Reşat Nuri Erol
26.08.2017
07:29
|
http://www.milligazete.com.tr/makale/1226293/resat-nuri-erol/sabir-ve-sebat-gerekiyor-detaylar-bu-yazida
Bugün 00:14 TSİ- Yazar Reşat Nuri ErolSabır ve sebat gerekiyor… Detaylar bu yazıda  REŞAT NURİ EROLSorumuz ve sorunumuz şuydu: -KUR’AN VE İLİM mi, aktüel günlük konular mı? Bu soruya vereceğim cevap ‘KUR’AN VE İLİM’ olur (ve hep öyle olacaktır). Böyle demiş ve sebeplerini olabildiğince anlaşılacak şekilde açıklamıştık. Evet, önceki yazımın sonunda dediğim üzere; kaldığımız yerden devam ediyoruz. ‘İçtihat farzdır, ona göre amel etmek de farzdır’ demiştik; içtihatla devam edelim. İçtihatlar yapıyorsunuz, projeler yapıyorsunuz. Kur’an’a dayalı yeni bir uygarlık projesi çıkmaktadır. İşte bu proje eğer icma ile kabul edilmişse artık değiştirilemez. Bu yapılan ilahi takdire de uygun olur. Ehlisünnete göre icmada hata olmaz. Allah bütün insanları dalalete götürmez. Proje ve planlama topluluk tarafından yapılır. Planlamacıların ittifakı oluşur. Topluluktakiler planlamanın yapılması gerektiğinde ittifak eder de plan üzerinde ittifak edemezlerse, ortak vekil plan yapar. İlgililerin hakemlere gitme yetkisi vardır. İlahi kanunlarda değişmeler olmaz. Bir de toplulukça yapılmış planları değiştirmeye kimsenin gücü yetmez; başkanlar da değiştiremezler. *** Bugün herkes çatışma içindedir, saldırı içindedir. Halkın hukukunu koruması gereken polis ile yargı bile, kendisinden korunacak kurumlar haline gelmişlerdir. Sermaye her türlü pislikleri yapmakta, bunu orduya fatura etmekte, ordu güvenliği sağlayan organ olmaktan çıkmakta, güvenliği bozan organ haline getirilmesi istenmektedir. Türkiye’yi İstiklal Savaşı’ndan beri kurtaran ve kuran Türk ordusu olduğu halde, Sermaye’nin dayattığı inkılâplar orduya mal edilmiş ve şimdi anayasalarla ona saldırılmaktadır. Bizim güvenliğimizi koruyacak tek kaynak dayanışma ortaklıklarıdır. Semt sitelerine çekilecek ve Allah’a iltica edeceğiz, halkımıza iltica edeceğiz. Bu durumda bizim yapacağımız ilk iş kendi kehfimize çekilip sabah akşam Kur’an tilavetine başlamaktır. Seminerleri yazmak ve kendi yazdıklarımızı okumaktır. Taşrada seminerlerimizi takip eden bin civarında okuyucumuz vardır. Onlara tavsiyemiz; bizim seminerleri değerlendiren içinizden bir veya iki kişi olsun, sonra kendileri yazsın. O seminerler okunsun ve tartışılsın. Her ocak (on kadar aile) bir Kur’an yorum merkezi olsun. Birbirlerinden istifade etsinler ama hiçbir zaman birbirlerine tabi olmasınlar. Bu işe başlamamız için üç, beş, yedi kişi olmamız istenmektedir. Seminerlerimizi takip edenlerin bu işe başlamaları gerekir. Biz çalışacağız. Başarı ilahi takdire bağlıdır. *** Akşam ve sabah sohbetleri yapılıyor. Böylece birlikte Kur’an üzerinde çalışılıyor. Üçüncü bin yıl uygarlığı projesi oluşturuluyor. Sonra bunlar internete aktarılıyor. Herekse duyurulmuş oluyor. Bir araya geliyor, bir arada sohbet ediyoruz. Sonuçları yazılı hâle getirip internette yayınlıyoruz. Böylece bizimle ilgilenenlere biz duyurmuş oluyoruz... Bütün bunları yaparken sabretmek gerekiyor, sebat etmek gerekiyor. İnsan bir şeyi yapmak istediği zaman çevresi ona engeller çıkarır. Bu engellemeler bazı dönemlerde saldırılara kadar varır. Sabretmek demek direnmek demektir. Türkler İstiklâl Savaşı’nı dindar kalmak için yaptı. Savaş kazanıldı ama tam tersi oldu. Türk milleti sabretti, 27 sene sesini çıkarmadı. Dinsizleşmedi ama isyan da etmedi. İsyan etseydi, kurulan yeni Türkiye devleti yıkılırdı. Halkımız sabretti, nefsinde sabretti, sesini çıkarmadı. 