Süleyman Karagülle
MUKASSİMÂT(zariyat4.ayet) 15.12.2000
12.02.2025
105 Okunma, 0 Yorum

MUKASSİMÂT

بسم الله الرحمن الرحيم 

فالمقسمات امرا

            ZÂRİYÂT SÛRESİ – 4.  ÂYET

ف FaFa, harfi peş peşe vuku bulan olayları belirtir. Burada üçüncü defa “Fa” harfi kullanılmış oluyor. Bu âyetlerde dört aşama anlatılıyor ve bu dört aşamanın da peş peşe olduğu belirtiliyor. Gerçekten olaylar ışık hızı ile cereyan ederler. Kanatlara su ve buhar çarpar çarpmaz kanatları harekete getirirler. Kanatların üzerindeki mıknatıs hemen elektronları çekirdeklerden ayırır. Akım başlar. Ve motor dönmeye başlar veya tel ısınır veya lamba ışık verir. Demek ki, buradaki “Fa” harfleri olayların peş peşe oluşunu anlatmaktadır. Olayların cereyanı için bir aralığa gerek kalmamaktadır. Bundan önceki âyette “kolayca akarlar” demek suretiyle bu olayın sürüp gittiğini anlatmış olur. Yani bir şey kopar bir yere varır şeklinde değil, ard arda biri giderken diğeri de onu kovalar anlamındadır. Biz suyun aktığını gördüğümüzde onların bitişik bir hamur olduğunu sanırız. Oysa su moleküllerinin arasında mevcut boşluk, güneş ile yer arasındaki boşluktan büyüktür. Gerçekten güneş ile yer arasında yer yarıçapının 2*10^4 kat kadardır. Elektronla çekirdek uzaklığı arasında da 10^5 aralık vardır. Işık zerreleri için de bunları söyleyebiliriz. Her şey atom tabiatındadır. Akış, sokakta yürüyen adımların akışı benzeridir. Onun için “cereyan” kelimesi “cariye/ sandal” kökünden türemiştir. “Fa” harflerinin sıralanışı ve arada “cereyan” kelimesinin kullanılmasıyla peş peşe giden parçacıkları ifade ediyor. Bu gidişin dönüşü olmazsa durmuş olur. Dönüşlü olduğu da baştaki “Zâriyât Âyeti” ile anlatmaktadır. İnsanın damarları ve kan dolaşımı da bunun benzeridir. Toplardamardan kanı alır, kalbe getirir, atar damarlarından kanı atar, damarlara pompalar. Kılcal damarlara gelen kandan hücreler gerekli maddeleri yani enerji taşıyan şekeri alırlar. Bu olay sürekli olarak devam eder. Damarlardaki nabız benzeri elektrikte de periyodik dalga kullanılır. Bizim kullandığımız elektrik saniyede 50 devir yapar. Kalbimizin nabzı da dakikada 70 civarındadır. Yani elektriğin nabzı yüz defa  daha fazladır.

Burada hemen “Tefsir Metodumuz”u tekrar hatırlatalım. Ben burada bu âyeti “elektromagnetik dalgalar” için açıkladım. Oysa doktorlar bunu rahatlıkla “kan dolaşımı” için açıklayabilirler. Ancak bu âyeti kan dolaşımı için açıklayabilmemiz için kan dolaşımı hakkında yeterli bilgiye sahip olmamız gerekir. O sebepledir ki, “Allah Kur’an’ı öğretti, beyanı da öğretti” diyor. Beyan, diğer bütün ilimlerdir. Burada şu sorulabilir. Madem ki biz denemelerimizle bu kanunları öğreneceğiz, Kur’an’da anlatılmasının mânâsı nedir? Ne işe yarar?

Bunun için dört hikmet gösterebiliriz:

a)    Denemelerle parça parça bilgiler ediniriz. Bu parçalı bilgilerin birleştirilip sistem mekanizmasının ortaya konması gerekir. Kur’an, bilgilerin birleştirilip sistem hâline getirmekte bize yol gösterir.

b)    Denemelerin insanlar tarafından birbirine aktarılabilmesi, hatta nesillerden nesillere ulaşabilmesi için insanlığın ortak dili olması gerekir. Bu ortak dil yoksa, sonuçlar parça parça kalır ve yerinde yok olurlar. O halde insanlığın aynı çağda bütün kavimleri, değişik çağlarda tüm insanları anlaştıracak “ortak bir dil”e gerek vardır. Bu da ancak elde değişmez bir metin olursa sağlanır. İşte Kur’an böyle çağların değiştiremediği bir kitaptır. Lâfızları ve mânâları ile değiştirilemiyor. Bu sebepledir ki “Kur’an Dili” erişilemez dildir. “Kur’an Arapçası”na yaklaşabilecek başka bir dil mevcut değildir, mevcut da olmayacaktır. Çünkü onlarda Kur’an yoktur. Mustafa Kemal’in “Nutku”nu tercüme etmeseler, anlamıyoruz. İngilizlerin “Şekspir”ini de o günkü dil ile İngilizler takip edemezler. Oysa Kur’an bugünün en kolay öğrenilebilen ve anlaşılabilen bir metindir. İşte Allah Kur’an’da bütün konularla ilgili bilgileri vermektedir ki, ona dayanılarak “ilim dili”nde gelişme olsun ve yeni kavramlar bu dile yüklensin.

