinden beri, Wall Street bankerleri, petrol, kıymetli madenler ve gıda gibi emtiaya yatırım yapıyor.
Trump’ın Avrupa ile de olan restleşmesi bu sürecin hızlanmasına, doların yerini altının, daha doğrusu altın karşılığı olan Yuan’ın almasını hızlandıracak.
Dünyada artık ABD sisteminin, yani doların üstünlüğü, hatta geçerliliği tartışma konusu.
Şimdi temel soru şu: Amerika’nın ülkemizi düşman sınıfına koyan tehdit ve yaptırımları arifesinde köhne IMF’ye gidip sıcak para bulmak için yeni anlaşma mı yapacağız?
Yoksa yükselen Asya’nın Kuşak ve Yol gibi üretime ve yatırıma dayalı kurumsal seçeneklerine mi yöneleceğiz?
Bu seçimde konuşulmayan, tartışılmayan ama önümüzde bizi bekleyen en önemli soru budur.
***
1. Ergün Diler 
· ERGÜN DİLER, TAKVİM, 30 Haziran 2018, Cumartesi
·
Bakmak lazım
BATI'DAKİ akıllı adamları izlediğinizde ortada konuşulmayan önemli bir AYRINTININ olduğunu görüyorsunuz.
Ancak bizde herkes kısır tartışmaların, sloganların peşinden gitmekte...
YENİ DÜNYA DÜZENİ denilen yapılanmanın ne getireceği tartışılmıyor.
CHP'deki diz boyunu geçmeyen çıkışlar çok hoşumuza gidiyor.
Hoş onu da derinlemesine bilmediğimiz ortada. Gerçek TARTIŞMA görünürdeki TARTIŞMA değil.
Ama bizde böyle derine inmek yok!
Sevmeyiz...
Neyse...
Türkiye kendi sistemini kurarak YENİ DÜNYA DÜZENİ'nde yer almak niyetinde.
Dün burada DER SPIEGEL ile THE ECONOMIST'in görevlerini yazdım.
The Economist yine Türkiye'ye yer verdi.
Önemli satırlar vardı.
"Erdoğan, Türkiye'de yeni bir siyasi dönemi başlattı" başlığını atan dergi, "Yeni Türkiye daha İslamcı, milliyetçi ve otoriter olacak" yorumu yaptı.
DEVLETLERİN çökertilme ihtimali olan bir iklimde ANKARA defansını kuruyordu...
Bu tanımı anlamak gerekiyordu...
Devletin güvenliğinin, gücünün öne çıkacağı bir devredeyiz.
İçerideki dağınıklık halinin OPERASYONLARA elverişli zemin oluşturma ihtimali ortadan kaldırılmakta.
Olan biten bu...
Öte taraftan AİLEYE yani ROTHSCHİLD ailesine iyi bakmakta fayda var...
Dünyanın gideceği yeri anlamak için PARAYI dikkatlice izlemek şart...
Detayları kaçırmamak da...
ABD Başkanı Donald Trump geldiğinden beri çok ilginç işler yapmakta.
Önemli adımlar atmakta.
Trump, sık sık kukla yöneticilerin mali sistemi havaya uçuracağını söylüyordu.
Dünyadaki paranın hayali olduğuna inanıyorlar.
Aslında inanmaktan öte bunun doğru olduğuna eminler.
Bu nedenle İNFİLAK ETMESİ AN MESELESİ OLAN MALİ SİSTEMİN DEĞİŞMESİ GEREKTİĞİNE İNANARAK YÜRÜYORLAR...
Sisteme dahil edilen insanların kendi yatırımlarıyla veya sonraki katılımcılardan gelen paralarla ödemenin yapıldığı bir sistem var!
Her yerde...
Buna çeşitli isimler takan var.
DOLANDIRICILIK OLARAK NİTELEYEN DE ÇOK.
Bakın şimdi olan en önemli şey ROTHSCHILD AİLESİNİN VARLIKLARINI SATMASI...
Bu TRUMP'ın attığı mali adımlardan sonra gelen bir hamle...
Trump, ticaret sistemini tamamen değiştirme odaklı davranırken, aile de varlıklarını satarak nakit akışını kendi finans sistemine dahil ediyor.
Türkiye'de de buna destek veren var mıdır?
Bakmak lazım!
Eğer bir süre sonra dünya ticaret sisteminde değişim yaşanırsa, ki Trump bunu yapmaya kararlı, 1 dolar o gün 15 dolar gibi güçlü olacak.
Bir şirketin yükselen ekonomide değeri 1 milyar dolarsa, düşen ekonomide 100 milyon dolardır.