27 sene sonra Demokrat Parti’yi getirdi ama o da benzer zulümleri yapmaya devam etti. Yine sabretti. Sonra diğerleri geldi, yine sabretti. Halkımız şimdi de sabrediyor… Daha başka detaylar gelecek yazıda, inşallah…
İçtihat farzdır, ona göre amel etmek de farzdır22.08.17 - KUR’AN VE İLİM mi, aktüel günlük konular mı? Bu soruya vereceğim cevap ‘KUR’AN VE İLİM’ olur. Neden? Sizle... Kapitalizm, sosyalizm, karma ve Kur’an düzeni19.08.17 - Türkiye-İran insicamının gerekliliğinden… ABD-Çin çatışmasının onları nerelere götüreceğinden… III. dünya savaşın... Türkiye-İran, ABD-Çin ve III. dünya savaşı18.08.17 - Dünya adeta III. Dünya savaşında ya da III. dünya savaşı başladı, oluyor da biz ve asıl bilmesi gerekenler bilmiyor, anlamıyor,... Barış düzeni kurulacak, Kur’an nuru hâkim olacak17.08.17 - İnsanlık tarihine genel olarak baktıktan sonra, günümüze gelindiğinde, çok kritik bir dönemde olduğumuz apaçık görülüyor. Kimil... Bazı başarısızlıklarımızın sırları ve sebepleri15.08.17 - KUR’AN VE İLİM çalışmalarımız merkezli ve Kehf Ashabı örneği üzerinden, oluşan hatırlatmalarımız üzerinde duruyorduk; kaldığımı... ‘Ve ben bunu yarın yapacağım demeyesin’ (ayet)14.08.17 - Ne diyorduk? KUR’AN VE İLİM çalışmalarımız devam ediyor… Bu hafta 926. seminerimizi yaptık… Kehf Suresi çalışmamızın 8’inci haf... Kur'an ve ilim13.08.17 - 926. Hafta Seminerimizden KUR’AN VE İLİM çalışmalarımız devam ediyor… Bu hafta 926. seminerimizi yaptık… Kehf Sûresi çal... Kudüs ve Kâbe’ye gidenler neden soyuluyor?!.12.08.17 - İki hafta önce “Kudüs ve Erbakan” dedik… (26.07.2017) Sonraki yazımızın (31.07.2017) başlığında “Kudüs, Mescid-i Aksa, m... Hak-batıl mücadelesi, İpek Yolu ve Hac Yolları11.08.17 - Hak-batıl mücadelesi devam ediyor; kıyamete kadar da devam edecek… Hak gelince batıl zail olacak yani sinecek; Kur’a... ‘Yeni İpek Yolu’ mu ‘Yeni Hac Yolları’ mı? (2)09.08.17 - Bir taraftan bütün dünya tam bir zulüm, çatışma ve savaş dönemini yaşıyor… Diğer taraftan ülkemiz ve bölgemiz bu hen... 12345678910 |
Reşat Nuri Erol
26.08.2017
10:18
|
Şamil Yücel (samil.yucel@gmail.com) isimli bir ziyaretçimiz size "Sabır ve sebat gerekiyor… Detaylar bu yazıda" başlıklı yazı ile ilgili aşağıdaki mesajı gönderdi. CENNET VE CEHENNEM VARSA: VALLAHİ VE BİLLAHİ BEN CENNETE GİDECEĞİM. BU DÜNYADA HAYIR DEDİĞİM GİBİ YARINLAR AHİRET DÜNYASINA VARDIĞIMIZDA DA, AŞAĞIDAKİ SORULAR BANA SORULDUĞUNDA BU SORULARA DA HAYIR, HAYIR DİYECEĞİM. MERAK EDİYORUM. PEKİ, DİN ÂLİMLERİMİZ AHİRETE BU SORULARA NE YANIT VERECEKLER? YİNE DE DİLEĞİM, ALLAH YAR VE YARDIMCILARI OLSUN. UYARMAK BENDEN AKILLARINI KULLANIP DÜŞÜNMEK DİNDAR ALİMLERİMİZDEN.. BENDEN BU KADAR. SAYGILARIMLA. SORUYORUM. PEKİ, YÜCE ALLAH: Önce dinde zorlama yoktur. Deyip( Bakara 256) Sonra kim İslamiyet ten başka bir dine yönelirse onun ki kabul edilmeyecektir. Der mi?