Türkiye hangi hukukun peşinde?
657. “Kur’an ve İlim” seminer notlarımızdan aktarmaya devam ediyorum… Bundan önceki âyette insanların ilim adamlarını, ahlâk/din adamlarını, iş adamlarını ve siyaset adamlarını insanüstü varlık kabul etmiş ve onların kerametleri ile çalışıp yaşadıklarını iddia etmişlerdi. Küfretmiş olanlar bunları böyle yapmışlardı. Çünkü küfredenler Tanrı’ya inanmadıkları için Tanrı’nın yerine başka varlıklar ortaya koyarlar ve onlara tapmaya başlarlar. İnsanların çoğu da herkes böyle yapıyor diye aynı şeyleri yapmaya devam ederler. Düşünmezler, akıntıya kapılıp giderler. Bundan önceki âyette bu hususlar anlatılmıştı...
Bugünkü Türkiye’nin ve dünyanın hâli böyledir.
Ülkemizdeki Anayasa çalışmalarını esas alalım. Yazılı olmayan anayasa devlet aşamasından önce bile vardı. Her kabile o kabile reisinin beyanları ile kurallar koyar, halk da onlara uyardı. Sonra saltanat ortaya çıkınca sultanların fermanı kanun olmaya başlamıştır. Dinler gelmiş, onlar daha etkin ve daha ileri düzen oluşturmuşlardı.
Çağımız çok karışık ve belirsiz bir çağdır. Bir taraftan “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçilmektedir, artık eski hukuk kuralları günün sorunlarını çözememektedir. Diğer taraftan da dinsizlik modasıyla ilâhi vahye dayanan şeriatlar reddedilmiş, güya ilâhi vahye dayanmayan “lâik hukuk/düzen” (dinsiz lâiklik) oluşturulmaya çalışılmaktadır. Onların iddiasına göre Mısır lâik hukuka sahiptir, Yunan (Eski Yunan) lâik hukuka sahiptir, Avrupa lâik hukuka sahiptir. “Avrupa müktesebatı” deyip güya lâik hukuk tedvin etmektedirler. Bu gelenek 500 senelik bir maziye sahiptir. Oysa “Mısır hukuku” diye bir hukuk yoktur, Hz. Nuh hukukunun Firavunileştirilmiş hukuk kırıntıları vardır. “Yunan hukuku” diye bir şey yoktur, Hz. Nuh hukukunun Grekleştirilmiş kuralları vardır. “Roma Hukuku” zaten Tevrat ve İncil hukukudur. Bugünkü Batı hukuku da bozulmuş İslâm fıkhıdır.
İnsanlar ne zaman akıllarını çalıştırsalar ilmî sonuçlarla hayatlarını düzenlerler ve o zaman gelişme olur. Ne zaman ki ‘böyle gelmiş böyle gider’ derlerse helâk olurlar.
Bugünkü Avrupa hukuku acınacak bir hukuktur. Önce Roma’nın şekilci hukuku içinde yaşıyordu. Katı kuralları vardı. Serbest sözleşme hukuku yoktu. Fransız İhtilâli’nden sonra bu anlayışı terk edip serbest sözleşmelere geçildi. Avrupa’da “doğal hukuk, tabii hukuk” ortaya çıkmaya başladı. Bu dönemde doğruya doğru ilerleme olmuştur. Fransız Medeni Kanunu tabii hukuk adı altında İslâm hukukuna uydurulmaya başlandı. İsviçre Medeni Kanunu hukukçu Huber tarafından İslâm’ın sistemi içinde düzenlendi. Ne var ki Batı bu işin içinden çıkamadı. Mesela ceza kanununda kısası kabul etmek istemedi, bir türlü izah edilemedi. Bunun için “pozitif hukuk” ortaya çıktı. Avrupalılar kelimeleri hep ters kullanarak bir şeyler yaptıklarını zannettiler. Hukuk yoktur, doğal hukuk yoktur, kanunlar ne yazarsa hukuk odur dediler.
Evet, kanunda ne yazılı ise hukuk odur, doğrudur. Serbest sözleşme demek zaten bu demektir. Ne var ki kanunlar yazılırken müsbet ilme uyulur. Kanunlar yorumlanırken de müsbet ilme uyulur. Müsbet ilme yani tabii ilme aykırı bir şey hukukta yerini almaz.
İşte, Batı hukuk bakımından bu perişanlık içinde iken, son asırlarda anayasalar üretme peşindedir. Bizimkiler de bir madde getirecekleri zaman dünya anayasalarına bakarlar; ‘burada böyledir, şurada şöyledir, o halde biz de bunlardan hoşumuza gideni alırız’ derler! Çorba meydana gelir! Çorba uygun malzeme katılırsa yine de besleyicidir. Türkiye, üç asırdır değişik ülkelerden kanunlar tercüme edilerek çorbalarla doldurulmuştur. Sovyetlerden kanun tercüme edilmemiş ama yorumlar Sovyet mantığı ile yapılmıştır...
İşte… Bu durumda olan zamanımız insanlığına ve bunların peşinde koşan Türkiye’mize gerçeklerin anlatılması gerekiyor. Peki, bu durumda kim anlatacak, bu görev kime verilmiştir? Böyle bir görev var mıdır?
Evet, böyle bir görev vardır ve “tebliğ müessesesi” işte budur. Biz bu tebliği başarabilmek için bir siyasi partiye ihtiyaç duyduk. 1969 bağımsız adaylıklarımız ile başlayan siyasi hareketimiz bunu başarı ile yaptı, tüm dünyaya “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”i duyurdu. Millî Görüş lideri Necmettin Erbakan’ın vefatındaki cenaze töreni göstermiştir ki dünya bunu duymuştur, “tebliğ görevi” başarıyla yerine getirilmiştir... Ve’s-selâm mea’d-duâ, duâ, duâ...