FAİZSİZ İŞLETME
بسم الله الرحمن الرحيم
الشيطان يعدكم الفقر و يأمركم بالفحشاء
“Şeytan sizi yoksulluk ile korkutur ve size fahşayı emreder.” (Bakara, 2/268)
Açıklama: İnsanlar zanneder ki; “biz haram işlemezsek aç kalırız!” Ayrıca iş yaparken; “buna halk ne der?” diye düşünürler. Oysa; “buna şeriat ne diyor?” diye düşünmek gerekir. Eğer şeriata göre iş yaparsak Allah halka ilham eder, onlar bizim yanımızda olurlar ve zengin oluruz. Tam tersine, “halk böyle istiyor” der de şeriata aykırı hareket edersek Allah insanlara bize karşı kötülüğü telkin eder ve biz fakir oluruz. Unutmayalım ki; sabırla karşılanan fakirlik, israfa daldıran zenginlikten çok iyidir. Son otuz yıl içinde Müslümanlar zengin oldular ama israfa da dalmaya başladılar. Madde israfı ve zaman israfı moda oldu. İbadetlerin yerini eğlenme aldı. Zekâtın yerini moda gösterileri aldı. Biz fakir isek şükredelim. Allah bizi onlardan ve onların yaptıklarından korudu.
الذين يأكلون الربوا لايقومون الا كما يقوم الذى يتخبطه الشيطان من المس
“Riba yiyenler şeytanın kendisine çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar.” (Bakara, 2/275)
Açıklama: Veresiye satış halkı israfa alıştırır. Gizli de olsa fiyat farkları ile faiz alınmış olur. Bakkallar veresiye satış yaparlar; Marketler peşin satış yaparlar. Bakkallık iflas ediyor, Marketler gün geçtikçe gelişiyor. Göreceksiniz; gelecekte kartla çalışan marketler iflas edecek, peşin çalışan marketler gelişecektir. Biz kendi kartımızı yerleştirdikten sonar bankaların kartları ile çalışmayacağız. Biz faiz yerine kredileşme sistemini getireceğiz. Yahut selem farkını getireceğiz.
انما ذلكم الشيطان يخوف اوليائه فلا تخافوهم وخافون ان كنتم موئمنين
“İşte bu şeytan yalnız kendisine dost olanları korkutur.
Siz şeytandan korkmayın, Ben’den korkun.” (Âl-i İmrân 3/175)
Açıklama: Böylece açlıktan korkarak şeriata aykırı hareket edenler, içki satanlar, rüşvet verenler, hile yapanlar, alışverişte yalan söyleyenler, Allah’a güvenmeyip sabit ücretlere inananlar hep şeytanın dostlarıdır demektir. Faizin dört çeşit olduğunu tekrar hatırlatalım:
a) Zarara iştirak etmeden kârına ortak olan sermaye sahipleri.
b) Zamanla artan bir borcu verenler.
c) Sabit kira ile işyerlerini kiralayanlar.
d) Sabit ücretle iş yerlerinde ücretle çalışanlar.
Bunlar faiz almış olurlar. “Karz-ı Hasen ve Zekât Müesseseleri”ni kurduktan sonra bu faizlerden kurtulacağız. Şimdilik faiz haramlığı gelmemiştir. Faiz en sonunda haram kılındı. Bizim üzerimize farz olan faizsiz iş yapmak, faizli işlemleri zorunlu olmaktan çıkaran müesseseler kurmaktır. Akevler Tüketim Kooperatifi bunun için kuruldu. Akevler Konut Yapı Kooperatifi bunun için kuruldu. Her biriniz faizli işlemler yaparak yaşayabilirsiniz. Ama faizsiz bir işletmeyi kurmak için katkıda bulunmak bize farzdır. Biz şimdi onu yapıyoruz. Bu müessesemizi faize bulaştırmaya çalışmayın.
