SEBİLÜ’R-REŞAD-6; Sistem yazılarına dalmışım! 08.08.2018
Evet…
Aynen böyle…
Şekilde görüldüğü gibi…
SEBİLÜ’R-REŞAD-5; Yeni sisteme geçerken 10.07.2018
Bir ay önce “SEBİLÜ’R-REŞAD” yazısı yazmışım…
Bugün birkaç yazı dikkatimi çekti; onlarla başlayalım ama önce tekmil…
SİSTEM YAZILARINA DALDIM, SON GÜNLERDE…
Tekmili birden şöyle…
Sonra…
Sırasıyla…
Şu yazar ve yazıları…
1
https://www.milligazete.com.tr/makale/1668093/resat-nuri-erol/turkiye-dis-borclar-belasindan-nasil-kurtulur
2
https://www.yenisafak.com/yazarlar/mustafakutlu/beklenen-sarki-2046779
3
https://www.yenisafak.com/yazarlar/kemalozturk/devrimin-ve-hayalin-yozlasmasi-2046774
4
http://www.ocakmedya.com/ocak_yazar/2018/08/08/internet-sosyal-medya-ilmihal-kitapcigi/
***
Reşat Nuri Erol

MESAJ GÖNDER
07.08.18 - Ne diyorduk? Adil Düzen İlmihali yazısı araya girdi, ara verdik, bugün sistem yazımıza dönüyoruz… “Faizli işçilik yerine faizsi...
06.08.18 - Adil Düzen İlmihali yazısı araya girdi, ara verdik, bugün sistem yazımıza dönüyoruz… “Faizli işçilik yerine faizsiz orta...
05.08.18 - Sistem yazılarına devam edeceğiz ama -söz verdiğim üzere- bugün sırada yine Adil Düzen İlmihali var… Sinan Eskicioğlu...
04.08.18 - Bu son iki yazı öncesindeki yazı başlıklarımız şöyleydi: 1. Kur’an ve ilim çalışmaları ve Kur’an mucizesi 2. Faizli sömürü düze...
31.07.18 - Bu köşedeki yazılar daha çok dertleri olan ve o dertlere çare/çözüm arayanlar, daha doğrusu bu dertlere derman arama sevdasında...
30.07.18 - KUR’AN VE İLİM 972. Haftalık Seminerlerimizden yararlanarak neler dediğimizi kısaca ve sadece başlıklarıyla tekrar hatırlamamız...
29.07.18 - Neler diyorduk, kısaca -sadece başlıklarıyla- hatırlayalım… Kur’an ve ilim çalışmaları ve Kur’an mucizesi (24.07.20...
28.07.18 - Adil Düzen İlmihali çalışmasını Sinan Eskicioğlu başlatmıştı ve her Cuma günü bir yazı ile gelişmeleri anlatacağını haber vermi...
27.07.18 - KUR’AN VE İLİM 972. haftalık seminerimizden seçkilerle devam ediyoruz… “Şimdi yapılan nedir? Veresiye satışlarla...
25.07.18 - KUR’AN VE İLİM 972. haftalık seminerimizden seçkilerle devam ediyoruz… “Topluluk bir kabın içine konmuş gaza benzer. Bal...
12345678910
***

Mustafa Kutlu
1947 yılında Erzincan’da doğdu. Orta Öğrenimini Erzincan Lisesi’nde, yükseköğrenimini Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Tunceli ve İstanbul’da edebiyat öğretmenliği yaptı.1974 yılında öğretmenlik görevinden ayrılarak kuruluşuna katkıda bulunduğu Dergâh Yayınları’nda çalışmaya başladı. Sanat hayatına, İstanbul’da çıkan “Fikir ve Sanatta Hareket” dergisinde yayımladığı hikâyeler ile girdi. Adımlar,
devamı
GAZETE YAZARI
Beklenen şarkı
08 Ağu 2018, Çarşamba
08 Ağu 2018, Çarşamba
(Sayın Tarım Bakanı Pakdemirli’ye)
Yıllardan beri tarımla ilgili yazılar yazıyorum. (Medyada benden başka tarım yazan kaç kişi var acaba?) Bu yazılar “uzman işi” değil, toprağı ve tabiatı seven bir hikâyecinin hissiyatını ve fikirlerini yansıtıyor.