c)    Diğer taraftan ilimler ayrı ayrı kelimeler üreterek her ilmin başka dili doğmaktadır. Bu durum ilimler arasındaki irtibatı kaybetmektedir. Parça parça olan ilimler insanlığı da düşünceleri de parçalamaktadır. Oysa Kur’an konulara ayrı ayrı adlar vermekle beraber, bizden “kıyas etmemizi” istemektedir. Mesela, kalbin atışları ile magnetik alanın oluşması arasında irtibat vardır, bu “zâriyât” ile ifade edilir. Şöyle ki, kalp bir taraftan genişleyip daralmakla kanı hücrelere pompalamakta, kalbin kasları da bu kanı almakta ve bu sefer o hücreler kalbi kasıp gevşetmektedir. Burada da birbirini doğurma olayı vardır. Yani nasıl elektrik magnetiği, magnetik elektriği doğuruyorsa; bunun gibi kalp hücreleri beslemekte, hücreler de kalbi çalıştırmaktadır. Böylece kullanacağımız terimler Kur’an terimleri olursa analoji/ kıyaslama çok daha kolay olacaktır. Bunun için Kur’an değişik âyetlerde bu genel oluşlara işaret etmekte ve bize benzerlikleri göstermektedir.

d)    Bugünkü ilim daha çok Lâtince veya Arapça yapılmakta, Lâtincede ise terimler keyfi seçilmektedir. Bu da o ilimleri öğrenecek kimseye ağır yük yüklemektedir. Diğer dillerde ilim öyle ifade edilmektedir. Oysa Arapçada durum tam tersinedir. Bir öğrenci bir ilme başladığı zaman yeni icad edilmiş kelimelerle karşılaşmamaktadır. Tam tersine Arapçada her gün kullandığı kelimelerle karşılaşmaktadır. Bu kelimelerin kök sayısı 1000 civarındadır. Her ilimde o kelimelere başka mânâlar yüklenmektedir. Mesela, bir inşaatçı için “ref etmek” demek, tuğlaları yukarı çıkarmak anlamında olduğu halde; bir matematikçi için “ref etmek” benzer sayıların çarpımını yapmak demektir. İşte Kur’an dilinde gelişme böyle olmaktadır. Belli kurallarla kelimelere veya cümlelere yeni mânâlar yüklenir. Bu da eğitimi son derece kolaylaştırmaktadır. Bunun başka yararı, bir ilimde ihtisas sahibi olanların diğer ilimlerde çok kısa zamanda ihtisas sahibi olabilmeleridir. Çünkü temel benzerliklerini öğrendikten sonra bütününü çok kolay halleder. Matematiğin ilimlere sağladığı kolaylık bunlar olmuştur. Mesela, bir elektrikçi termikçi olmasa da akışkanları bildiği için çok kolaylıkla oradaki sorunları da çözebilir.

Demek ki burada kullanılan kelimeler yalnız elektrik devreleri değil;

bütün konulardaki devreleri açıklamaktadır.

قسم QSM: Cüz, bir şeyin parçası demektir.  “Kol” insanın cüz’üdür. Ayrılması gerekmez. “Kısım” da bir paçadır ama ayrıldıktan sonraki parçadır. Bir çubuğu kırarsanız, çubuklardan biri bir kısım, diğeri diğer kısım olur. Türkçede de “kesim” bu mânâdadır. “Kesmek” ve “kırmak” iki kelimedir. Arapçada kesmek için “kesr” veya “kısm” kelimeleri kullanılır. “Kırmak” yerine “kat’” kelimesi kullanılır. Bu kelimeler arasında bir mahreç yakınlığı olduğunu her halde hissediyorsunuz. Dünyadaki bütün diller arasında böyle yakınlıklar vardır. Bu da dünyadaki bütün dillerin aynı dilden gelişip çoğaldığını göstermektedir. Biyolojideki genler ve dillerdeki benzerlikler insanın bir anne-babadan türediğini göstermektedir. Böylece, “insanlar uzun zaman içinde maymunların değişmesi ve gelişmesi ile oluşmuştur” varsayımı iflas etmiştir. Hayvan kemiklerinin kalıntısı üzerinde yapılan incelemeler bu teoriyi doğrulamamıştır. Çünkü ara kemikler yoktur.

Taksim” tef’il bâbıdır. Tef’il bâbı lâzım fiilleri müteaddi yapar; yani geçişsiz fiilleri geçişli yapar. Biz Türkçede bunu “dır” eki ile yaparız; Kalkmak/ kaldırmak.. Atmak/ attırmak gibi... Arapçada iki geçiş bâbı vardır: İf’al bâbı, bir de tef’il bâbı. Tef’il bâbı teksir içindir. Devamlılığı ifade eder.  Burada da “bölüştürenler” anlamındaki taksim, teksir ve tekrar anlamına gelen bâbını ifade eder. Câriyâttaki akışın anlamını tamamlamak üzere devamlı olarak işleri bölüştürür, enerjiyi bölüştürür anlamını vermiş olur. İnsan vücudunda da kan dolaşımı değerleri hücrelere kadar götürür, hücrelerin neye ihtiyaçları varsa onu alırlar. Buradaki çok önemli husus, böyle dolaşımlarda yük taşıyanlar genel olarak yük taşırlar. Taşımak için gücünü merkezden alırlar. Taşıma masrafları merkezlere aittir. Yararlananlar taşıyanlara değil de merkeze karşılığını öderler. Bu hem elektrik devresinde böyledir, hem de kan dolaşımında böyledir. Ekonomide de böyle olması gerekir. Yani, her türlü ulaşım bedava olmalıdır. Tüketiciler nakliyecilere bir şey ödememelidirler. Nakliye masrafları merkezden yani kamu tarafından karşılanmalıdır. Böyle yaparsanız memleketin her tarafında fiyatlar eşit hâle gelir, ülke bölünmez bütün olur. Yoksa anayasalarda “bölünmez bütün” yazmakla bölünmez bütün olmaz. Nasıl benim vücudum sizin vücudunuzdan farklı ise, ülkemizle komşuların ülkeleri de farklı olmalıdır. Bu da bedelsiz ulaşımla sağlanır. Kars’taki bir köy İstanbul’dan bedelsiz istediği malı nakletmelidir. Karşısındaki bir Ermeni köyü de Erivan’dan aynı imkâna sahip olmalıdır. O zaman o köy bizim köy, karşı köy onların köyü olur. İşte bu sebepledir ki Kur’an’da Ulaşım Vakıfları için kamu bütçelerinden pay ayrılmıştır. Ulaşım Osmanlılar zamanında o günkü deve kervanları ile karşılıksız yapılıyordu. Görüyorsunuz ki burada bu âyetleri yorumlarken, elektrik devreleri kadar biyoloji, biyoloji devreleri kadar da ekonomik devreler işin içine girmektedir.

