Tarım Bakanı Fakıbaba’ya bir soru sormuş, Ahmet Hakan: “Meksika’dan nohut, Kanada’dan kuru fasulye, Fransa ve Sırbistan’dan et, Rusya’dan buğday, ABD’den pamuk, Romanya’dan mısır... / İthal ediyoruz. / Sayın Bakan! / Antepfıstığını nereden ithal edeceğiz?”
Bu soruya ya da soruna yorum yazan Adil Düzen Çalışanı arkadaşımız tıp doktoru Lütfi Hocaoğlu, “Çözüm et ithalatı mı?” diyerek soru sormuş ve şöyle devam etmiş: “Tarım Bakanı tüm sorunların çözümünü bulmuş: İthal ederiz! Ben ilkokulda okurken öğretmenimiz sürekli söylerdi: Türkiye tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden birisidir.
Zamanla her şey değişti. Sağlıksız ne kadar gıda varsa piyasaya sürülmeye başlandı. Paketli olan bu gıdalar sürekli insan vücuduna toksin veriyordu. Giderek doğallıktan uzaklaşan beslenme insanları işlenmiş ürünlere doğru itti. Bunda televizyon reklâmlarının etkisi çok fazlaydı. Giderek artan bu işlenmiş ürünler neslin sağlığını bozdu. Ben ilkokulda okurken tüm okulda sadece bir şişman çocuk vardı. Bir de günümüz ilkokullarına bakın bakalım ne haldeler.
2000 yıllarına girerken Türkiye’de şeker hastalığı oranı %7 civarında iken, 2013 yılında %14 olmuştu. Ne oldu, salgın mı vardı?
İnsanlar tüketime ve rahat yaşama öylesine özendiriliyordu ki hayatın amacı lezzet almak haline dönüşüyordu. Bunun için olabildiğinde her şeyi tatmak lazımdı. İnsanlar bunun için en fazla eti tercih ediyorlar. Bu nedenle aşırı derecede et üretilmeliydi. ABD başta olmak üzere tüm dünyada aşırı bir et üretimi başladı. Tabi hayvanların kısa sürede büyümesi ve kesilmesi lazımdı. Bunun için soya ve mısır ile beslenen hayvanların eti tüketilmeye başlandı.
Artık etler yetmiyordu ve çözüm olarak et ithal etmeye başlanıldı. Çok ucuza gelen bu etlerde de ülkemizdeki besilerde de sorun aynıydı. Hayvanların beslenmesi o kadar berbat ki o hayvanları yiyenlerde şeker hastalığı, kalp hastalığı, tansiyon yüksekliği, kanser ve diğer her tür acayip hastalıklar ortaya çıkıyor.
Çözüm et ithalatını durdurup sahte etlerin gerçek etlere dönüşmesi ve et tüketiminin azaltılması olacağı yerde sayın bakan ucuza et getirtip insanların sağlığını bozmayı marifet zannediyor maalesef.” (Lütfi Hocaoğlu)
***
Sağlık sorunundan sağlıklı olması gereken ekonomiye geçelim ve yerimizi müsaadesi nispetinde üstadın en son ne dediğine bakalım: “AK Parti faizi yükseltti. Enflasyon olacağını yazdım. Yalnız dolar yükselmiyor, altın dâhil tüm paralar yükseliyor. Yani enflasyon var. Şimdi de benzer işlemler yapılıyor. Uçuruma gidiliyor...”
Üstad sadece “teşhis” yazmakla yetinmez, mutlaka “tedavi reçetesi” de yazar.
Uçuruma gidiliyorsa, uçurumdan aşağıya düşmemek için “tedavi reçetesi” nedir, ona bakalım: “Türkiye; a) Merkez Bankası doları doğrudan alacak ve satacak. b) Alış ve satış arasında bir günde kar koymayacak. c) Dolar rezervi yarıya ininceye kadar devam edecek. d) Rezerv yarıya inince rezervi orada tutmak için denge fiyatlarını uygulayacak.
Bunların dışında Merkez Bankası; a) Altını karsız alıp satacak. Enflasyon günlük olarak belli olacak. b) Alış ve satış arasında fark olmayacak. c) Altını kuyumculara faizsiz kredi olarak verecek. Piyasadan altını çekmeden parayı plase edecek. d) Ayrıca altınla taşınmazlar alıp satacak. Altın değeri üzerinden kar etmeyecek. Bunların dengesini böyle kuracak. Yani AK Parti kurtulmak istiyorsa bir gün Akevler’in kapısını çalacak...” Bu kadar!
Üstadın şu genel değerlendirmesi ile bitirelim: “Sermaye önce İspanya’yı, sonra Fransa’yı, sonra İngiltere’yi, sonra ABD’yi süper güç yaptı. Osmanlılarla Batılıları çatıştırdı. Dengeyi böyle kurdu. Sanayileşmede sermaye terakümüne gerek vardı, faiz bunu sağladı. Bugün sanayileşme tamamlandı. Kimse ürettiğini tüketmiyor. Tam istihdam sağlandı. Faiz kendisine otlayacak yer bulamıyor. İşçilik sistemi çalışmıyor. Ortaklık sistemine geçilecektir. Sancılar bundan ibarettir. Ortaklık sistemini de yarım asırdır Türkiye ele almıştır, Adil Düzen ile dünyaya arz ediliyor. Sonunda Adil Düzen kanlı veya kansız gelecektir. Kanı Adil Düzenciler akıtmayacak, onlar birbirlerini yiyecekler...” Ve’s-SELAM mea’d-DUA…