KUR’AN VE İLİM iklimine dalmaya karar verdim ve o iklimde yazıyorum… Neden?
Bugün 24 Haziran, bugün seçim günü, bugün önemli bir gün ve bugün vereceğimiz kararın ya da yapacağımız seçimin hayırlara vesile olmasını niyaz ederek Allah’a sığınıyorum...
Ve bunu yani bu sığınmayı yaparken de, bu gibi durumlarda hep yaptığım üzere, itikâfa çekilircesine ana mihverim olana KUR’AN VE İLİM iklimine dalıyorum…
İşte, bugün siz değerli okuyucularıma aktaracaklarım da o iklimden, o sığınaktan, o mihverden; daha doğrusu 970’inci hafta seminer notlarımızdan derlediğim bir demet olacak…
İstifade edilmesi dua ve dileklerimle, başlayalım…
İnsan duyu organları ile çevredekileri algılayarak, kendine yarayan yaramayan şeyleri ayırır. Elle yoklar, sert-yumuşak, sıcak-soğuk olup olmadığını bilir. Gözle görerek renginden duruşundan ondan hoşlanır veya hoşlanmaz. Burnu ile gazları, dili ile sıvıları algılar. Bunlar beyinde tatlılık veya acılık yapar. Böylece insan kendisine zararlı ve yararlı olan şeyleri bilir...
İnsanda dört meleke vardır. Düşünce doğruyu yanlıştan ayırır. Duygu iyiyi kötüden ayırır. Yapma yararlıyı zararlıdan ayırır. Ünsiyet zulmü adaletten ayırır.
Bunları ifade eden araçlar vardır. Dil düşünce aracıdır. Güzel sanat duygu aracıdır. Teknik yapmanın aracıdır. Hukuk adaletin aracıdır.
Bunlardan en zor olanı iyiliktir. İyiliğin dört ayıracı vardır. Varlık yokluktan iyidir. Birlik ayrılıktan iyidir. Düzen bozukluktan iyidir. Evrim durağanlıktan iyidir.
Yukarıdaki kelimelere bu dört manayı bölüştürmemiz gerekir. Örnek olarak süruru, mesrur olmayı yani sevinmeyi böyle izah edebiliriz. İnsan eğer uygarlaşmada ve evrimleşmede yani insanlara faydalı olmada bir katkıda bulunursa, örneğin bir şeyi keşfederse mesrur olur. İlim adamları çoğu zaman bundan dolayı canlarını bile vermişlerdir.
Kur’an’da geçen kavramları ve kelimeleri böyle kavramaya çalışarak çaba gösterirseniz, Allah’ın yarattığı tüm doğa ve sosyal kanunlarını keşfedebilirsiniz.
Bayramın birini yaşadık, diğer bayrama da adım adım yaklaşıyoruz ya; bu haftaya bayram ve bayramlarla bir bölüm de tevafuk etti, o bölümü istifadenize sunuyorum.
Kur’an’a göre iki bayram vardır. Biri Kur’an’ın inmeye başladığı Ramazan bayramı, diğeri inmesinin tamamlandığı Kurban bayramıdır. Bunlar da yılın her gününü dolaştığı için bütün günler kutlu sayılmıştır. Ayrıca her hafta Cuma’nın öğle ikindi arası vakti de bayram vaktidir. Bunların dışında tatiller yapmak bayramlar yapmak şeriata uygun değildir. Her bayram tarihinde o hafta içinde olanlar tekrar edilerek anılır. Böylece topluluğun ulusal bilinci yaşatılır.
İlk Müslümanlar Kur’an’ı tebliğe başlandıklarında kapalı olarak okuyorlardı.
Hz. Ömer Müslüman olunca aleni olarak Kur’an okumaya başladılar.
Bugün Kur’an düzeni çalışmalarımız kapalı olarak yürümektedir. Sermaye’nin emrinde olan basın-yayın bizi muhatap almıyor, bizden bahsetmiyor. Bir gün bir Ömer ortaya çıkacak ve gazeteler bizden bahsedecekler, televizyonlar bizi anlatacaklar; saldıracaklar ama reklâmımızı da yapacaklar. Hazırlık devresinde böyle olur.
Hz. Ömer’in Müslüman olması ile cihat başladı ve sonunda Mekke’nin fethi ile bitti.
“Adil Düzen” Kudüs’e girdiğimiz zaman gelmiş olacak. Aynen Mekke’de olduğu gibi yapacağız yahut Hz. Ömer’in Kudüs’te yaptığını yapacağız. Orasını fethedeceğiz ama onlara bırakacağız. İsrail oğulları fitne merkezi olmaktan çıkarılacak, onları insanlığa hizmet eder hale getireceğiz. Allah getirecek, biz sadece fetih cihadındaki görevimizde olacağız.
Şimdi Sermaye’nin elindeki sihri karşılıksız faizli dolarıdır. Bizim sopamız (Musa’nın asası) da altın, demir, buğday ve toprak bonolarıdır. Bizim karşılığı olan bu bonolarımız, hiçbir karşılığı olmayan Sermaye’nin sahte para dolarını yutacaktır.
Biz Sermaye ile savaşmayacağız, ABD’de yapılması gerekeni yapıp Atlas Okyanusu’nu geçeceğiz. Bizi takip edecekler ama Atlas Okyanusu’nda boğulacaklardır. Manş Denizi’nde boğulacaklardır. İstanbul Boğazı’nda boğulacaklardır. Yeniden Çanakkale mağlubiyetini yani Çanakkale’nin geçilmezliğini yaşayacaklardır. Ve’s-selam mea’d-dua…