Biz burada Kur’an âyetlerine yeni mânâlar veriyoruz; ama bu yeni mânâlar eski mânâları yanlışlamıyor, tam aksine o mânâları teyit ediyor ve çağın problemlerini çözüyor.

Ulaşım kamu tarafından ve bedelsiz yapılmalıdır” sonucunu bu âyetlerle çözmüş oluyoruz. Devreler enerji üretmiyor hatta depolamıyor, sadece dolaşımı, bölüşümü ve dağıtımı sağlıyor. Bunu sürekli yapıyor. Tren, otobüs, uçakla meydanlardan devamlı kalkıyor, gidiyor ve geliyor. Halk da istediği zaman biniyor ve istediği yere gidiyor. Ulaşım, dolayısıyla bölüşüm devamlı sağlanıyor. “Muksimeti” demeyip de “mukassimâti” demekle Kur’an bunu ifade etmiş oluyor.

مقسمات Mukassimât, dişi kurallı çoğuldur. Bu bir sistemi ifade eder. Buradaki önemli husus; bölüştürenler, enerjiyi verenler parçacıklardır. Kanda “emoglobin” denen madde oksijen ve CO2 taşımaktadır. Elektrikte de enerji parçacıklarını elektronlar hızları ile taşımaktadırlar. Çoğul parçacıkların olduğunu ifade etmiş olurlar. Diğer taraftan bu enerjiyi bölüştüren parçacıklar hep aynı parçacıklardır. Çekirdekten kopan elektronlar yüklenmiş olurlar. Sonra akıp gider ve yüklerini gerekli yerlere, istenen yerlere boşaltırlar. Bütün bu işleri yapan “elektron” denen elektrik parçacıkları vardır, onlar yaparlar. Bu sebeple burada bu da marife gelmiş yani harf-i tarif ile gelmiştir.

Elektronların büyük bir elektrik yükü, küçük kitle taşıdıklarını yukarıda anlattık. Bunu “yüsran” sözü ile ifade ettik. Parçacıkların taşıdığı enerji daha önce belirtildiği gibi ½ m v^2 dır. Yükü artırmanız için ya kitlesini ya da hızını artırmanız gerekir. Yükü artırdığınız zaman taşımak zor olur. Oysa hızı artırdığınızda taşıma kolaylaşır. İşte bu sebeple elektronların yükleri büyük, kitleleri küçük tutulmuştur. Böylece kolayca akmaktadırlar. “Yüsran” bunu ifade ediyor. Bu parçacıklar maruf olduğu için burada harf-i tarifli yani marife olarak kullanılmıştır.

امرا EMRAN: “Safa” sert, “Merve” yumuşak taştır. Kâbe’deki ziyaret tepeleri böyle farklı taşlardan oluşur. Bu kelime “Merre”ye dönüşmüş ve geçmek anlamında kullanılmıştır. “Murur etmek” uğramak mânâsına gelir. Bir köprüyü geçmek, bir deliği geçmek bu kelime ile ifade edilir. Yumuşak taşlara saplanan demir geçtiği için bundan istiare edilerek geliştirilmiştir. “E” harfi ta’diye içindir. “Emerre” demek, geçirdi demektir. Sonra sonundaki “R” veya “V” düştü, başındaki “E” asıl harf oldu. Böylece “EMR” sözü ortaya çıktı. Sözü söylemek, sözü geçirmek anlamına gelmektedir. Burada çok önemli husus vardır. Emirde icbar yoktur. Siz söylüyorsunuz, karşı taraf kabul ederse o söz geçerli hâle gelir. Kanda dolaşan maddeler için de aynı şey sözkonusudur. Kan hücrelerin kapısına gerekli malları götürür, onların ihtiyacı varsa alırlar, yoksa başkasının kapısına götürür veya gerisin geri getirir. Elektrik devrelerinde de olay aynıdır. Bobinlerden devre geçer, siz ondan isterseniz yararlanırsınız, isterseniz kullanmazsınız. Zorla size kullandırmaz. Bunun sosyal yapıdaki karşılığı, “hâkim devlet” yoktur, “hâdim devlet” vardır. Kamu halkın yararına hizmetini sunar, isteyen yararlanır, isteyen yararlanmaz. Onu yararlanamaya zorlamaz. Mesela, bir suçlu mahkemeye dâvet edilir, gelirse muhakeme edilir, gelmezse kovalanmaz, zorla tutuklanarak mahkemeye getirilmez. Ancak onun için hukukun himayesi kalkar, Yani onu öldüren olursa öldüren cezalandırılmaz. Böylece suçlu kendisini koruması, çoluk çocuğunun korunması için kendiliğinden gelir teslim olur ve muhakemesini ister. Gelmezse, başına gelecekleri artık kendisi bilir.

Bakınız, “emir” kelimesinden çıkan mânâların neleri ifade ettiğini görünüz.

Bu sebeple İslâmiyet’te hapishane yoktur, tutukevi yoktur, karakol yoktur.

