Süleyman Karagülle
MÜTEŞÂBİH ÂYETLER 07.10.2000
12.02.2025
147 Okunma, 0 Yorum

بسم الله الرحمن الرحيم

افرئيتم اللات والعزى و منوة الثالثة الاخرى  الكم الذكر وله الانثى تلك اذا قسمة ضيزى

     NECM SÛRESİ – 19-21. ÂYETLER

MÜTEŞÂBİH ÂYETLER

Kur’an’da âyetler vardır. İlk okuduğunuzda mânâsını yanlış anlarsınız ve sizde sıkıntı yaratır. Bunlar “müteşâbih âyetler”dendir. Bunları te’vil edebilirseniz te’vil edeceksiniz; te’vil edemezseniz “bunlar müteşabih âyetlerdendir” deyip geçeceksiniz.

Âyet diyor ki: “Erkekler sizin de kadınlar onun mu? Bu kötü bir bölüşmedir.”

Bu âyette belâgata aykırı iki husus vardır: Bunlardan biri, sanki insanların veya müşriklerin tanrılıkta herhangi bir payları varmış da Allah insanlara sadece payın eksikliğinden bahsetmekte, insanlarla Allah arasında bir pay bölüşümü olduğunu belirtmektedir. Bunu kabul etmek demek, insanı tanrılaştırmak demektir, Tanrı’ya eş etmek demektir. Belâgata halel getiren ikinci önemli husus, kadınların kötülüğü ve erkeklerin iyiliği baştan kabul edilmiş, sadece bölüşmeye itiraz var gibi geliyor.  Bu âyetin ifadesi çok hoşuma gider, ama mânâsındaki anlaşılmazlığı da müteşabihliğe atfeder, üzerinde durmazdım. Bu hafta bu âyet üzerinde duralım, bakalım ne mucizeler ortaya çıkacak. Çünkü genellikle böyle ters görünen ifadeler mucize kabilinden ifade olurlar.

Necm Sûresi 53 üncü sûredir. Son 7’li sûrelerin dördüncüsüdür. Üç bölümden oluşur:

Birinci bölüm inanç ile hak inancın kaynağını belirtir.

İkinci bölümde melekler ile putları karşılaştırır.

Üçüncü bölüm de amel-i sâlihten söz eder.

Tarih kitaplarını açıp bakarsanız, insanlar önce putperest idiler, sonra tek tanrılı dini keşfettiler.  Putperestlikten tek tanrılı dine geçtiler. Sanki insanlık Tanrı’yı sonra buldu. Oysa insanlar başlangıçta Tek Tanrı’ya inanıyorlardı. Sonra Tanrı’nın yanında ikinci kuvvetler koydular. Böylece “müşrik” oldular. Peygamberler gelmiş, insanlığı Tek Tanrı inancına getirmiş, sonra insanlar çok Tanrı’ya tapmaya başlamışlardır. Bunun en yakın misâli Hıristiyanlık’tır. Hz. İsa’ya tapma sonraları icat edilmiştir. Mezarlardan istimdat İslâmiyet’te çok sonraları icat edildi.

Kur’an Necm sûresinde bâtıl inanç ile hak inancı karşılaştırıyor.

Bâtıl inançlar amele dayanmayan hayali düşüncelerle oluşur. Tarihte filozoflar geldiler, varlığı incelediler ve kendilerine göre sonuçlara vardılar. Önce kainatı var kabul ettiler. Onun bir yaratıcısına ihtiyaç olmadığını ileri sürdüler. Güneş ve Yer hep var. İnsan hep var. Baba var, oğul var; bu hep böyle gelip gitmektedir. Bunlar bazı olayları açıklayabilmek için nazariyeler geliştirdiler.

a)    Kainatı bozmak isteyen, yok etmek isteyen kötü kuvvetler vardır. Bunlar organize olmuşlardır. Bunları “Lât” ismindeki put tanrı temsil eder. Her türlü kötülüğün kaynağı bu tanrıdır. Kendiliğinden varolan kainatı bozmaktadır.

b)    Kainatı bozan “Lât”a karşı hakkı savunan güçlü “Uzza” vardır. Bu da kötülüklere karşı koyar ve iyiliği sürdürür. Bunlar arasında savaş sürüp gider. İnsanların bir kısmı “Lât” tarafı olur ve kötülüğü seçerler, diğerleri de “Uzza” tarafı olur iyiliği seçerler. İnsanlar arasında da iyilik ve kötülük savaşı sürüp gider.

c)    Bunun dışında “Menat” diye bir Tanrı daha vardır. Bu Koruyucu Tanrı’dır. Bilhassa iyi insanları “Lât”dan korur. 

d)    Bu ikili çatışma içinde kadınlar, yumuşak ve uysal olarak “Lât”a teslim olmuşlardır. Bereket Kraliçesi olarak ortaya çıkar, ama güçsüzdür. Onun bunun yağmasına uğrar. Oysa erkekler güçlüdür. “Uzza”nın ortağıdırlar. Üstünlükleri ve eşreflikleri vardır. Doğan çocuklar erkek iseler “Uzza”nın yanında yer alırlar, kadın iseler “Lât”ın yanında yer alırlar. Erkekler kendilerini tanrılara eş görürler.

Eğer bugünkü müsbet ilim olmasaydı, filozofların anlayışı makbul olurdu. Tek Tanrı anlayışından daha basit ve akla daha yakındır. Oysa peygamberler böyle oturup hayal kurarak kainatı açıklamadılar. Onlar Cebrail’i gözleriyle gördüler. Gördükleri mucizelerle kendileri inandılar, çevrelerindekiler de inandılar. İşte bu sûre peygamberlerin vahye nasıl ulaştıklarını anlatmaktadır. Sonra da hayalcilerin görüşlerini eleştirmektedir.

Bugün artık peygamberler yoktur. Ne var ki, peygamberlerin söylediklerini müsbet ilim ispatlamaktadır. Öyle zıt iki tanrı yoktur. Onun yerine Allah zıtları var etmiştir ve onları karşılaştırarak denge kurmaktadır. Bu arada insanlara iyilik ve kötülük yapma imkanlarını vererek onları imtihan etmektedir. Onların eğitilerek yüksek makamlara erişmelerini sağlamaktadır.

