Süleyman Karagülle
NEFİSTE SABIR(kehf28) 11.11.2000
12.02.2025
97 Okunma, 0 Yorum

NEFİSTE SABIR

بسم الله الرحمن ا لرحيم

وا صبر نفسك مع الذين يدعون ربهم بالغداة و العشي يريدون وجهه ولاتعد عيناك عنهم تريد زينة الحيوة الدنيا و لا تطع من اغفلنا قلبه عن ذكرنا و اتبع هواه و كان امره فروطا  18/28

صبر SABIR: Bundan önceki âyette bizi yetiştirip geliştiren Rabbimizin Kitabını anlayarak okumamız, uygulamamız ve anlatmamız emredilmişti. Emir hepimize ayrı ayrı idi. Çünkü emir sigası tekil olarak gelmişti. Ne var ki, kıraat yerine tilâvet kelimesinin kullanılması, bu işte anlaşma tebliğ de vardı. Bu da tek başına olacak iş değildir. Dolayısıyla oradaki teklik başlangıç içindi. Sonra ise cemaatleşme bize emredilmektedir. İşte bu ikinci âyet cemaatleşmemizi nasıl yapacağımızı bize emrediyor.

و Va: “Sabır” cümlesini “Utlu” cümlesine bağlamaktadır. Sabır tilâvetten ayrıdır. Biri okuyup anlatma, diğeri ise dayanmadır. Bunlardan biri müteaddi yani aktiftir, geçişlidir. Diğeri ise lâzım yani pasif, geçişsizdir. Ama bunlar arasında sıkı bir ilişki vardır. Sabır iki çeşittir. Birincisi, hareketli halde bir şeyi yaparken çıkacak zorluklara dayanıp çalışmaya azimle devam etmektir. Kur’an’da bu “azim” ile ifade edilmiştir. İkinci sabır ise kişinin hareketsiz olarak beklemesidir. Siperde düşman saldırıya geçinceye kadar sabırla beklemektir, hareketsiz durmaktır. İşte asıl sabır budur. Kur’an bu ikinci sabrı “nefsinde sabret” şeklinde ifade etmiştir. Çünkü nefis hareketlidir. Yerinde durmaz. Yeter hazırlık yapmadan, zamanı gelmeden harekete geçer ve erken doğum sebebiyle ölümle sonuçlanır.

Tilâvet âyeti, “harekette sabret, çalışmada sabret” ifadesini taşıyordu. Burada ise “nefsinde sabret, hareketsizlikte sabret” anlamını taşıyor. Bir işin yapılabilmesi için adım adım ilerlemek gerekir. Birinci adım bilgidir, plandır, projedir. Türk Atasözü vardır: “Kırk ölç bir biç.” Proje elle görülmez, gözle görülmez bir şey olduğu için insanlar sabredemiyor. İlle de gözle görmek istiyorlar. “Rahimde çocuk var, doğacak” diyorsunuz, kimse inanmıyor. Siz de 7 aylık doğurtuyorsunuz. Çocuk ya yaşamıyor, ya da cılız kalıyor. İşte Kur’an bu iki âyeti bir arada ve “Va” atıf harfiyle bağlayarak ifade ediyor. Kur’an’ı anlamak üzere tilâvet ederken ne kadar aktif olmak gerekiyorsa, yeterli hazırlık yapmadan harekete geçmemeyi de o kadar öneriyor. Biz topluluğu hareketsizlik sabrına alıştırmak için son derece ihtiyatlı gidiyoruz. Allah da bizi hep deniyor. Sabretmemiz gerekiyor. Bu sabrı kendi nefsimizde bulmalıyız. Bu âyet sabah-akşam okumamız gerektiğini ifade ediyor. Bu cemaati oluşturmadığımız takdirde başarılı inkılâp yapmak mümkün değildir. Gelecek 1000 yıllık medeniyetin hazırlığını yapıyoruz. 1960’larda başladığımız bu faaliyetin ilk şartı olan “Kur’an aşireti”ni kuramadık. 20-30 dairelik apartmanlar yaptık, Her apartmanın çatısında bu âyetin emrettiği mescitleri inşa ettik. Ortaklıklar kurup insanları bir araya getirdik. Ama bu âyetin emrettiği cemaat hâlinde sabah-akşam Kur’an okumayı başaramadık. İşte bunu başaramadığımız için istediğimiz hedeften çok uzağız. Bu âyetin emrettiği cemaatı oluşturabilmemiz için çalışmalarımıza devam ediyoruz. İşte şimdi bunun hazırlığını yapmayı düşünüyorum.

Nasıl yapacaksınız? Her biriniz her ay 100 dolar vererek iki-üç sene içinde taşınabilir ev sahibi olacaksınız. Elimizde İstanbul’da 80 ailenin oturabileceği bir arsamız vardır. Orada villalar yapacağız. Hiç olmazsa tatil günlerinde oralarda buluşacağız. Servis koyup oralarda oturacak ve gündüz İstanbul’da iş yapacağız. O zaman bu âyetin emrettiği cemaatı oluşturma imkanını bulacağız. Büyük işlerden ve iddialardan vazgeçip küçük dünyamızda kendi kendimize Kur’an okumaya devam edeceğiz. Yeter derecede hazırlık yapmadan, zamanı gelmeden dışarıya açılmayacak ve aktif hâle gelmeyeceğiz. Denebilir ki; o zaman neden ortaklık kurup açılıyoruz? Biz bu ortaklığı bu aşireti oluşturacak insanları aramak için kuruyoruz. Onlara evler yapacağız. Bu vesile ile onlarla temas kuracağız, tanışacağız. Onları bu vesile ile bu cemaatleşmeye dâvet edeceğiz. Herkesin aşiret kurmalarını önereceğiz. Bu arada önemli olan husus, kimseyi zarara sokmadan bu işi götürebilmektir. Biz evlerini yaparken tebliğimizi yapacağız, bize gelmeyenleri zarara sokmayacağız. Gelenler zarara katlanmalıdırlar. Çünkü zarara katlanamayanlar bu aşirette cemaat olamazlar. Bizden ayrılan zarar etmemelidir. Yani, onun hakkı bizde kalmamalıdır. Cemaatte kalanlar bu zararları yüklenmelidirler.

صبر  Sabr: Granit demektir. İnsan granit gibi olmalıdır. Gelen darbelere dayanmalıdır. Giriştiği işlerde azimli olmalıdır. Zarar da etse, bırakmamalıdır. Günü gününe alınan mahsul yerine, gelecekte alınacak mahsul peşine koşmalıdır. Biz “Ahşap Evler”e iki yıldır başladık. “Market”e ise bir yıldır başladık. Ahşap Ev, artık faaliyete geçecek hâle gelmiştir. Önümüzde aşacağımız pek çok engel vardır. Zorluk vardır. Bunların başında, bu işi bir “aşiret” yapmıyor. Burada “ortaklık” kuruyoruz. İzmir’de ise inşaat oluyor. Proje yapılıyor. Bilesiniz ki büyük zorluk içindeyim. Bu işe inanan sizler uygulamadan uzaksınız. Bu uygulamayı yapanların bu projeden haberleri bile yoktur. Onlar günlük başarı ile başarıyı ölçüyorlar. Ben hafta içinde sizlerden uzağım. Çok da meşgulüm. Gerek proje gerekse uygulama beni fazlasıyla meşgul ediyor. Ancak benim için bu hafta dinlenme oluyor. Her hafta gidiş - geliş beni asla yormuyor. Size sabredemediğim için de üzülüyorum. Market projesinde Reşat Erol ile Mehmet Hikmet Umut aileleri ile taşınmaya karar verdiler. Sanki yeniden doğuyormuş gibi sevinmiştim. Kendimi artık markete verecektim. Ahşap Ev işini ise cari sisteme bırakacaktım. Ama Allah istemedi ve olmadı. Yine “Ahşap Evler”i sistemimize göre oluşturmak ve nefsimizde sabredecek düzene sokmak için çalışmaktayız. Bu âyetin emrine uyamıyoruz ama uyabilmek için gayret içindeyiz. Allah amellerimizi elbette boşa çıkarmayacaktır.

نفس Nefs: Soluk demektir. Burun deliklerinin adıdır. Kişi nefes alınca hava ciğerlere dolar. Kana oksijen verir ve oradan CO2 alarak dışarı çıkar. Çocuk doğar doğmaz nefes alır, ciğerleri şişer ve hayata başlar. Nefesin kesilmesi ile kan temizlenmez ve kişi ölür. Kalbin durması ile nefesin kesilmesi aynı şey demektir. Sorun beyne oksijenin gidememesi ve CO2’den temizlenememesi demektir. İnsanın bedeni var, ruhu var. Bedende hayat vardır. Hayat maddeden başka bir şey değildir. Ama maddenin özel bir şekilde dizilmesidir. Özel hareketler yapmasıdır. Ev tuğladan, tahtadan oluşur ama ev olması için bunların belli bir diziye girmesi gerekir. Bu düzenden sonradır ki hayat başlar ve ruhla ilişki kurulabilir. Ruhta nefis olma özelliği vardır. Yani ruh öyle bir hâle gelir  ki hayat aracılığı ile ilişki kurar. Böylece insan ruhla bedenin birleşmesinden oluşan bir varlık olur. Ruhla beden birbirinden ayrılınca uyku veya ölüm halleri ortaya çıkar. Ruh nefis özelliği ile bedenin hayat özelliğine karşı ilişki kurar. Gerek ruh gerekse madde “cevher” ve “arz”dan oluşur. Cevher, madde parçacığıdır. Arz da hızıdır. Her parçacığın iki hızı vardır. Kendi hızı ve dalgasının hızı. Bu iki hızın çarpımı ışık hızının karesine eşittir. Bu kainatın büyümekte olmasından ve dört boyutlu uzaydaki çubukları ile ona dik dalga sahalarını kesmesinden ileri gelmektedir. Bunları matematik dersinde görmüştük.