İşte şimdi bugünlerde cereyan eden olaylarda görüyorsunuz. Polis affedilmiyor, işkence affedilmiyor da; katil, zalim, hırsız, cani affediliyor. O polis görevi için işkence yapmıştır. Başka çare bulamamıştır da yapmıştır. Şahsi kini olduğu için yapmamıştır. Hapishanedekiler ayrı devlet kurmuşlar, istedikleri gibi oradan fitne çıkarıyorlar, onlar ölüm orucuna girdi diye bu devlet içinde devlete izin veriliyor. Yani, ülke artık eşkıyalara teslim oldu demektir. Ne var ki, içeride ölüm orucu tutanlar keyfi olarak tutmuyor, içerdeki çetelerin baskısı ile tutuyorlar. O bakımdan da “bırakın ölsünler” de diyemiyoruz. Çare nedir? Çare, Adil Düzenin, şeriatın dediklerini yapmaktır. Hapishaneleri kaldırmaktır. “Hâkim Devlet”in yerine “Hâdim Devlet” yapmaktır. “Hukuk Düzeni”ne uymayanları cezalandırmak değil, tenkil etmek gerekir. Cezalanmayı kabul edenleri de cezalandırmaktır. “Emir” kelimesi bunu ifade ediyor.

Fizikte iş değişik kalıplara girer.

İlk varoluşu elektron parçacıklarının ışık hızı ile aldıklar yol şeklindedir.

E= m*c^2                   Kitle enerjisi

E= ½ m v^2                Her hangi bir hızdaki enerji

E= f*l                          Bir ağırlığı yukarı kaldırdığınız zaman yapılan iş

E= I*V                        Elektrik akım enerjisi

E= B*H/(8*3.14)       Magnetik akım enerjisi

E= K*T                      Isı enerjisi

E= m*h                       Hidrolik enerjisi

E= P*V                       Gaz enerjisi

E= e*F/S* DL/L         Uzama - kısalma enerjisi

E= h*n                        Işık enerjisi

Enerji işte böyle değişik şekillere girer. Makinalar bu enerjileri dönüştürürler. Bu hususta elektrik taşımaya aracılık yapar. Burada “emir” kelimesi nekiredir, ama müfrettir. Nekire olması değişik enerji tiplerinin olduğunu ifade eder. Böylece, her yere kendisinin alabildiği bir tür enerjiyi verirler, anlamı çıkar. Gerçekten Keban’dan çıkan elektrik enerjisi değişik yerlere giderek oralarda değişik hizmetler görürler. Odamızı aydınlatırlar, odamızı ısıtırlar, buz dolabımızı çalıştırırlar, televizyonumuzda görüntü olur, fabrikalarda motorları çevirirler, kanallarda suları çekerler. Artık aklınıza ne gelirse oralarda harcanırlar. Ama harcama yaparken o yerin ihtiyacına göre değişirler. Enerji su gibidir. Su nasıl hangi kaba koyarsanız onun şeklini alırsa, enerji de hangi cihaza girerse o cihazın ürettiği enerji tipine dönüşür.

Emr kelimesi müfret nekiredir. Bir tip enerjiyi dağıtırlar anlamı da çıkar. Bu anlamı da doğrudur. Bütün enerji elektrik enerjisidir. Hepsi  hf  ile ifade edilir. Bütün enerjiler ışık enerjisinden dönüşmüştür. Şimdi bu enerjileri sıralayalım:

1-                  GAMA IŞINLARI: Atomun parçalanmasından dolayı açığa çıkan en kısa dalgalar. 10^(-10) cm

10^20 Hrz, 10^6 ev (1.602*10^6 !0^(-12) = !0^-6 Erg),      10-^-10 cm

2- X IŞINLARI: Atomda elektronların yer değiştirmelerinde artan enerji (10^18,  10^(-8),   10^-7

     Elektronların atom içinde yer değiştirmelerinden doğan  enerji            (10^15,  10^(-12)  10^-5

3- Moleküller arası dalga (ısı)                                                                      (10^12,  10^(-16)  10^(-2)

4- Radyo dalgaları (bobin, kondansatör)                                              (10^9  ,  10^(-20)  10^1

Bunların hepsi “fotonlar”dan ibarettir. Maddeye hız kazandıran çarpışmalar kuralı ile bu fotonlardır. Daha önce entegral yaparak  m= mo / (1-(v/c)^2)^.5  olduğunu görmüştük. Yani, artan hız fotonun kitlesinin eklenmesinden oluşmaktadır. Demek ki, enerjinin kaynağı elektromagnetik dalgalardır. İşte “EMRAN” kelimesinden bu ifade ediliyor. Çünkü herkese aynı enerji bölüştürülüyor.

Burada kâinatın kaynağının daima tek olduğu ortaya konmuş oluyor. İlk var edilen parçacıklar elektrik ve kitlesel yüke sahiptirler. On milyar yıl önce patladığı zaman ışık hızı ile uçuyordu. Kâinat büyüyor ve ışık hızı ile hareket eden parçacıklar arasında boşluklar oluyor, sıcaklık düşüyordu. Sonra bu parçacıkların 1837+1 leri birleşip hidrojen çekirdeği ile elektronları oluşturdular. Biraz daha soğuyunca hidrojen atomları birleşti ve diğer atomları da oluşturdu. Boşluk artınca madde birbirini çekti, galaksiler oluştu. Madde parçacıklar bir merkez etrafında dönerken birbirini çektiler ve itme kuvveti ile halkalar oluştu. Halkalar birleşti yıldızlar oluştu, gezegenler oluştu. Gezegenler yıldızların etrafında dönmeye başladılar. Gezegenler soğudu, kara parçalarını oluşturdu. Merkezde atomun parçalanmasından yer enerjisi doğdu. Yıldızlarda ise hidrojen helyuma dönüştü ve ışık enerjisi doğdu. Biz şimdi yeryüzünde bu enerjilerden yararlanıyoruz. Atom enerjisi, yeraltı ısı enerjisi, atomların parçalanmasından oluşan enerjidir. Büyük atomlar parçalanırlarsa enerji verirler. Güneşte ise Hidrojen vardır, Helyuma dönüşerek ışık yaymaktadır. On milyara yakın zamandan beri ışık yaymakta, daha 10 milyar yıl yetecek yakıtı vardır. Denizdeki suları ısıtmakta, yağmur hâline dönüşmekte, biz barajlar yapıp yararlanıyoruz. Yahut yapraklarda kimyasal enerji olmakta, ondan yararlanıyoruz. Kimyasal enerji moleküllerde depo edilen enerjidir. Karbonatlarda depo edilmektedir.   Buna göre bizim kullandığımız enerjileri şöyle tasnif edebiliriz:

1-    Güneşte Hidrojenin Helyuma dönüşmesi ile elde edilen enerji.

a)    Mekanik enerji, (su ve rüzgar enerjileri).

b)    Kimyasal enerji, (canlıların depoladığı enerji, kimyasal enerji).

2-    Yerden temin ettiğimiz enerji çok azdır.   

)                   Atom enerjisi,   b) Isı enerjisi.

Biz bu enerjileri belli şekilde elektrik enerjisine çevirerek her tarafa dağıtırız. Gerçi bugün kömürü, petrolü, gazı da taşıyor ve kullanıyoruz. Ancak bunlar hem çevre kirliliği yapıyor, hem her işe yaramamaktadır, hem taşımaları zordur, hem de bunlar tükenmektedir. Gelecekte bütün enerjiler elektrik enerjilerine çevrilecek ve öyle dağıtılacaktır. Bu âyet bize bu yolu gösteriyor. Yeryüzü 1 milyon KVA üzerinde voltajlarla, enerji hatları ile dolacaktır. Ülkeler 100 bin voltluk hatlarla bölgelere ulaştıracaktır, onlar 10 000 kilovoltluk cereyanla illere ulaşacak, onlar da 1000 kilovoltluk cereyanlarla bucaklara varacak, onlar 100 voltluklarla ocaklara varacak. Evlerde çarpma tehlikesini önlemek için 10 voltluk cereyan kullanılacaktır. Onluk Sistem. Yeryüzü elektrik ağ tabakasına dönüşecektir. Üreticiler ürettikleri elektriği şebekeye satacaklar, Tüketiciler tükettikleri elektriği şebekelerden çekeceklerdir. Taşıma masrafları kamu tarafından karşılanacaktır. Tıpkı yollar gibi, bu işi vakıf müesseseler yapacaktır. Bu sayede elektrik yeryüzünde aynı değeri taşıyacaktır. Arz ve talep serbest olacaktır. Tabii ki depolama ve üretimi halk yapacaktır. Sadece kamu yani vakıflar taşıma işlerini yapacaklardır.

“Biz geleceğin bin yıllık medeniyetinin temellerini atıyoruz ve bunu da Kur’an’ın öğretilerine göre yapıyoruz” derken, işte bunları kastediyoruz.

Biz bunları sadece bu âyetle istidlâl etmiyoruz. Başka âyetlerle bu teyit edildiği gibi sünnet ve fıkhın verilerine de tamamen uygundur. Elektrik hatlarını kara yollarına, trafo binalarını kervan saraylarına benzetiyoruz. Elektronlar da develere yüklenen mala benziyor. Bunlar özel, sadece ulaşım araçları devlete ait. Kamu naklediyor, ama üretmiyor ve tüketmiyor. İşte sosyalizm ile kapitalizm arasındaki denge. Biri, yolu da kendin yap diyor; diğeri, üretimi de ben yapacağım diyor; biz ise, üretimi ve tüketimi halka bırakıyoruz, buna karşılık yolları devlet yapmış oluyor.

Şimdi kullanılan enerji türlerini de tasnif etmeliyiz:

1-    Isı enerjisi,

2-    Işık enerjisi,

3-    Mekanik enerji,

4-    Elektro magnetik dalga enerjisi.

Bunları alan cihazlarımız vardır ve o cihazlarla bu enerjilerden yararlanırız.

Kullanma bakımından da enerjiyi tasnif etmeliyiz:

1-    Üretim enerjisi,

2-    Tüketim enerjisi.

Kullanan bakımından da enerjiyi tasnif etmeliyiz:

1                                            Özel işlere harcanan enerji,

2                                            Kamu işlerinde harcanan enerji.

Burada kamu üreticilerden vergi alacaktır. Yani, 100 kw’yı üreten 20’sini kamuya verecektir. Dağıtımın kamu tarafından yapılmasının başka yararı vergilendirmedir. Sanayici veya tarım sektörü harcadığı elektrik kadar üretim yapmış olur ve ona göre kamuya pay verir. Bugünkü Maliye Bakanlığı ve muhasipler  ortadan kalkar. Bunlar kamu gelirlerini toplamada değil harcamada istihdam edilirler.