( Ali imran 85 )Dileseydi onlar puta tapmazlardı. Der mi?( Enam 107) Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Der mi?( Tevbe 5) Sizler ot gibi yerden yetiştirdim. Söyler mi? ( Nuh 17) Amel defteri sağdan verilen ne mutlu o sağcılara. Der mi?(Vakıa 8) Amel defteri soldan verilen yazık o solculara. Söyler mi? (Vakıa 41) Sevmeseniz de savaş size farz kılındı. De mi? Allah ve Melekleri Muhammed’de salât ederler. Der mi?( Ahzab 55) Allah senin gelmiş ve geçmiş günahlarını bağışlasın. Der mi?( (Muhammed 2) Kadınları dövün. Der mi?( Nisa 34) Mirasta erkeğe iki kadına bir verin. Der mi?(Nisa 11)Kadınlar sizin tarlanızdır dilediğiniz yerden varın. Der mi?(Bakara 223)Zina eden kadınlarınız için dört tanık çağrın. Söyler m?(Nisa 15) İki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine bedeldir. Der mi?( Bakara 282) Bana ve Peygamber’e karşı gelenlerin ellerini ve ayaklarını çaprazlama olarak kesin. Söyler mi?( Maide 33) Pusu kurun namaz kılmayanları ve zekât vermeyenleri öldürün. Der mi?(Tevbe 5) Müslümanların canlarını ve mallarını cennet vermek suretiyle satın aldım. Der mi? (Tevbe 111) Kullarına beddua eder mi?( Lehep 1) Ey Peygamber şu kadınlar sana helal diğerlerine haram kıldım. Der m? ( Ahzab 50,51? Ey Peygamber evlatlığın Zeyd eşinden ayrıldı onun eşini sana helal kıldım. Der mi? Bundan sonra Müslümanlar evlatlıklarının boşadığı kadınları eş olarak alabilirler. Der mi? ( Ahzab 37) Kullarına Merkep der mi?( Cuma 5) Allah sekiz çift hayvan yaratmışım söyler mi? (Enam 143) Yarattığı kullarına hayvan der mi?( Araf 179) Bir insanla konuşur mu? (şura 51) Kırk yanşa gelince Allah’a yönelin. Der mi?( Ahkaf 15 ) Dağlara taşlara koşan atlara yemin der mi? ( Adiyat 1 ) Şeytan haklı çıktı kulları mı yoldan çıkardı. Der mi? ( Sebe 20 ) Evlatlığının eşini sana helal, ama senin eşlerini ona haram kıldım. Der mi?(Ahzab 53 ) Bir ayete namaz, iki, başka bir ayete üç ve diğer bir ayete dört vakittir. Der mi?( Rum 17, İsra78, Hud 114) Dişe diş, göze göz, kulağa kulağı farz kıldık. Der mi? ( Made 45) Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz. Der mi? (Kasas 78) Sekiz çift hayvan yarattım. Der mi?( Enam 143) Kullarına beddua eder m.? ( Lehep) ŞAMİL YÜCEL. DÜŞÜNÜR VE ARAŞTIRMACI. SAYIN HOCAM BEN ALLAH'A SAYGIMIN GEREĞİ BÖYLE DÜŞÜNÜYORUM. HATTAM VARSA BU İŞİN EHLİSİNİZ DÜZELTİN. SAYGILARIMLA. |
Ahmet Yücel
28.08.2017
00:22
| Sayın Şamil Yücel beye... Sadece bir ayetin mealini ve tefsirini araştırıp, okuyup buraya ekledim. Düşünür ve araştırmacı olduğunuza göre, yazdığınız her ayeti önceki ve sonraki ayetlerle birlikte tefsirden okuyunuz, bu şekilde şüphelerinizin yok olduğunu göreceksiniz. Günde 10 sayfa Kuran meali okursanız iki ayda bitirebilirsiniz, daha iyi anladığınızı göreceksiniz. Yine okurken takıldığınız ayetleri tefsirden okuyabilirsiniz. Yazdıklarınızı çoğaltmak mümkündür. Allah bir çok ayette namaz kılın diyor, bir ayette namaza yaklaşmayın diyor. Araştırdığınızda ''içkiliyken namaza yaklaşmayınız.'' şeklinde emredildiğini göreceksiniz. Bu seferde, içkinin haram kılındığını okuyacaksınız. Sonra haramsa neden, ''içkiliyken namaza yaklaşmayınız.'' deniliyor, diyenler çıkacaktır. Allah merhametinden aşama aşama olarak içkinin zararlarını bildirerek içkiden soğutmuş, sonra kesin olarak yasaklamıştır. Nefsim Kuran mealini günde 10 sayfa okumak suretiyle bir defa okudum. İnşallah yine okumak istiyorum. 