MAKALEYİ SESLİ DİNLEMEK
İÇİN TIKLAYIN
Dünya “Çağdaş Küresel Medeniyet”in hakimiyeti altındadır. Bu medeniyet hakimiyeti gökten yere indirip, âhıreti inkar ile özgürleşip her türlü zulmü işleyerek temerküz eden sermaye ve modern teknolojinin eseri olan sanayi ile kuruldu. Üretim-tüketim zinciri kırılması muhal bir fasit daire oldu. İnsanı ve tabiatı ağır ağır felakete götüren, yokeden bu tanrıtanımaz ideolojiye karşıyım. Hem ülkemiz hem de dünya, ancak “Hududullah” çerçevesinde sürdürülen “Kanaat Ekonomisi”ne bağlı bir toplum tasarımı ile çıkmazdan çıkabilir. İnsanoğlu yeniden toprağa dönmelidir. Koca Yunus’u hatırlayalım:
Benim yüzüm yerde gerek
Bana rahmet yerden yağar
Bu teorik söylemi bir yana koyarak, yeni sisteme ve bu sistemin ilk hükumetine başarılar dileyip gündemden hiç düşmeyen bir konuya temas edeceğim.
Yıllardır her hükumet, her bakan, pek çok bilim adamı, uzman, yerel yönetici tarafından tekrar tekrar dile getirildiği için sokaktaki adamın da “ilk” olarak çözülmesini istediği bir mesele vardır.
“Tarlada 50 kuruş olan bir ürün niçin markette 750 kuruştur?”
“Türkiye bir tarım ülkesi olduğu halde niçin dışarıdan buğday-bakliyat ithal ediyor?”
Yurdum insanının bu sorulara verecek cevabı vardır. O, siyaset, spor, asayiş, iktisat dahil her alanda söz sahibidir. Ama ister ki “Yetkililer” versin cevabı. Bekler, aradan yıllar geçer, “Beklenen Şarkı” bir türlü gelmez.
Son beste sondan bir önceki bakanımız Sayın Faruk Çelik tarafından dile getirilmişti. Ayrıntılı ve iyi bir proje idi.
Zaten dediğim gibi dert belli, derman belli (acaba?).
Net olan şudur: Üretici diyor ki ben bir şey kazanamıyorum. Mazottan gübreden vb. bahsediyor. Tüketici diyor ki bu ne pahalılık. Sokaktaki adam “aracılar”ın malı götürdüğüne inanıyor.
Her neyse!
Kabul gören proje şudur: Üretici her tür destek ile memnun edilecek. Verim artacak. Ürün soğuk hava depolarında saklanarak zaiyat önlenecek. Hal düzeni yeniden ele alınacak. Nakliye için soğutma sistemi olan TIR’lardan oluşan bir ordu kurulacak. Ürün nereye giderse gitsin orada da soğuk hava depolarına alınacak. Ardından “Halk Pazarları”na ve herhalde(!) pazarcı esnafına dağıtılacak, marketlere verilecek.
Zincir bu kadar mı?
Ayrıntısı vardır önemli değil. Ancak görülüyor ki, ürünün üreticiden tüketiciye ulaşması sürecinde pek çok unsur (Toptancı, kabzımal, kamyoncu, depocu, hamal dağıtıcı, pazarcı, işportacı vb.) devreye giriyor; olmazsa olmaz kabilinden binlerce vatandaş buradan ekmek yiyor. (Zincire şimdi “Suriyeliler” de eklendi. Her tür ürün ucuza toplanır diyerek. Bu da meselenin bir zor noktası).
Şimdi bu, “Beklenen Şarkı”yı kim besteleyecek? İthalatı ve ihracatı da dahil edelim ki “orkestra” tamamlansın. Evet kim? Projenin neresi devlete, neresi özel sektöre, neresi tüccara, neresi taşerona ait olacak? Dilim varmıyor ama bu pazardan nemalanan kaba güç de hesaba katılmalı.
Sayın Bakan,
Kahvedeki adamın “Bana bıraksınlar üç günde hallederim” dediği, dilde sakız olan bu proje her kesimden vatandaşın özlemidir.
(Sizinle ilgisi nedir? Başka hangi bakanlığı ilgilendirir?)
Yıllar yılı ihmale uğrayan “tarım” Ak Parti yönetiminde “Milli Tarım” ana başlığı ile planlandı. Bu planı hemşehrim Sayın Binali Yıldırım açıklamıştı.
Ülke havzalara ayrılıyor, yatırımlar “İyi Tarım” gözetilerek yapılıyor, verim artıyor, çiftçinin yüzü gülüyor (Olacak. Sabır gerekiyor. Hop demeden hoplanılmaz. Doğru).
Sayın Bakan,
Aklımda yanlış kalmış olabilir ama ülkemizin ekilebilir toprak oranı %11 imiş. Ülke su fakiridir. Ve mevcut büyük nehirlerimiz tarımda kullanılamaz denecek seviyede kirlenmiştir. Sorun büyük. Ama Ak Parti “sorun çözmek” ile meşhur. (Msl: Haliç’in temizlenmesi. Keşke Ergene de temizlenebilse).
