Satarak, borçlanarak, faizle nereye kadar?!
Son yıllarda “satarak” ve “borçlanarak” yaşıyoruz. Satış sırası yollarımıza ve köprülerimize geldi. Sonra satış sırasının nelere geleceği şimdilik belli değil ama böyle “satarak” ve “borçlanarak” nereye kadar?! Son on yılda sadece “faize” ödenen para beşyüz milyar, borçlar da beşyüz milyar doları geçti, bir hesaba göre trilyona dayandı! Peki, sonra?!.
Kur’an’da yani “Adil (Ekonomik) Düzen”de yollar için bütçelerden tahsis ayrılmıştır. Devlet, il ve bucak bütçelerinde üçte bire varan pay ayrılmıştır. Yol Allah’ın yani halkın yoludur. Herkes gelip geçer. Yolculardan bedel almak İslâmiyet’te yasaktır, haramdır.
“ADİL DÜZEN”de paralı yollar kalkacak, herkes yollardan ücretsiz gelip geçecektir.
Yeni yollar nasıl yapılacaktır?
İnsanlık kıtalara parsellenir ve kıtalardan ülkelere toprak verilir. Ülkeler bölgelere parsellenir ve bölge topraklarından illere toprak verilir. İller ilçelere parsellenir ve ilçe topraklarından bucaklara yerler verilir. Bucaklar semtlere parsellenir ve semtlerden ocaklara arsalar verilir. Semtlerde işletmeler kurulur.
Bir inşaat yapıldığı zaman onun beşte biri kamuya ait olur, bu pay beşe ayrılır. 1) Beşte biri o siteye altyapı yapana verilir.2) Beşte biri ile o bucağın altyapısı yani yolları yapılır. 3) Beşte biri ile illerin altyapısı yapılır. 4) Beşte biri ile ülkenin altyapısı yapılır. 5) Beşte biri ile insanlığın altyapısı ve yolları yapılır.
O halde “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” geldiği zaman tüm yollar, elektrik hatları dâhil her şey kamunun olacak ve kamu bunlardan parasız yararlanacaktır. Karadeniz’de elektrik üreteceksin, İstanbul’da alacaksın ve ücret ödemeyeceksin yahut belli işletme masrafı alınacak, kira alınmayacak. Durum böyle olunca; şimdi para ile yol yapanlar, sonra para ile satın alanlar ne yapacaklar?
Onların elinden gün bile kaybetmeden yollar ve köprüler geri alınıp kamulaştırılacak.
Peki, bunlara ne ödenecek, onlara ne ödeyeceğiz?
Bu durumu şimdiden bilmelidirler ki ona göre yatırım yapsınlar veya satın alsınlar.
Yolu kendileri yapmışlarsa, yaptıkları masrafları yani istihkakları, o zamana kadar aldıkları meblağlar işletme karşılığı olduğu için düşülmeyecektir.
İnşaat bitmiş, kendisini amorti etmiş, artık kamunun malı olmuş bir yolu veya köprüyü, camiyi veya okulu satmak asla caiz değildir. Dolayısıyla bu tür bâtıl işleme giriştikleri için o millet malları ya derhal ellerinden alınır ve hiçbir şey ödenmeyebilir yahut akit bâtıl değil de fasit farz edilir. O zamana kadar aldıkları kiralar düşülür. Satın aldıkları zamandaki meblağın maliyeti kendilerine iade edilir. Bu iade demir veya toprak parası ile yapılır. O halde AK Parti’nin bugün müşteri bulup yollarımızı satması meşru değildir ama bize bir zararı yoktur. Çünkü yarın biz millet adına taşınmazlara el koyduğumuz zaman karşı taraf hakemlere gidecek, hakemler de “Adil Düzen fıkhına göre” hükmedeceklerdir.
Demek ki asıl sorun olan AK Parti’nin köprüleri ve yolları satması değildir. Asıl sorun “Adil Düzene göre fıkhın ortaya konması” sorunudur. Bu fıkıh yalnız Kur’an ehlinin fıkhı olmayacaktır. Bütün ehli kitabın katkısıyla oluşacak insanlık fıkhı olacaktır. Hakemler bu fıkha göre hükmedeceklerdir. Etmeyen hakemler olursa, onlar muhakeme edilecek, tazminatı hakemin dayanışması ödeyecektir. Bu sebepledir Adil Düzen Çalışanları günlük siyasetle meşgul olmazlar. Biz tahlillerimizde günlük siyaseti değerlendiriyoruz ama onları tenkit etmek için değil, sizlere onların yanlışlarını göstermek için değerlendiriyoruz.
İktidarı uyarmak için de müçtehitlere ihtiyacımız vardır. Müçtehitler nebilerin yerini alacaklardır çünkü müçtehit âlimler nebilerin vârisleridir. Artık peygamber yok, Allah sona erdirdi, yerine içtihadı koydu. Fıkıhçılar içtihatlarını ortaya koydular. Sonra birileri içtihadı da ortadan kaldırarak şeriata son verdiler. Eski hükümdarlar içtihada fiilen son verdiler. Şeriatı ilga edenler içtihada resmen son verdiler. Sandılar ki Tanrı öldü! Ama şimdi yeniden içtihat müessesesi ihya olacak, uluslararası âdil hükümler konacak ve sömürü son bulacaktır. Sömürü sermayesinin azgınlığı buradan yani işte bu boşluktan geliyor. Çare belli. Öyleyse; HAYDİ…