5/MÂİDE-33: İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fîl ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun). Allah ve O’nun Resûl'ü ile harp edenlerin ve yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rezilliğidir. Ve ahirette ise, onlara “büyük azap” vardır. 33-Bu âyetin nüzul sebebi hakkındaki rivayetler şunlardır: 1- Kitap ehlinden bir kavim hakkında inmiştir ki, Hz. Peygamber ile aralarında sözleşme yapmışlardı, sözleşmelerini bozdular ve yol kesip yeryüzünde bozgunculuk yapmaya kalkıştılar. (İbnü Abbas'dan bir rivayet). 2- Müşrikler hakkında inmiştir. (İkrime'den, Hasenü'l-Basri'den ve Alâ'dan rivayet) 3- Olayları meşhur olan Ureyneliler hakkında inmiştir ki, Ukûl, Ureyne ve Beciyle'den bir kısım halk yoksulluk ve hastalık içinde oldukları halde Medine'ye gelmişler, müslüman olduklarını açıklamışlar, Resulullah kendilerini zekattan toplanan beytü'l-mâl develerinin otladıkları yere göndererek bunların sütlerinden içip geçinmelerini ve hastalıklarını da bu develerin sidikleriyle tedavi etmelerini emretmiş, varmışlar. Bir müddet sonra tamamen sıhhatlerini kazanıp iyileştikten sonra dinden dönmüşler, çobanları öldürüp develeri sürmüşler ve yolları kesip ırza da tecavüz ederek kaçmışlar, fakat takip edilerek yakalanmışlardı. (Enes b. Mâlik, Urve b. Zübeyr ve daha bazı zevattan rivayet) 4- Ebu Bürde de denilen Hilâl b. Uveymirî Eslemî'nin kavmi hakkında inmiştir ki, Peygamberimiz bu Hilâl ile "ne iyiliğine, ne kötülüğüne yardım etmemek; ona gelen müslümanlar emanlı olup heyecana düşürülmemek ve aynı şekilde her kim Resûlullah'a gitmek üzere Hilâl'e uğrarsa emanlı olup heyecana düşürülmemek" üzere "barış anlaşması" (akd-i muvâdea) yapmıştı. Bir gün Kinâne oğullarından bir kısım halk müslüman olmak maksadıyla gelirken Hilâl'in kavmine uğramış, o gün de Hilâl orada yokmuş, kavmi tutmuşlar bunların yollarını kesmişler ve kendilerini öldürüp mallarını almışlardı. Bu rivayetlerin toplamından anlaşıldığı üzere âyetin inişi, her halde yol kesme haydutluğu ile ilgilidir. Fakat bazıları bu hükmün kâfirlere mahsus olduğuna, bazıları da fâsık müslümanları da içine aldığına kâni olmuşlardır ki, fakihlerin çoğunun görüşü budur. Peygamber'le harb etmek akıl ve âdet bakımından mümkün olabilirse de, Allah ile savaşmak ne aklen ne de şer'an mümkün olmadığından her halde mecazdır. Halbuki bir lafzın hem hakikat, hem mecaz olması caiz olamaz. Şu halde burada savaş, hem Allah'a ve hem peygamberine ilgisi itibariyle mecaz olmak gerekir. Şu halde "muharebe" lafzı, ya Allah ve Resulünün emirlerine ve hükümlerine karşı gelmekten mecazdır. Veya o emirler ve hükümleri tatbik ve icra eden Allah'ın kullarına savaştan mecazdır. Sonra bu savaşın bilinen mânasıyla açık savaş olmadığı da gerek siyak (söz