BUGÜN MÜSBET İLİM ŞU GERÇEKLERİ TESBİT ETMİŞTİR:

a)    Kainat bundan 10 milyar yıldan önce var edilmiştir. Ondan önce zaman ve mekan dahil hiçbir şey yoktu. Sadece sonsuz yoğun 0 noktası vardı.

b)    Allah kainatı var etti. Ancak bu kainatı bozanları da ortadan kaldırmak için zıt kuvvetleri de var etti. Kötülükleri yapma veya yaptırma görevini şeytana ve yakınlarına verdi. İyilikleri yapma ve oluşturma işini de meleklere, peygamberlere veya iyi insanlara bahşetti.

c)    İnsanlara sıkıntı esnasında yardım eden ve onların hizmetine koşan güç ve imkanlar vardır.

d)    Kadın ve erkek birbirinden farklıdır, ancak kişilikte birbirine eşittir ve kadın - erkek ayırımı kötü bir haldir.

Bu âyet işte bu ayırımın yanlışlığını anlatmaktadır. Bu âyetin bu mânâları nasıl taşıdığını kelimeleri tahlil ederek ortaya koymaya çalışalım.

ف Fa harfiyle bu âyetleri birinci kısma bağlamaktadır “EFa RaEaYTuM” / “görmediniz mi?” diye başlıyor ve Lat (Leyse mânâsınadır), Uzza (uzlaşma dönemi hatırlatılıyor), Menat (Menas mânâsında koruyucu ve kurtarıcı tanrı olarak ele alınıyor). Bundan sonra aralarında “Va” harfi koymadan “Erkekler sizin de kadınlar O’nun mu?” deniyor. Böylece yanlış düşüncelerin kaynağı anlatılıyor.

ا Ea: Soru edatıdır. Türkçede soru edatı bir tanedir; “Mı” olarak kullanılır. Fransızcada hiç yoktur. Cümleyi çevirmek suretiyle soru yaparlar. Arapçada ise iki tanedir. Biri “Hel”, diğeri “E”dir. “Hel”de sorulan soruya olumlu yaklaşılır. “E”de ise olumsuz yaklaşılır. Dört çeşit soru sorulur:

Bunu dedin mi?            (Demedin)      Ea   QuLTa  ZA   

            (Niye dedin)               Hel LaM TaQuL ZA        

            Bunu demedin mi?     (Niye demedin)          Hal LaM TaQuL  ZA

            (Dedin)                       E LaM TaQuL ZA

Türkçede bu farklar vurgu ile belirlenir. Arapçada vurgu ile mânâsı belirlenen bir cümle yapısı yoktur. Tamamen yazı dilidir. Kur’an bundan dolayı Arapça inzal olunmuştur. “Mükemmel Kitap”tır.

افرئيتم Ea Fa RaEaYTuM: Muhammed Cebrail’i gördü. Ondan vahyini aldı. “Siz Lat ve Uzza’yı, üçüncü Menat’ı gördünüz mü?” Hayır görmediniz. Çünkü öyle tanrılar yoktur. Demek ki burada Son Nebi’nin Kur’an’ı kendisine getiren Cebrail’i değişik şekillerde ve zamanlarda görmüş olduğu halde putlara tapanlar onlardan herhangi bir vahiy almamışlar ve düşüncelerini onlardan öğrenmemişlerdir. Savaşan tanrıların hangileri onlara vahiyde bulunmuştur? Başlangıçta insanlar göçebe kabileler hâlinde yaşarken Tek Tanrı’ya inanıyorlardı. Bu o kabilenin inandığı Tek Tanrı idi. Her kabile Tanrı’ya başka ad vermişti. Bu ad mecazi olarak en çok onlara etki eden tabiat kuvveti idi. Mesela “Güneş” kelimesi daha çok tanrıya isim olmuştu. Mecazi idi. “Tanrı” kelimesi de “ışık”tan gelir. Kur’an Allah’ın gök ve yerlerin ışığı olduğunu söyler. Sonra kabileler bir araya gelince ayrı ayrı ad verdikleri tanrı ayrı tanrı oldu. Onları temsil eden heykeller de Tek Tanrı’nın ayrı ayrı temsilcileri oldu. İşte çok tanrıcılık böyle doğdu. Bu soru ile bu çok tanrıların ayrılığını bildirir ve bir vahiyleri olmadığını ifade eder. Bugün de uluslar veya cemiyetler ayrı ayrı liderlerin etrafında toplanıyor ve onları tanrılaştırıyorlar. Mesela, bugün  Hıristiyanlar Hz. İsa’yı Tanrı olarak görüyorlar. Oysa Hz. İsa böyle bir şey söylememiştir. İncil’de de yoktur. Bugün Türkiye’de Mustafa Kemal’i Tanrı olarak gören K. Evren bile; “Her şeyi kendisine borçlu olduğunu” söylüyor. Oysa Mustafa Kemal’in kendisi böyle bir iddiada bulunmamıştır. İşte burada ki “E” bize tanrılaştırılan insanların kendilerinin bu husustan haberleri bile olmadığını söylüyor.

ف Fa harfi edat harfidir. “Fa-E” demek zor olduğu için “E-Fa” denmektedir. Mânâda “Fa” “E”den öncedir. Bundan önce HzMuhammed’e Cebrail’in gelişini veya Hz. Peygamber’in Miraca gidişini tafsilâtıyla beyan ettikten sonra şimdi bu “Fa” harfi ile soruyor. “O öyledir de; ya sizin taptıklarınızın buna benzer bir halleri var mıdır? Hayır, böyle bir halleri yoktur.” konusunu izah etmektedir. “Fa” harfi ile burada melekler ile putlar karşılaştırılıyor. Çünkü melekler zamanla tanrılaştırılmıştır. Şirkin ikinci kaynağı da budur. Görevliyi asıl yapma hastalığıdır. “Müessir”e tapılacağına “eser”e tapılıyor. Heykelperestlik bundan dolayı vardır. Mustafa Kemal’e tapmak kolaydır. Ancak onun ilkeleri vardır;  Hakimiyet-i Milliye, Kuvva-yı Milliye, Vahdet-i Kuvva ve Müsbet İlim ilkeleri vardır. Bu ilkelere uyulması çok zordur; Nato ile işbirliği yapamazsınız. Avrupa Birliği’ne giremezsiniz. Globalleşme yasaktır. Ama mezarına ve heykeline tapmak kolaydır. Demokrat Parti Mustafa Kemal’in ilkelerine  -halk tabiriyle- içine etti. Sonra kendisini kamufle etmek için ona taptırmaya başlattı. İşte buradaki “Fa” harfi müsemmaya değil de isme tapmayı belirlemektedir.