U*V=C*C Bu formül hem ruh için hem de beden için geçerlidir.  U ışık hızından büyük dalgaları, V de ışık hızından küçük dalgaları ifade eder. İnsanın ruhu bâtın âlemde, bedeni zâhir âlemdedir. Ruh bâtın âlemdeki parçacıkları, nefis bu parçacıkların zâhir âlemdeki dalgalarıdır. Beden zâhir âlemdeki parçacıkları, hayat ise bâtın âlemdeki dalgaları ifade eder. Ruh maddenin bâtın âlemdeki dalgalarını alabiliyor. Beden de bâtın âlemden gelen dalgaları alabiliyor. Böylece ruh ile beden arasında ilişki kurulabiliyor. Demek ki hayat maddenin ruha etki eden özelliğidir. Nefis de bedene etki eden ruhun özelliğidir. İnsan ancak nefsi ile bilince ulaşmaktadır. İnsan kendisini ancak aynada görebilir. Ruh da kendisini ancak nefis vasıtasıyla görür. Ölü insanın kişiliği askıya alınır. Tekrar dirildikten sonra kişilik başlamış olur. Ölen için zaman geçmez. Ölmesi ile dirilmesi bir olur. Ancak Allah istediği kimselere herkesin geleceği günden önce zamana sokabilir, ona in’am eder veya cezalandırır. Kur’an bunları bildirmektedir. Nefis aynı zamanda kişiliktir. “Kişiliğinde sabret” demek, kişiliğin olsun, karakterin olsun. Seni herkes kendi özelliğin ile bilsin. Onun bunun havasına girme. Bir gün birinin, ertesi gün başkasının dediğini yapıp şahsiyetini kaybetme. Senin ne zaman ne yapacağını başkaları bilsin. İşte bu sebepledir ki şeriatta kişi hürdür. Ama karakterli olmak zorundadır. Yani, hareketlerini bir düzene sokup kendisi düzenlemeli, başkalarının taklitçisi olmamalıdır.

Bunun için dört iş yapmaktadır:

a)    İçtihadı kendisi yapmaktadır ama yaptığı içtihatlara uymak zorundadır. İçtihadını değiştirebilir.

b)    Sözleşmeleri kendisi yapmakta, ama yaptığı sözleşmelere uymaktadır. Sözleşmeye son verebilir.

c)    Cemaatini kendisi seçmekte, ama seçtikten sonra cemaatin yetkililerine uymaktadır. Kişi cemaatini değiştirebilir.

d)    İhtilafları seçecekleri hakemlerle çözer. Hakemi kendisi seçer ama hakemin kararlarına uyar.

İşte kişilik bu iki çarpanla doğar. Kişilik= Şeriat içinde hürriyet. Kişi şeriat içinde serbesttir. Suyun içine attığınız bir boyanın molekülleri serbesttir. İstediği yere gider ve yayılır, ama su içinde kalmak zorundadır. Kişi de şeriat içinde kalmak şartıyla serbesttir. Kişilik, başkaları ile ilişkide hak ve görevlerde ortaya çıkar. Yani, cemiyette ortaya çıkar. Kurallar içinde serbest ilişki kurmaktır. Burada insanın hayvandan farkı, insanın tâbi olacağı kuralları kendisinin seçmesidir. İçtihat, serbest sözleşme, başkan değiştirme ve hakemini seçme hakları insan olmanın özelliğidir. Kişilik böyle oluşur. Hayvanlarda böyle bir kişilik yoktur.

ك Ka: “Kendi nefsinde” denmek suretiyle herkesin ayrı nefsi olduğunu ifade etmiş olur. Kişilik temel kuralı, hak ve görevlerin kişilere özel olmasıdır. Anne, baba, kardeş, eş çocuk gibi çok yakın olsalar da, karma kişilik yoktur. Herkesin kendi kişiliği vardır. Tüm hak ve vecibeler onun üzerinde doğar ve gelişir. Cezanın şahsiliği gibi hakların da şahsiliği vardır. Anne – baba velâyet hasebiyle çocuğu temsil ederler, ama tüm tasarrufları çocuk adınadır. Kendisi yetkisini aşmakla sorumlu hâle gelir. Toplulukların kişiliği başkanların kişiliği ile birleşmiştir. Başkanların dışında topluluğun ayrı kişiliği yoktur. Çünkü topluluğun nefsi yoktur. Bu bakımdan başkanlar cemaatinin vekili ve kefili olurlarsa buna “ortaklık” diyoruz. Ortaklıkta bütün mallar ortaklarındır ve varislerine intikal eder. Burada topluluğun kişiliği yoktur. Oysa aşiret, kabile ve kavimde ise kişilik vardır. Kişilerin hakları orada kaldıkları müddetçe geçerli olup, ölüm veya hicret sebebiyle ayrıldıklarında tüm hakları ortadan kalkar. İşte böyle toplulukların kişiliği reislerinin kişiliğiyle birleşmiştir. Artık onun varisleri çocukları değil yerine gelecek başkandır. Mufavada (kollektif) şirketinde de ortaklar birleşip tek kişi olmuşlardır. Kişinin akrabaları şirketin akrabaları hâline gelmiştir. Tüm mallar ile ilgili hak ve vecibeler ona karşı doğar. Emekli olan başkanlar fahri başkan olarak kalırlar ve başkanların kişilikleri mufavada şirketinde cemaatlerin mal varlığı ile birleşmiştir. Buradaki “Nefsin” denmesi ile her kişinin kendi nefsi olduğunu ifade etmiştir.

Kişilik hukukta hak ve vazifelerle başlar.

Haklara sahip, vecibeleri yok. Ceninin kişiliği böyledir.

Vecibeleri var, hakları yok. Ölen kimsenin mirası taksim edilinceye kadar  kişilik böyledir.

Ne vecibesi var ne de hakkı var. Döllenmeden önce beklenen kişinin hiçbir hakkı veya görevi yoktur. Miras taksim edildikten sonra ölenin de hiçbir hak ve vecibesi yoktur. Ondan sonraki haklar asaleten varislere karşıdır. Mirasta hata olsa bile, dava artık varislere karşı açılır. Oysa miras taksiminden önce ölünün terekesine karşı açılır. İflasta benzer hüküm vardır. Fesihle tasfiye arasında dava şirkete ikame edilir. Tasfiyeden sonra diğer hak sahiplerine karşı açılır.

مع MaGa: Arapçada kelimeler üç harflidir. İki ve tek harfli kelimeler harf veya mebni isimlerdir. “MaGa” iki harften oluşmuştur. Bu “EX”de olduğu gibi sonundaki “V” veya “Y”nin düşmesi anlamındadır. “MaGıyyeti” kelimesi buna delâlet eder. Harf değildir. Çünkü başına “Min” gelebilmektedir. Bir de tenvinle “MaGan” kullanılmaktadır. Bu sebepledir ki bu kelimenin kökü “Bağırsak” anlamında gelen “MAGY”den doğmuştur diyoruz. Bağırsaklar nasıl birbirine dolanmışsa, o şekilde birlikte olanlar “MaGa” ile bağlanır. “Va” beraberliği ifade eder, ancak sadece bir işte beraberliği ifade eder. “MaGa” ise iç içeliği ifade eder. “Vasbır EnTa vallazine” şeklinde ifade edilebilirdi. O zaman ayrı ayrı sabır önerilmiş olurdu. Oysa burada birlikte sabretmeyi önermektedir. Birlikte kalmayı önermektedir. Aşiret cemaatini kurmuş olanlar, bağırsakların birbirine dolandıkları gibi birbirlerine dolanacaklar ve birlikte kalmakta sabredecekler. Bu sebeple bu kelime kullanılmıştır. İç içe olmamız gerekir.

Eşyaya karşı sabretmek kolaydır. Gerekli tedbirleri alırsın ve korunursun. Düşmana sabretmek kolaydır. Ölürsün veya öldürürsün, işin biter. Ama cemaate sabretmek, cemaatin fertlerine sabretmek kolay değildir. Olaylar ortaya çıkar, kişiler hemen arkadaşını değiştirirler, işlerini değiştirirler, evlerini değiştirirler. Böylece “yuvarlanan taş yosun tutmaz” deyimi ile sonuçlar elde edilemez. Hayatımda belki en çok cemaat değiştiren kimse oldum. Ben hep aynı hedefe arkadaş aradım. İtiraf edeyim ki, böyle arkadaşlar bulamadım. Şimdi biz burada bir araya geliyoruz. Gayemiz nedir? Niçin hem bedenimizle hem malımızla katılıyor, sıkıntı çekiyoruz? Başlangıçta hedef bellidir. Burada samimiyiz. Allah’ın rızasını kazanmak, O’nun istediği şekilde yaşamak, helal rızık kazanmak. Size bir sır vereyim. Orta okuldan beri bizde Kur’an cemaati oluşturma fikri vardır. Lisede, üniversitede, Ankara’da, İzmir’de, Kırgızistan’da hep bu cemaatler oluştu sanmışız ve onlarla yola çıkmışız. Bakmışız ki, küçük bir sorun karşısında cemaatten ayrılmalar olmuş, hep yeniler katılmış. Dolayısıyla taş taş üstüne koyamadık. Sorun çıktığı zaman orada kalıp mücadele etme yerine, oradan ayrılmayı yeğledim. Bekledim ki, gittiğimiz yere arkadaşlar gelsinler. Bu seçilme aracıdır. Yani, topluluğa karışan bozuklukları ayırmak için hicret gerekir. İş olsun diye katılanlar yerinde kalır, diğerleri göç ederler. Hayatımızda oluşmadan göçe kalkıştık. Başarısız olduk. Ümit ederim ki siz ileride bunu başaracaksınız, Kur’an’ın burada emrettiği beraberliği sağlayacaksınız.

