KUR’AN VE İLİM 717. Hafta Seminerinden-2
“İnsanlar artırdıkları zamanlarını değerlendirerek yeni çocuk yapma ve artan nüfusu besleyebilme araçlarını üretmeye başladılar. Böylece bir taraftan nüfus arttı ve insanlar dünyaya yayıldı, diğer taraftan daha az emekle daha çok insana besin temin etmeyi başardılar. Bugün bizim tepe tepe kullandığımız uygarlık imkânları atalarımızın altmış bin yıldır artırıp biriktirdikleridir; yalnız bizim atalarımızın değil, tüm insanlığın ürettiklerinin birikimidir.
Yani onlar âhiret için çalıştılar da biz şimdi yaşıyoruz.
Biz de gelecek nesiller için ve gelecekteki insanlar için çalışıyoruz.
Demek ki benim ürettiklerimi tüm insanlık gelecek içinde tüketecektir; ben de tüm insanlığın geçmişte ürettiklerini şimdi tüketip yaşıyorum. O halde insanlık “acile” üzerinde değil “âhire” üzerinde kurulmuştur.
Şimdi kişi olarak sorunu ele alalım.
Ben anne karnına düştüğüm günden itibaren başkaları bana baktı, yedirdi içirdi, doğurdu büyüttü. Ben borçlanarak büyüdüm. Çalışacak yaşa geldiğim zaman evlendim, çocuk sahibi oldum ve ben onları büyüterek borcumu ödedim. Evlenmeyip gününü gün edenler âcileyi sevdiler, evlenenler ise borçlarını ödeyerek âhireyi sevdiler, kendilerinden sonra gelecekleri yani kendi geleceklerini düşündüler. O esnada kendilerini büyüten anne babaları yaşlandı, onlara da baktılar. Böylece alacaklı oldular, âhireti sevdiler. Çünkü yaşlanınca çocukları da onlara bakacaklardır.
Kişi insanlıkla borçlu-alacaklı olmaktadır.
Bu borçların iadesi girdilere göre değil ihtiyaçlara göredir ve dayanışma içindedir.
Kişi bütün bunları dünya düzeni içinde düşünür ve ona göre amel edip yaşar. İsraf bunun için herkese haramdır. Çünkü sen borçlusun. Bu borcun edası da artırmakla mümkün olur. Kişinin özel hayatı da “âcile” ile değil “âhire” ile sağlanmakta ve yaşayabilmektedir.
Demek ki Kur’an’da “insan” dendiği zaman iki şey anlayacağız.
Biri, Hazreti Âdem’den kıyamete kadar gelip giden insanlık anlamındadır. Kişiler ise o insanlığın birer ferdidirler. Bu millet görüşüdür. Hazreti İbrahim milletinden kasıt budur.
İnsan kelimesinin diğer manası ise insanlığın hücresi olan kişinin kendisidir. Eğer insanın ayrı kişiliği olmasaydı insan kelimesine iki mana veremezdik. İnsan özel olarak hem fert hem kişi olarak yaratıldığı için iki ayrı mana verilecektir. İnsan hayatta iken toplulukla yani insanlıkla yakın ilişkisi vardır. Oysa âhirete gittiği zaman insanlıkla ilişkisi sona erer. Herkes kendi başına hesabını verir. Oradaki hesap kendisini var eden Rabbine karşıdır.
İnsanın iki kişiliği olmakla beraber bu iki kişilik çıkar paralelliği içindedir. Yani kendisi için iyi olan topluluğu için de iyidir, kendisi için kötü olan topluluğu için de kötüdür.
Dünya hayatı gelip geçecek, zevki de sıkıntısı da geçmişte kalacaktır. Kişi için dünya hayatı yok hükmündedir. Asıl hayat ölümsüz hayattır. İnsanın yaratılışı buna göredir. Allah bizi kendi ilâhlığının gereği yaratmıştır. Abesle iştigal olmasın diye bize kişilik vermiştir. Adeta her birimiz kendi içimizde bir tanrı gibi kendi kendimizi oluşturuyoruz.
Sonuç olarak insan âcileyi sever ve âhireti sonraya bırakır.
Bugünkü Batı düzeni bunu yapmakla meşguldür. İşçiyi haftada kırk saat çalıştırır, ona maaş verir; sonra verdiği maaşı geri almak için barlar açar, fuhuşhaneler açar, orada israf ettirerek gerisin geriye insanların günlük kazançları ile yetinmelerini ister. Sigorta icat ederek insanların biriktirme ve çocuk yapma arzusunu köreltir. Kendisi de ayrıca faiz almak ister.
Veresiye alıp yemek âciledir; sipariş verip beklemek ise âhiredir.
Faiz almak âciledir; yatırım yapmak âhiredir.
Demek ki insan âhiret hayatına göre yaratılmıştır. Her şey ona göre düzenlenmiştir. Ama insan âcileyi istemektedir.
İşte bu iki çelişkili durum denge durumudur. İsteklerine kapılıp gününü düşünenler elenir, âhireti düşünenler kazanırlar. Dünya düzeni buna göre oluşmalıdır. Yaşayan insanların günlük ihtiyaçlarını topluluk karşılamalı ama bütün insanlar gelecek için çalışmalıdırlar.” (s.3-4)