رئي REY kelimesinin iki anlamı vardır. Gözle görmek mânâsınadır. ”Bugün Ahmed’i gördün mü?”deki “görmek”tir. İkinci mânâsı ise “oylamak”tır. “Senin bu husustaki görüşün nedir?” cümlesindeki görmedir. Lât ve Uzza’nın, Menat’ın kendisini gören yoktur. Heykelini ve resimlerini görüyoruz. Bugün Mustafa Kemal’i de gören yoktur. Ama ona tapıyorlar. Allah’ı gören yok diye onu inkâr ediyorlar. Mustafa Kemal’in kendisi görülmüyor ama eserleri var. Kim onun yaşamadığını söyleyebilir. Allah’ın eserleri görülmüyor mu? Nasıl oluyor da O’nun olmadığı söyleniyor. İşte “Rey”e birinci mânâyı verecek olursak; “Siz Lât ve Uzza’yı da görmediniz. Onlara inanıyorsunuz. Size mesaj da gelmedi. Oysa biz hem eserleri ile görünene inanıyoruz, hem de mesaj gelmiştir. İşte size mesaj: Kur’an. Haydi bakalım sizin Lâtınız ve Uzzanız da böyle mesaj göndersin.”  şeklinde mânâ verilir. “Rey”e verilecek ikinci mânâ ise; “Düşündünüz mü ve kanaate vardınız mı ki Lât ve Uzza ile üçüncü Menat birer tanrıdır. Hayır, düşünmeden, üzerinde bir araştırma yapmadan, babanızdan size ne geldiyse ona uyuyorsunuz.” Bu ilmi metot değildir. İlmi metot araştırma yapıp verileri değerlendirerek sonuca varmaktır. Varsayımlarınız ilk bakışta doğru görünebilir. Dünyanın düz görünmesine benzer. Araştırma sonunda sonuçlar farklı çıkar.

a)    Önce kainat ezelden beri mevcut değildir. Bunun bir kaç delili vardır. Biri, kainat genişlemektedir. Sonsuz zaman geçseydi şimdi yarı çapı sonsuz olurdu. Kainat evrimleşmektedir. Sonsuz zaman geçseydi evrimin son safhasına gelirdi. Kainat bozulmaktadır. Oysa hâlâ düzen devam ediyor. Sonsuz zaman geçseydi kainat şimdi bozulmuş olacaktı ve biz olmayacaktık. Ben şimdi yaratıldım. Kainat sonsuz olsaydı daha önce yaratılmış olmam gerekirdi Yani ben de ezelden beri var olmalıydım.

b)    Kötülük yapanlar Tanrı değildir, Tanrı’nın görevlendirdiği kimselerdir. Dengenin kurulması için karşı takımdır. Bütün kötülüklerin iyiliği vardır. Gece gündüze göre kötüdür. Ama hep gündüz olsaydı canlıların istirahat vakitleri olmazdı. Kış yaza göre kötüdür, ama kış olmasaydı ilkbahar olmazdı. Mikrop kötüdür, ama mikrop olmasaydı yeryüzü leşlerle dolardı. O halde iyilik tanrısı veya kötülük tanrısı yoktur. Yapıcılar ve yıkıcılar vardır. Yapıcılar iyileri, yıkıcılar kötüleri temsil ediyorlar. Ama yıkıcılar olmasa eski apartmanların yerlerinde yenileri kurulamazdı. Biz yıkıcılara para verip eskileri yıktırırız.

c)    Güçlü olan iyi Allah’tır. Tektir. Çünkü kainat düzen içindedir. Küçük bir sapma tümünü yok eder. Meselâ, Ay olmasa gel-git olayı olmayacak, denizler dalgalanmayacak ve hayat olmayacaktır. Ay biraz uzak olsa veya kitlesi büyük olsa, yeter derecede dalgalandırma yapamayacak, dünya daha yavaş dönecektir. Ay biraz daha yakın olsa karalar her gün su altıdna kalıp boşanacak. Demek ki her şeyi var eden Tek Tanrı’dır. Güçlü O’dur, iyi O’dur.

d)    İnsanları kötülükten veya açlıktan koruyan da o Tek Tanrı’dır. Yoksa Koruyucu Tanrı kendi kendine varolmuşsa, kimi korumak için kendi kendini var etti? Başka tanrılar var etmişse rakibini niye var etsin? Demek ki ilk bakışta kötü veya iyi tanrı anlayışı daha mâkul görülürse de, biraz araştırma bizi böyle bir şeyin olamayacağını gösterir.

Bugün ilimlerin vardığı sonuç Tek Tanrı anlayışıdır. Artık çok tanrıcılığı savunan hiç bir ilim adamı kalmamıştır. Tartışma, o Tanrı’nın cüz’ü bilip bilmeyeceği, cüz’i konulara müdahale edip etmediği gibi konulardır. Yani ben şimdi böyle düşünüyor ve yazıyorum. Allah beni şimdi mi böyle düşündürmektedir ve yazdırmaktadır; yoksa daha önce kaderde benim böyle düşünmemi ve yazmamı irade etmiş de şimdi ben O’nun iradesini gerçekleştiriyorum? Kainatın bundan 10 milyar yıl önce yaratılmış olması kesinleşince başka bir şey düşünmemiz mümkün değildir. Tanrı yoktur, rastlantılar bunu yapıyor gibi iddiaları artık bugün sadece kâfirler söylüyor. Demek ki insanlık 1500 yıl sonra Kur’an’ın dediklerine gelmiştir.