Bağırsakların bir özelliği de pislikleri dışarı atmaktır. Kendilerine bir şey olmadan pislikleri, bozguncuları dışarıya atmaktır. Ne var ki, devamlı yenileri gelecektir. Birlikteliğiniz bağırsak olmalıdır. Gelen kendiliğinden imtihandan geçecek, kana karışacak; yaramayanlar ise dışarıya atılacaktır. Her zaman verdiğimiz bir misali burada yine tekrar edelim. Moleküller birbirini çekerler. İki molekül kolayca birleşir. Ne var ki, iki molekül bir araya geldiğinde çekim kuvveti iki misli olur ve diğer moleküller de ona doğu hareket ederler. Çarpar ve molekülleri birbirinden ayırırlar. Ama bazen moleküllerden ikisi çok sağlam yapışır. Çarpmalar onları birbirinden ayıramaz.  Gelen üçüncü molekül gerisin geriye döner. Bir gün gelir üçüncü molekül da bunlara eklenmiş olur. Böylece çekim daha da artmış olur. Çarpma şiddetlenir ve yine birlik dağılır. Daha zor dağılır. On civarında molekül oldu mu artık onları tek molekül dağıtamaz. Böyle oluşan molekül gruplarının birleşmesi söz konusu olur. İşte bugünkü astronominin teyid ettiği ve Kur’an’ın haber verdiği gibi başlangıçta kainat gazdan ibaretti. Böyle sağlam birleşen iki molekülün büyümesi ile galaksiler oluştu, yıldızlar oluştu, güneş sistemi oluştu. Canlı da tek hücreden var olmuyor mu? Bölünmek suretiyle çoğalıyor. Bölünme demek, bağırsakta olduğu gibi dışardan maddeler alıp sindirme demektir.

İnsanlar için de durum aynıdır. İki kişi yan yana gelince karı - koca bile olsalar çevre onları ayırmaya çalışır. Eğer iki kişi sabrederlerse üçüncü katılır ve bu on kişi oluncaya kadar sürer. On kişi oldular mı cemaat oluşur, artık kişiler onları dağıtamaz. Ancak başka topluluklar onları dağıtır. Aşiretler birleşip kabile oluyor, ama aşiretler dağılmadan oluyor. Kabileler birleşip kavim oluyor, ama kabileler dağılmadan oluyor, Kavimler insanlığı oluşturuyor, dağılmadan birlikteler. Demek ki bir araya gelmek demek aşiret olmak demek değildir. Ama aşiret olmak için bir araya gelmek gerekir. Biz “Akevler”de ve İstanbul’da bir araya geliyoruz, ama henüz aşiret olmadık. Peki bizi ne aşiret hâline getirecektir? Birlikteliğimize sabredersek aşiret olmuş oluruz.

الذين ELLa7YNa: Arapçada “Za” erkeğe işaret için “Ta” da dişiye işaret içindir. “Z” zekeri, “T” de ünsayı ifade eder. “Ç” zor söylendiği için “T”ye dönüşmüştür. Bu işaret zamirlerine zaten marife olduğu için başlarına harf-i tarif getirilmez. Ama getirilerek ism-i mevsul yapılmıştır. Kendisinden önceki isme işaret eder. Türkçedeki “ki” o anlamındadır. “Ahmet ki o geldi, şimdi nerededir?” dediğimizde, daha önceki Ahmed’in adını verir. O zaman hal veya sıfat olur. Bazen da ismin yerine geçer. Gelen kişi nerededir? “Ellezine” çoğuldur. Müzekkeri salim çoğuludur, topluluğu ifade eder. Yarın bir araya gelecek cemaaatleşmiş kimseler anlamındadır. Bu bir araya gelme işi cemaatleşme olduğu için “ellezine” kullanılmıştır. Çok önemli bir husus da bu siganın hem kişilerin hem de oluşumun marife olmasıdır. Demek ki oluşturacağımız aşiretin kişileri belli olmalıdır. Devamlı üyeler olmalıdır. Değişik on kişi devamlı bir araya gelseler bile cemaat olmazlar. Cemaat olabilmek için kişilerin birbirini çok yakından tanımaları ve öğrenmeleri, her türlü hususiyetleri bilmeleri gerekir. Yalnız erkeklerin bir araya gelmesi ile de aşiret oluşmaz. Aşiretin oluşması için kadınların ve çocukların da cemaata katılmaları gerekir. Aileler arasında birlik kurulmalıdır. Bu birlikteliğe sabredilmelidir. Hazreti Peygamber 13 sene bu aşireti oluşturmak için sabretti. Tüm eziyetlere rağmen çıkış yapmadı. İyice oluştuktan sonra çıkış yaptı. Medine’ye hicret ettiği zaman hiçbir Müslüman “ben gelmek istemiyorum” demedi.100 aile civarında olmuşlardı. Herkes her şeyini bıraktı ve Medine’ye gitti. Onlar da kabul ettiler. 10 senede tüm Arabistan fethedildi. 30 senede yani üçte bir asırda Afrika’nın batısına ve Orta Asyalara dayanılmıştı. Devleti kuranlar çok, ama medeniyeti var edenler peygamberler olmuş ve işe aşiretleri ile başlamışlardı. Kur’an’da, “yakın aşiretini uyar” denmiştir.

يدعون YaDGUvNa: Elleri havaya kaldırıp karşı tarafa işaret etmedir. Mesela, arabaya bu yolla “gel gel” deriz. Çağırma anlamındadır. İnsanlar Rablarına avuçlarını açıp talepte bulunurlar. Bu da duadır. Dua nasıl yapılacaktır? Bundan önceki âyette bu açıklanmıştır. Kur’an tilâveti ile yapılacaktır. Kur’an’ı okurken Allah’tan hidayet isteyeceksiniz. Yol göstermesini isteyeceksiniz. O’ndan işlerin kolay yürümesi için yardım etmesini isteyeceksiniz. Şimdi biz ayda 100 dolar veren 100 ortak arıyoruz. Birinci dua, bu ortakları aramak için göstereceğimiz sabırdır. Allah rızası için sıkıntılara katlanmadır. Allah bizim hulusumuzu görürse duamızı kabul eder, onların kalplerine ilham eder, bize ortak olurlar. Biz duamızı ciddi yapmazsak, yani bize düşen görevi yapmazsak, Allah da onlara bir şey ilham etmez ve ortak bulamayız. Burada Allah’a teslim olarak dua etmeliyiz. “Biz Sen’in rızanı kazanmak için market kuruyoruz. Eğer rızan burada ise işlerimizi asan et ve bu işi yapalım, değilse biz çalışmaya devam edeceğiz. Çünkü içtihadımız bu yönde. Sonuç Sana aittir.” Bize düşen sabır ve sebattır. Bunu içimizle ve dışımızla ifade etmeliyiz.

Oku” ve “sabır” emirleri münferit olduğu halde, “dua” cemaatle yapılmaktadır. Sabah - akşam dua edilecektir. “Tilâvet” ve “sabır” niçin tekil de “dua” çoğul? İşte bu gösteriyor ki “sabır” da “tilâvet” de birlikte yapılacaktır. Birlik kurmak için yapılacaktır. Emir sigasını çoğul yapsaydı, kurmadan önce bir şey gerekmezdi, “dâvet” fiilini de tekil yapsaydı o zaman cemaat olmamıza gerek kalmazdı. Bize emredilen cemaat olmak değildir, tek tek mü’min olmak da değildir. Bize emredilen cemaat olmak için tek tek çalışmaktır. Yani cemaate tedricen geçmektir. İşe sabah - akşam birlikte Kur’an okumaya başlamaktır. 10 sene sonra cemaat olunabilecektir demektir. Biz bu hususta vaktimizi yitirdik, tüm çabamız sizin içinizden buna vakit kaybetmeden başlamanızdır.

Bu tekil ve çoğul olmanın başka bir hikmeti de başkanla cemaati karşı karşıya getirmektir. Topluluk vardır. Topluluğun başkanı vardır. Genellikle toplulukla başkanlar arasında zıtlık oluşur. Topluluk hep câri sistemle gider. Herkes ne yapıyorsa topluluk onu yapar. Halk tutucudur, değişmeyi istemez. Topluluğu gerektiği yerlere sürüklemek, onları evrimleştirmek işi ise başkanlara aittir. Bu fizikteki tesir – aksi tesir kuvvetleridir. Halk muhalif olacak, böylece eski değerler korunacaktır. Başkanlar ise atılımcı olacak, böylece yeni değerler gelecek. Bu bize neyi ifade ediyor? Başkanlar cemaatin muhalefetine sabretmelidir. Onlara zorla değil de inandırarak yaptırmalıdır. Cemaatte de fikirde başkana muhalefet ederek meselenin daha iyi anlaşılması sağlanmalıdır. İstişare esnasında her şey söylenmelidir. Ancak başkan karar verdikten sonra ona uyulmalıdır veya o aşiret veya kabile terk edilmelidir. Bu sebepledir ki, “siz dua edenler birlikte sabredin” denmiyor da, “dua edenler” diyor. Böylece başkan ile cemaatı  birbirinden ayırdı. Bu âyet cemaatlerden ziyade başkanlara ders vermektedir.

ربهم Rabbahum: Onları eğiten, terbiye eden kimse demektir. Önceki âyette “Rabbeke” geçmişti, burada “Rabbehüm” geçmektedir. Demek ki, evrim başkanla topluluk arasındaki dengeye dayanır. Başkan yenilikçi, atılımcı ve işin yapılmasını ister; halk da muhafazacı, istikrarlı bir hayat arzu eder. Bu ikisi arasındaki denge bozulmadan değişerek evrimi gerçekleştir. Başkan bir ekip oluşturur, onlara proje yaptırır. Halk da onları uygular. Proje yapılırken istişare edilir. Uygulanır, istişare edilir. Safhalar şöyledir:

a)    Proje yapılırken istişare edilir ve başkan tarafından proje oluşur. Burada herkesin oyu var ama son karar başkanındır.

b)    Proje şeriat olur, çünkü yetkililer tarafından onaylanmıştır. Halk kendilerine düşen kadarını yaşar, uygulanır.

c)    Bu uygulamada mağdurlar ortaya çıkar, zararlar ortaya çıkar. Hakemlere gidilerek mağdurların mağduriyeti cemaatça giderilir.

d)    Bu sefer yeniden istişare yapılarak yeni proje oluşturulur. Proje tartışılır ve başkan tarafından karar verilir.