ان المبذرين كانوا اخوان الشياطين
“Saçıp savuranlar şeytanın kardeşleridir.” (İsrâ, 17/27)
Açıklama: “Tüketim ekonomisi”nden “üretim ekonomisi”ne geçeceğiz. Üretim ekonomisi “selem ekonomisi”dir. “Veresiye” ise “tüketim ekonomisi”dir. Tüketim ekonomisinde gittikçe borç artar ve sonu iflasa varır. Tüketim ekonomisi esarettir ve Türkiye için intihardır. Türkler için intihardır.
FAİZİ BATI MEDENİYETİ MEŞRULAŞTIRDI
Faizin haramlığında hem peygamberler hem de filozoflar ittifak etmişlerdir. Tarih boyunca daima faizle mücadele edilmiştir. Faizin meşruluğu sadece Ateist Avrupa Medeniyeti’nde meşru görülmüştür. İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesiyle Avrupa doğudan ümidini kesmiş, batıya yönelmişti. Avrupa Müslümanlardan;
a) Astronomiyi ve coğrafyayı,
b) Pusulayı ve haritacılığı,
c) Barutu ve topu,
d) Kâğıdı ve matbaayı öğrenmişti.
Bunları kullanarak açık denizlere açıldı ve Amerika’yı keşfetti. Amerikanın keşfiyle;
a) Amerika’da bâkir topraklar ve zenginler buluştu.
b) Para olarak kullanılmayan altın stokları buldular.
c) Avrupa kenarda iken merkez hâline dönüştü.
d) İlmin pratikteki sonuçlarını gördüler ve inandılar.
Bu gelişmelerin sonucu olarak dünyanın çehresi değişti. Önceleri “toprak” ekonominin esasını teşkil ederken, şimdi ekonominin kalbi “ticaret” oldu. Ticareti ellerinde bulunduran Yahudiler daha önce horlanırken, sonraları üst sınıfa geçtiler. El sanatlarında acemi olan Avrupalılar makine sanayiine geçtiler. Doğu geriledi, Batı ilerledi. Yahudilik ırkî bir dindir. Başkalarını kendi dinlerine almazlar. Yahudilerin dünyaya hükmetmeleri için ateist bir medeniyet kurdular. Dünyayı sömürebilmek için de faizi meşru gördüler. Böylece dünyayı yönetimlerine aldılar. Dünyadaki ordular şimdi onların emrindedir. İstediklerine saldırtır, istediklerini iktidar ederler. “Faizin meşruluğu” insanlık için gerekli idi. Faiz meşru olmasaydı, sermaye terakümü (birikimi) olmaz, büyük fabrikalar kurulamazdı. Allah onun için “kuvvet medeniyetleri”ni de var etmiştir. Onlar “karanlık medeniyetler”in hizmetini yaptılar ve tarih oluyorlar. Biz “aydınlık medeniyeti”ne doğru yol alıyoruz. Geleceğin tarihi olacağız. Batı Medeniyeti çöküyor. Yahudi saltanatı sona ermek üzeredir. Dünyadaki sosyo-ekonomik sancıların sebebi budur.
a) “Tarım dönemi”nde yalnız küçük bir azınlık ilim yapma imkanını bulurdu. Diğerlerinin okumaya ihtiyacı yoktu. “Sanayi dönemi”nde ise herkes okumak zorunda kaldı. Çünkü okumadan ekmek kazanmak imkansızlaştı. Sömürücü sermaye de yetişmiş eleman bulmak için okumayı teşvik etti. Ama okumuşlar şimdi kendileri iş kuruyor ve sömürü sermayesine karşı geliyorlar.
b) Ulaşım imkânları arttı ve gelişti. Sömürücü sermaye de bunu istemiştir. Ham maddeyi Avrupa’ya taşımak ve Avrupa’dan mamul maddeyi dünyaya ulaştırmak için ulaşıma ihtiyaç vardır. Ne var ki, bu imkânlar büyük sermayeyi devreden çıkardı ve halk kendi aralarında alış-verişe başladılar. Gerçi bunu gümrük ve vize kayıtları ile önlemeye çalıştılar ise de, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sınırları açmak zorunda kaldılar. Hitler yenilmiş ama hedefine ulaşmıştır. Almanları da dünya piyasasına ortak etmiştir. İki savaş da Almanların açık denizlere çıkamaması sebebiyle çıkmıştır.