رئيتم Raaytum: “Gördünüz mü?” şeklinde mâzi sigası ile sormaktadır. Çünkü insanlar karar verirken geçmişteki olaylara dayanarak gelecek hakkında karar verirler. Benim Lât veya Uzza’ya tapmam için daha önce bu tapmamı gerektiren görüşlerim olmalıdır. “Görmediniz, o halde nasıl karar veriyorsunuz?” sorusunu tevcih etmektedir. Bu siganın mâzi olmasıyla delil ve hüküm ilkesi uygulanıyor. Delil, geçmişte cereyan eden olaylar. Hüküm ise gelecekte cereyan edecek veya yapmamız gereken olayları içerir.

Çoğul edatı kullanılmıştır. “Gördün mü” değil de, “gördünüz mü” şeklinde soru tevcih edilmektedir. Çünkü ilmi sonuçlar tek başına elde edilemez. Önce herkes araştırma yapar ve sonuca varır. Araştırma yaparken diğerleri ile görüşmeler yapar ve sonuçları değerlendirir. Ama karar verirken bağımsızdır ve kendi içinde oluşan sonuçlar içtihadın sonuçlarıdır. Bunlar ilim değildir. Bunlar araştırmadır. Geçici olarak bunlarla amel edilir ama bu kesin bilgiler taşımaz. Eğer icma varsa o zaman kesin bilgi demektir. Müslümanlar Hz. Peygamber’in getirdiklerini incelediler ve ittifakla Kur’an’ın Allah sözü olduğu sonucuna vardılar. Buna muhalefet eden ya incelememiştir veya bilmekte ama çıkarı olduğu için kabul etmemektedir.

Burada “onlar” demeyip “siz” demiş olmasının da büyük hikmeti vardır. Burada “münkirler” ile “müslimler” eşit şekilde muhatap olmaktadırlar. Çünkü Kur’an doğrudan kâfirlere hitap etmez. Bize, “içtihatlar yapıp icmaa ulaştınız mı?” demektedir. Bunun ilimdeki kuralı, baştan hiçbir şeyi ne kabul etmek ne de reddetmektir. Peşin hükümlü olmamaktır. Öyleyse baştan saçma deyip iki tanrılı veya çok tanrılı sistemi reddetmemeliyiz. İddiaları inceleyip sonuçlara varmalıyız. Cevaplarımız hazır olmalıdır. Bu sebepledir ki İlhan Arsel’in 850 sayfalık iddialarını madde madde değerlendirdim. Hiçbir iddiayı cevapsız bırakmadım. İşte burada “gördüler mi” deneceği yerde, “gördünüz mü” demesinin hikmeti budur. Oysa bundan sonra gelen âyetlerde “bu isimleri onlar kendileri taktılar” demek suretiyle orada “müslimler” ile “kâfirler”i birbirinden ayırıyor.

Buradaki çok önemli husus; ilmi çalışmalarda bütün insanlar eşit olup dini olmayan hususlarda yapılan icmaları onlarla beraber değerlendirmemiz gerekmektedir. Meselâ, kainatın ömrünü hesaplarken müslim olmayan astronomların görüşleri de değerlendirilmelidir. İhtilaf olursa icma oluşmaz.

اللات El-LAT: Harf-i tarifle kullanılmıştır. “Menat” âlem olarak kullanılmıştır. “Lât” ve “Uzza” sıfat isimler ile adlandırılmış, “Menat” ise özel isimle adlandırılmıştır. Bu asıl teorinin yani iyilik ve kötülük teorilerinin onların özellikleri üzerinde kurulduğunu gösterir. “Ehram” ve “Hurmuz” tanrılarının felsefesi burada anlatılmaktadır. “Menat” ise başka bu grupta olmayan bir tanrı olarak gösterilmektedir.  Buradaki harf-i tarif ismi özel isme dönüştürmektedir. “EaLLaH / ALLAH” kelimesi ile çok yakınlığı vardır. Sondaki “t” harfini yuvarlak “j/t” yaparsanız “EalLAh” olur. Mezopotamya tanrıları içinde “Enlil” de vardır. Bu âyet çok önemli mânâlar içermektedir. Allah’a tapanlar da puta tapmış olabilirler. Allah’ı eğer putlardan biri gibi düşünüyorlarsa ve buna ibadeti putlara ibadet gibi yapıyorlarsa onlar da putperest olmuş olurlar. Kur’an bunu şiddetle reddedip Hıristiyanların İsa’yı Allah’ın oğlu göstermelerini korkunç olay olarak zikretmektedir. Diyeceksiniz ki, nasıl oluyor da biz Allah’a taparken “Ellât”a tapmış oluruz? Eğer Allah’a tahkik yoluyla tapmıyor, atalarımız taptığı için tapıyorsak o “Ellât”a tapma olur. “Kemalizm ilkeleri”ni atıp da “Atatürkçülük” adı altında kişiperestlik yaparsanız, bu “Kemalizm”den ayrılma olur. “Allah”ın zâtına saygı gösterip emir ve nehiylerine aldırmamak “Lât”a tapmaktır. Amelleri olmadığı halde Allah’a inandıklarını söyleyenler “Allah”a değil “Ellât”a inanmış olurlar. “Ellah” kelimesinin aslı “El-Eilâh”dır. Kelime benzerliği olan “ElLâT” aslı “Leyse”dir. “LaT” kelimesi de “leyse” mânâsında Kur’an’da geçmektedir. Buradaki benzerlik görünüştedir. Kökte ise tamamen farklıdır. Sahte paranın gerçek paraya benzemesi gibidir. Her şeyin sahtesi vardır, istismarı vardır. Sahtekârlar, “her şeyin sahtesi vardır” deyip hiçbir şeyin hakikisi yoktur demek isterler. “Dini istismar edenler vardır” deyip dini istismar etmeyenleri de onlara katıp dini yasaklamaya çalışırlar Oysa kainatta her şeyin sahtesi ile hakikisi yarışacaktır. Sahtekârlar sahtelerinin yanında olacaklar. Hakikiler hakikinin yanında olacaklardır “Habisat” ve “tayyibat” âyetleri bunu açıkça ortaya koymaktadır. “Lât” kelimesini de burada ancak o âyetin ışığı altında anlayabiliriz.