Burada halkla başkan iç içedir. İstişare ediyor, başkan projeyi oluşturuyor. Proje uygulanıyor. Halkın başkana değil projeye uyma zorunluğu vardır. Uygulayanlar projeye uymadıkları takdirde sorumlu olurlar. Projeye uyulduğunda zarar doğarsa, kamu bütçesinden karşılanır. Projeye uyulup uyulmadığına kararı ise başkan değil tarafsız ve bağımsız hakemlerden oluşan hakemler kurulu verir. Sen ve onlar ayırımı bu düzeni ortaya koyuyor.

ب Bi: Harf-i cerdir. İsmin fiile etkisi varsa kullanılır. Sebebiyeti ifade eder. Zarf olarak kullanılacaksa, belli bir yeri veya zamanı ifade eder. Burada “Fi” gelmeyip “Bi” gelmiş olması çok önemlidir. İki hususiyeti ifade ediyor. Biri, namazın sebebi vakittir. Allah bize vakit denen nimetini bahşetmiş, onu düzgün kullanmamız gerekir. Bu da namaz vakitleri ile belirlenir. Kur’an’daki emirler tedricidir. Hazreti Peygamber bu tedriciliği uygulamıştır.

)             Birinci safhada yalnız Kur’an okunacaktır. “İkra’ Sûresi” budur. Âyetler okunacaktır. Ayrı ayrı ama cemaat olmadan da okunabilir, bir araya da gelinebilir. Biz şimdi bu safhadayız. Bu safhayı müessese hâline getirmeliyiz. Önce bilgisayara yüklemeliyiz. Disketi verene çoğaltıp vermeliyiz. Burada bir etkisi makinemiz olmalıdır. Kağıdı getirene çoğaltıp vermeliyiz. Boya masrafını kâğıttan biraz fazla alarak karşılarız. Sonra internete girip isteyenin oradan çekmesini ve istifade etmesini sağlamalıyız. Bize abone olanları bilgisayarda kaydedip yazdıklarımızı kimlerin okuduğunu bilmeliyiz. Buraya katılanlar, bu bilgisayar dergisinde istediklerini yayınlatabilmelidirler. Dışarıdan katılanlar olursa onlar da yayınlanmalıdır.

)              “Gece kalk, yarısından fazlasında veya azında Kur’an’ı tertil et” diyor. Bu birinci sınıftır. Aşiret olmak isteyenler bu safhayı geçirmelidirler. Bu sürenin ikinci kısmında ise “sen ve seninle beraber olanların gecenin yarısında, üçte birinde, üçte ikisinde kalktıklarınızı gördü” diyor. Böylece emir tek ama uygulama cemaatça. Emre uyanlar bir araya gelmelidirler. Daha bu safhaya geçemedik. Bu safhada münferit iş yapılıyor.

)             Üçüncü safha ise sabah-akşam âyetidir. Sabahleyin erken  kalkılıyor, sabah müzakeresi ve sohbeti yapılıyor. Mesai vakti gelince herkes işine gidiyor. Bu cemaate kadınlar ve çocuklar da katılıyor. Bu safhada ise artık birlikte iş yapılıyor. Başkan var ve başkan cemaat tarafından finanse ediliyor. Çünkü başkanın özüne iş yapması bu âyetle haram kılınıyor. Artık aşiret oluşmuştur.

)        Dördüncü safha ise beş vakit namaz safhasıdır. Bu İslâm Düzeni oluştuğu zaman kullanılıyor. Yani, Kabile oluştuğu zaman sağlanıyor. 1000 hanelik kent kurduğumuz zaman beş vakit namaz cemaatla farz oluyor ve Cuma Namazı kılınıyor. Bu da “Namazlara devam edin, orta namazı da kaçırmayın” âyeti ile ifade edilmiştir.

Bi” harfi belirliliği ifade eder. Belli saatlerde gelinmeli ve belli saatlerde dağınılmalıdır. “Bi” harfi sebepliği ifade eder. Bu vakitlerin gelmesi ile cemaata gelmek bizim için farz olur.

غدا ĞaDa: Gıda anlamında olup yemek demektir. Sonraları sabah yemeğinin adı olmuştur. “Ğad” yarın demektir. İnsanın vakitleri üçe ayrılmıştır. Yarısı iş ve eğitim, diğer yarısı uyku ve istirahat.

Uyku               10 ile 04 arası            6 saat

Yemek            04 ile   5 arası            1 saat

Eğitim             05 ile 06 arası            1 saat

İş                    06 ile 12 arası            6 saat

Yemek            12 ile 13 arası            1 saat

Uyku               13 ile 15 arası            2 saat

İş veya eğitim 15 ile 18 arası            3 saat

Yemek            15 ile 17 arası            2 saat

Eğitim             17 ile 19 arası            2 saat

Bu saatleri “ğadat” ve “aşıy” kelimelerinin marifeli olmasından anlıyoruz. Bu bölünmeler yarılama sistemleri ile olmuştur.

İş ve eğitim 12 saat. 1/4 veya ½’si iş tercihi kişiye aittir. Uyku  ve yemek 2/3.

و Va: Sabahı akşama atfetmiştir. Sabahleyin 1 saat, akşamleyin 2 saat, ikindiden sonrası da ayrılırsa 6 saat eğitim, 6 saat iş olmuş olur. “Aşıy” kelimesi ikindiden sonrası anlamına da gelir.

عشي GaŞA: Akşam yemektir.  Sonraları akşam yemeğine ad olmuştur. Sabahleyin dünkü kalan yemektir. Akşam ise o akşam pişirilen yemektir. Sonraları sabah yemeği genel gıdaya isim olmuştur. Akşam yemeği ise iyi gıdalara isim olmuştur.  Birincisi beslenme, ikincisi yaşam için kullanılır olmuştur. Çünkü beslenme çalışmak için yaşama ise akşamları olur. İlimde de  sabahleyin akşam yapılan projelere göre görev taksimi yapılır. Akşamları ise istişare ile program yapılır. Demek ki her gün insanlar başkanlarının emrinde iki defa toplanacaklar. Akşamları o gün yaptıklarını ortaya koyacaklar, yarın ne yapılması gerektiğini belirleyecekler ve  sabahleyin yine toplanıp kimin ne yapması gerektiğine karar vereceklerdir. Bunu sabah yapmalarının sebebi;  sabah gelen olur, gelmeyen olur. İşin gereği sabahleyin belirlenir. Bir de kişilerin yarın ne iş yapayım da düşünüp karar vermesi gerekir. Başkanın kimleri görevlendireyim diye gece düşünür. Görevlendirmede istişare yapılmaz, başkan kendisi karar verir.  İstediği zaman da görevden alır.  İşler iki şekilde yürür: Biri, herkes plana göre istediğini yapar. Yapılmayanların ücretlerini yükseltir. Zaman kaybından dolayı zorluk varsa  başkan görevlendirir. Bu yetki sınırlı olup cemaatin ittifakla bu yetkiyi başkana vermiş olması gerekir. Akşamleyin yarın yapılacaklar listelenir. Her bir işin ücreti belirlenir. Sabahleyin gelenler istedikleri işleri seçerler. Gelmeyenler sıra hakkını kaybederler. Sıra nasıl seçilecektir?

a)    Bir işe bir kimse başlamışsa o devam eder. Kim önce başlarsa ondan o işi ancak hakemler alabilir.

b)    Başlanmamış işlerde ehliyete göre başlanır. Yani kişinin o işi yüklenebilmesi için o hususta kendisine toplulukça ehliyet verilmiş olması gerekir. Ehliyetliler öncelik hakkına sahiptirler. Bir de herhangi tazminat söz konusu olduğunda dayanışma ortaklığı öder. Ehliyetsiz de işi yapabilir. Ne var ki, tazminat söz konusu olunca akilesi değil de kendisi öder. Diğer taraftan ehliyetli olanın kusurlu sayılması için onun kusurlu olduğunu ispat etmek gerekir. Ehliyetsiz ise kusursuz olduğunu  ispatlamak zorundadır.

c)    Her yıl genel kültür ve meslek imtihanları yapılarak kıdem tesbit edilir. İşi önce alma hakkı daha kıdemli olana aittir.

d)    Eğer kıdemler eşitse, daha önce işleri daha çok yapan kim ise ona verilir. Diğeri başka iş yapar.

İşte bu sebepledir ki iş bölüşümü sabah yapılmış olur.

Bu sistemin yürümesi için topluluğun elinde çok iş olmalıdır. İşsiz kimse kalmamalıdır.

Bunun için işleri kısımlara ayırıyoruz:

a)    Depolanamaz ihtiyaç mal ve hizmetleri üretme.

b)    Depolanabilir ihtiyaç mal ve malzemeleri üretme.

c)    İşyerleri  inşaatı.

d)    Yaşama yerleri inşaatı.

