İnsanların yaptıkları, sorunlar ve Adil Düzen
Allah insanları belirli bir fıtrat üzere yaratmıştır. Bir nevi formattır bu fıtrat, yani bir biçimdir. Onu değiştiremezsiniz. Bu fıtrat içinde bir yaratıcıya inanma ve ona kulluk etme ihtiyacı vardır. Bu bir ihtiyaçtır. İnsan için olmazsa olmazdır. Allah, insan için yaratıcının kendisi olduğunu, O’na hiçbir şeyi ortak etmeden yani şirksiz bir şekilde inanmasını ister.
Gelgelelim insan ne yapar?
Ya gerçekten Allah’ı şirksiz bir şekilde yaratıcısı olarak kabul eder ve yalnızca O’na kulluk eder yani yalnızca O’nun için çalışır.
Ya da Allah’ın yerine bir varlığı koyar ve her şeyini o varlığa borçlu olduğunu iddia eder, yani şirk koşar.
İnsanın bu şirkinin altında aslında kendi dünyevî menfaatleri yatar. Şirksiz bir şekilde tek tanrıya iman etmesi ve yalnızca ona kulluk etmesi menfaatlerine aykırıdır diye düşünür. Bu durumda ölü ya da diri birisini tanrısı yapar. Ölü birisini yapması rantı en yüksek olanıdır. Hayatta olmamasının verdiği avantajla onun hakkında menfaatlerine uygun üretimler yapabilir. Günümüzde bütün dünyada bunun bilinen malum ve tipik örnekleri vardır. Paraya, zevke, dünya hayatına karşı duydukları hevaları içindir bütün bu yaptıkları, dünyevî her türlü menfaatleri içindir. Mesela, karşılıksız para yani dolar ve ona bağlı/bağımlı paralar çağımızın en büyük putu hâline gelmiştir.
O zamanki Mekke müşrikleri bile putlara taparken aslında onların bir şey olmadığını bilmektedirler. Ama onlara göre eğer o putlar olmazsa Mekke turistleri azalacak, ticarî rantları ellerinden gidecek diye düşünmektedirler. Oysa İslâmiyet’i kabul etmeleri ile görmüşlerdir ki düşündüklerinin ve yaptıklarının tam tersi olmuş, İslâmiyet’le birlikte Mekke sadece Arap Yarımadası’nın değil, dünyanın merkezi hâline gelmiştir.
Aynı durum günümüz insanları için de geçerlidir. Yapmaları gereken Hakk’ı kabul etmeleri ve yalnızca Allah’a ibadet etmeleridir. Bunu yapınca göreceklerdir ki hem dünya hem de âhiret menfaatinin en büyüğüne kavuşacaklardır.
İslâm düzeninin günümüz için üretilmiş olan tek örneği “ADİL DÜZEN”dir. İnsanlar bâtılın peşini bırakıp “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”e geldikleri zaman hayatın aslında ne kadar kolay olduğunu, aslında ne kadar büyük bir karanlık (zulüm) içinde olduklarını fark edecekler ve aydınlığın (nurun, adaletin) ne kadar da güzel bir şey olduğunu anlayacaklar. Yalnızca Allah’a ibadet etmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu gözleriyle görecekler.
Bu vesileyle “ADİL DÜZEN”in iki kuralını bir kere daha kısaca hatırlayalım.
“ADİL DÜZEN” hakemlerden oluşan bir yargı düzeni önermektedir. İlçelerde bulunan hakemler bucaklardaki nizaları çözerler. Taraflardan biri bir hakem, diğeri bir hakem seçer; başhakemi de hakemler seçer. Hakemlerin verdiği karara taraflar kendi iradeleri ile uyarlar. Bölgelerde bulunan yüksek mahkemelerde bölge merkezinde devleti ilgilendiren davalara bakarlar. Kıta merkezlerinde bulunan üstün hakemler insanlıktaki nizaları çözerler. Çıkan bütün ihtilaflar hakemlerce çözülecektir. Çin’in Doğu Türkistan ile sorunları vardır. Rusya’nın Çeçenlerle sorunu vardır. Ermenistan’la Azerbaycan arasında sorun vardır. Türkiye’nin PKK sorunu vardır. Irak’ın, Suriye’nin, AB’nin, ABD’nin hep sorunları vardır. Bu sorunlar hep “hakemler” yoluyla çözülecektir. Birleşmiş Milletler’in bu hususta herhangi bir karar alma yetkisi yoktur, aksine o da hakemlerden oluşan yargının denetimindedir.
Sorunların çözümü için ikinci şart “yerinden yönetim”dir. İnsanlık ülkelere, ülkeler illere, iller bucaklara ayrılır. Her bucak iç işlerinde tamamen bağımsızdır. Her il de iç işlerinde tamamen bağımsızdır. İnsanlık ülkelerin iç işlerine karışmaz. Ülkeler illerin iç işlerine karışmaz. İller bucakların iç işlerine karışmaz. Merkezde oluşan mevzuat taşrada geçerli değildir. Merkezler ise taşraların temsilcilerinden oluşur.
İşte bu iki kural dünyanın tüm sorunlarını çözer; Türkiye’nin de sorunlarını çözer. Türkiye “hakemlerden oluşan yargı” ile “yerinden yönetimi” kabul eden her devletle her türlü dostluk ilişkisine girişir, kabul etmeyenlerden ise uzak durur.