العزى ELGuzZA da harf-i tarifle gelmiştir. “Gızzet” güç demek, kuvvet demektir. Manevi güç de bunun içine girer. Allah’ın bir sıfatı da “Gaziz”dir. Demek Allah’ın zât ismini aldılar bir sıfat yaptılar. Allah’ın “aziz” sıfatını aldılar başka tanrı yaptılar. Böylece iki sıfatı ayrı tanrı kabul ettiler. Önden baktılar bir isim verdiler, arkadan baktılar başka isim verdiler. Ayrı iki tanrı oldu. İşte bu iki kelime bunu ifade eder. Putperestliğin başka bir kaynağı da burada ortaya çıkmaktadır.

منوة MeNAT: Birbirine bakan evlerin arasında kalan yerdir. Evleri bitiştirerek kale duvarı gibi kullanır, ortada kalan yer güven yeri olurdu, buna “Mena” denirdi. “EMN” bir mânâlı ve kişiyi buraya koyma anlamında kullanıldı, “emniyet” oldu. “Manat” müennes olarak yenmiş olan veya güve mânâsına gelir. Koruyucu, himayeci tanrı olarak putlaştırıldı. Bu tanrı inancı ilk iki tanrı inancından farklıdır. İnsanların sığındıkları varlıktır. İnsanlar zora girdiler mi mutlaka Tanrı’ya inanır ve onların yardımına geleceğine kani olarak dua ederler. Kendilerine gelen kötülüklerden ancak bunların koruyacağına inanırlar. Büyü yapanlar vardır. Büyücülerin tanrıları kötü tanrılardır. Büyüyü çözenlerin de tanrısı vardır, onlar da büyüyü çözerler. İlk iki tanrıdan bahsettikten sonra da üçüncü tanrıdan bahsetmektedir. Bu da Allah’ın sıfatlarındandır. Ne var ki iyilik ve kötülük tanrılarına birden inanırlar. “Menat” ise üçüncü tanrıdır. Kötü tanrılardan koruyan tanrıdır.

الثالثة EÇALİÇat, harf-i tarifle gelmesiyle anlıyoruz ki “Menat” özel isimdir. Özel isimler mânâlarını yitirirlerse harf-i tarif gelmemiş olur. Mânâlarını da koruyorlarsa harf-i tarif devam eder. İlk ikisinde harf-i tarif var, bunda yok. Çünkü bunda özel isim mânâsını kaybetmiş gibidir.

الاخرى ElUPRA: Diğer, bunlardan ayrı anlamındadır. Yani ikili tanrıya inananlar onlara da şirk koşarak üçüncü tanrıya da ibadet etmeye başlamışlardır. Demek ki şirk insanın ruhi yapısında mevcuttur. Kendisini şirkten tedavi etmenin yolu gerçek mabuda ibadettir. Bu sebepledir ki ibadet yapmayanlar mutlaka şirke düşmektedirler. Oysa beş vakit namaz kılan, zekât veren, oruç tutan, hacca giden, hak yolunda cihat yapan şirkten kendisini kurtarmaktadır. Allah hepimize hac yapmayı da nasib etsin. Haccı mebruru nasib etsin. Şaibeli olmayan haccı nasib etsin.

ا E: Yine soru edatı geldi. Burada vasl yapmadı. Aralarına atıf harfi kullanmadı. Atıf harfinin kullanılması ya kemal-i ittisaldandır, ya da kemal-i infisaldandır. Burada infisal ihtimli azdır. Çünkü bundan sonra gelen âyet bu konuları açıklamaktadır. O halde kemali ittisaldandır. Yani yeni bir şey anlatılmamakta, daha önce söylenenler açıklanmakta ve te’kid edilmektedir. Çok tanrıya tapmak, insanları sınıflara ayırıp bazı kimseleri diğerlerine sömürtmek amacını gütmektedir. Diktatörle topluluk içinde bir grup oluştururlar, onlara topluluk içinde üstünlük tanırlar ve üst sınıf varlığını sürdürmek için o kişiyi tanrılaştırır. İngiltere’de hâlâ krallık var, çünkü lordlar sınıfı vardır. Kral giderse o sınıf da gider. Türkiye’deki Atatürkçülük belli sömürü sınıfının çıkarları için yapılmaktadır. Bu yalnız lâik düşüncelerde olmaz, Allah’a inandığını söyleyip de “El-Lât”a inananlar, Allah inancını kendi sömürüleri için bir araç olarak kullanırlar. Ne Hıristiyanlıkta ne de Müslümanlıkta bir dini teşkilat olmadığı halde her iki büyük din güçlü dini teşkilat oluşturmuş ve bunu belli çıkar çevrelerinin emrine vermiştir. Kur’an işte bu hususlara işaret etmek için burada “Va” veya “Fa” harflerini getirmemiştir.

ل Lı: Temlik içindir. Zamirden önce ‘üstün’lü gelir. Bir şeye mâlik olmak için onda emeğin geçmiş olması gerekir. Hatta mülkiyetin temeli Kur’an’da yalnız emektir. İşgal intifaın kaynağıdır. Gayrimenkule mâlikiyet emekle işgal sebebiyledir. Mutlak mülkiyet yoktur. “Sizin midir? sualinde, onları sizler var edip ortaya koydunuz anlamındadır. Yahut onların istihdamı anlamındadır. Erkekler askere alınıyor ve yönetim onları benimsiyor. Kadınlar ise askerlik yapamadıkları için onları başka sınıfa koyuyor. Erkekleri asıl kabul edip kadınları sadece erkekleri yetiştiren birer makine gibi görenler vardır. Kadınları asıl kabul edip erkekleri onların hizmetçisi olarak görenler vardır. Gene burada iki zıtlık ortaya çıkıyor. Erkekler topluluğu oluşturmada asıldır. Çünkü savunmayı onlar yapıyor. Neslin devamı için de asıl olan kadındır. Böylece ne erkekler kadınların malıdır, ne de kadınlar erkeklerin malıdır. Kölelik müessesesi mevcut olduğu halde Kur’an’da kadınlar asla köle kabul edilmemiştir. Buradaki zamir de daha önceki zamir gibidir. Asıl muhatap insandır. Bu düşüncelerden iman etmiş olan kimseler de tam kurtulmuş değildir. Bu sebeple hitabı birlikte yapmaktadır. Kadın - erkek ayırımı üzerinde düşünmemizi ve gerçekleri anlamamızı istiyor. Neden erekleri kendilerine kadınları ise O’na havale etmektedir. Muhatap erkekler olmaktadır. Erkekle kadın ayırımı yapılmaktadır. Allah kadınlarla erkekleri farklı yaratmıştır. Farklılık oluşun tabii sonucudur. Farklılık demek birinin diğerinden  kişilikte üstünlüğünü gerektirmez. Farklılık;

a)    Kadınlar çocuk doğurabiliyor, erkekler savaşıyor.

b)    Kadınlar çocuklara süt verebiliyor, erkekler çalışıp kazanıyor.

c)    Kadınlar güzeldir, erkekler güçlüdür.

d)    Kadınlar erkeklerin yaptığı işlerin hepsini yapabiliyor ama daha az. Erkekler kadınların yaptığı işleri yapamıyor ama daha güçlü ve üstün şekilde.