Âyetlerin mânâsını sona erdirirken, bu âyetlerin yeminine verilen cevaba tekrar işaret edeceğiz. Başlangıçta “Va”/“Yemin Vavı”nı izah ederken âhiretten bahsetmiş, âhirete gidişin de bir döngüden ibaret olduğunu anlatmıştık. O mânâlar o zaman bize gelen mânâlar idi. Şimdi âyetin sonuna geldiğimiz zaman bu  yeminin cevabı olan âyetlerin başka mânâlarını anlamış olacağız; bu dünya ile olan ilgisi ile anlayacağız. Birincisi ne kadar doğru ise bu mânâlar da o kadar doğrudur. Çünkü Kur’an zikirdir. Zikirdir demek, hatırlatmadır demektir. Bir şeyi gördüğünüz zaman size bugün başka şey, yarın da başka şey hatırlatabilir. Hatırladığınız iki şey de doğrudur. Âyetleri okurken de bugün bir mânâ anlarsınız, yarın başka mânâ anlarsınız. İkisi de hatırlatma olduğu için ikisi de doğrudur. Çünkü her iki mânâ da size ilhamla gelmiştir. Objektif kurallara uyuyorsa, usûle göre yorumluyorsunuz, o mânâlar doğrudur. Usûle uymuyorsa o fücurdur. Kur’an’ı usûlsüz anlamak ne kadar yanlışsa, usûle göre de anlamamaya çalışmak o kadar yanlıştır. Bunun için tarikatların şeyhleri şeriat konularında asla ilhama dayanmazlar, onlar fıkıh kitaplarının verdiği hükümlere harfiyen uyaralar.

Bize olan muhalefet nereden geliyor?

Günümüzün gerek İslâmî gerekse batı ilimlerini okuyanlar, hep klasik dersler içindedirler. Her ikisi de artık çıkmazdadır. İslâmî ilimler bin sene önceki içtihatlardır, günün sorunlarını çözmüyor. Batılıların ilimleri de bâtıla dayandığı için bir türlü sorunları çözemiyor. Çözse bile, bize yabancı olduğu için bize uymuyor. Biri eski, diğeri yabancı olduğu için üniversite camiası cehalet içindedir. Ama büyük büyük unvanları var, bu cehaletleri mevcut sömürü düzeni desteklediği için de bol bol maaşları var. Hiçbir sahada varlıklarını gösteremiyorlar. İşte o zaman Kur’an’ın hakikatlerini açıklamaya başlayan kimselere düşman oluyor ve saldırıyorlar. Onların düşmanlıkları o kişilere değil Kur’an’adır, bunun da farkında değildirler. Bediüzzaman’a hasım olmaları bundandır. Adil Düzen’e hasım olmaları bundandır. Bunları tabii göreceksiniz. Bunlar sosyal olayın tabii sonucudur. Fizikteki etki-tepki kanunu sosyal olaylarda da geçerlidir. Allah’a inananlar, sağda ve solda söylenenlere değil, Kur’an’a kulak verirler. Allah’a hamd olsun ki, ülkemizde artık Kur’an’ın okunmasına başlanmıştır. Bunların içinde yanlış yol tutanlar da vardır. Ama zamanla ya Kur’an’la ilişkilerini keseceklerdir veya doğru yola geleceklerdir. Onun için Kur’an’la ilgilenen herkesle siz de ilgilenin. Yanlış mânâlar veriyor diye korkmayın. Allah kendi kitabını yanlış yorumlatmaz. Bundan sonraki âyetler ne diyordu?

“İşte bu devrelere yemin olsun ki size va’dolunanlar doğrudur. Ve din vâki olacaktır.” 

Allah bize neler vâdediyor? Allah bize gelecekte “Beşinci İslâm/ İkinci Kur’an Medeniyeti”nin kurulacağını vâdediyor. Batının ateist kuvvet medeniyetinin çökeceğini ve yeryüzünün daha adil ve daha ileri bir “Hak Medeniyeti”ne, “Kur’an Medeniyeti”ne erişeceğini vâdediyor. İşte burada da bunu teyid ediyor. Size vâdedilen doğrudur. İkinci Kur’an Medeniyeti gelecektir diyor. Yeryüzünü MehdilerMesihler değil; yeryüzünü asrın âlimlerinin yorumu ile Kur’an kurtaracaktır. İnsanlık 16 belâ ile sosyal tufana doğru gidiyor, ama insanlık “Adil Düzen arayışları” ile “sosyal gemi”sini de inşa ediyor. İnsanlık 16 belâdan kurtulacak ve yeryüzüne hak hâkim olacaktır. Kur’an işte bunu vâdediyor. Şimdi bizim derslerimizi takip etmeyenler “Bunu nereden çıkardınız?” derler. Bizim internette yayınlamakta olduğumuz yazılarımızı takip etsinler, şüpheleri varsa sorsunlar... Göreceklerdir ki, “Beşinci İslâm Medeniyeti”nin yani “İkinci Kur’an Medeniyeti”nin fecri doğmuştur. Hazırlığımızı yapıyoruz. Biraz sonra güneş doğacaktır. O zaman artık o medeniyeti inşa etmeye başlayacağız. Şimdi öğrenme safhasındayız. Bunu daha önce Bediüzzaman da söylemiştir. Süleyman Tunahan ısrarla Kur’an tedrisine devam etmiştir. Ateistlerin sandığı gibi 70 yaştakiler ölünce din bitmeyecek. Kimse Kur’an’ı unutturamayacak, kimse ezanı susturamayacak.

28 Şubat Olayı bizdeki eksikliğin ve hatanın eseri olarak Allah’ın onlara verdiği izindir. Biz düzeldiğimiz zaman onlar yok olup gideceklerdir. Bizim mücahedemiz nefislerimizle olmalıdır. Onları yensek, Allah başka “onlar”ı çıkartır. Biz düzelelim, onların hesabını görmek Allah’a çok kolaydır.