Sayıp dökmeyi bir yana bırakalım. Sayın Pakdemirli’den ricamızdır:
Şu “üreticiden tüketiciye” hakkında bir açıklama yapın. Eğer eski projeler rafa kalktı ise raftan indirin. İnanın bu seçim öncesi fırlayan soğan-patates fiyatları gibi değil. Yılların meselesi. “Bolu Tüneli” gibi çözün şu işi. Tarihe geçin.
Tarımla ilgili daha çok yazacaklarım var. Yakında.
01 Ağu 2018, Çarşamba
(Sayın Tarım Bakanı Pakdemirli’ye)
Yıllardan beri tarımla ilgili yazılar yazıyorum. (Medyada benden başka tarım yazan kaç kişi var acaba?) Bu yazılar “uzman işi” değil, toprağı ve tabiatı seven bir hikâyecinin hissiyatını ve fikirlerini yansıtıyor.
MAKALEYİ SESLİ DİNLEMEK
İÇİN TIKLAYIN
Dünya “Çağdaş Küresel Medeniyet”in hakimiyeti altındadır. Bu medeniyet hakimiyeti gökten yere indirip, âhıreti inkar ile özgürleşip her türlü zulmü işleyerek temerküz eden sermaye ve modern teknolojinin eseri olan sanayi ile kuruldu. Üretim-tüketim zinciri kırılması muhal bir fasit daire oldu. İnsanı ve tabiatı ağır ağır felakete götüren, yokeden bu tanrıtanımaz ideolojiye karşıyım. Hem ülkemiz hem de dünya, ancak “Hududullah” çerçevesinde sürdürülen “Kanaat Ekonomisi”ne bağlı bir toplum tasarımı ile çıkmazdan çıkabilir. İnsanoğlu yeniden toprağa dönmelidir. Koca Yunus’u hatırlayalım:
Benim yüzüm yerde gerek
Bana rahmet yerden yağar
Bu teorik söylemi bir yana koyarak, yeni sisteme ve bu sistemin ilk hükumetine başarılar dileyip gündemden hiç düşmeyen bir konuya temas edeceğim.
Yıllardır her hükumet, her bakan, pek çok bilim adamı, uzman, yerel yönetici tarafından tekrar tekrar dile getirildiği için sokaktaki adamın da “ilk” olarak çözülmesini istediği bir mesele vardır.
“Tarlada 50 kuruş olan bir ürün niçin markette 750 kuruştur?”
“Türkiye bir tarım ülkesi olduğu halde niçin dışarıdan buğday-bakliyat ithal ediyor?”
Yurdum insanının bu sorulara verecek cevabı vardır. O, siyaset, spor, asayiş, iktisat dahil her alanda söz sahibidir. Ama ister ki “Yetkililer” versin cevabı. Bekler, aradan yıllar geçer, “Beklenen Şarkı” bir türlü gelmez.
Son beste sondan bir önceki bakanımız Sayın Faruk Çelik tarafından dile getirilmişti. Ayrıntılı ve iyi bir proje idi.
Zaten dediğim gibi dert belli, derman belli (acaba?).
Net olan şudur: Üretici diyor ki ben bir şey kazanamıyorum. Mazottan gübreden vb. bahsediyor. Tüketici diyor ki bu ne pahalılık. Sokaktaki adam “aracılar”ın malı götürdüğüne inanıyor.
Her neyse!
Kabul gören proje şudur: Üretici her tür destek ile memnun edilecek. Verim artacak. Ürün soğuk hava depolarında saklanarak zaiyat önlenecek. Hal düzeni yeniden ele alınacak. Nakliye için soğutma sistemi olan TIR’lardan oluşan bir ordu kurulacak. Ürün nereye giderse gitsin orada da soğuk hava depolarına alınacak. Ardından “Halk Pazarları”na ve herhalde(!) pazarcı esnafına dağıtılacak, marketlere verilecek.
Zincir bu kadar mı?
Ayrıntısı vardır önemli değil. Ancak görülüyor ki, ürünün üreticiden tüketiciye ulaşması sürecinde pek çok unsur (Toptancı, kabzımal, kamyoncu, depocu, hamal dağıtıcı, pazarcı, işportacı vb.) devreye giriyor; olmazsa olmaz kabilinden binlerce vatandaş buradan ekmek yiyor. (Zincire şimdi “Suriyeliler” de eklendi. Her tür ürün ucuza toplanır diyerek. Bu da meselenin bir zor noktası).