Hak Düzeni”nde kadınlar erkeklerden üstündür. “Kuvvet Düzeni”nde ise erkekler kadından üstündür. İslâm Düzeni ise hak düzeni ile kuvvet düzenini dengede tutar. Yani haklının kuvvetli olmasını ister. Böylece kadınla erkek kişilikte eşit olur. Buradaki “küm” yalnız kâfirleri veya mü’minleri içermediği, “küm” zamiri kadını ve erkeği birlikte içine alan topluluğu içerdiğini kolayca görebiliriz. Çünkü bir kimse hem “mâlik” hem de “memlük” olamaz. O halde çoğul zamiri kişilere ayrı ayrı değil de topluluğa râcidir. İnsanlığa râcidir. Erkekleri topluluğun üyeleri kabul edip kadınları topluluk dışına iten bir anlayış burada dile gelmektedir. İslâmiyet’te ise topluluk kadın ile erkeğin ortak kuruluşudur. Şöyle ki:

a)       Kadınlar kendilerine düşen görevleri başarmak için topluluk kurmalarına gerek olmadığı halde erkekler bunu ancak topluluk kurarak başarmaktadırlar.

b)       Topluluğu kurup onu yaşatmak erkeklerin görevidir. Ancak bunu kendileri için değil de kadınlar için yapmaktadırlar. Topluluk kadınlar için kurulmaktadır. Onlara hizmet için vardır.

c)       Toplulukta erkekler görevli ve yetkilidirler, kadınlar ise görevli değil ama yetkilidirler. Erkeklerin sahibi olduğu ehliyete sahiptirler, ama görevli değildirler. İsterlerse yapar, isterlerse yapmazlar.

d)       Kadın - erkek eşleşmekte ve özel aileler oluşmaktadır. Ev işlerinde söz kadının, dışarıda ise söz erkeğin olmaktadır.

Yönetimde erkekler görevli ve yetkili, kadınlar sadece yetkili olduklarından dolayı bu hususta erkeklerin bir derece üstünlükleri vardır. Ama kadınların aile içinde üstünlükleri vardır. Ev kadınlarındır. Kur’an’da, “evlerinde” diyor.

الذكر Ez-Zeker: Erkek demektir. Harf-i tarif cins isimdir. “Unsa” yumuşak demirin, “zeker” ise çeliğin adıdır. Sert yay gibi eğilir ama serbest kalır kalmaz tekrar eski yapısına döner. Bunlar “zeker”dir. Eğildikten sonra artık tekrar eski yerine gelmeyen de “unsa”dır. Cinsi ilişki kadınlarda değişiklik yapmakta ve artık tekrar bakire olamamaktadır. Erkek için böyle şey söz konusu olmamaktadır. Erkekler için savaşmak, güçlü olmak, üretimi daha başarılı yapabilmek, topluluklar oluşturmak gibi farklı vasıflar üstün kabul edilmiş. Ve böylece oluşan devlet Tanrı’ya kafa tutmaya başlamış. Firavunlaşmışlardır. Yani iktidar onları Tanrı’ya ibadetten alıkoymuş. Oysa onları var eden de Allah’tır. Kadınlar asker yetiştirmek için vardır. Birer hizmetçi mahiyetindedir. Gaye askerliktir. Oysa askerlik hukuk düzenini korumak içindir. Asıl olan hukuk düzenidir. Hukuk düzeninde kadınları korumak esastır. Erkekler kadınların koruyucusudurlar. “Erkekler sizin mi?” sorusuyla; “Erkekleri siz mi var ettiniz ki onları farklı ve üstün görüyorsunuz? anlamı vardır.

و Va: Harf-i atıftır. “Leküm”ü “lehu”ye atfetmektedir. Böylece Allah ile topluluk arasında bir ilişki olduğunu ama birbirinden ayrı olduğu belirtilmektedir. Bu husus bütün insanlar tarafından kabul edilmektedir. Allah’ın hakları Kur’an’da da topluluğun hakları Allah’ın hakları olarak kabul edilmiştir.

له LeHu: Burada “Hu” zamiri gönderilmiştir. “Hu” zamirinin nereye râci olduğu belirsizdir. Gramer kurslarına göre en yakın erkek kelimeye râci olacaktır. Bu da Allah’ın yerine kabul ettikleri Allah’a gitmektedir. Yani tek tanrılı inancı tahrif etmiş, “Allah” yerine “ellât”ı almışlar ve ona bir takım haklar vermişlerdir. İnsanlığı da ona karşı bir ortak kabul etmişlerdir. Kur’an insanlığın haklarını onun halifesi olarak Allah’ın hakları olarak belirlemiş, onlar ise insanlığı Allah’a alternatif bir varlık kabul etmişlerdir. Kur’an insanı Allah’ın halifesi olarak şereflendirmiş, onlar ise insanlığın tanrının karşısında ikinci tanrı olarak çıkarmışlardır. Allah’ın bahşetmiş olduğu haklar dışında insanların  kendiliğinden varolan hak olduğunu iddia etmişlerdir. Etmektedirler. 