gelişin)tan ve gerekse nüzul sebeplerinden anlaşılmaktadır. Zira görülüyor ki bunda esirlik ve cizye gibi hükümler yoktur. Tefsircilerin çoğunluğu ve fakihler, harbin aslı, bir selb (zorla alma) mânâsını içine alması bakımından bu savaştan maksat, yol kesmek demek olduğunu beyan etmişler ve buna "büyük hırsızlık" adını vermişlerdir. Bazıları da gerek, şehir dışında ve gerek içinde olsun. Yani açıktan hırsızlığa kalkışmak demişlerdir. Bu mânâda ise müste'min (emân alarak İslâm ülkesinde bulunan gayr-i müslim), zımmî (gayr-i müslim vatandaş), harbî (müste'min ve zımmî olmayan gayr-i müslim), kâfirlerden vaki olabileceği gibi, fasık müslümanlar tarafından da olabilir. Özetle bunlar, biri diğerini koruyarak toplanıp kuvvetli bir engel teşkil eden ve bu şekilde gerek müslümanların ve gerek İslâm tabiyetinde veya himayesinde bulunanların canlarına veya mallarına veya ırzlarına kasteden ve asayişlerini bozan sosyal ve siyasi sapıklık erbabıdır. Ve bu âyette bunların cezası olan dinî ceza açıklanmıştır. Şöyle ki: Allah ve Resulüne savaş açan, yani Allah'ın ve Resulünün emirlerine ve hükümlerine fiilen karşı çıkmakla Allah'a ve Resulullah'a harp vaziyeti alan ve yeryüzünde bozgunculuk için koşan, cana veya mala veya ırza saldırmaya veya tarla ve nesli yok etmeye girişmek ve ihmalcilik ile hak (doğru) nizamı ve halkın asayişini bozmak ve ifsat etmek için çalışan kimselerin suçlarının derecelerine göre cezaları şundan ibarettir: Öldürülmeleri, yani adam öldürmüşler ise kısas yoluyla değil, affı caiz olmamak üzere cezayı tatbik ederek öldürülmeleri veya asılmaları, yani hem adam öldürmüşler, hem de mal almış veya ırza tecavüz etmişlerse diri olarak asılıp, süngü ile öldürülecek, yahut öldürüldükten sonra ölü olarak asılarak halka gösterilmeleri, veya ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesi, yani adam öldürmemişler de yalnız mal almışlar ise, biri sağdan, biri soldan olmak üzere birer elleriyle birer ayaklarının kesilmesi, veya bulundukları yerden sürülmeleri, (yani bunların hiçbirisini yapmış olmayıp yalnız yolda tehdit etmişler ise yeryüzünden sürülmeleri), hapsedilmeleri veya bulundukları yerden diğer bir yere sürülmeleri. İşte Allah'a ve peygamberine harp vaziyeti alarak silahlanıp bozgunculuk yapanların derecelerine göre tayin edilen cezaları, yani şer'î cezaları bu şekilde öldürmek veya asmak veya kesmek veya sürgüne göndermekten ibarettir. Bilinmektedir ki, herhangi bir savaşın mahiyeti bu dördün birinin dışında kalmaz ve bu cezalar bunların gerektirdikleri fiillerin mahiyeti gereği olarak hakkıyle karşılıklarıdır. A'ta'dan, Katâde'den, Hasen'den buradaki tekrarların, yani " =ev" atıf harfinin tahyir (iki şeyden birini seçmek) için olduğuna dair bazı rivayetler vardır. Buna göre âmir bunlara bu dört cezadan birisini tatbik etmeye mecbur, fakat işin gerektirdiği duruma göre bunlardan birini seçmekte serbesttir demek olur. Fakat cumhur (âlimlerin çoğunluğu) bunun gerek rivayet ve gerek dirayet bakımından doğru olmadığını ve tekrarın seçim yapmak değil, yukarda gösterildiği üzere suçun derecelerine göre dağıtım ve taksim etmek için olduğunu ve