Şimdi bu, “Beklenen Şarkı”yı kim besteleyecek? İthalatı ve ihracatı da dahil edelim ki “orkestra” tamamlansın. Evet kim? Projenin neresi devlete, neresi özel sektöre, neresi tüccara, neresi taşerona ait olacak? Dilim varmıyor ama bu pazardan nemalanan kaba güç de hesaba katılmalı.
Sayın Bakan,
Kahvedeki adamın “Bana bıraksınlar üç günde hallederim” dediği, dilde sakız olan bu proje her kesimden vatandaşın özlemidir.
(Sizinle ilgisi nedir? Başka hangi bakanlığı ilgilendirir?)
Yıllar yılı ihmale uğrayan “tarım” Ak Parti yönetiminde “Milli Tarım” ana başlığı ile planlandı. Bu planı hemşehrim Sayın Binali Yıldırım açıklamıştı.
Ülke havzalara ayrılıyor, yatırımlar “İyi Tarım” gözetilerek yapılıyor, verim artıyor, çiftçinin yüzü gülüyor (Olacak. Sabır gerekiyor. Hop demeden hoplanılmaz. Doğru).
Sayın Bakan,
Aklımda yanlış kalmış olabilir ama ülkemizin ekilebilir toprak oranı %11 imiş. Ülke su fakiridir. Ve mevcut büyük nehirlerimiz tarımda kullanılamaz denecek seviyede kirlenmiştir. Sorun büyük. Ama Ak Parti “sorun çözmek” ile meşhur. (Msl: Haliç’in temizlenmesi. Keşke Ergene de temizlenebilse).
Sayıp dökmeyi bir yana bırakalım. Sayın Pakdemirli’den ricamızdır:
Şu “üreticiden tüketiciye” hakkında bir açıklama yapın. Eğer eski projeler rafa kalktı ise raftan indirin. İnanın bu seçim öncesi fırlayan soğan-patates fiyatları gibi değil. Yılların meselesi. “Bolu Tüneli” gibi çözün şu işi. Tarihe geçin.
Tarımla ilgili daha çok yazacaklarım var. Yakında.
01 Ağu 2018, Çarşamba
·
25 Tem 2018, Çarşamba
·
18 Tem 2018, Çarşamba
MUSTAFA KUTLU TÜM YAZILARI
***

Kemal Öztürk
1969 yılında Ağrı’da doğdu. Orta öğrenimini Sakarya’da tamamladı. Marmara Üniversitesiİletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. Öğrenciliği esnasında çeşitli dergi ve gazetelerde makaleler yayınlayarak yazı hayatına atıldı. 1995 yılında Yeni Şafak Gazetesi’nde profesyonel gazeteciliğe başladı. 1997 yılında Kanal 7 televizyonuna transfer oldu ve televizyon haberciliğine başladı. Haberciliğin yanı sıra belgesel hazırlamaya
devamı
GAZETE YAZARI
Devrimin ve hayalin yozlaşması
08 Ağu 2018, Çarşamba
Devrim üzerinden on yıl geçmişti. 1989 yılında, henüz 20 yaşında gazeteciliğe yeni ısınmaya başlamış, romantik bir devrimci ve iflah olmaz bir muhaliftim.
Tahran sokaklarında ayaklarım yere basmadan dolaşıyordum adeta.
MAKALEYİ SESLİ DİNLEMEK
İÇİN TIKLAYIN
İmam’ın ölümünün kırkı anılıyordu. Milyonlar sel gibi İmam’ın türbesinin olduğu Beheşti Zehra’ya akıyordu.
Ağlıyorlardı. Başlarına vurup, sine dövüp, mersiye okuyup, 20. Yüzyıl’ın son halk devrimcisinin yasını tutuyorlardı. Siyah giymiş karalar bağlamıştı hepsi.
BALDIRI ÇIPLAKLARIN DEVRİMİ
Devrim hepimizi heyecanlandırmıştı o zaman. ‘Baldırı çıplakların’ inkılabıydı. Şah’ın dikta ve yozlaşmış rejimine, emperyalizme, komünizme, kapitalizme ve Siyonizm’e meydan okumuşlardı. O yüzden solcular, sağcılar, İslamcılar herkes destek veriyordu devrime.
Çok can vermiş, on yıl Irak’la savaşmış, her türlü suikast, terör, saldırıya uğramış ama yıkılmamışlardı. Devrim başarılı olmuştu.
Dünyanın her yerinden insan gidiyordu Tahran’a. Türkiye’den gidenlerin muhakkak uğradığı İran Radyosu Türkçe servisindeki Selahattin Eş’e uğramıştım ben de.