c) Haberleşme imkânları gelişmiştir. Radyo, televizyon, bilgisayar, video, sinema gibi araçlar her türlü olayları insanların gözleri önüne sermiş ve insanlık uyanmağa başlamıştır. Bu da sömürüye dur şeklinde ortaya çıkmıştır.
d) Dünyayı sömürmek için sömürücü sermaye devlet içinde “gizli istihbarat servisleri”ni kurdurmuş ve provokasyonlarla dünyadaki ayaklanmaları bastırmıştır. Ancak gizli istihbarat zamanla güç olmuş ve onların emrinden çıkmaya başlamıştır. Bunu dengelemek için “mafya teşkilatı”nı finanse etmiştir. Ne var ki, mafya yer altında gizli istihbaratla birleşmiş ve şimdi dünyayı inletmektedirler. Bu durum sermayenin hakimiyetini sona erdirmektedir.
Görülüyor ki, nereden bakarsak bakalım Batının Ateist Medeniyeti kendi içinde çöküp gitmektedir. Avrupa Medeniyeti’ni “faiz” ayağa kaldırmıştır; “faiz” çökertip gidecektir...
Bugün Amerika’da ne kadar dolar varsa, dünyada da o kadar dolar vardır. Demek ki Amerika’nın yarısı satılmıştır. Dünyada “yeni bir para” çıkarsa “Amerikan Doları” geri dönmeye başlayacaktır. Ani olarak Amerika’da %50’den fazla enflasyon olacaktır. Amerika’nın yarısı dışarıya verilmiş olacaktır. Amerika buna dayanamayacak ve federe devletler bağımsızlık kazanarak dağılacaktır. Bu da sömürücü sermayenin Amerika’daki hakimiyetinin sonu demektir. Bunu bilen sömürücü sermaye kendisine Avrupa’da merkez hazırlamaktadır. İçimizde bu gelişmeleri görecekler olacaktır, sanırım.
GELECEĞİN PARASI
Her medeniyetin parası vardır. Toplayıcılık döneminin parası “ceviz” gibi “kuru meyveler” idi. Avcılık döneminde para olarak “deri” kullanıldı. Çobanlık döneminde “yün” veya “koyun” para oldu. “Çift para” gelişti. Tarım döneminde “tahıl” para olmaya başladı. Pazar mübadelesi döneminde “gümüş” veya “bakır” gibi “madeni paralar” doğdu. Tüccar mübadelesi döneminde “altın” para oldu. Böylece altın ve gümüş çift parası tedavül etti. Sanayi döneminde “banknot”, “kâğıt para” revaçtadır. Ortaklık döneminde “senet para” veya “kaydi para” revaçta olacaktır. Zaten bugünkü kart usûlü “senet para”ya doğru akışı başlatmıştır.
Bugün “banka kartları” merkezi sistemle çalışmaktadır. Araya nakit girmektedir. Gelecekte nakit devreden çıkacaktır. Herkes kartla mübadelede bulunacaktır. Yani yine altın ve gümüş değer olarak tedavül edecektir. Bu değer kartta görülecektir.
Bugünün para kaynağı nedir? “Kâğıt paralar”ın kaynağı “faiz”dir. Ülkemizi ele alalım. Farzedelim ki ülkemiz 100 katrilyon TL tedavül etmektedir. Bu yılki faiz de %50 olsun. Yıl sonunda bütün paralar bankaya verilmiş %50 faiz istihkak etmiştir. Kredi alanlar bunlardan yararlanarak üretim yapmışlardır. Bunlar faizleri ile birlikte bu parayı bankaya iade edeceklerdir. %50 fazla parayı nereden bulacaklardır. Devlet %50 para basıp piyasaya sürecektir. İşte böyle para-faiz oranında artmış olacaktır. Bugünkü para işte böylece faizi birike birike bu hâle gelmiştir. Türk Lirasını veya Doları kullananlar faizin içindedirler demektir. Devlet bu parayı piyasaya nasıl sürer. Bunun dört yolu vardır:
a) Bankalar bono senetlerini Merkez Bankası’na götürerek karşılığında nakit alırlar. Bu nakdi Merkez Bankası matbaada basarak verir. Geri dönenler olsa da eksik döner. Fazlası bankada senet olarak kalır ve karşılığı piyasada para olarak hareket eder.