şu halde veliyyü'l-emr (âmir)in bu konuda seçme hakkı olmayıp, suçun derecesine göre cezayı yerine getirmekle yükümlü bulunduğunu, mesela hapis yatması gerekeni kesmek, kesmek gerekeni öldürmek ve yalnız öldürülmesi gerekeni asamayacağı gibi, bunun zıddını da yapamayacağını ve hiçbir şekilde affetme hakkı olmadığını açıklamışlardır. Hakikatte katili hapsetmekle yetinmek ve katil olmayanı asabilmek gibi rivayet ve dirayet bakımından akla uymayan bir "istediğini seçme" mânâsının batıl olduğu açıktır. Fakat biz burada şunu söyleyebiliriz ki " = ev" edatı, hakikatte seçmeye ve bölmeye muhtemeldir. Gerçi burada taksim (bölmek) ve tevzi (dağıtmak) rivayet ve dirayet bakımından tercih edilmiş ve seçilmiştir. Fakat bununla tahyir (seçim yapma) ihtimalinin mutlak batıl ve hükümsüz olması da gerekmez. Çünkü sürgüne göndermeyi âzâ kesmeye, kesmeyi öldürmeye, öldürmeyi asmaya çıkarabilecek şekilde, cezayı şiddetlendirme şeklinde bir seçim yapma asla caiz olamamakla beraber, tersine asmayı öldürmeye, öldürmeyi uzuv kesmeye, uzuv kesmeyi hapse indirebilecek şekliyle cezayı hafifletme suretinde bir seçme ve bir selahiyet düşünülmesi akla yatkın ve mümkündür. Seçim yapma ihtimali, aslında mevcud ve bazı rivayetler de nakledilmiş olduğu halde bu imkan büsbütün inkâr edilemez ve edilemeyince de zaten "cezalar, şüphelerle düşer" olduğu için hâl ve zamanın değişmesine göre cezayı hafifletici olmak üzere, gerektiği zaman bu ihtimali de düşünmek doğru olabilecektir. Bu mânâ, bir lafzı aynı zamanda hem seçim yapmaya, hem de tenviâ (çeşitlendirmeye) yorumlayarak iki mânâyı bir delalette toplamak değil, çeşitli durumlar ve farklı zamanlara göre iki mânâyı sırayla düşünerek bir çeşit seçime ihtimal veren taksim ile "iki ihtimalle amel olarak" her şüpheden uzak bir mânâ almaktır ki, hem cezanın mânâsına, hem de genel kâidelerden hafifletme hükümlerine çok uygundur. Bilinmektedir ki salb (asman)ın mânâsı kollarından bir yere germektir. Nitekim "salib" bundan alınmıştır. İmam Şâfiî hazretlerinin asmanın ölü olarak yapılmasını, yani önce öldürüp, müslüman ise namazı da kılındıktan sonra asılıp, herkese gösterilmesini tercih etmiştir ki, faydalı olduğunda şüphe yoktur. Bir yere sürgüne göndermeye gelince, esasen nefy, idam etmek, yok etmek demektir. Halbuki burada öldürme ve asmaya karşılık zikredilmiş olduğu için "asma" mânâsına olmadığı açıktır. O halde hayatta olan bir kimsenin bütün yeryüzünden sürülmesi ancak hapsetme demek olabilir ki, Arap dilinde nefy bu mânâya da kullanılmış olmasında fikir ayrılığı yoktur. İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri ve pek çok dil bilgini bu mânâyı tercih etmişlerdir. Gerçi bulunduğu memleketten diğer bir beldeye çıkarmaya veya dâr-ı İslâm (müslüman memleketin) den çıkarmaya da nefy (sürgün) denilebilirse de, bunun ikisi de sakıncadan uzak olmadığı için caiz görülmemiştir. Çünkü maksat, şerri defetmektir. Halbuki bir haydutu diğer bir memlekete sevketmek, orada bulunan Allah'ın kullarına zarar vermekten uzak değildir. Büsbütün İslâm memleketinden gayr-i müslimlerin memleketine çıkarmak ise gayr-i müslimlere bir şahsın katılmasını