Aradan neredeyse 30 yıl geçti. Yazıyı yazarken Selahattin Eş’i aradım. Türkiye’de, İran’ı içeriden en iyi bilen isimdir.
Devrimin romantik ve duygusal havasını ikimiz de üzerimizden atmış. Acı gerçeklerle yüzleşmiş, hayal kırıklıkları yaşamış, büyük bir rüyanın sonunu izliyorduk.
Selahattin Eş’in haricinde, İran’da son dönem dinsel yozlaşma alanında doktora çalışması yapan ve Anadolu Ajansı Farsça bölümünde çalışan Ümit Shamizikhelejan ile de görüştüm.
ABD SALDIRIRKEN, İRAN REJİMİ ELEŞTİRİLMEZ!
Cevabını aradığım soru şuydu:
İran halkının uğruna öldüğü devrim neden yozlaştı, çürüdü ve halkı mutlu eden bir hayal olmaktan çıktı? Sistem neden tıkandı?
Dünkü yazıma gelen tepkilerden anladığım, İran’ı koşulsuz seven insanların önemli bir kısmı şöyle düşünüyor:
“Emperyalist ABD İran’a ambargo başlattı, sen İran rejimini eleştiriyorsun. Yaptığın İran’a düşmanlık”.
Aslında şu anda İran’da tıkanmış müesses nizamın sahipleri de tam olarak bunu diyor. Ne rüşveti, yolsuzluğu, ekonomik krizi, çarpık düzeni, ne halkın fakirliğini, kurumların yozlaşmasını konuşalım, ne de eleştirelim! Zira Siyonist İsrail ve emperyalist ABD İran’a saldırıyor!
Ancak herkes kısa süre önce aynı İran’ın Obama ile yaptığı anlaşmaları ve ABD ile balayı yaşamasını unutuyor nedense. ABD o zaman da emperyalistti ve İran’da o zaman da sistem çökmüş ve yozlaşma ayyuka çıkmıştı.
İran’ın göz yaşlarının asıl sebebi kendi içindedir dememin sebebi budur.
DEVRİMİN YOZLAŞMASININ ÜÇ NEDENİ
Şimdi cevabını aradığım şey, herkesi heyecanlandıran devrimin neden yozlaştığıdır. Ben üç sebebe bağlıyorum:
1. Kutsallık sorunu
Devrimin lideri Rehber İmam, kutsal bir yere oturtuldu. Mehdi yer yüzüne gelene kadar “Kaimi Makam-ı İmam Mehdi”, yani Mehdi adına sistemi yönetecek kişi oldu.
Bu kuralı anayasaya koydular. O kadar büyük bir güç verdiler ki Rehber’e, anayasanın ve yasaların üstünde, hesap vermeyen, denetlenmeyen, her dediği kanun hükmünde olan bir otorite konumuna geldi.
Bu yüzden de kimse eleştiremedi, sorgulamadı, yaptığı hiçbir şey denetlenmedi. Hamaney şimdi bu yetkiyi kullanıyor. Yargı başkanından, ordu komutanın atanmasına, kanun yapımından ekonomi yönetimine kadar, hepsini Rehber Hamaney kontrol ediyor. Ama hesap vermiyor, denetlenmiyor ve eleştirilemiyor.
Bir kişiye, kuruma, sisteme, yapıya, organizasyona kutsallık/masumiyet atfetmek ve koşulsuz itaat etmek, yozlaşmanın ve çürümenin başlangıcıdır. Çünkü kutsal olan şeyi mahkemeler denetleyemez.
2. Denetim yok, liyakat eksik, sistem tıkalı
Selahattin Eş’in deneyimlerine göre, İran’da, Irak’la savaştığı on yıl boyunca ülkede yolsuzluk, rüşvet ya da yozlaşma neredeyse yok gibiydi. 1988’de savaşın bitmesiyle, devrimin yöneticileri kendi kişisel ikballeri için çalışmaya başladılar. O zaman rüşvet, iltimas, yolsuzluk arttı ve yaygınlaştı.
Bunu denetleyecek ve yönetecek mekanizmalar kurulamadı, kurulanlar işlemedi. Sistem öylesine bozuldu ve yozlaştı ki, rüşvet yemeyen, kirli pazarlıklara girmeyen hiç kimse devlette yer alamadı neredeyse. Akrabalık ve dar ideolojik anlayış devlette görev almak için en önemli kriter oldu.
Örneğin Laricani kardeşler yargı, yasama ve bürokrasinin en önemli noktalarında göreve getirildi ve Rehber’in sözünden çıkmaz oldular.