b) Merkez bankası piyasaya tahvilleri sürer. Sonra onları faizle gerisin geriye alır. Tahvillerin faizleri piyasaya nakit olarak sürülmüş olur.
c) Devlet yatırımlar yapar ve bu yatırımlar piyasaya çıkmış olur.
d) Devlet özel sektöre inşaat kredisini açar. Bu suretle nakit piyasaya sürülmüş olur.
Hangi yoldan sürülürse sürülsün, sonunda artan para kadar enflasyon olur. Eğer üretimde artış varsa ki %5 civarındadır, bu kadar miktarda paranın artması faydalıdır. Bunun üstünde paranın artması zararlıdır. Genel kural şudur:
a) Eğer enflasyon %10’dan az ise bu üretimi teşvik edeceği için faydalıdır. İslâmiyet’teki zekât gibidir. Halk para saklayacağına iş yapmayı tercih eder. Ekonomik canlılık olur. Gelişmiş ülkeler faizi, dolayısıyla enflasyonu bu seviyede tutarlar.
b) Eğer enflasyon %100’den az ise ve yaklaşık olarak her yıl sabit kalıyorsa, sıkıntılı olmakla beraber ekonomi döngüsü devem eder. Herkes enflasyona göre ayarlama yapar, ona göre ücretlendirir ve fiyatlandırır. Türkiye 1930’lardan bu yana bu enflasyon ile yaşıyor. Kalkınamıyor, ama ölmüyor da.
c) Enflasyon %100’ün üstüne çıktığı zaman artık fiyat anarşisi olur. Ne ücretler ne de fiyatlar bilinir. Artık kimse hiçbir şey üretemez. Borç alamaz - veremez. Artık ekonomik çöküş olur. Dış ülkeler müdahale eder. Ya öldürür ya da düzeltirler. Osmanlı İmparatorluğu’nu böyle öldürdüler. Dış borçlara boğdular. Sonunda leşini paylaştılar. Türkiye’de dış borçlar artıyor. Faizi ödeyemez hâle gelince ne olacaktır?!.
d) Bütün bu faizli sistemin tanımı şudur: “Önce tüketim” – “sonra üretim” olursa stoklar erir ve sonunda fiyat anarşisi oluşur. Bu da “veresiyecilik” demektir. Bunun tek tedavisi vardır. “Önce üretim” – “sonra tüketim”. Bunun yegâne yolu da “selem sistemi”dir.
FAİZLİ SİSTEM ÇÖKECEKTİR
Faizli sistem çökmeye mahkumdur. Düzgün ekonomide halkın elinde servet vardır, satın alma gücü vardır. Faiz zamanla halkın elinden bu gücü alır. Serveti tekellerde toplar. Krizler olur. Tarihte;
a) Tarım dönemine geçildikten sonra halk topraklarını elden çıkarmak zorunda kalmış ve “toprak ağalarının kölesi” hâline gelmiştir. Halk kendisine yetecek kadar gıda temin edemeyince borçlanmaya başlamıştır. Zamanla borcu da ödeyemeyince kredisi kesilmiş ve isyan etmiştir.
b) Tarımdan vazgeçmiş, şehre taşınmış ve “işçi” olmuştur. Ama ürettiği malı satın alacak ücret kendisine verilmediği için sonunda yine borçlanmaya başlamıştır. “Veresiyecilik” doğmuştur. Halk önce veresiye malları satın alır, sonra çalışır ve borcunu öder. Böylece bu mekanizma sürüp gider. Halkın malı satın alması için stokların bulunması gerekir. Bu stoklar bankadan alınan faizli kredilerle sağlanmaktadır. Ne var ki, üretici ürettiklerini satamaz olur. Çünkü halkın elinde satın alma gücü yoktur. Bunun sonucunda “ekonomik kriz” olur. 1930’larda böyle krizler olmuştu.