arzu etmek demek olduğundan hiç caiz olmaz demişlerdir. Bununla beraber şahısların ve yerlerin değişmesine göre anılan sakıncanın ortaya çıkmayacağı anlaşılırsa, diğer bir memlekete sürgün etmenin caiz olduğu söyleyenler de vardır. Bu cümleden olarak Ömer b. Abdülaziz hazretlerinden bu mânâ rivayet edilmiştir. Daha önce Tihâme çölünün en uzağında "Dehlek", Habeş'te "Nâsı' " birer sürgün yeri idi denilmiştir. Dilimizde de nefy, bu mânâda kullanılmaktadır. İmam Şâfiî de demiştir ki, burada nefy'in iki mânâya gelme ihtimali vardır. Birisi, eğer bunlar adam öldürmüş, mal almış ve yakalanmış iseler, cezaları yerine getirilir. Eğer yakalanmamış iseler devamlı takip edilirler. İşte bu şekilde nefyden maksad, bunların hükümetten korkarak bir beldeden bir beldeye devamlı şekilde kaçıp gitmesidir. İkincisi, yalnız korkutmak ile kalmış, adam öldürmemiş ve mal almamış olanlar da devamlı olarak takip edilir. Fakat tutuldukları zaman tazir edilir (şer'î haddin dışında hakimin uygun göreceği bir ceza ile cezalandırılır)ler ve hapsedilirler. Bunlar hakkında da nefyden maksat yalnız hapistir. İmâm Şâfiî'nin nefyi böyle iki hale göre mânâlandırması bizim tahyir (seçme) ve taksim etme meselelerindeki hatırlatmamıza benzer. Bir de Şâfiî'nin bu ifadesi hapsin had (şer'î ceza) değil, tazir mahiyetinde olduğunu göstermektedir. Hakikatte hapis miktarı tayin edilmemiş olduğuna göre böyle olması gerekir. Şu halde bunun şer'î ceza (had) olması, hapsin aslına göredir. İşte Allah ve Resulüyle savaş eden ve yeryüzünde bozgunculuk etmek için, koşanların cezaları başka bir şey değil, ya öldürülmek, ya asılmak, ya elleri ayaklarının çapraz olarak kesilmesi veya yeryüzünden nefyolunmak (sürülmek)tır. Fakat bu cezanın kısaltılması (veya tahsisi) mutlak değil, izafidir. Zirâ bu ceza bunların sırf dünyadaki düşüklük ve rezaletleridir. Bundan başka bunlar için ahirette pek büyük bir azab daha vardır. Ki bunların hiçbiriyle kıyas edilmesi mümkün değildir. Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinden alınmıştır. Önce dinde zorlama yoktur. Deyip( Bakara 256) Sonra kim İslamiyet ten başka bir dine yönelirse onun ki kabul edilmeyecektir. Der mi?( Ali imran 85 )Dileseydi onlar puta tapmazlardı. Der mi? Allah dileseydi elbette kimse puta tapmazdı. İnsanlar iradeleri ile İslamı seçiyor veya başka dinleri, puta tapmayı seçiyorlar. Allah, kulları için İslamı seçmiş, İslamı hakkıyle yaşayanlara Cennetini vaat etmiştir. kendi isteğiyle başka dini seçenlerden razı olmayacağını, batıl dinlerin kendilerini kurtaramayacağını bildirmiş, batıl dinleri seçenlere de Cehennemini vaat etmiştir. Allah kimseyi zorlamıyor, işte Cennet, işte cehennem diyor. Herkes tercihini dünyada yapacak, ahirette, ''Ya Rabbi, bizi tekrar dünyaya gönder, Cennetlik işler işleyelim.'' demelerinin bir faydası olmayacaktır. Sayın Şamil Yücel bey, yukarıda yazdığınız tüm ayetleri, tefsirleriyle beraber okuyunuz. Maide/33 ayet mealini ve tefsirini, sizin için bir başlangıç olsun diye ekledim. Araştırıp, okuyup düşüneceğinizi ümit ediyorum. ''Bir saat tefekkür, yetmiş yıllık nafile ibadetten hayırlıdır.'' Hadisi Şerif
|