Bir ülkede liyakat ve ehliyet sahibi olmayanlar kritik görevlere getirilmişse, orada yozlaşma, çürüme ve tıkanma kaçınılmazdır.
3. Güç zehirlenmesi, yayılmacı politikalar ve mezhepçi anlayış
İran devrim ihracı ya da dini tebliğ yapıyorum diyerek Ortadoğu’da dört ülkede savaş çıkardı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Yunusi, “Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’in başkentleri artık devrimin cengaver çocuklarının kontrolündedir” diyerek İran’ın yayılmacı politikasının ve güç zehirlenmesinin en çarpıcı açıklamasını yaptı.
İran, Şii mezhebini yayılmacı politikalarına araç olarak kullandı ve bu nedenle neredeyse tüm Sünni dünyasıyla kavgalı hale geldi.
ABD’YA KARŞI İRAN’IN YANINDA OLALIM AMA
Benim kanaatin devrim bu nedenlerle yozlaştı ve artık insanları mutlu edecek bir hayal olmaktan çıktı. Sadece bu kadarla kalmadı, din öylesine sömürü aracı yapıldı ki, ağzından Allah lafzını düşürmeyen, alnı secdeye değen ve devrimi kutsayan ama aynı zamanda yolsuzluğa, rüşvete ve kirli işlere bulaşmış yöneticiler yüzünden bir de insanlar dinden soğudu.
İran’ın ve devrimin temel sorunlar budur bana göre. Tüm bunların üzerine Trump yönetiminin uyguladığı ambargolar geldi. Elbette ABD’nin yaptırımları karşısında İran’ın yanında olmalı herkes.
Ancak yozlaşmanın nedenlerini tespit etmek ve bozuk sistemle mücadele etmek de hayati bir meseledir İran halkı için. Tabii bizdeki koşulsuz İran hayranları böyle düşünmüyor.
07 Ağu 2018, Salı
***
· Ocak Yazarları
İnternet/Sosyal Medya İlmihal kitapçığı
8 Ağustos 2018

Sinan Eskicioğlu
1974 yılında İzmir'de doğdu. İzmir İlahiyat'ta lisans eğitimini tamamladı. 2003 yılından beri Almanya'da yaşıyor. Çeşitli kuruluşlarda Din Eğitim ve Öğretimcisi olarak faaliyette bulunuyor. Yayınlanmak üzere kaleme alınmış çeşitli roman ve kitapları bulunmaktadır.
Durumdan rahatsız olan sadece ben miyim acaba diyorum. Ama bakıyorum yazanlar-çizenler az değil. Hepsinin de dediği ortak konu ‘müslümanların hayatları, yapıp ettikleri’ ya da ‘Dindarların yanlışları, yanlış olan dindarlığımız’…
Okudukça rahatlıyorum.
Neden mi?
Demek ki, ‘bu durumdan rahatsız olan sadece ben değilim’ diyorum.
- Reklam -
Dünyaya diyecek sözü olduğunu söyleyen müslümanların lükse düşkün şekilde dünyevileştiklerini gördükçe yaşanan hayal kırıklığı yenilir yutulur gibi değil.
Dindarların ve müslümanların içi boş ama kabuğu abartılı İslamcı/dinci hayatlarını müşahade edince ancak şu cümle insanın ağzından dökülüyor: ‘Bunlar müslümansa, ben değilim’.
Okurken sizlere garip gelecek, farkındayım. Ama milyonlarca insan aynı duyguları paylaşıyor, bence. Ama kimse açıkça dillendiremiyor.
Almanya’da yaşadığım için müslüman halkı gözlemliyorum. İster Türkiyeli, ister Suriyeli, ister başka ülkeden…
İnşallah-Maşallah-Süphanallah kelimeleriyle bezenmiş konuşmalar, trend (hipster style) de olması sebebiyle iyice salınan sakallar, müslüman olunduğu için müslüman (örtülü) kadınlara meraklı olma ve sosyal medyada yapılan takipler, başka dindekileri aşağılama, gavur diye ötekileştirme….
Bunlara ilaveten; sosyal yapıya zerre kadar önem vermeme, trafik kurallarına aykırı davranma, sokaklara tükürme, uygun olunan ortamı bulunca küfürlü cümleler, kolay yoldan para kazanma (faizli krediler, faizli alavere-dalavere işleri) ve en lüks ve gösteriş için harcama, eğitime önem vermeme ve dalga geçme, İslam’ı anlamak yerine kallavi bir hoca bulup ona uyma, İslam’la-cennetle-cehennemle-kıyametle ilgili bütün konularda ALİM gibi ahkam kesme ve benzer bir sürü gayri İslami davranış…
Türkiye’de olanlar da zaten cabası.