c) Bankalar “kredi”yi üreticiye değil de tüccara vermeye başladılar. Böylece riziko üretici ve tüketiciden başka bir sınıfa geçti. Bunlar ucuza ürettiler, pahalıya sattılar. Denge oluştu. Ancak nâkıs istihdam oluştuğu için “sosyal krizler” doğdu.
d) Bugün “borçlandırma ekonomisi” vardır. “Sömürücü sermaye” para basıyor, borç olarak ülkelere veriyor, onlar da halka dağıtıyor. Halk malları satın almaya başlıyor. Böylece halkın borcu faiz kadar artıyor, zenginlerin alacağı da faiz kadar artıyor. Ne var ki, enflasyon da arttığı için otomatikman borç ve alacak reel değeri ile sabit kalıyor. Ancak zenginler halka bu yolla hükmediyor.
Şimdi halk bu tahakkümden kurtulma savaşı veriyor. Çünkü Batı “Herkese İş - Herkese Aş Düzeni”ni sağlayamamıştır. Gerçi iyi bir kapitalizmde ve iyi bir sosyalizmde bunlar sağlanabilir. Ama artık Allah bunların düzenini sona erdirmekte olduğu için onların aklını başlarından almış ve yanlış istikamete sürüklemiştir. Yanlış yollar nelerdir?
a) Sömürebilmek için “dinin gücü”nü kırmak istiyorlar, bu sebeple “din düşmanlığı” yapıyorlar. Kur’an Kursu ve İmam - Hatip Okulu düşmanlığı buradan gelir.
b) Sömürebilmek için “aile düşmanlığı” yapıyorlar. Gençleri ailelerinden koparmak istiyorlar. “Başörtüsü düşmanlığı” budur.
c) Sömürebilmek için “ulus düşmanlığı” yapıyorlar. Ülkeyi Lâik-Mürteci, Kemalist-Anti Kemalist, Kürt-Türk, Alevi-Sünni bölücülüğünü bunun için yapıyorlar. Her iki tarafı finanse ederek ülkemizi parçalamak istiyorlar.
d) Sömürebilmek için “halk mülkiyeti düşmanlığı” yapıyorlar. Halk işsiz olmalıdır ki kendilerine “köle” olsun. Bunun için enflasyonist sistem, ağır vergi, sendika ve sosyal sigorta, sık askeri müdahaleler yoluyla halkı aç bırakma politikaları vardır.
“FAİZ” YERİNE “”SELEM SİSTEMİ” GELECEKTİR
İşte biz hayatta kalmak istiyorsak, bu “sosyal tufan”dan korunmak için kendi “sosyal gemimiz”i yapmak zorundayız. Biz bunun için yola çıkıyoruz. “Veresiyecilik” yerine “Ön Ödemeli Sipariş Sistemi”ni getirmeliyiz. “Veresiye” “faiz”in kaynağıdır; “üretme”den “tüketme”dir. “Selem” ise önceden üretip sonra tüketmedir. “Veresiye” önce malı verip sonra parayı almak; “selem” ise önceden parayı ödeyip sonra malı almadır. Şimdi “Selem Sistemi”nin yararlarını anlatalım:
Bir işte çalıştınız. Mesela buğday ektiniz. Buğday şimdi yoktur. Üç ay sonra olacaktır. Size üç ay sonra kullanabileceğiniz “selem senedi” veriliyor. Bu “selem senedi”ni piyasada şimdi satarsınız ve ihtiyacınızı giderirsiniz. Ama size “peşin para” ödenir. Bunun anlamı şudur. O kimse satın almaktan vazgeçmiştir. Şimdi mağazada olan malını vermiş, ilerde ambarda olacak olan buğdayı almıştır. Bu sebeple kâr etmiştir. Oysa “veresiye satan” başkalarının mallarını size satmıştır. Sonra o kimseler gelince de “fiyatı yükseltmek” suretiyle hakkını ödememiştir. Sizin buğday mı, yoksa pirinç mi üreteceğinize kararı kim versin? Halk ne istiyorsa onun siparişini verecek ve siz de onu üreteceksiniz.