İşte Allah’ın vâdettikleri bunlardır. Va’d burada bitmiyor. “Din vuku bulacaktır” diyor. “Din” deyince iki şey anlaşılır, “düzen” yahut “hesap”. Baştan bu âyetlere mânâ verirken “din”e “hesap” anlamını vermiş ve “âhirette herkesin hesabı görülecektir” demiştik. Halbuki “din” aynı zamanda “düzen” demektir. Kur’an’da “Firavun’un düzeni”nden bahsederken “melikin dini” diyor. O halde vâdedilen şey nedir? “Adil Düzen”dir. Demek ki yeryüzüne Adil Düzen gelecektir. Refahlılar “Adil Düzen”i bıraksalar da Allah bırakmamıştır ve başka bir taife çıkaracak o taife “Adil Düzen”i getirecektir. “Adil Düzen” deyince, isim olarak “Hukuk Düzeni”dir. Anayasada değişmez madde olarak zikredilen hukuk düzenidir. Onun değişik özellikleri vardır. Adil düzendir, yanı denge düzenidir, İslâm düzenidir, yani barış düzenidir. Hak düzenidir, yani herkese hakkın verildiği düzendir. Şeriat düzenidir, yani herkesin kendi hukukunu kendilerinin oluşturması düzenidir. Adil Düzen, anayasamızda sayılan demokratik düzendir, lâik düzendir, sosyal düzendir, liberal düzendir. Bunlar aynı mânâlardadır. Demokrasi=Şeriat, Sosyal düzen=Hak düzeni, İslâm=Liberal düzen, Lâiklik=Adil Düzen demektir. İnsanlık bu kavramlara binlerce yıldır mücadele ederek ulaşmıştır. Tevrat ve Kur’an’ın öğretileri ancak bugün anlaşılmıştır. Aynı mânâda olan Lâtince ve Arapça kelimeleri ayrı ayrı şeyler sanıp kavga etmek dalâlettir, bölücülüktür, yıkıcılıktır. Biz bu sözleri söylerken içeriği ile söylüyoruz. İşte Allah’ın burada harf-i tarifle tarif ettiği düzen gelecektir, demesi bunu ifade eder, yani “Size Kur’an’da tanımladığımız Hak düzen gelecektir.”

İşte sizlere yüklenen yükün ne kadar ağır olduğunu bilin, ama arkanızda Allah vardır.

Zayıflığınıza asla bakmayın. Siz sadece elinizden geleni yapın.

Elimizden ne gelir?” diyeceksiniz.

a)    Birinci vazifenizburalara gelerek bu dersleri takip etmeniz, gelemiyorsanız bulunduğunuz yerde  metinleri temin ederek birlikte okumanız.

b)    İkinci vazifeniz, bu çalışmalarımıza katkıda bulunmanızdır. Bu katkıyı imkânlarınız nisbetinde yapacaksınız. Biz bunu karşılıksız yardım olarak istemiyoruz. Ayda 100’er dolar vererek bize ahşap ev siparişi veriniz. Bu ev siparişleri ile “Adil Düzen”e göre bir işletme oluşturuyoruz. Yarın süper marketler de kuracağız. Size vâdolunanlar vuku bulacak, ahşap evler yapılıp size verilecektir.

c)    Üçüncü vazifenizbu çalışmalarımızdan çevrenizi haberdar etmenizdir. İnternet kodunu veriniz. Burada anlatılanları çevrenizle tartışınız. Hatalarımız varsa, onlardan öğrenip düzeltmemizde katkıda bulununuz. Siz aktaramıyorsanız, onlar gelsin bizimle tartışsınlar; arkamızdan gıybet yapmasınlar, dedikodu etmesinler. Biz burada her konuşmanın sonunda herkese sıra ile söz veriyoruz. Bunu eksikliklerimizi göstersinler ve katkıda bulunsunlar diye yapıyoruz.

d)    Dördüncü vazifenizbu konuda özel çalışmaya başlamanızdır. Biz bunu Kur’an’daki kelime köklerine verilecek mânâlar ile başlatmıştık. Her “Kur’an  Âlimi” bir “kök” seçsin ve onun üzerinde çalışmaya başlasın. Her âlim bunlardan birine katılsın ve ona müşavirlik yapsın. Diğer kardeşlerimiz de onların verecekleri konuları incelesinler. Bu incelemeleri yapamayanlar ise maddeten katılsınlar, katkıda bulunsunlar. İnsan ya “ilim yapar” ya da “para kazanır”. Parası olanlar paraları ile, ilmi olanlar ilimleri ile katkıda bulunsunlar. Açıkça yazıyor ve söylüyorum;

1-    Kur’an âlimi iseniz, Kur’an’dan bir kelime seçin ve çalışmaya başlayın.

2-    Âlim iseniz, Kur’an âlimlerinden birini seçin ve onlara o kelime ile ilgili katkınızı götürünüz.

3-    Talebe iseniz, Kur’an üzerinde çalışanların verecekleri konularda araştırmalar yapınız.

4-    Hiçbirisi değilseniz, para kazanınız ve madde ile bunları doğrudan siz seçerek destekleyiniz. Bize bir şey vermeyiniz.

Sakın beşincisi olmayınız, yoksa helâk olursunuz. Kur’an’a hizmet edenler varolacak, diğerlerini sosyal tufan yutacaktır. Bunlar hep Kur’an’ın vâdettikleridir.

Her gün basın-yayında bunların işaretlerini alıyorsunuz.

Allah’ın selâmı ve hidâyeti üzerimize olsun.