İşler yukarıdaki sıraya göre sıralanır. Tahsisat yeteri kadar ayrılır. Depolanamaz mallar yarın ne kadar gerekiyorsa o kadar yapılacaktır. Depolanabilir mallar depolar doluncaya kadar ayarlanacaktır. İşyerleri, açık işçi varsa yeni işyerleri oluşturulacaktır. Açık işyeri varsa sadece bakımları yapılacaktır. Yaşama yerlerinin bakımı yapılmalıdır. Açık yaşama yeri söz konusu olmaz. Daha konforlu hayat demektir. Mutlaka her çalışana iş verilmelidir. Bunun dışında serbest iş fonu kurulmalıdır. Oraya gelen kişi akşama kendisine düşen payını ücret olarak alır, o arada istediğini yapar, isterse uyur. Orada bulunduğu için ücret istihkak eder. İşte insanların nerelere gidecekleri sabah belirlenir, akşamları da bu gün ne yaptıkları, yarın ne yapmaları gerektiğini müzakere ederek karara bağlarlar. “İlmi sanayi”ye böyle geçilecektir. Bunları hep Kur’an öğretiyor.

يريدون Yuridune: İrade ederler, murad ederler, dilerler, isterler anlamındadır. Raid, eğilmek, meyletmek demektir. Yapılmasını murad etmek, istemek anlamına gelir. Biz işleri murad edemeyiz. Çünkü işleri tek başına yapmıyoruz. Diğer insanların muradlarına uyması gerekir. Ama biz Allah’ın vechini murad edebiliriz. Çünkü o bizimle Allah arasındadır. Ve Allah hiçbir zaman O’na teveccühü geri çevirmez. Bundan dolayı insan Allah’a yönelmeyi irade etmelidir. Azimle, “ben O’nun teveccühünü elde edeceğim” diyecek ve öyle çalışacaktır. Biz Allah rızası için bir işe giriştiğimiz zaman o iş olmuyorsa dört sebebi vardır:

a)    Başarı Allah’ın rızasını kazanma demektir. Mü’minin dünyada tek hedefi vardır. Elde edilen diğer sonuçlar onların göstergesidir. Ölçü işaretidir. Aleti yanlış seçmiş olabiliriz. Biz metre ile ağırlığı ölçemeyiz. Yani biz başarmış oluruz da kendimizi başarısız görürüz. Müslümanlar bu hataya çok düşüyorlar. Yani Allah razı olmuştur, ama biz bu rızayı gösteren şeylere bakmıyor başka şeylerle ölçüyoruz.

b)    Başarı yalnız bizi ilgilendirmiyor. Başarı herkes için başarıdır. Biz şimdi “Ahşap Evler Müessesesi”ni kursak, yalnız biz değil herkes yararlanacaktır. Günü gelmemişse veya halk ona lâyık değilse görünürde başarısız gibi oluruz. Ama bir tebliğ hizmeti gördüğü, hazırlık yapıldığı için biz başarılıyız. Hazreti İsa hayatında başarılı görülmüyordu. Bugün iki milyar insan 2000 yıl sonra onun peşinden gidiyor. Ayrıca İslâmiyet de onun yaptığı hazırlıklarla bu başarıya ulaştı.

c)    Allah’ın rızası O’nun yolunda çekilen sıkıntılara dayanmakla olur. Allah bizim derecemizi yükseltmek, daha büyük işleri yapmağa hazırlamak için bizi şimdi sıkıntıya sokar. Geçici olarak başarısız görünürüz. Oysa bu vesile ile öğrendiğimiz bilgilerle bizi daha yüksek görevlere atayacaktır. Burada başkalarının başarı takdirleri bizi ilgilendirmemelidir.

d)    İşlerde hata yapmaktayız. Düzeltmemiz için başarısız görünürüz. Hatamızı düzelttiğimizde eski hatalı işlerimizin de ücretini verecektir. Sıkıntı çekmeden ortaya çıkan oluşlar kısa ömürlü olur. Canlılarda bir kural vardır. Büyümesi yavaş olan canlılar uzun ömürlü olurlar. Sabredip sebat gösterirsek Ahşap Ev Projemiz uzun ömürlü olacaktır, demektir. Akevler yavaş gelişiyor ama varlığını koruyor, yeni ümitlerin ve projelerin peşinde...

e)    Son olarak bir hayırlı işe başladığınız zaman herkes katılır. Ne var ki, zorlukları gördükleri zaman bırakıp giderler. İleride daha ağır işlerde işi bırakıp kaçmamaları için ayıklama gerekir. O da sabırlı ve inançlı kişilerin kalması gerekir. Bu da ancak başarı ile başarısızlık periyodik olmalıdır. İki adım ileri, bir adım geri atılmalıdır. Böylece ilerlenmiş olur, ama temkinli ilerleme olmuş olur, parazitler elenir. İşte bu sebepledir ki sıkıntılar asla sizi yıldırmamalıdır. Hata varsa düzeltilmeli ama işe devam edilmelidir.

وجه Vach: Yüz demektir. Kişinin birisiyle ilgilenmesi, görüşüp konuşması için yüz yüze gelmelidirler. Allah’ın yüzü yoktur, ciheti yoktur. Herkese her an şah damarından yakındır, ancak insanları kendi hallerine bırakmıştır. Nefsin ve şeytanın tuzaklarına düşmelerine izin vermiştir. Ama O’nun ile beraber olanlar, O’na sığınanlar da korunmuştur. Böyle kimseler her an O’nun gözetimindedirler. En büyük ceza Allah’ın bizde teveccüh etmemesidir. Bu yeter. O’nun bizi cezalandırmasına gerek yoktur. Yemek vermedi mi ölürüz. Zamir Rablarına gitmektedir. Yani gelişmemizde O’nun yardımına ve desteğine ihtiyacımız vardır. Bu dünya geçicidir. Yarış dünyasıdır. Durduğumuz zaman düşeriz. Nasıl bisiklette veya uçakta durmak demek düşmek demekse; dünyada uçmalıyız, koşmalıyız, yoksa düşeriz. Rablarına koşabilmek ve uçabilmek için dua ediyoruz. O’nun Rab sıfatından yararlanıyoruz.

و Va: Burada nehiy emre bağlanmıştır, bunu yap şunu yapma, diyor. Nefsinde sabretmeyi bu sefer nehiy ile ifade etmiştir. Nehyin ve emrin hükümleri farklıdır. Mesela, nehiyde devamlılık vardır da emirde sadece bir defa yapma vardır. Gerçi sabah akşam sabredileceği mânâsı çıkabilir. Ama her zaman sabret denmesi için arkasından nehiy gelmiştir. Başkanların tüm hayatları açıktır. Gizli kapaklı hiçbir şeyleri yoktur. Kendilerinin özel hesapları yoktur. Mal varlıkları yoktur. Başkan oldukları zaman bütün malların hesabını yapar cemaata koyarlar. Ölünceye kadar o mallar orada kalır. Kâr zarar cemaata aittir. Öldüklerinde sadece ana mal varislere kalır. Ebu Bekir bu sebeple Hz. Peygamber’in mallarını varislere bırakmadı.

لا La: Nefy edatıdır, o zaman fiil ötreli gelir. Nehy edatıdır, fiil cezimli gelir. Burada cezim yerine Y silinmiştir. Nehyin hükmü ise bir defa yapma değil de hiç yapma demektir. Emirde ücret vardır, nehiyde ceza vardır. Burada her ikisi birden zikredilmek suretiyle sabredilirse ücret vardır, edilmezse ceza vardır demek olmuş olur. Görülüyor ki sabretmek haramdır. Sabretmek vaciptir. İşte biz her gün bu emri ve nehyi çiğniyoruz. Çünkü başkan olarak cemaatımızda sabretmiyor, cemaat dışı insanlarla iş yapıyoruz. Ben bunu başarmak için önce cemaat olmaya çalıştım. Ama başkanlar başkanlık yapamadılar. Başkalarıyla istişare ettiler, onlardan emir aldılar, bana emretmeye kalkıştılar. Sonra ben başkan oldum. Aşiretin üyelerine parlak vaadlerle dışarıdaki işler önerildi, yakınlarım ayrılıp gittiler. Böylece yine başaramadım. Artık böyle bir cemaatın oluşacağına yetişmem ümidi yoktur: Ama böyle cemaatin oluşması için hazırlık yapıyorum. Günü gelince sizler yapacaksınız veya daha sonrakiler yapacaktır. Ama başka herhangi bir çözüm olmadığını iyi bilmeniz gerekir.

عدي GaDAa: Vadinin yakası demektir. Aduv, yani düşman kelimesi buradan gelmektedir. Taaddi etmek sınırı aşıp başkasının hakkına tecavüz etmektir. Askerlikte savunma def, saldırı taaddi ile ifade edilir. Saldırana saldırmak meşrudur. Yalnız savunma ile savaş kazanılmaz. Nazar var, Rey var, Basar var, Adv var. Nazar, bakmaktır. Bir şeyi görmek için değil de orada ne  yok diye bakmaktır. Görmek “rey”dir. Bir şeyin olup olmadığını veya nasıl olduğunu araştırmak görmektir. Basar ise tümünü birden değerlendirmedir. Reyin toplamıdır. Adv ise göz atma demektir, ki bakmanın en hafifidir. Bir işi birisine yaptırmak için şöyle bir bakarsın, gözüne kestirdiğine iş verirsin veya bir şey söyleyeceksen söylersin. Yakını bırakıp uzağa bakmak “adv”dır. Aşiretler vardır, kendi kendilerini yönetirler, onlar merkezdeki aşiretlerden yardım alırlar, onların taşradaki aşiretlere bir görevleri yoktur. Merkez aşiretler vardır. Demokraside bunlar taşradakilerin temsilcisidirler. Bu temsilciler, başkanın şurasını oluştururlar. Bunlar mukarrabundurlar. Başkan işleri onlarla istişare eder. O da temsil ettikleri kimselerle istişare ederler, böylece başkan dolaylı olarak herkesle istişare etmiş olur. Başkanın temsilcilerini atlayıp doğrudan halkla istişare etmesi caiz değildir. Başkan bir şeyi yaptırmak istediği zaman da emirleri vardır. Onlar aracılığı ile yaptırır. Atlayıp astlara doğrudan emir vermesi yoktur.  Askerlikte bilinen silsile-i meratibin kuralını burada koymuştur. Bu sivil hayatta da böyledir.

