İktidarın yarı resmi gazetelerinden teşhisler…
Aslında o gazeteler siyasal iktidarın “tam resmi basın organı” mesabesinde ama bugün örneğini vereceğim birkaç yazar sayesinde “yarı resmi basın organına” dönüşüyorlar… Bir zamanlar ikisinde yazarlık yaptığım üç gazeteden söz ediyorum: Yeni Şafak, Zaman ve Star…
“GEZİ PARKI’NIN SOSYOLOJİK SİNYALLERİ” yazısında (YENİ ŞAFAK, 02.06.2013), Abdullah Muradoğlu diyor ki: “Son bir ay içinde, İstanbul dışında birkaç cenaze törenine katıldım. Pek çok insanla sohbet ettim. Çoğu orta sınıftan ve AK Parti'ye oy vermiş insanlar bunlar. AK Parti'den ümitleri tam olarak kesilmemiş ise de o eski coşkudan eser yok şimdi. İbrahim Tatlıses'in şarkısında ifade edildiği gibi, ızdırap içinde yorgunlar ve bir yalnızlık duygusu okunuyor yüzlerde. / Fildişi kulelerde oturanlar, 'herşey çok iyi gidiyor, endişeye mahal yok' deseler de insanların yüzlerine bakıyoruz, söylediklerine kulak kabartıyoruz, söylemek istemediklerini az çok anlıyoruz. Toplumun her kesiminden arkadaşlarımız, dostlarımız, akrabalarımız var. Sohbetlerin özü, toplum içerisinde 'güvensizliğin' artıyor olması. Bazı olaylar vardır ki alttan alta gelişen bir sosyal tepkinin sinyalleri olarak algılanmadıkları takdirde vahim sonuçlara yol açarlar. İktidarlar 'söylenemeyenlere' dikkat kesilmedikçe, bastırılmış tepkiler birer sembole dönüşen eylemlerde kendini açığa vururlar. Gezi Parkı olayları tam da bu bağlamda gelişiyor.” / Yazı şöyle bitiyor: “İşleri tıkırında gidenler sosyal olarak ayrı klanlar halinde yaşıyorlar. Birbirilerine bakarak, birbirilerini dinleyerek her şeyin iyi gittiğini zannediyorlar. Gazeteci meslektaşlarımız, stratejistlerimiz programdan programa koştukları için, tartışmacı muhaliflerinin söylediklerinin zıddını hakikat belledikleri için gerçekte neler olup bittiğinin farkında bile değiller. Böylece hem kendilerini kandırıyorlar, hem iktidardakilerin her şeyin iyi gittiği zehabına kapılmasına katkıda bulunuyorlar. Böyle dostlar oldukça düşmana ne gerek var!”
“KÖTÜ YÖNETİŞİM” yazısının sonunda (ZAMAN, 02.06.2013), Mümtaz'er Türköne diyor ki: "… Türkiye yerel seçim havasına girmeye başladı. İyi yönetişimin çaresi seçim sandığıdır. 1994'ten beri büyük şehirlerde istikrarla devam eden belediyecilik, İstanbul'da Gezi Parkı'nda büyük yara aldı. Meselenin Gezi Parkı'ndan ibaret olmadığı ortada... Şehrin mimarisine yansıyan kötü göstergeleri saklayacak bir çuvalı artık kimse dikemez. İstanbul, bu mimarinin çarklarını döndüren şehir rantı altında eziliyor. Gezi Parkı'na yansıyan isyan, bu çarpık yapılaşma karşısında duyulan tepkinin ifadesi. Bu başkaldırı AK Parti için bir erken uyarı da olabilir, sonun başlangıcı da. / Gezi Parkı olayı, iddialı bir kötü yönetişim örneği. Malum: 2014'ün seçim savaşlarının en kritik muharebe alanı İstanbul... İlk çarpışmada AK Parti, bu kötü yönetişim ile büyük zayiat almış oldu."
“BİR GARİP İSYAN!” başlıklı uzun bir yazı (STAR gazetesinin sadece internet kısmında! 04.06.2013) yazmış, İbrahim Kahveci. Yazı uzun ve sonuna doğru dedikleri özellikle sosyo-ekonomi açısından çok önemli: “Evet, Taksim civarında birkaç yıldır derin sosyolojik bir çalışma olabilir… / Ama tüm bunlar ‘gösteriler neden bu kadar genişledi’ sorusuna cevap olamaz. / Mesela, neden AVM yasası çıkmadan yıllardır İstanbul AVM mezarlığına döndürüldü. Sorulacak o kadar çok soru var ki. Merkez Bankası’nın kasasında 125 milyar dolar Türk Halkı için bir zenginlik olmadığı gibi. / Ekonomiye sadece para gözü ile bakıp yıllardır eriyen ücretleri, Çin’den sonra en fazla iş kazası olan ülke gerçeğimizi, kredi ile borçlanıp iş güvencesiz çalışarak artan korkulu hayat gerçeğini örtmüyor. / Mesela, özelleştirmeler ile oligarklar oluşturarak halkın refahına değil işkencesine dönen ekonomik modeli hiç sorgulayamıyoruz. Artık elektrik faturası ödenmediğinde hemen elektriğiniz kesilebiliyor ve açılması için şirket sizden iyice bir para isteyebiliyor. / Ekonomik modelinizi 2005-06’da değiştirmemiz gerekirken hala IMF modeli ile zengin eden, bankaları besleyen-koruyan modele sıkı sıkıya sarılmış durumdayız. / Aylardır burada yazıyorum. Ekonomiyi borsa-faiz-döviz üzerinden, yani para üzerinden değerlendirmeyin. Kredi notumuzun arttığı günlerde karşılıksız çek-senet miktarı 2008 kriz seviyesine ulaşmışsa, kendimize soru sormamız gerekmiyor mu? / Milli gelir üç kar arttı dediğimiz yıllarda, reel ücretler bırakın artmayı azalıyorsa, kendimize soru sormamız gerekmiyor mu? / Tüm bu soruları önceki yazılarımda tekrarlayıp durdum. / Bu ekonomik model Batı’yı krize getirdi, biz de sadece biraz geriden geliyoruz diye defalarca ikaz ettim. / İki yıl öncesini hatırlayın. / ABD’de “Wall Street’i işgal et” hareketi ile parklar dolmuştu. Avrupa’nın göbeğinde gösteriler yapılıyor zenginlerin arabaları yakılıyordu. / Nerede ise her gece Avrupa’nın büyük şehirlerinde sokaklar alev alevdi. İngiltere’den Almanya’ya, Fransa’ya gösteriler yayılıyordu. / Zenginler korku halindeydi. / Hatta bazı zenginlerin fakir arabası satın alarak trafiğe çıktıklarını duyuyorduk...”
Mustafa Kutlu’nun bugünkü yazısının (Y. Şafak, 05.06.2013) başlangıcı ile bitirelim: “Sayın Başbakanımız geçenlerde 'yüksek bina yapmayın' dedi. Geç kaldın Sayın Başbakan geç. Atı alan Adapazarı'nı geçti. Bir gazete alın, otuz sayfa. On beş sayfası rezidans, gökdelen, site ilanları ile dolu. Maslak'tan Taksim'e doğru bakın bir. Burası İstanbul değil mi, burası 'şehrin silueti' değil mi? …”
TEŞHİSLER böyle… TEDAVİYİ biliyorsunuz: “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”…