Rothschild ailesi de yakın gelecekteki küresel ekonomik krizle birlikte sattığı şirketleri 10'da bir fiyatına geri alacak.
Burada bunu düşünerek adım atan var mıdır?
Bakmak lazım!
Finans dünyasında çok önemli isimler var. Sayılamayacak kadar oyuncu bulunmakta.
Bunların pek çoğu AİLENİN yani ROTHSCHILDLER'in karşısında.
Ancak bunun da çoğunluğu GÖSTERMELİK OLARAK KARŞIDA YER ALMAKTADIRLAR.
Aile ile KRİPTOLU bir ilişki sürdüren çoktur...
Burada var mıdır?
Bakmak lazım!
Aileye karşı gibi duran çok kişi ailenin oyuncusudur!
İşte bu KRİPTO isimler ŞİRKETLERİN SATILMASINA, ALINMASINA DESTEK VERDİ.
Oyunu kimse anlamayınca da AİLE aklıyla yine gücüne güç kattı.
Rothschild ailesi, 40 yıldır şişirdikleri balonu şimdi indiriyorlar.
İndirirken de havanın tamamını yani dolarları kendi hesaplarına aktarıyorlar.
BANK OF AMERICA bankaların, tasarruf sahiplerinin KARA DELİKLERİNİ beslemek için adımlar attı.
Yasa çıkarttı.
Ailenin desteğiyle tabi...
SİSTEMDEKİ önemli OYUNCULAR KRİPTO VE KUKLA İSİMLER... Her şey kriz için! Küresel kriz için...
SORU ŞU!
Peki, kukla yöneticiler ve işadamları servetlerini nerede saklayacaklar?
Öyle ya senaryoda kendine yer bulanlar bu paraları ne yapacak?
Nereye koyacak?
Nasıl güvenliğini sağlayacak?
Bu soru çok soruluyor.
Ancak bilinmesi gereken şudur:
Kukla yöneticilerin ve kukla işadamlarının servetleri yoktur.
O paraların tamamı aileye aittir.
Aile de o paraları yine kendi kasalarında saklayacak. İşadamları, hangi ülkede olursa olsun, kazandıkları paranın tamamını o ülkedeki Rothschild finans kurumuna yatırmak zorundadır.
Bu kural 100 yıldır böyle ve değişmeyecek.
Bütün bu hazırlıklar sonunda eğer ekonomik kriz yaşanmazsa o zaman aile büyük bir zarar yaşayabilir.
Bu mümkün!
Ancak parayla dans eden aile küresel kriz istiyorsa bundan kaçmak zordur.
Her seferinde bunu başardılar çünkü.
ABD'nin de içinde olacağı küresel kriz, ailenin çok daha güçleneceği sonuçlarla aşılacak.
Bu da yeni kukla işadamlarını ortaya çıkaracak.
Bu sisteme karşı koymak için güçlü bir Avrupa Birliği isteniyordu.
Trump Macron'a ne dedi:
"NEDEN HALA AVRUPA BİRLİĞİ İÇİNDESİNİZ! ÇIKSANA ARKADAŞ..."
Avrupa Birliği'nden ilk ayrılan ülke Britanya oldu.
Eğer o tarihte Britanya bu adımı atmasaydı, bugün ülke içinde tehlike çanları çalıyor olacaktı.
Merkel ve ekibi YENİ DÜNYA DÜZENİ'nde rol almak için AVRUPA BİRLİĞİ'nin öne çıkmasını arzu etmekte.
Der Spiegel ayın başında nasıl bir kapakla çıktı. Hatırlayın...
Yeni Dünya Düzeni'ni 4 BAŞKAN kuracak... Trump, Erdoğan, Putin ve Şi Cinping!
Almanya ve MERKEL yok!
ABD-SOVYETLER arasındaki büyük denge bitti.
1990'da sona erdi.
Şimdi yenisi inşa edilmekte.
Hem para hem enerji kaynaklarının dağılımı yapılmakta.
Mesela CIA eski BAŞKANI Brennan neredeyse her gün TRUMP'ı tehdit etmekte. KATOLİK Brennan açık açık "Trump'ın sonu geldi" diye yazıp söylemekte.
Ama TRUMP yoluna devam etmekte... Kimse de durduramamakta...
ABD'nin içinden çıkıp Çin'e kadar uzanan GÜÇ, YENİ SİSTEM için bastırmakta. Kimse de karşı koyamamakta...
Çok büyük bir mücadelenin içinden geçmekteyiz. Alışık olduğumuz öğrenme kalıplarının dışında bir rüzgar bu.
