Müminlerin görevi nedir? (729. seminerden)
‘Ehl-i Hak bir kavimdir, bir bütündür. Hazreti Âdem’den kıyamete kadar tek topluluk oluşturur, birbirleri ile savaşmaz, sorunlarını hakem kararları ile çözerler.
Hakemlerden oluşan bir yargı sistemi henüz doğmamış olduğu için insanlar hâlâ cahiliye dönemindedirler. (Evet, aynen öyledir. Ülkemiz de dahil olmak üzere bütün dünyada özellikle yargı alanında tam bir zulüm yani adaletsizlik hükümrandır ve “Adil Düzen”in gerektirdiği ve sağladığı hakemlik sistemi gelinceye kadar zulüm devam edecektir.)
Bundan sonra insanlık hakemlik sistemini benimseyecek, bir kısmı savaşla, bir kısmı da yargı ile sorunlarını çözeceklerdir. Hakemlikle sorunları çözenler tek ümmettirler. Savaşla sorunları çözenler çok kimselerdir. Biz onların her biri ile ayrı ayrı savaşırız.
Bu sebepledir ki “kavim” kelimesi nekre getirilmiştir.
Siyasette onları tek cephe yapıp karşımıza birlikte çıkmalarına imkân vermeyiz. Çoklu sistem budur. Hayırda yarışta çoklu sistem gerekir. Düşmanı yenmek için de düşmanı bölmek gerekir.
Yine bu sebepledir ki biz savaşı kavimlerle ayrı ayrı yaptığımız gibi müşrik de olsalar barışı onlarla ayrı ayrı yaparız. Yani cephe oluşturmalarına imkân vermeyiz. Sadece hakemlerden oluşan yargıyı kabul edebilir toplulukları sağlıklı ve dengeli topluluk kabul ederiz. Bunlar hayırda yarışan gruplar veya yerinden yönetim ile yönetilen yerel kuruluşlar içinde organize olmuşlardır. Bir vücudun hücreleri gibidirler.
Müşrikler ise mikroplar gibi parça parçadır, hücre hücredir.’ (s.10)
***
‘Müminlerin işi başkalarının ne yaptıkları ile uğraşmak değildir. Biz kendimiz ne yapıyoruz, asıl onun üzerinde durmamız gerekir.
Bize saldırana karşı tedbir alırız. Saldıranın iyi veya kötü olduğunu düşünmeyiz. Saldırmayana da dokunmayız, ister iyi adam olsun ister kötü, fark etmez.
Mekkeliler Resul’ü ihraç etmeyi yani sürmeyi düşünmediler. Bilakis onlar ona mâni olmaya çalıştılar. Medine Yahudileri ise Resul’ün iktidarını yok etmek istediler. Bununla beraber müşriklerle yapılan Medine savaşları hep Medine civarında olmuştur. Savaşlara onlar başlamışlardır. Müslümanlar Mekke’ye gitmediler, Mekkeliler Bedir’e geldiler. Hendek Savaşı Mekke’de olmadı, Medine’nin çevresinde oldu. Saldıranlara karşı savunma elbette haktır ve görevdir.
Tekel sömürü sermayesi kurduğu tezgâhla ülkelerin yöneticilerini iktidardan indirip çıkarmaktadır. Tekel sermaye Avrupa’da önce derebeylerine karşı savaş açtı. Papalığı parçaladı. Sonra krallara karşı savaş açtı. Sonra diktatörlere karşı savaş açtı. Şimdi sermayesi ile yönetimleri istediği gibi oynatmaktadır.
Evet, bunları yapanlara karşı bir gün savaşmak zorunda kalabiliriz. İşte o zaman bu âyeti okuyacağız. Hakem kararlarını kabul etmedikleri için biz de onlara saldıracağız.
Bizim Yahudilere tarih boyunca yaptığımız hiçbir zulüm yoktur.
İspanya Yahudileri bize sığındılar.
Onlar buna karşılık ne yaptılar?
İmparatorluğumuzu yıkmakla kalmadılar, bize ateizmi dayattılar. Bütün İslâm âlemine diktatörleri musallat edip zulmettiler.
İşte…
Islah olmaz devam ederlerse, kanları ile bunun cezasını öderler.
Türkiye’ye saldıranlar Yahudiler değil, Rum ve Ermenilerdir ama onları organize eden sömürü sermayesi sahibi Yahudilerdir, bütün Yahudiler değildir.
“Küfrün eimmesi ile kıtal ediniz” dendiği zaman bizim için suçlu olan Amerika’daki 200 Yahudi ailesinin reisleri olan kişilerdir. Faiz, zina, rüşvet ve terör işlemlerine devam ettikleri takdirde onlarla savaşırız. Hakemliği kabul ettikleri an savaş durur.’ (s.11)
Devamı var.