Ramazan, Kur’an Nizamı, Kur’an Mucizeleri-17
Kur’an Ayı Ramazan’da “Kur’an Nizamı ve Mucizeleri” yazılarımıza devam…
Bugünkü yazımızda Kur’an’ın Sünnet uygulaması üzerinde duralım.
Kur’an nazil olurken Kur’an’ın dediklerini insanlar anlıyorlardı. Ama nasıl sadece trafik imtihanından geçen kimse araba süremezse, bunun gibi bir projeyi sadece okuyan kişi onu uygulayamaz, ayrıca pratiğin de yapılması gerekir. Kur’an’ı tam anladıkları da söylenemez. Bir de Kur’an bütünü ile bir anda gelmiş değildir. Dolayısıyla müminler uygulamayı doğrudan Kur’an’dan yapmıyor, Hazreti Peygamber’in gösterdiği gibi uygulama yapıyorlardı. Hazreti Peygamber’in gösterdiklerine “Sünnet” diyoruz.
Sünnet daha sonra kitaplar hâline getirilmiştir. Ancak o kitaplar Hazreti Peygamber zamanında yazılmadı. Kur’an’la karışır diye Hazreti Peygamber zamanında sadece Kur’an yazıldı. Böylece Kur’an cem edilirken bir sıkıntı yaşanmadı. Ayrıca Hazreti Peygamber uygulamaların bir kısmını Kur’an gelmeden uyguladı, bazen Kur’an onları değiştirdi, bazen Kur’an geldikten sonra uyguladı. Kur’an’ın ilk örnek uygulaması Sünnet’tir.
Hazreti Peygamber’den sonra Kur’an ile Sünnet eşit görülmüştür. Yani Hazreti Peygamber zamanında Sünnet uygulama bakımından Kur’an’dan önce gelmiştir ama onun arkasında Sünnet ile Kitap eşit delil sayılmıştır. Bunu böyle yapmak zorunluluğu vardı çünkü henüz Kur’an’ı anlama usulü yoktu, ancak Sünnet ile Kur’an’ı anlayabilirdik, onun dilini ve ıstılahlarını onun sayesinde bilebilirdik.
Kur’an yeni kelimeler kullanmadı ama kelimelere yeni manalar yükledi. Bu manalar da gelişigüzel yüklenmemiştir, Arapça kuralları içinde yüklenmiştir. Biz bu yeni anlamları Sünnet ile bilebiliyoruz. Yeraltını kazsak, elimize bir harita geçse, harita üzerindeki çizgilerin neyi ifade ettiğini bilemeyiz. Ama eğer ‘bu harita şu yerin haritasıdır’ derlerse, üzerindeki çizgilerle arzdaki çizgileri karşılaştırır, o çizgilerin neyi ifade ettiğini öğreniriz.
Kur’an da bir kitaptır, dili vardır, ama biz bu dili nerden öğreneceğiz?
Araplardan öğreneceğiz diyebilirsiniz. Oysa günlük Arapça sadece Arap halkın konuştuğu dildir, her gün değişmektedir.
Soru ve sorun şudur; hangi Arapça bizim başvuracağımız Arapça dili olacaktır?
Kur’an’ın anlattıkları ancak Sünnet ile görerek öğreniliyordu.
Kur’an’da birçok kelime vardır ki, sade lügat manalarını korumakla birlikte tamamen yeni kavramlar ortaya çıkmıştır.
“Salât” dua demektir ama “namaz” özel bir duadır.
“Zekât” temizliktir ama aynı zamanda özel bir vergi sistemidir.
“İslâm” kelimesi barış demektir ama bu kelimeden barış düzeni ortaya çıkmaktadır.
Kur’an’ın dili ve dilin ifade ettiği manaları biz Sünnet’ten öğreniyoruz.
Bir örnek verelim. Biz iki defa secde ediyoruz. Oysa Kur’an’da böyle bir ifade yok gibi görünür ama vardır. Kur’an bir yerde rükû ve secde diyor, diğer yerde de secde ve kıyam diyor. İkisi nekredir. Öyleyse rükûdan sonraki secde kıyamdan evvelki secde değildir yani secde iki tanedir. Buradan nekrelerde ayrılık kuralını öğreniyoruz.
Yahut Kur’an’da beş vakit namaz yok gibi görünür, oysa namazlara dikkat ediniz, orta namaza da dikkat ediniz diyor. Namazların çoğulu dişi kurallı çoğuldur. Bu en az dördü ifade eder. Namazlar üçten çoktur. Arapçada çoğul en az üçtür. Orta namaz da tek olmak zorundadır. O halde en az beş vakit namaz vardır.
Kur’an burada bize birçok usulü de öğretmektedir.
Biz bu manaları ancak Hazreti Peygamber aleyhisselamın beş vakit namazı tasrih etmesi ve uygulama yapması ile bilebilmekteyiz. Yani önceki yazılarımızda da anlatıldığı üzere gerek Tevrat gerek Sünnet bize Kur’an’ı nasıl anlamamız gerektiğini öğretmektedir.
O halde Kur’an yalnız lafzıyla, yalnız manasıyla, yalnız tarihi ile değil, anlama usulü ile de korunmuştur, onun manasını da kimse tahrif edemez, bu da onun mucizelerindedir.
(Devamı var…)