TV kanalı sahibi dini gruplar zaten işi iyice raydan çıkarmışlar.
Cüppeli-sarıklı-sakallı insanların ‘iklim değişikliği sebebiyle yağan dolu’ için, ‘Allah’dan özür dileyelim, tevbe edelim düzelecektir’ demeleri…
TV kanalı olduğu için onların kontrolü devletin sorumluluğunda ona birşey diyemiyoruz.
Kendini müslüman/dindar addedenlerin yaşadıkları hayatı gözlemleyince, artık bunun için birşeyler yapılması lazım diyorum sürekli.
Kiminiz şöyle diyebilir: ‘Bunlar olur, düzgün-kaliteli-hakkınca yaşamaya devam etmek gerek’.
Hakkınca yaşamaya devam edenler istedikleri kadar devam etsinler, internet/sosyal medya gibi bir gerçeklik olduğu sürece ‘seviyesizlik, cahillik, kolaycılık, gayri İslamilik, kalitesizlik, bayağılık ve gayri insanilik’ başını alıp gitmekte…
İlim ehli olanların ilimlerini anlatan videolar yerine şarlatanların videoları sosyal medyada hızla çoğalmakta. Sürekli empoze edilen ‘en iyisi biziz, diğerleri küfür içinde’ mantığı mantar gibi yayılmakta. Bırakın her geçen günü, her geçen saniye hem İslam, hem Türkiye ve hem de müslümanlar için çok tehlikeli.
İnternetin/Sosyal Medya’nın nasıl kullanılması gerektiği ile ilgili özel ilmihal kitapçığı hazırlanması gerekiyor.
Bunu yapacak olan da Diyanet’tir.
Diyanet’in başkanlığında İlahiyat Fakülteleri hocalarıdır.
Diyanet’ten ayrı olarak İlahiyat fakülteleri hocalarının kuracağı dernekler, insiyatifler acilen oluşturulmalıdır.
Oluşturulacak İnternet ve Sosyal Medya İlmihali nelere değinmelidir?
Hz. Muhammed’in (sav) internet kullanımı nasıl olurdu?
Hz. Muhammed’in sosyal medya hesabı olur muydu, olursa bunu ne sıklıkla ve nasıl kullanırdı? Bu sorular ile başlanabilir.
İslam’a, İslam’ın ruhuna uymayan konuları içeren videoları paylaşmanın hadis uydurmak ve uydurma hadisi yaymak kadar günah olduğu ele alınabilir.
‘Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun aslını araştırın…’ (Hucurat, 6) ayetinin delillendirilmesiyle internet haberleri ve mesajlarını yaymanın vebalinden bahsedilebilir.
(Fasık kavramının içeriği de tekrar ele alınmalıdır. Bugün artık kimin sabah fasık, öğlen inanmış, akşam günahkar olduğu birbirine karışmıştır)
‘Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler…’ (Hucurat, 11) ayeti delillendirilmesiyle topluluklarla alay etmenin Kuran’da men edildiği vurgulanabilir.
‘Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın…’(Hucurat, 12) ayeti delillendirilmesiyle bilgiye dayanmayan zan ile hükmetmenin Kuran’da yasaklandığı belirtilebilir.
‘De ki: Siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz?….’ (Hucurat, 16) ayeti delillendirilmesiyle İslam’ı olduğundan farklı şekilde anlatanların ayette belirtildiği gibi bir ‘saygısızlık-edepsizlik ve Allah’a şirk’ içinde oldukları açıkça ifade edilebilir…
Kalitesiz, ilimsiz müslümanların/dindarların İslam’ın kalitesine zarar verdikleri için İslam’ı bozdukları belirtilerek ayetlerde ifade edilen güruh içinde sayılabilecekleri örneklerle yazılabilir….
İslam’ı şov yapar gibi sürekli dillendirenlerin, aslında İslam’ı rant olarak kullanan kişiler oldukları da açıkça ifade edilebilir…
Bunlar gibi örnekler çoğaltılabilir. Ben sadece birkaç örnek vererek durumun vahametini ve aciliyetini belirttim.
Gerisi yetkililerin yüksek tercihlerindedir.
Bu seviyesizlikler artmaya devam ettiği sürece İslamcı-Rantçı-Gösterişçi dinci’lerden rahatsız olan müslümanların/dindarların sayısı çığ gibi artar. Ve bunun sonraki safhası da önü alınamaz kötülüklere gebe olur. Demedi demeyin.
Sevgi ve Bilgiyle kalın.