الانثى ELUnÇA: “Kadınlar O’nundur. Ellat’ındır. Rab’bındır.” Bundan önceki sûrede de “E lehu el-benatu ve lekümül el-benun” denmektedir. Orada çocuklardan bahsetmektedir. Kadınları erkeklerden ayıran ve erkekleri kadınlardan üstün tutan, topluluktan dışlayan bu anlayış putperestliğin ana kaynağıdır. İnsanlar putlara taparken o husustaki bilgilerinden dolayı değil o yolla bir sınıfın diğer sınıf üzerinde üstünlüğü sağlamak için taparlar. Kur’an bunu belirtmek için de uçtaki sınıfları ele alır ve bu anlayışı onlardan misal vererek açıklar. Roma’da kölelerin kişilikleri yoktu, mahkemeye baş vurup dava açamazlardı. Kölenin sahipleri de onların hakları için dava açamazdı. İslâmiyet bunu kökünden değiştirdi. Kölelere de hürler gibi kişilik tanıdı. Sahipleri aleyhine de olsa dava açma hakkını verdi.  Roma’da kadınlar kişiliğe sahipti. Ancak çocuk gibi sayılıyor, kendileri doğrudan davacı olamazlardı:  Ancak “pater” dedikleri domusun başkanı erkek onların haklarını koruyabilirdi. İslâmiyet bunu da kaldırdı. Her ademoğluna kişilik tanıdı. Her akıl sahibine de doğrudan davalı ve davacı olma hakkını verdi. Bu Tevrat’ta da böyledir. İnsanlar kadınları devletin dışında tutma meylindedirler. İslâmiyet ise kadınlara da erkekler gibi kişilik tanımaktadır.

E” harfi ile bu tanımayı reddeden Kur’an bunu bu “diza taksimdir” diyor.

تلك  TilKa: İşaret ismidir. Tek kişiye bir dişi çoğulunu gösterdiğiniz zaman bu kelime kullanılır. Gaybı göstermektedir. Neden gayb sigası kullanılmıştır. Çünkü gösterilen şeyler görünen değil hayalidir. Hayali olan varlıklar gaib sigasıyla gösterilir. Fikri ayrılıklar da öyledir. Neden “Ka” denmiş de “Küm” denmemiş. Buradaki hitap insanlara değil, “Küm”daki muhataplara değil de okuyucuyadır. Bu bölüşmenin yanlışlığını anlatmaktadır. O sebepledir ki bir te’kit harfi getirilmemiştir. Bu sebeple “Küm” değil de “Ka” denmiştir. Niçin müennes çoğul kullanılmıştır. Çünkü işaret ettiği isim erkeklerin çoğuludur. “Kısmet”deki “ta” çoğul edatıdır. Yani masdar “ta”sı veya dişilik “ta”sı da çoğulluk “ta”sıdır. Bu bölüşme değil de bu parçalar anlamındadır. “Bu parçalar dıza parçalardır” denmiş olur.

اذا Eı7aN: O zaman demek olur. Bunlar o zaman kötü parçalar olurlar mânâsı çıkar. İşe yaramaz parçalar olurlar diyor. Bir arabanın tekerleğine bir diğerine diğeri sahip olursa o araba nasıl yürüyecektir. “İzan” kullanılmasa da cümle doğrudur. Ancak böyle bir taksimatın kötü olduğunu ifade ediyor. Kadın ve erkek grupları arasında farklar vardır. Meselâ kadınların işyerleri ile erkeklerin işyerleri farklıdır. Namaz kılarken kadınların saf yerleri ile erkeklerin saf yerleri farklıdır. Ancak bu bölünme yararlı bölünmedir. Ama kadınları bir tanrıya erkekleri de başkalarına vermek zararlı bir bölüşmedir.

قسمة Kasma, kesme kelimesinden gelir. Herhangi bütünün bir parçasına “kısım” denir. Bir bütünü parçalamak da “taksim”dir. İki türlü parçalama vardır. Bir arabanın lastiğini sökerseniz bu da kısmettir. Arabanın lastiğini bölerseniz bu da kısmettir. Birinden tekrar parçaları birleştirebilirsiniz. Eskisi gibi olur. Oysa lastiği bölerseniz parçalar artık bir işe yaramazlar. Parçaları ayırmaya sadece kısmet denmektedir. Parçaları işe yaramaz hâle getirip parçalamaya “kısmet-i dıza” denir. Gerçi “kısmet-i dıza”nın başka adı kat’ etmedir, kesr etmedir. Ancak taksimat maksadıyla yapıp sonra onu yaramaz hâle getirmeye “kısmet-i dıza” denmektedir.

ضيزى WIyZAy: “WıuZA” aslıdır. Arapçada çok az kullanılan bir kelimedir. Arapça deyimleri arasında bulmak kolay olmamaktadır. Kur’an’daki kullanışa göre mânâ vermektedir. Arapçada “R” “Z”ya dönüşür. O sebepledir ki yazılışı aynıdır. “WıyZA” yerine “WıyRAy” yazarsak WaYRWaVR ve WRR hep aynı mânâda köklerdir. Bu zararlı taksimdir, demek olur. Yani parçaların işe yaramaması veya değerlerinin azalması demektir. Kadın ve erkeğin bölüşülmesi zararlı bir bölüşme olduğunu ifade ediyor. Kadın ve erkeğin bütünlüğü yatakta başlar ve hayatın her safhasında sürüp gider. Bunları birbirinden ayırdığınız zaman ne hayat olur ne de topluluk olur. İşte böyle bir bölüşme zararlı bölüşmedir. Her iki taraf da işe yaramaz olmuş olur. Onları kullananlar ezerler. Hayrı da şerri de Allah yaratmıştır. Kadını da erkeği de Allah yaratmıştır. Kadını hayır yapmış, onu üretici yapmış. Allah’ın bereket sıfatının aracısı kılmış, erkeği ise onu koruyan güçlü varlık yapmış. Savaşa aracı kılmış. Şerri şerle def etmiştir. Aslında şer iken hayır olmuştur.

Görülüyor ki âyet ilk çıkarılan mânâdan çok uzak ve çok ince mânâları içermektedir. İnsanların putperestliği ile kadın - erkek ayırımı arasındaki ilişkileri dile getirmektedir. Kadın ve erkeklerin arasını açma siyaseti diktatörlerin siyasetidir. Böylece her ikisini kolay sömürme siyasetidir. Putperest siyasetidir. Kadın ile erkeğin arasını bulma ise İslâm’ın siyasetidir. Tüm aile hayatı buna göre düzenlenmiştir. Boşama kolaylığı da bu sebeple getirilmiştir. Uyumlu aile kurulamıyorsa ayrılma emredilmiştir. “En LA YUQIyMA HuDUvDA elLAHI” âyeti ile bu teyid edilmiştir. Kur’an’ın her sözü diğer bütün sözlerle tam uyum içindedir.