Bucaklarda, kabilelerde bütün halk meclisin üyeleridir. Başkanın beş vakit namazına, şura toplantılarına her zaman katılırlar, ancak başkan istişareyi onların gözü önünde temsilcilerle yapar. Halk görüş ve isteklerini temsilcilerden alırlar. Emirleri başkanlardan değil de emirlerden alırlar. Ön safta şura üyeleri oturur, diğer cemaat aradadır. Başkan istişare ederken arka sıralara kaş göz işaretiyle haber gönderen olur diye kaldırıp gözlerini bakmaz. Bu haram kılınmıştır. Bakmanın bile yasaklandığı sistemde atlama asla söz konusu değildir. Bugün cumhurbaşkanının özel danışman kadrosu vardır. Oysa şeriata göre başkan ancak şunlarla görüşür: 1) Siyasi parti başkanları. 2) Ordu komutanları. 3) Valiler. 4) Elçiler. Bunların dışında yönetimle ilgili hususları kimseyle görüşemez. Unutmamak gerekir ki yerinden yönetimde devletin başkanı yoktur. Devletin merkezi vardır, merkezin başkanı devletin başkanıdır.

Cumhurbaşkanı kendi aşiretinin başkanıdır. Günlük ihtiyaçlarının teminini sağlar.

Cumhurbaşkanı kendi karyesinin başıdır. Halkın çalışmasını sağar.

Cumhurbaşkanı kendi bucağının başkanıdır. Kendi ilçesinin başkanıdır, kendi ilinin başkanıdır, kendi bölgesinin genel valisidir. İşte bu sıfatlarla ancak şuraları ile görüşür ve onlarla işlerini yürütür. Bunlar her akşam sabah toplantıya katılabilirler.

عين AYN: Göz demektir. Pınara da “ayn” denir. “Gözlerini çevirme” diyor, “gözünü” demiyor. İki göz kullanıyor. Yani men edilen herhangi bakış değil istişare etme maksadıyla bakış veya emir verme maksadıyla bakıştır. Yoksa elbette sağa sola bakmak haram değildir. Burada gözler kelimesi kullanılarak bu ifadenin bir deyim olduğunu göstermiş oluyor. “Ada anhu” demek; gözlerini onlardan ayırma. Onların görüşlerine kulak ver. Onlarla iş yap demektir. Kim bunlar? Sabah akşam Kur’an’ı mânâsıyla okuyarak Allah’la irtibat hâlinde olan ondan ilham alarak içtihat yapıp ona göre amel eden kimselerden gözlerini ayırma demektir. Bunların dışındakilerle iş yapmazsın. Yaparsan hüsrana uğrarsın. İşte bizim başımıza gelenler hep bu yüzden olmuştur. Birden büyümek istemişiz. İstediğimiz kimseleri bulamayınca bulduklarımızla işe kalkışmışız, başımıza bugün gelenler gelmiştir. O halde bilmeliyiz ki sabah akşam seninle beraber olmayanlarla yapacağımız işler başarısız olacaktır. O halde yapacağımız iş bu beraberliği sağlamalıdır. Bunun için birlikte oturacağımız evlerimiz olmalı, birlikte çalışacağımız işyerimiz olmalıdır. Ahşap Evler ve Market bunu hedefliyor. Şimdi aşiret olmadığımız için böyle aşireti oluşturmamız için başkaları ile iş yapıyoruz. Çünkü Kur’an’daki yasak, varsa o aşiretten gözlerini ayır diyor. Bugün olmadığına göre böyle bir nehiy söz konusu olmaz. Birinci âyetin emrine göre hareket etmek için çalışmamız gerekir.

عنهم ANHuM: “Hum” zamiri, seninle beraber sabah-akşam dua edenlere gidiyor. Yani artık aşiret olmuş, sen de onlara başkan olmuşsan, artık dünya ile ilişkiyi kes ve kendi cemaatinin işleri ile meşgul ol demek olur. Ne yapılacaktır? Başkan aşireti ile yani beş vakit cemaati ile meşgul olacaktır. Beş vakit cemaati, Cuma cemaati ile meşgul olacaktır. Cuma cemaati bütün insanlarla meşgul olacaklardır.

تريد  TuRIYDu: Murad edersin. Meyledersin. Onlar Allah’ın vechini murad ederken, sen tutup da onlardan gözlerini ayırırsan dünya hayatını murad edersin. Allah insanı her zaman ikili seçeneğin karşısında bırakmıştır. Allah’ın vechini murad etmek, dünya hayatının ziynetini murad etmek. Yakın veya uzak hayat. Hemen kazanmak, ileride kazanmak. Gününü gün etmek, ilerisini güven altına almak. Onu istemek veya bunu istemek. Allah bizi yarattı. Kur’an’ı gönderdi. Onu anlayarak okumamızı ve geleceğimizi güvene almamızı istedi. “Turidu” cümlesi atfedilmekle dünya hayatını isteme birincisinin aynısı yapılmıştır. Cümle ara cümledir. Gözlerini cemaatından ayırma. Sen böyle yapmıyorsun, dünya hayatını murad ediyorsun. Haber cümlesi. İnsan yaratılışta dünya hayatını murad eder. Ancak iman onu âhiret hayatına yönlendirir. Burada fasl kemal-i infisalden olabilir.

زينة Zinet, horozun ibiği, atın yelesi gibi eklerdir. Asli bir görevi yoktur. Başkalarını kendine çekmek içindir. İnsanın hoşlanacağı manzaradır. Allah kainatı var etti ama aynı zamanda onu güzel yaptı. Zinetli yaptı. Eskiden zinetin ölçüsü gözle görülüyordu. Bir ölçüsü yoktu. Bugün matematikte güzellik artık ölçülmektedir. Husn de güzellik demektir. Husn, gerçekte güzel olmadır. Zeyn ise görünürde güzel olmadır. İnsan ahsendir. Yıldızlar ise müzeyyendir. Bize öyle görünmektedirler. “Görünüşe aldanmamalı” Atasözümüz vardır. Sen görünüşe aldanıyor ve onun için gözlerini başka tarafa çeviriyorsun. Yanındakileri ihmal ediyorsun. 

الحيوة Hayat dirilik demektir. Hareketli yılana “hay”, kış uykusundaki yılana “mevt” denir. Hay, hareket demektir. Bitkiler durgun görülüyorlar, oysa hücrelerinde aynı DNA’lar vardır ve aynı şekilde hücre faaliyetine sahiptirler. Bu sebeple bitkiler de haydırlar. Bitki hücreleri ile hayvan hücreleri arasında yapı bakımından fark yoktur. Bitkilerde hücre zarı vardır. Hayvanlara yoktur. Bitkilerde klorofil vardır, hayvanlarda yoktur. Bitkiler daha gelişmiş  hücreye sahiptirler. Hayat bedenin ruhla irtibat kurabilmesi için oluşmuş bir organizasyondur. Asıl olan ahiret hayatıdır. Yani öldükten sonraki hayattır. Geçici dünya hayatı oraya hazırlıktır. Asıl isteyeceğimiz odur. Bunun için de başkanın kendi cemaatı ile meşgul olması, onun dışındaki işlerden kendisini uzak tutması gerekir. Başkan olmak için bilgiye fazla ihtiyaç yoktur. Zamanla cemaatıyla birlikte öğrenilir, ama başkan cemaati için fedakâr olmalıdır. Onlardan başka kimselerden bir şey ummamalıdır.

الدنيا DÜNYADeni, yakın demek, zaman veya mekan itibariyle yakın veya aşağı demektir. Yine burada irade kelimesi kullanılmıştır. Allah’ın vechini istemek, aşağı dünyanın zinetini istemek. Diğeri ise onun vechini istemek. İşte başkanın bir vasfı da budur. Kendisi servet biriktirmez, en aşağı kimsenin yaşadığı hayatı yaşar, lükse, zinete ve paraya önem vermez. Tevbe Sûresi’ndeki son âyetler de buna göre açıklanmıştır. Burada başka bir şeye işaret vardır. Böyle taşma yaptığınız zaman geçici olarak başarıya da ulaşmış olursunuz. Ama sonu hüsran olur. İstediğimiz aşiret oluşmaz. İstediğimiz hedefe varamayız. Kur’an’ı anlayarak devamlı okumadıkça hedefe varmamız mümkün olmaz. Çünkü kalbimiz daima dünya hayatının zinetini istemektedir.

و لا تطع Nehyden sonra bir nehy daha gelmiştir. Gözlerini cemaatından ayırma ve başkalarına itaat etme. Çünkü cemaatı terkin sebebi, başkalarından daha büyük yararlar sağlamadır. Allah insanlara dört meleke vermiştir. Bu melekelerde ileri gidenler vardır; ilimde, dinde, siyasette ve işte. Alimlerin dışındakiler hep dünya hayatını kazanırlar. Siyasiler güç sahibi olur, iş adamları zengin olur, din adamları cemaat oluşturup halkın sevgisini kazanırlar... İlim adamları ise gariptir. Güçleri yoktur. Paraları yoktur. Sevenleri de yoktur. Çünkü onlar yenilik yapmakta, ileriye götürmektedirler. Alimlerin etkileri sonra anlaşılır. Hatta öldükten sonra anlaşılır. Siz “Kur’an’ı okuyup anlama yolu”nu seçtiğinizde “ilim yolu”nu seçmiş olursunuz, zorluk yolunu seçmiş olursunuz. Yakın gelecekte size bir şey yoktur. Bilhassa başkan olanlar bu hususu iyice bilmelidirler.