***
BİR DE -EKSİKLERİNE RAĞMEN- ŞU YAZI VAR:
http://www.star.com.tr/yazar/ak-partide-davayi-tasiyacak-kadro-yazi-1372941/

Sibel ERASLAN
sibeleraslan@stargazete.com
AK Parti’de davayı taşıyacak kadro
08 Ağustos 2018 Çarşamba
AK Parti, Adalet ve Kalkınma demek, bedeni kalkınmaysa ruhu adalet. AK Parti'lilerin heyecanla beklediği MKYK listesi, sadece AK Parti'yi ilgilendirmiyor. Türkiye'nin siyasi kültürel geleceği demek bu.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bahşettiği Kuvvetler Ayrılığı prensibi gereği Yasama, İcra ve Parti teşkilat yapısının sınırları daha da somutlaştı. Bunun iki önemli sonucu var; sınırları eskiye göre daha belirgin olan bu yapıdaki her kısım, hesapverebilirlik konusunda sarih bir sınava tabi olacaktır. Yani hem Meclis’teki vekillerin, hem icrai makamların, hem de parti gövdesinin mükemmel çalışması gerekiyor. Mükemmellik ve yüksek performans beklentisini karşılayacak ekipler olmalı...
Diğer sonuç, eskiye göre daha belirginleşen ve uzmanlaşan bu üç yönetsel güç (meclis, icra, parti) arasında kurulacak ahenk, uyum... Siyaseti sanata çevirecek bir ilişkiler ve dengeler mimarisi kurulması gerekiyor bu üç güç arasında... Aksi takdirde uyumsuzluk, ahenksizlik hatta vesayet ilişkisine kadar gidebilecek karışıklıklar oluşabilir...
Cumhurbaşkanımızın siyaset dehası bu üç unsurlu yapının kompozisyonunu sağlamada elbette başarılı olacaktır. Bizim duamız da gayretimiz de bu yöndedir.
***
Sistem değişti, sistemin ahlakının oturtulması gerekiyor. Sistemin kurumları kadar bu kurumların nasıl işletildiği de önemli. Kurumların içini ‘ruh’tur, ‘gönül’dür dolduran. Yaptığımız işler pekala kurallara uygun ve yasal olabilir... Ama gönüllerin rızasını gözetememiş, gönüldaşlarına amele gözüyle yukarıdan kibirle bakan idarecilerle teşkilat örfü kurulamaz.
Siyasi partilerin ‘dava’ dediğimiz onları ayakta tutan manevi değerleri vardır. Ve bu değerler hülasasını diri tutacak yani parti felsefesini yaşatacak kadro, merkez karar ve yürütme kurulunda temayüz eder. İl, ilçe, mahalle, sandık teşkilatlarına kadar herkesi ortak bilinç ve kültürel görgü ile yetiştiren bu mensubiyet duygusunu omuzlayacak önemli simalara ihtiyaç var. Bu simalar, hem geçmişten bugüne davayı omuzlamış idealist kişiler olmalı hem de aidiyetin kıvamını bilmeli. Tefekkürle aksiyon buluşması siyasi gövdenin sağlam iradesi olacaktır.
MKYK, geçmişte de önemliydi AK Parti için. Şura, liyakat, iç muhasebe, ehliyet, hedefler, söylemler hep burada yeşertilirdi. Bundan sonra, daha da önemli bir pozisyona geçiyor MKYK. Adeta İcra ve Meclis kanatlarını açarak gökleri aşacak kartalın ana gövdesidir...
Davanın çilesini çekmiş, sebat etmiş, zor zamanlarda denendiği kadar ikbal zamanlarında da imtihanını yüz akıyla vermiş kişilere ihtiyacımız var. Çile çekmeden yükselmiş kişilerin cesareti, gördük ki en kısa zamanda hoyratlığa, kibre, değer bilmezliğe dönüşüyor. AK Parti sırtını yasladığı yüksek halk desteğine bakarak, ne olsa gider derse şayet, kendi yozlaşma haritasını çizer.
Hem iktidarda hem muhalefette, siyasetin hemen her kademesinde sınavını dürüstlükle vermiş, davaya olan şaşmaz inancı, akil kişiliği ve entelektüel kucaklayıcılığıyla hepimize güzel örnek olan Numan Kurtulmuş Hocamızı, yıllardır bir dava yoldaşı olarak takip ediyorum. 28 Şubat günlerinden beri sabırla göğüs gerdikleri, sırtladıkları çile, onların da bizim de hem hüznümüz, hem onurumuz oldu. Prof. Numan Kurtulmuş Adalet ve Kalkınma'nın değerler dünyasını omuzlayacak önemli bir isim.
***
Bu kadar!
Ve’s-SELAM…
Mea’d-DUA.. DUA…