Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devleti değildir.
Neden değildir?
Değildir, çünkü anayasada ve yasalarda yazılanlar başkadır, hayatta uygulananlar başkadır. Örf hukuku içinde yaşmaktayız. Yasalarda çelişkiler vardır. Yasaların hedefi hukukiliktir, yani topluluk yasalara uyarak yaşayacaktır. Yoksa örf ile sadece bin hanelik bir bucak idare edilebilir. Topluluğumuz merkezi yönetime tabi olmakla beraber, fiiliyatta kanun dışı ve proje dışı kurallarla yaşamaktadır.
İnsanlık beş bin sene önce kurallar düzenine geçti. Bazı topluluklar bunu iyi kavradılar ve başarılı topluluklar kurdular. Bazıları ise bunu başaramadılar. Bu topluluklar hâlâ kişilerin yönetiminde yaşamaktadırlar. Türkiye de ilkel yaşayan bu gibi topluluklar içindedir.
Kendi köyümden biliyorum. Örnek olarak, kız kardeşlere topraktan miras payı vermezler. Oysa köyüm daha dördüncü asırda Hıristiyan olmuştur. Ardından asırlardır Müslümandır. Bir asırdır da Cumhuriyet dönemi kanunlarına tâbidir. Ama bütün bunlar köyüme etki etmemiş, hâlâ örfe göre yaşamaya devam etmektedirler. Bunun sosyal sebebi var, bunun daha başka sebepleri de var; mesela, büyük aile şeklinde yaşama zorunluluğu vardır. Bu da amca çocuklarının evlenmesini engelliyor. Kızlar uzak yerlere gelin gitmektedirler. Arazi parçalanırsa iki tarafa da yaramamaktadır. Bu sebeple kızlara miras verilme kuralına uyulmamıştır.
Türkiye’de anayasa vardır. Anayasaya göre başbakan var, cumhurbaşkanı var, meclis başkanı var, genelkurmay başkanı var. YÖK başkanı var. Daha başka uydurma kurumlar ve makamlar da var. Başsavcı var. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başkanı var. Barolar Birliği başkanı var. Odalar Birliği başkanı var. Var da var. Ne var ki bunların hiçbirisinin görevleri ya belirlenmemiştir yahut belirlenmiştir ama kimse bunları okumaz. Herkes anne karnından itibaren hukukçudur, her şeyi bilir. Bu duruma göre cahiliye dönemi içinde işlerini yapmaya çalışırlar.
Cumhurbaşkanı, meclis başkanı ve başbakan en yüksek makamı işgal ederler. Bunların görevleri ve yetkileri belli değildir. Oraya gelen kişilerin görüşlerine göre o makamda oturanlar ya etkili ya da pasif olurlar.
Eğer yeni düzene geçmek istiyorsak, önce bu üç makamın görev ve yetki alanlarını belirleyelim. Bunların şöyle veya böyle olması önemli değildir, belli olması önemlidir.
Peki, bunu kim belirleyecek, nasıl belirleyecek?
Mevcut mevzuat içinde ilim adamları belirleyecektir. Her âlim çalışacak ve kendi görüşünü ortaya koyacak. Âlimlerin görüşleri tartışılacak ve sonunda değişik varyantlı da olsa bütün görüşler ilmen ortaya konacaktır.
‘Başkanlık sistemi, yarı başkanlık sitemi, parlamenter sistem’ diyorlar...
Bunların ne olduğunu öğrenip uygulamadıktan sonra, hangi sistemi kabul edersen et, ne işe yarayacak?! Yine herkes bildiğini okuyacak ve güçlü olanın dediği olacaktır. Önce ilmî çalışmalar yapıp bu üç başkanın görev ve yetkilerini ortaya koymamız gerekir.
Meclis, anayasamıza göre her şeye hâkimdir. Cumhurbaşkanı görevi boş kalınca, meclis başkanı başkanlık yapar, o vekil tayin edemez. Meclis başkanlığında durum böyle değildir. O halde Türkiye’de sürekli olarak etkisiz halde bulunan meclis başkanları aslında en üst makamı işgal ederler. Başbakanlar ise üçüncü derecededir. Bunlar sadece meclisin çıkardığı kanunları uygularlar, ayrıca cumhurbaşkanı ile birlikte yönetimle ilgili kararlar alırlar. Asker cumhurbaşkanları zamanında işler düzgün giderken, sivil cumhurbaşkanları bu durumlarını koruyamamışlardır. Başbakanlar meclise ve devlet başkanına hâkim olmuşlardır.
Herkes işini bilecek ve kendi işinde tam yetkili ve sorumlu olacak, kimse başkasının işine karışmayacaktır.
O HALDE BAŞBAKANIN YANİ HÜKÜMETİN YETKİLERİ NELERDİR?
a) Başbakan kanunları uygulamakla yükümlüdür, kanunların dışına çıkamaz. Yeni kanun koyamadığı gibi kanunları uygulamamak yetkisi yoktur. Kanun yapma yetkisinin meclise ait olduğunu bilecektir. Kanun tekliflerinde bulunmayacak, bunu meclise bırakacaktır. Kanunlarda huzursuzluk varsa, bunu hükümetler değil milletvekilleri çözecektir. Hükümet de milletvekillerine yani meclise başvuracaktır.
b) Hükümetin emrinde bürokratlar vardır. Bunların yetkilerini üniversite tevcih eder. Hükümet tevcih etmez. Bunların göreve alınmaları da yasalarla olur. Hükümet istediğini istediği yere tayin edemez, azledemez. Ama hükümetin elinde büyük yetki vardır. Görevlileri istediği ilde istihdam eder, istediği kimseyi buradan alır ve başka yere tayin eder. Buna ne meclis ne de yargı müdahale edemez. Siz hükümetin elinden bu yetkiyi de alırsanız, o zaman hükümet yetkisiz sorumlu olur. Kişiler mağdur olurlarsa tazminat alabilirler ama hiçbir zaman göreve iade edilemezler. Yargının bu müdahalesini hükümet dinlemez ve sorumlu olmaz.
c) Hükümet elindeki kadro ve mevzuata uygun olarak bütçe hazırlar. Diğer kanunların teklifi hükümetin görevi içinde değildir. Ama bütçe kanununu hükümet hazırlar. Ne var ki yeni vergi koyamaz. Yeni kadroyu ancak kanuni kurallara göre artırabilir. Meclise gelir ve gider, artırma ve eksiltmesini yapamaz. Çünkü kanunlara ve inkılâplara göre oluşan odur. Sadece yapılacak işlerde öncelikler koyabilir, şunun yerine şu yapılsın diyebilir.
d) Hükümet yaptığı ve meclisin tasdik ettiği bütçeyi realize eder ve kesin hesapla meclise hesap verir. Hükümetin görevi budur. Görevinde tam yetkilidir. Ne meclis ne de cumhurbaşkanı hükümete müdahale edemez; etmemelidir. Güvenoyu bütçedir. Bütçesi reddedilen hükümet düşer. Aksi halde başka şekillerde hükmet değiştirmek düzeni bozar.
Hükmet görevi olmayan yasama, savunma, dış işleri ve yüksek öğrenim gibi işlere karışmamalıdır. Bunlar üzerinde tartışılmalı ve meclis bunları netleştirecek kanunlar çıkarmalıdır. Sonra da devlet başkanı bunlarda hakem olmalıdır.
Süleyman KARAGÜLLE