من Man: Kim mânâsınadır. Kim olursa olsun, zikrimizden gafil olanlara itaat etme. Yani sabah-akşam Allah’ın teveccühünü isteyerek, Rablarına dua ederek, Kur’an’ı anlayıp uygulamaya çalışanlardan başkasına itaat etme. “Onlarla ilişki kurma” değil de; “itaat etme.” Diğer taraftan sabah-akşam Kur’an öğrenmek isteyenler varsa, ama senin cemaatından değilse, onlara itaat edebilirisin. Böylece Kur’an aşiretleri arasında bir dayanışmanın olacağına işaret etmiştir. Yani mü’minler aşiretler kuracaklar, beş vakit namazlarda birlikte olacaklar. Başkanların yanında Kur’an’ı okuyup anlayacaklar ve uygulayacaklar. Böyle oluşmuş “Kur’an Aşiretleri” sonra bir “Kabilenin Merkez Aşireti” etrafında birleşecekler. Birlik kuracaklar, onlar da “Şa’bin Merkez Kabilesi”nde birleşip birlik kuracalar. “Kavm”in içinde birlik olacak. Sonunda “insanlık” içinde birlik olacaklardır. Hak yolcuları dayanışacaktır. Diğer kabilelerle de ilişkiler kurulacak ama onlara itaat edilmeyecektir. Başkan direk ilişki kurmayacak, çevresindekiler kuracaklardır. Burada çok önemli bir husus ortaya çıkmıştır.

Yöneticilerimiz Kur’an ehli ise biz aşiret olarak başkanımız irtibat kuracaktır. Kuran ehli değil ise o zaman yanındakiler irtibat kuracaktır. Topluluk isterse açık çalışıp yönetime katılacağız. Topluluk istemezse biz vatandaşlık görevimizi yapıp yönetime katılmayacağız. Yönetime başkanımız değil de içimizden biri temsilen katılacaktır. Orada da baş olmayacaktır. Biz iktidara talip olacağız, ama düzeni değiştirerek talip olacağız. Düzeni de zorla değil; ikna ederek, anlatarak değiştireceğiz. Düzen değiştikten sonra da illa bizim baş olmamız gerekmez, bizden ehiller çıkarsa elbette onlara itaat ederiz. Buradaki itaat yasağı Kur’an’ı anlamadaki itaattir. Kendi işlerimizdeki işlerde itaattir. Bu sebepledir ki bu yasak yalnız Kur’an aşireti başkanlarına konmuştur. Kur’an aşiretine katılanlar inzivaya çekilip topluluktan kopmayacaklardır. Onlar normal vatandaşların bütün hak ve görevlerini yerine getireceklerdir.

اغفلنا ĞFL: XFR, ĞFR, ĞBR ,ĞFR kökleri yaklaşık mânâları taşırlar. Örtü, töz, çukur gibi anlamları taşırlar. Gafil olmak demek, farkında olmakla beraber aldırmamak, yanılgıya düşmek demektir. “Kalbini zikrimizden iğfal ettiğimiz” deyimi önemli hususlara işaret ediyor. Allah başka yerde diyor ki; “Biz iyilere kolayı kolaylaştırırız, kötülere ise zoru kolaylaştırırız.” Bu derslerimize devam eden kimseler ile etmeyenler arasında dağlar kadar görüş ayrılığı vardır. Çünkü onlar zikre devam etmedikleri için Allah onların kalblerini iğfal etmiştir. Kalb, beyin demek veya yürek demektir. Merkez anlamına gelir. Toplanıp dağıldıkları merkezdir. İnsanın beyni haber toplayıp dağıttığı için kalbdir. Kalb de kan toplayıp dağıtır. Kalb, kalıb kelimesinden gelmiştir. Ters çeviren demektir. Çünkü kalıbda çukurlar çıkıntı, çıkıntılar girinti olur. İnsan Allah yolunda olmadı mı zikirden gafil olur. Zikir, hatırlama, anlama demektir. Türkçede de anlama ve hatırlama aynı kökten gelir. İlimlerin dereceleri vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Alim olmayanlar ancak görerek anlarlar. Görmedikçe bir şeyi düşünemezler, anlayamazlar. Bir şey anlattığınız zaman; “yapılmışı var mı?” derler. “Bundan önce yapıldı mı?” derler. Alimler ise görmeden düşünürler ve anlarlar. Bunlar da üç sınıfta toplanırlar:1. Zikr: Söyleneni anlamaktır. Delilleri bilmek gerekmez. Ne yapılacağını hükümleri ile bilmektir. 2. Fıkıh:: Delilleri ile hükümleri bilmektir. 3. Rush: Delileri değerlendirmedir. Tevil etme, içtihat yapmadır.

Herkes zikr cemaatına katılmakla yükümlüdür. Ehl-i zikr olur veya olamaz. O Allah’ın takdiridir. Ama ehl-i zikr olmaya çalışmalıdır. Fakîh veya râsih olma isteğe bağlıdır. Demek ki, bir kimseye itaat edilmesi için ehl-i zikr olması şarttır. “Zikrina” denince “kitabına” veya “Kur’anına” demektir. “Mânâsıyla Kur’an”dır. Kalbi zikirden gafil olmama demek, Kur’an’ı tilavet ederek anlama, Kur’an’dan içtihat edebilir hâle gelmektir. Hayatı Kur’an’ın emirlerine göre düzenlemektir. İşte bundan gafil olanlara itaat etme diyor. Kime diyor? Başkana diyor. Böylece başkanları bu tür düzenlerden ve siyasetten uzak tutuyor. Lâiklerin istediğini emrediyor.

Peki, tebliği kim yapacak, kimler anlatacak? Cemaat anlatacak. Başkan da anlatır, ama onlarla birlikte yönetici olmaz. “Kur’an Düzeni” nedir? Kur’an düzeninde Kur’an’ın da değerlendirildiği düzendir.

Ben “İslâmiyet ve Günümüzün Meseleleri” kitabımda; “Her söze kulak verilir, En iyisine uyulur” dedim, Biz, bizim dediğimiz oluyor demiyoruz. Müsade edin de, “Kur’an da bunu diyor” diyelim demiştik. “Kur’an eğer doğru söylüyorsa neden yararlanmayalım? Marx’ı da dinleyelim, Kur’an’ı da dinleyelim” demiştim, yani “demokrasi olsun” demiştim. O zaman 163. madde vardı. Mahkeme bilirkişiye gitmeden “komünistlik propagandası yapıyor” diye kitabımı toplattı. Ama sonra 163 değişti ve kitaplarım iade edildi. İşte Kur’an’ı söyletmeyen, o husustaki beyanları dinlemeyen, “Din ayrı - devlet ayrı” deyip Allah’ı susturmak isteyen kimsenin yönetiminde yer almak caiz değildir. Ama kendileri konuşur, seni de konuştururlarsa, o zaman tebliğ vazifesini yaparsın, birlikte yer alırsın. Erbakan’ın yaptığı hata bu idi. Tansu Çiller“Biz sizinle koalisyon yaparız, ama “Adil Düzen”i bırakacaksınız!” dedi, o da kabul etti. Oysa, “Uygulamada anlaştığımızı yaparız, ama ben görüşlerimi her zaman anlatırım” demesi gerekirdi. “Hayır! Sen Adil Düzen’i anlatmayacaksın!” dediğinde; “Güle güle!” diyecek ve hükümette yer almayacaktı.

 و اتبع هواهİnsanlar niçin zikirden yanı Kur’an’ı anlamaktan kaçarlar? Çünkü Kur’an aklın ve ilmin gerçeklerini öğretir. Tüm insanları ve cemaatleri düşündürür. Kişi ise şeriat içinde yaşamak istemez. Düzen içinde yaşamak istemez. Topluluktan yararlanır ama topluluğun haklarını vermez. Acili ister, sonra gelecek olandan hoşlanmaz. Bu Kur’an’da “Heva” ile ifade edilmiştir. Hevasına uyar. Şimdi canı ne isterse onu yapar, ilerisini düşünmez. “Kişinin kendi hevasına uyması” ile ifade edilmiştir. Haviye, çukur demektir. Çevremizdeki boşluğa da “hava” denmektedir. Rüzgarın esip sürüklemesine “havalanma” denmektedir. Kişiler esen yellere tâbi uyarlar, hevalara uyarlar. 

Heva nelerdir? Bunları şöyle sıralayabiliriz:

a)    Kendisine ve cemiyete zararlı olduğunu bildiği halde, sırf geçici zevkleri tamın için yapılan işler hevaya tâbiyettir.

b)    İlmin ve aklın verilerine aykırı olduğu bilindiği halde, “insanlar ne der deyip?” topluluğa uymak için yapılan işler hevaya uymaktır.

c)    İlmin ve aklın icaplarına aykırı olduğunu bildiği halde, yakınları kırmamak için o işin yapılması heva ve hevestir. Kur’an bunları anne-baba, kardeş, eşler, çocuklar vs olarak saymaktadır.

d)    Aklın ve ilmin yapılmasını emretmiş olmasına rağmen, alışkanlıklar sebebiyle veya ecdadın yapmış olması sebebiyle eskiyi terk edememek heva ve hevestir. Kur’an buna şiddetle karşıdır.

Buradaki zamir neyi gösterir? Heva ve hevesler değişiktir. Kimi böyle ister, kimi şöyle ister. Bugün böyle istersin, yarın başka türlü istersin. Oysa akıl ve ilim teke doğru, birliğe doğru götürür. Gerçek tektir. Sadece şartların değişmesi ile sonuçlar farklı olabilir. O halde heva ile şeriatı ayırmak için birinin kurala tâbi olması, birlik sağlaması, diğerlerinin ise yaz-boz tahtası olmasıdır.