 






Son Eklenen Makaleler
Yasin Kılar (Karar Danışmanı - Mentor)
YAPAY ZEKÂYI EĞİTMEK - TRAINING ARTIFICIAL INTELLIGENCE
23.02.2025 31 Okunma
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-46
23.02.2025 296 Okunma
1 Yorum 23.02.2025 10:40
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-45
22.02.2025 404 Okunma
1 Yorum 22.02.2025 05:19
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-44
21.02.2025 460 Okunma
1 Yorum 21.02.2025 11:04
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-43
19.02.2025 488 Okunma
1 Yorum 19.02.2025 08:34
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-42
18.02.2025 528 Okunma
1 Yorum 18.02.2025 08:25
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-41
17.02.2025 566 Okunma
1 Yorum 17.02.2025 08:30
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-40
16.02.2025 624 Okunma
1 Yorum 16.02.2025 17:52
Özer Ataç
Sahtelik 4
15.02.2025 657 Okunma
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-39
15.02.2025 830 Okunma
1 Yorum 15.02.2025 12:31
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-38
14.02.2025 606 Okunma
1 Yorum 14.02.2025 08:58
Süleyman Karagülle
SEÇKİN SAYILAR VE 19 MUCİZESİ 05.01.2001
12.02.2025 126 Okunma
Süleyman Karagülle
BORÇLARIN TASFİYESİ KANUNU 22.12.2000
12.02.2025 75 Okunma
Süleyman Karagülle
BORÇLAR 22.12.2000
12.02.2025 77 Okunma
Süleyman Karagülle
DIŞ BORÇ(BAKARA278-279) 22.12.2000
12.02.2025 99 Okunma
Süleyman Karagülle
AHŞAP ARALIK ÇALIŞMALARI 15.12.2000
12.02.2025 155 Okunma
Süleyman Karagülle
GENEL ÇALIŞMA KURALLARI: 15.12.2000
12.02.2025 78 Okunma
Süleyman Karagülle
MUKASSİMÂT(zariyat4.ayet) 15.12.2000
12.02.2025 105 Okunma
Süleyman Karagülle
GENEL DURUM VE ÇÖZÜM 08.12.2000
12.02.2025 91 Okunma
Süleyman Karagülle
AKEVLER DENGE KULÜBÜ SÖZLEŞMESİ 08.12.2000
12.02.2025 71 Okunma
Süleyman Karagülle
C Â R İ Y Â T (ZARİYAT3.AYET) 08.12.2000
12.02.2025 68 Okunma
Süleyman Karagülle
K Ü R T Ç E 01.12.2000
12.02.2025 86 Okunma
Süleyman Karagülle
ORUÇ BABA 01.12.2000
12.02.2025 99 Okunma
Süleyman Karagülle
M E S İ H 01.12.2000
12.02.2025 98 Okunma
Süleyman Karagülle
HÂMİLÂT (YÜKLER) 01.12.2000
12.02.2025 82 Okunma
Süleyman Karagülle
“ZÂRİYÂT-1- ÂYETİ”Nİ AÇIKLAYALIM: 24.11.2000
12.02.2025 63 Okunma
Süleyman Karagülle
TESİR ÇİFTİ 24.11.2000
12.02.2025 84 Okunma
Süleyman Karagülle
AHŞAP EVE GETİRİLEN YENİLİKLER 18.11.2000
12.02.2025 92 Okunma
Süleyman Karagülle
DEVLETİN AF YETKİSİ VAR MIDIR? 18.11.2000
12.02.2025 89 Okunma
Süleyman Karagülle
İFRAT VE TEFRİT(KEHF28) 18.11.2000
12.02.2025 108 Okunma
Süleyman Karagülle
MATEMATİK İLE İfrat ve tefrit nedir? 11.11.2000
12.02.2025 109 Okunma
Süleyman Karagülle
KUR’AN MATEMATİĞİ TARİKATI 11.112000
12.02.2025 121 Okunma
Süleyman Karagülle
NEFİSTE SABIR(kehf28) 11.11.2000
12.02.2025 97 Okunma
Süleyman Karagülle
OKUMA/ TİLÂVET EMRİ 04.11.2000
12.02.2025 118 Okunma
Süleyman Karagülle
SÖMÜRÜ VE ÇARE 04.11.2000
12.02.2025 79 Okunma
Süleyman Karagülle
AKEVLERDEN HABERLER 28.10.2000
12.02.2025 70 Okunma
Süleyman Karagülle
MESKENLER VE İŞYERLERİ AYETİ 28.10.2000
12.02.2025 80 Okunma
Süleyman Karagülle
BOZULMA (ENTROPİ) 28.10.2000
12.02.2025 77 Okunma
Süleyman Karagülle
ERMENİ KATLİAMI 14.10.2000
12.02.2025 73 Okunma
Süleyman Karagülle
MARKETTE SELEM UYGULAMASI 14.10.2000
12.02.2025 66 Okunma
Süleyman Karagülle
FAİZSİZ İŞLETME 14.10.2000
12.02.2025 54 Okunma
Süleyman Karagülle
BELGRAD OLAYI 07.10.2000
12.02.2025 84 Okunma
Süleyman Karagülle
MÜTEŞÂBİH ÂYETLER 07.10.2000
12.02.2025 147 Okunma
Süleyman Karagülle
MEDENİYETLERİN ÖMRÜ 30.09.200
12.02.2025 100 Okunma
Süleyman Karagülle
AHMET BÜLBÜL’ÜN ÖLÜMÜ VESİLESİYLE; 30.09.2000
12.02.2025 90 Okunma
Süleyman Karagülle
Rektör Ethem Ruhi Fığlalıya cevap 23.09.2000
12.02.2025 111 Okunma
Süleyman Karagülle
KURANDA MUCİZE-1 23.09.2000
12.02.2025 112 Okunma
Reşat Nuri Erol
Yeni yıl ve yeni üç aylar iyiliklere vesile olsun-37
11.02.2025 566 Okunma
1 Yorum 11.02.2025 11:49
Bahaeddin Sağlam
Safsata ve Hakikat Kelimelerinin Etimolojisi
9.02.2025 73 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Bahane Kelimesinin Etimolojisi
9.02.2025 93 Okunma


© 2025 - Akevler