"Kâğıt parçası" mı?
Haziran ayında Taraf gazetesinin patlattığı Genelkurmay karargâhında "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" başlıklı Ak Parti iktidarının "faul"le devrilmesine yönelik belge için Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ böyle demişti.
Ortada bir belge fotokopisi vardı ama belgenin aslı ortada olmayınca, formel hukuk açısından söz konusu belge bir "kâğıt parçası" değeri taşıyacaktı ve Genelkurmay Başkanı kalkıp "kâğıt parçası" dediğine göre akan sular da durdu.
Gerçi, böyle bir belgenin varlığından kuşku duymayanlar vardı ama aslı ortaya çıkmadıkça, Genelkurmay karargâhının geçmiş benzer örneklerden -"Andıçlar falan"- kaynaklanan "şaibe"si kalkmasa da hukuk süreci açısından anlamlı bir doğrultuda ilerlemek pek zordu.
"Kâğıt parçası"nın değersiz bir kâğıt parçası olmadığı, ortada "kapı gibi" bir belgenin bulunduğu, belgenin aslı Ergenekon savcılarının eline ulaşınca anlaşıldı. Adli Tıp Kurumu, beş sayfalık ve bir muvazzaf subay tarafından kaleme alınan "ihbar mektubu" ile birlikte savcılara ulaştırılan "belge aslı" üzerinde yaptığı incelemede, belgenin altındaki "ıslak imza"nın Dz. Kurmay Albay Dursun Çiçek'e ait olduğunu ortaya koydu.
Bu noktadan itibaren iş ciddileşiyor; çünkü söz konusu olan Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un tanımlamasıyla "kâğıt parçası" olmaktan çıkıyor.
Genelkurmay Başkanı bu durumda daha önce söz verdiği gibi, "TSK açısından yasaların öngördüğü işlemi tereddütsüz yapmak" için harekete geçeceğine, "ıslak imzalı belge"nin -yani "kâğıt parçası olmayan"- medya organlarına nasıl sızdığına ilişkin tepki gösteren bir Genelkurmay açıklamasını kaleme aldı. Bunu gönüllü Genelkurmay sözcüsü konumundaki bir gazetecinin dünkü Milliyet'teki haberinden öğrendik.
Yapılması gereken iş, "belge"nin basına nasıl sızdığına öfkelenmek değil, böyle bir "belge"nin nasıl hazırlanmış olduğuna ilişkin işlem yapmak.
Esası kaçırıp, ayrıntılara boğulmak anlamlı değil. Siyasi tarihimizde ibret verici bir hukuksuzluk skandalına ilişkin gereğini yapmak yerine, "Bu olayın tüm TSK'ya mal edilmesi ve yıpratma kampanyasına dönüştürülmesine karşı çıkmak" hiç değil.
TSK'yı yıpratma kampanyası yok. TSK içindeki hukuksuzluk halinin böyle örtülmeye kalkışılmasıyla TSK yıpratılmış oluyor. TSK'yı yıpratmanın ve TSK'nın yıpranmasının önüne geçmek, hukukun önüne geçmemekle mümkün olacak.
* * *
Vatan gazetesi dün "karargâh kaynaklı" olduğu besbelli ve bunu zaten açıkça ima ettiği şu "5 soru"ya "komuta kademesi"nin bakışı olarak manşetinden yer verdi:
"O belge ilk çıktığında ‘kâğıt parçası' demiştik. Gerçek olduğu anlaşılırsa, elbette gereğini yaparız. Bir Albay için TSK zan altında bırakılacak değil. Ancak şu soruların cevabı da verilmeli:
1. Islak imzalı belgenin yeni ele geçtiğine inanmamızı kimse beklemesin... Neden gerçek dedikleri belgeyi şimdi ortaya çıkarıyorlar? Neyi beklediler?
2. Orijinal denilen belge neden soruşturmanın yürütüldüğü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na yollanmadı?
3. Askeri personele sivil yargı yolunu açan değişiklik Anayasa Mahkemesi'nde. Mahkeme kararıyla yargı makamı belli olsun. Neden bu kadar acele ediliyor?
4. Neden basına servis yapılıp acele kamuoyu baskısı yaratılıyor?
5. Belgenin gerçekliğiyle ilgili şüphemiz var. Hukuk ve akıl dışı bu belgenin sınıflarını birincilikle bitirmiş bir kurmay albayın hazırlamış olmasını mantığımız almıyor."
Bu sorular, İlker Başbuğ'un bizzat kaleme aldığı ileri sürülen Genelkurmay açıklaması ile aynı dalga boyunda. Ne var ki bu soruların cevaplarının aranması, şu gelinen noktada atın önüne arabanın konulmasından, esası bırakıp ayrıntılara gömülmekten başka bir şey değil.
Soruların her birine verilecek cevaplar var. Hele en son soru, yani "mantığımız almıyor" denilen soru mantıklı değil. Böyle bir "hukuk ve akıl dışı" belgeyi "sınıflarını birincilikle bitirmiş bir albayın kaleme alması"nda tuhaf ne olabilir ki? Ergenekon sanıkları arasında kuvvet komutanlığı yapmış, MGK Genel Sekreteri sıfatını taşımış orgeneraller bulunuyor.
Ergenekon dosyasında "Darbe Günlükleri" yer alıyor. Dosyadaki bulgular "hukuk ve akıl" ile ne kadar bağdaşıyorsa, söz konusu "ıslak damgalı belge" de o ölçüde bağdaşır.
İşin esası şu: Genelkurmay karargâhı, Adli Tıp Kurumu tarafından "gerçekliği" belirlenmiş bir belgenin varlığını kabul ediyor mu, etmiyor mu?
Binbir polisiye roman sorusunu bırakalım, şu basit soruya cevap arayalım en başta: "Kâğıt parçası" denilen kâğıt parçası değil, Adli Tıp Kurumu'nun "gerçekliği"ne dair rapor verdiği "ıslak imzalı" belge olduğuna göre, mesele bunun basına nasıl sızdığı ile mi uğraşmaktır; yoksa nasıl hazırlandığı ve bunun sorumlusu ya da sorumlularının kimler olduğu ile mi?
* * *
"Mesele" de galiba burada başlıyor. Çünkü 5 sayfalık "ihbar mektubu"nda iş "ıslak imza" sahibi albayı aşıp, generallere ulaşıyor. Bir "gerçek belge" düşünün ki...
1. Ak Parti'yi bölmek;
2. Fethullah Gülen cemaatini şiddet ve silah ile ilişkilendirmek;
3. Alevilere ilişkin provokasyonlar ile toplumda bir çatışma ortamı oluşturmak amacı gütsün ve buradan yola çıkarak "meşru olmayan yollar"dan iktidarı devirmek hedefine yönelmiş olsun.
Ve biz işi gücü bırakıp, bu "gerçek belge" nasıl ve niçin sızdı diye uğraşarak, "Böyle hukuk devleti olur mu?" diye sorgulamayla yan yollara sapalım; ama özü itibariyle "hukuk devleti"ne kastetmiş olan böyle bir "belge"nin kim tarafından ve niçin hazırlandığını göz ardı edelim.
Mızrak çuvala sığmıyor...