Bu gerçek bugün çok iyi bilinmektedir. Müçtehitler Kur’an’a dayanarak içtihatlar yaptılar Bunlar %90 bugün de uygulanabilmektedir. Değişiklik %10 mesabesinde kalmaktadır. Şimdi Kur’an’a dayanmadan kanunlar yapıyorlar. Yapılanları kendileri uygulamıyorlar. Sık sık da değiştirmek zorunda kalıyorlar. Değiştiremedikleri zaman askeri müdahale yapmak zorunluğu ortaya çıkıyor. İşte bu sebepledir ki, eğer bir yerde Kur’an hükümlerini anlatma imkanı bulamıyorsan, susturuluyorsan, orada bulunmanda yarar yoktur. Onun için; “şeriata uymayana itaat etme” demiyor, “Kitaba uymayana itaat etme” demiyor; “Kur’an’ın hükümlerini duymak istemeyene itaat etme” diyor. Bu emir de yalnız Ku’an aşiretlerinin başkanlarına verilmiştir.

و كان امره فروطا İşi ifrat ve tefritten ibarettir. “Emir” kelimesi, “mrre” geçme anlamından i’fal bâbıdır. Söz geçirme anlamındadır. Emir, icbardan farklıdır. Emir verirsin . Karşı taraf onu yapar veya yapmazsa, onu yapmaya zorlamazsın. Yapmadığı zaman sonuçlarına katlanır. Şeriat devleti demek bu demektir. Şeriata uymamada kimse mani olmaz. Ancak sonra hakemlerden oluşan tarafsız  ve bağımsız yargının belirleyeceği cezaya da razı olursun. Olmaz, karşı çıkarsan; artık hukukun himayesinden yararlanamazsın, saldırıya uğrarsın. Topluluk seni korumaz.

و Va: “Tabea” kelimesi ile “Kâne” kelimesini birbirine bağlamaktadır. Tabya, dana yavrusudur. Anasının peşine koşan anlamındadır. O kişi heva ve heveslerin peşine gitmektedir. İşleri ifrat ve tefritten ibarettir. İfrat ve tefrite bazı misaller vererek yazımızı sona erdirelim.

İlimde ifrat, ne öğreneceğine nasıl öğreneceğine merkezi yönetimin karar vermesi, yani tevhid-i tedrisattır. Merkez ne biliyor ki onun öğrenilmesini istiyor. Tefrit ise, merkezin öğrenimle ilgilenmemesidir. Vasat yol ise; devletin ne öğreneceğine, nasıl öğreneceğine karışmaması, ama devletin öğrenme imkanlarını hazırlaması, araçları sağlaması, öğretmenlere maaş vermesidir. Neyi nasıl öğreneceklerini öğrenci ve öğretmen seçmelidir. Öğretmenini öğrenci seçmelidir. İmtihanı ise devlet yapmalı ve verdiği diplomaya göre iş vermelidir.

Dinde ifrat, devletin bir dini benimseyip halkı o dine zorlamasıdır. Tefrit ise, devletin dinleri tanımayıp onları gayri meşru saymasıdır. Oysa devlet bütün dinlerden eşit uzaklıkta olmalıdır, ama dini realiteyi kabul edip onların teşkilatlanmalarına izin vermeli ve giderlerini kendilerine karışmadan devlet karşılamalıdır. Bir dinin emrine girmek ifrat, dinleri emir altına almak tefrittir. Oysa bütün işlerle diğer müesseseler arasında eşitlik ilkesi içinde denge sağlama yani lâiklik şeriattır. Yönetimde ifrat merkezi yönetimdir. Tefrit merkezin olmamasıdır. Oysa vasat yol, merkezler olacak, ama hâkim değil hâdim olarak olacaktır. Taşralar arasında hakemlik yapacaktır. Savunma gibi ortak hizmetleri görecektir. Taşraya emretmeyecek, taşradan emir alacaktır. Beş senede bir yapılan seçimle değil, her gün yapılan seçimle. Ekonomide ifrat sosyalizm, tefrit kapitalizmdir. Orta yol ise, devletin vergi karşılığı hâdim olduğu liberal düzendir. Tekelsiz düzendir. Devlet vardır, ama halkın yapamayacağı işlerde vardır. Türkiye’nin benimsediği devletçiliktir.

 

 






Son Eklenen Makaleler
Yasin Kılar (Karar Danışmanı - Mentor)
YAPAY ZEKÂYI EĞİTMEK - TRAINING ARTIFICIAL INTELLIGENCE
23.02.2025 30 Okunma
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-46
23.02.2025 296 Okunma
1 Yorum 23.02.2025 10:40
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-45
22.02.2025 404 Okunma
1 Yorum 22.02.2025 05:19
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-44
21.02.2025 459 Okunma
1 Yorum 21.02.2025 11:04
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-43
19.02.2025 488 Okunma
1 Yorum 19.02.2025 08:34
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-42
18.02.2025 528 Okunma
1 Yorum 18.02.2025 08:25
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-41
17.02.2025 566 Okunma
1 Yorum 17.02.2025 08:30
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-40
16.02.2025 623 Okunma
1 Yorum 16.02.2025 17:52
Özer Ataç
Sahtelik 4
15.02.2025 657 Okunma
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-39
15.02.2025 830 Okunma
1 Yorum 15.02.2025 12:31
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-38
14.02.2025 606 Okunma
1 Yorum 14.02.2025 08:58
Süleyman Karagülle
SEÇKİN SAYILAR VE 19 MUCİZESİ 05.01.2001
12.02.2025 126 Okunma
Süleyman Karagülle
BORÇLARIN TASFİYESİ KANUNU 22.12.2000
12.02.2025 75 Okunma
Süleyman Karagülle
BORÇLAR 22.12.2000
12.02.2025 77 Okunma
Süleyman Karagülle
DIŞ BORÇ(BAKARA278-279) 22.12.2000
12.02.2025 99 Okunma
Süleyman Karagülle
AHŞAP ARALIK ÇALIŞMALARI 15.12.2000
12.02.2025 155 Okunma
Süleyman Karagülle
GENEL ÇALIŞMA KURALLARI: 15.12.2000
12.02.2025 78 Okunma
Süleyman Karagülle
MUKASSİMÂT(zariyat4.ayet) 15.12.2000
12.02.2025 104 Okunma
Süleyman Karagülle
GENEL DURUM VE ÇÖZÜM 08.12.2000
12.02.2025 91 Okunma
Süleyman Karagülle
AKEVLER DENGE KULÜBÜ SÖZLEŞMESİ 08.12.2000
12.02.2025 71 Okunma
Süleyman Karagülle
C Â R İ Y Â T (ZARİYAT3.AYET) 08.12.2000
12.02.2025 68 Okunma
Süleyman Karagülle
K Ü R T Ç E 01.12.2000
12.02.2025 86 Okunma
Süleyman Karagülle
ORUÇ BABA 01.12.2000
12.02.2025 99 Okunma
Süleyman Karagülle
M E S İ H 01.12.2000
12.02.2025 98 Okunma
Süleyman Karagülle
HÂMİLÂT (YÜKLER) 01.12.2000
12.02.2025 82 Okunma
Süleyman Karagülle
“ZÂRİYÂT-1- ÂYETİ”Nİ AÇIKLAYALIM: 24.11.2000
12.02.2025 63 Okunma
Süleyman Karagülle
TESİR ÇİFTİ 24.11.2000
12.02.2025 84 Okunma
Süleyman Karagülle
AHŞAP EVE GETİRİLEN YENİLİKLER 18.11.2000
12.02.2025 92 Okunma
Süleyman Karagülle
DEVLETİN AF YETKİSİ VAR MIDIR? 18.11.2000
12.02.2025 89 Okunma
Süleyman Karagülle
İFRAT VE TEFRİT(KEHF28) 18.11.2000
12.02.2025 108 Okunma
Süleyman Karagülle
MATEMATİK İLE İfrat ve tefrit nedir? 11.11.2000
12.02.2025 109 Okunma
Süleyman Karagülle
KUR’AN MATEMATİĞİ TARİKATI 11.112000
12.02.2025 120 Okunma
Süleyman Karagülle
NEFİSTE SABIR(kehf28) 11.11.2000
12.02.2025 97 Okunma
Süleyman Karagülle
OKUMA/ TİLÂVET EMRİ 04.11.2000
12.02.2025 118 Okunma
Süleyman Karagülle
SÖMÜRÜ VE ÇARE 04.11.2000
12.02.2025 79 Okunma
Süleyman Karagülle
AKEVLERDEN HABERLER 28.10.2000
12.02.2025 70 Okunma
Süleyman Karagülle
MESKENLER VE İŞYERLERİ AYETİ 28.10.2000
12.02.2025 79 Okunma
Süleyman Karagülle
BOZULMA (ENTROPİ) 28.10.2000
12.02.2025 77 Okunma
Süleyman Karagülle
ERMENİ KATLİAMI 14.10.2000
12.02.2025 73 Okunma
Süleyman Karagülle
MARKETTE SELEM UYGULAMASI 14.10.2000
12.02.2025 66 Okunma
Süleyman Karagülle
FAİZSİZ İŞLETME 14.10.2000
12.02.2025 54 Okunma
Süleyman Karagülle
BELGRAD OLAYI 07.10.2000
12.02.2025 84 Okunma
Süleyman Karagülle
MÜTEŞÂBİH ÂYETLER 07.10.2000
12.02.2025 147 Okunma
Süleyman Karagülle
MEDENİYETLERİN ÖMRÜ 30.09.200
12.02.2025 99 Okunma
Süleyman Karagülle
AHMET BÜLBÜL’ÜN ÖLÜMÜ VESİLESİYLE; 30.09.2000
12.02.2025 90 Okunma
Süleyman Karagülle
Rektör Ethem Ruhi Fığlalıya cevap 23.09.2000
12.02.2025 111 Okunma
Süleyman Karagülle
KURANDA MUCİZE-1 23.09.2000
12.02.2025 112 Okunma
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-37
11.02.2025 566 Okunma
1 Yorum 11.02.2025 11:49
Bahaeddin Sağlam
Safsata ve Hakikat Kelimelerinin Etimolojisi
9.02.2025 73 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Bahane Kelimesinin Etimolojisi
9.02.2025 93 Okunma


© 2025 - Akevler