Oyun içinde oyun var.
ANKARA da bunu bilerek sağlam adımlarla gitmekte...
Olayları anlamak için CHP'nin, İYİ PARTİ'nin, Muharrem İnce Bey'in üzerine çıkıp bakmakta fayda var...
Kimin ne kadar oy aldığı elbette önemli. Ama BÜYÜK KURGUDA KİMİN HANGİ ROL ALDIĞI, ALACAĞI DAHA ÖNEMLİ!
AK PARTİ-MHP dayanışmasını böyle okumakta büyük fayda var.
ETKİLİ BİR RÜZGÂRI DİNDİRMEK İÇİN TEDBİR ALINIYOR diyebiliriz...
Her devlet bunu yapar.
Eğer devletse...
***
Fuat Sezgin bugün (30.06.2018) vefat etmiş…
Allah rahmet etsin, mekânı cennet olsun…
Birkaç ay önce, bir yerde, kendisi ve iki yardımcısı ile görüşmüş, İslam Medeniyeti Vakfı’mızdan söz etmiş, kendisini sevindirmiştim… Meğer onlar da “vakıflaşma” konusunda çalışmalar yapıyorlarmış… RNE
Bilimler Tarihi alanında dünyanın sayılı otoritelerinden birisi olan Üstad Profesör Fuat Sezgin Hoca; Süryanice, İbranice, Latince, Arapça ve Almanca da dâhil, 27 dili çok iyi derecede bilmektedir.

Fuat Sezgin, 24 Ocak 1924 tarihinde Bitlis'te dünyaya geldi.
1943-51 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü'nde, "İslami Bilimler ve Oryantalizm" alanında otorite sayılan Alman oryantalist Hellmut Ritter'in yanında öğrenim gördü.
Öğretmeninin bilimlerin temelinin, "İslam Bilimleri"ne dayandığını söylemesiyle bu alana yönelen Sezgin, 1951 senesinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Arap Dili ve Edebiyatı üzerinde doktora yaptı.
1954'te Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde, "Buhari'nin Kaynakları" adlı doktora tezini tamamlayarak doçent oldu. Bu teziyle o, hadis kaynağı olarak İslam kültüründe önemli bir yere sahip olan Buhari'nin, bilinenin aksine sözlü kaynaklara değil, "yazılı kaynaklara dayandığı" tezini ortaya attı. Bu yazılı kaynakların, İslam'ın erken dönemine; hatta 7. yüzyıla kadar geri gittiğini ortaya koydu. Söz konusu tez, Avrupa merkezli oryantalist çevrelerde hala tartışma konusudur.
Fuat Sezgin, 1960 cuntacılarınca, "Zararlı Profesör" safsatasıyla üniversiteden atıldı.
1961 senesinde, 36 yaşındayken Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı.
1960–61 yıllarında, Almanya'ya giderken yanına, kıyafetlerinin dışında, sadece iki bavul dolusu fiş ve belge alabildi. Önce Frankfurt Üniversitesi'nde misafir doçent olarak dersler verdi.
1966 senesinde profesör oldu. Bilimsel çalışmalarının ağırlık noktası, "Arap-İslam Kültürü" nün, "tabii bilimler tarihi alanı"dır.
1961 senesinde fişlerle başladığı çalışmaları, zaman ilerledikçe ona ün kazandırdı.
1978 senesinde "Kral Faysal" ödülünü kazandı. Bu vesileyle Arap dünyasının devlet adamlarıyla tanıştı ve aklından geçen büyük projeyi onlara aktarma imkanı buldu. Düşüncelerinin destek görmesiyle, Fuat Sezgin, 1982 senesinde, J.W.Goethe Üniversitesi'ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü'nü ve 1983'de de buranın müzesini kurdu. Bu Enstitü'nün, halen direktörlüğünü yürütmektedir.
Enstitü'ye bağlı olarak kurduğu müzede, Müslüman bilginler tarafından yapılmış aletlerin ve bilimsel araç ve gereçlerin, yazılı kaynaklara dayanarak yaptırdığı örneklerini sergilemektedir.
İstanbul Gülhane Parkı içindeki Has Ahırlar Binası'nda, Recep Tayyip Erdoğantarafından açılan "İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi"yle, Türk insanı onu çok daha yakından tanıma fırsatı buldu. Müslüman bilim adamlarının buluşları, şuan Gülhane Parkı'ndaki "İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi"nde sergilenmektedir.
30.06.2018 tarihinde Bilimler Tarihi alanında dünyanın sayılı otoritelerinden birisi olan Profesör Fuat Sezgin Hoca vefat etti.