 

 






Son Eklenen Makaleler
Yasin Kılar (Karar Danışmanı - Mentor)
YAPAY ZEKÂYI EĞİTMEK - TRAINING ARTIFICIAL INTELLIGENCE
23.02.2025 26 Okunma
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-46
23.02.2025 295 Okunma
1 Yorum 23.02.2025 10:40
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-45
22.02.2025 404 Okunma
1 Yorum 22.02.2025 05:19
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-44
21.02.2025 459 Okunma
1 Yorum 21.02.2025 11:04
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-43
19.02.2025 486 Okunma
1 Yorum 19.02.2025 08:34
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-42
18.02.2025 527 Okunma
1 Yorum 18.02.2025 08:25
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-41
17.02.2025 565 Okunma
1 Yorum 17.02.2025 08:30
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-40
16.02.2025 623 Okunma
1 Yorum 16.02.2025 17:52
Özer Ataç
Sahtelik 4
15.02.2025 656 Okunma
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-39
15.02.2025 830 Okunma
1 Yorum 15.02.2025 12:31
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-38
14.02.2025 604 Okunma
1 Yorum 14.02.2025 08:58
Süleyman Karagülle
SEÇKİN SAYILAR VE 19 MUCİZESİ 05.01.2001
12.02.2025 123 Okunma
Süleyman Karagülle
BORÇLARIN TASFİYESİ KANUNU 22.12.2000
12.02.2025 74 Okunma
Süleyman Karagülle
BORÇLAR 22.12.2000
12.02.2025 76 Okunma
Süleyman Karagülle
DIŞ BORÇ(BAKARA278-279) 22.12.2000
12.02.2025 98 Okunma
Süleyman Karagülle
AHŞAP ARALIK ÇALIŞMALARI 15.12.2000
12.02.2025 155 Okunma
Süleyman Karagülle
GENEL ÇALIŞMA KURALLARI: 15.12.2000
12.02.2025 78 Okunma
Süleyman Karagülle
MUKASSİMÂT(zariyat4.ayet) 15.12.2000
12.02.2025 104 Okunma
Süleyman Karagülle
GENEL DURUM VE ÇÖZÜM 08.12.2000
12.02.2025 90 Okunma
Süleyman Karagülle
AKEVLER DENGE KULÜBÜ SÖZLEŞMESİ 08.12.2000
12.02.2025 71 Okunma
Süleyman Karagülle
C Â R İ Y Â T (ZARİYAT3.AYET) 08.12.2000
12.02.2025 67 Okunma
Süleyman Karagülle
K Ü R T Ç E 01.12.2000
12.02.2025 85 Okunma
Süleyman Karagülle
ORUÇ BABA 01.12.2000
12.02.2025 99 Okunma
Süleyman Karagülle
M E S İ H 01.12.2000
12.02.2025 97 Okunma
Süleyman Karagülle
HÂMİLÂT (YÜKLER) 01.12.2000
12.02.2025 81 Okunma
Süleyman Karagülle
“ZÂRİYÂT-1- ÂYETİ”Nİ AÇIKLAYALIM: 24.11.2000
12.02.2025 62 Okunma
Süleyman Karagülle
TESİR ÇİFTİ 24.11.2000
12.02.2025 83 Okunma
Süleyman Karagülle
AHŞAP EVE GETİRİLEN YENİLİKLER 18.11.2000
12.02.2025 91 Okunma
Süleyman Karagülle
DEVLETİN AF YETKİSİ VAR MIDIR? 18.11.2000
12.02.2025 89 Okunma
Süleyman Karagülle
İFRAT VE TEFRİT(KEHF28) 18.11.2000
12.02.2025 107 Okunma
Süleyman Karagülle
MATEMATİK İLE İfrat ve tefrit nedir? 11.11.2000
12.02.2025 109 Okunma
Süleyman Karagülle
KUR’AN MATEMATİĞİ TARİKATI 11.112000
12.02.2025 120 Okunma
Süleyman Karagülle
NEFİSTE SABIR(kehf28) 11.11.2000
12.02.2025 96 Okunma
Süleyman Karagülle
OKUMA/ TİLÂVET EMRİ 04.11.2000
12.02.2025 118 Okunma
Süleyman Karagülle
SÖMÜRÜ VE ÇARE 04.11.2000
12.02.2025 78 Okunma
Süleyman Karagülle
AKEVLERDEN HABERLER 28.10.2000
12.02.2025 70 Okunma
Süleyman Karagülle
MESKENLER VE İŞYERLERİ AYETİ 28.10.2000
12.02.2025 79 Okunma
Süleyman Karagülle
BOZULMA (ENTROPİ) 28.10.2000
12.02.2025 77 Okunma
Süleyman Karagülle
ERMENİ KATLİAMI 14.10.2000
12.02.2025 73 Okunma
Süleyman Karagülle
MARKETTE SELEM UYGULAMASI 14.10.2000
12.02.2025 66 Okunma
Süleyman Karagülle
FAİZSİZ İŞLETME 14.10.2000
12.02.2025 54 Okunma
Süleyman Karagülle
BELGRAD OLAYI 07.10.2000
12.02.2025 84 Okunma
Süleyman Karagülle
MÜTEŞÂBİH ÂYETLER 07.10.2000
12.02.2025 147 Okunma
Süleyman Karagülle
MEDENİYETLERİN ÖMRÜ 30.09.200
12.02.2025 99 Okunma
Süleyman Karagülle
AHMET BÜLBÜL’ÜN ÖLÜMÜ VESİLESİYLE; 30.09.2000
12.02.2025 89 Okunma
Süleyman Karagülle
Rektör Ethem Ruhi Fığlalıya cevap 23.09.2000
12.02.2025 110 Okunma
Süleyman Karagülle
KURANDA MUCİZE-1 23.09.2000
12.02.2025 112 Okunma
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-37
11.02.2025 565 Okunma
1 Yorum 11.02.2025 11:49
Bahaeddin Sağlam
Safsata ve Hakikat Kelimelerinin Etimolojisi
9.02.2025 73 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Bahane Kelimesinin Etimolojisi
9.02.2025 93 Okunma


© 2025 - Akevler