26.10.2009
Aklı olan herkes için sorumluluk söz konusudur; bu sorumluluk ailesine, yakınlarına karşı olmaktan başlar, toplumundan geçerek insanlığa kadar uzanır.
Maalesef o terbiyeyi yeterince aldığımızı söyleyemeyiz. Geçen gün modern bir çift yolda gidiyorlardı; seviyelerini belirtmek için de finoları yanlarındaydı; ama yedikleri çekirdeklerin kabuklarını yola atıyorlardı. Konu siyaset sahasına intikal edince, durum daha ciddi bir mahiyet arz eder. Arkadan gelen çöpçü her zaman kabukları süpüremez.
Hepimize sorumluluklar yükleyen tehlikeli bir dönemeçten geçiyoruz. Anneler ağlamasın, gül gibi evlatlarımızı mezara koymayalım, iç barışı sağlayalım, deniyor; bunlara kimsenin diyeceği bir şey olamaz. Fakat terörden canı yanan binlerce insan var; hiçbir şey gidenin yerini doldurmaz; suçlunun cezasını çekmesi belki biraz teselli eder. İç barış uğruna hukuk rafa kaldırılıyor, gözü yaşlı insanlardan fedakârlık isteniyor. Onlar vatan için bütün bu olanlara katlanırlarken, tetiği çekenler de zafer çığlıkları atmamalıdır. Hele bu işin goygoycuları Anadolu'daki kan davalarına gözlerini çevirmelidirler. Şöyle veya böyle bir cinayet işleyen kısa bir süre içeride yatıp çıkınca, yumurta topuklu kunduralarını geçirdiği ayaklarını üst üste atarak hapishanede öğrendiği bağlamayı ölenin yakınlarının karşısında tıngırdatmaya başlayınca, kan davasının tohumunu ekmiş olur. Toplumsal kan davası ise topyekün bir cinnettir; Allah hiçbir cemiyeti buna düçar eylemesin.
Bu goygoycular her huzurda, barışta adaletin gizli olduğunu unutmamalıdırlar. Eski Yunan'da bir eşkıya çetesi bir siteyi yakar. O siteden kaçan bir ihtiyar, kayaların arasına gizlenip canını kurtarmaya çalışır. Meğer gizlendiği kayanın tepesinde eşkıya reisi yangını gururla seyretmekteymiş. Çete reisi ihtiyarın ensesinden kavrayıp hançerini boğazına dayar: "Bana hemen adaleti tarif et, yoksa kelleni alıyorum." İhtiyarcık şu cevabı verir: "Adalet, kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamaktır."
Bu sütunun okuyucuları şuna şahittir ki defalarca, iki yüz yıldan beri bizi yıkmak için emperyalistlerin oynadıkları kozlardan birinin Kürt kartı olduğuna değinilmişti. Yine onlar, Kurtuluş Savaşı'nda kaya gibi dik duran beraberliğimizin bağımsızlığımızı elde etmemizde önemli rol oynadığının çeşitli kereler zikredildiğini hatırlarlar. Fakat şimdi geldiğimiz noktaya bakınca, nasıl ayrıştığımızı görüyor, emperyalistlerin galip geldiğini idrak ediyoruz.
Milletlerin idealleri kolay oluşmaz; onlardan bir çırpıda da vazgeçilmez; çünkü zaruretten kaynaklanmaktadırlar. Ortaçağ boyunca Alman milletini Avusturya temsil etmişti; onunla Orta Avrupa'da çok boğuştuk. Fakat 1791'de kurulan Federal Almanya ile devamlı menfaat örtüşmemiz olmuştur. Birinci Dünya Savaşı'nda silah arkadaşı idik. Ama Almanlar hiçbir zaman "Drang nach Osten" tarihî politikasından vazgeçmediler. Rusların sıcak denizlere inmek istedikleri gibi, Almanlar da doğuya yayılmanın peşindedirler. Çünkü hammadde kaynakları Asya'da, bilhassa Ortadoğu'da toplanmıştır. Bu bölgelerdeki hammaddeye hakim olmak, mamul maddeleri insan denizi olan Uzakdoğu'ya kadar emin bir şekilde ulaştırmak için buralardaki devletleri parçalayıp Alman şemsiyesinin altına almak istemektedirler. Bunu da "7-B" ile ifade etmektedirler. Her "B" Almanya'dan Hindistan'a uzanan bölgedeki şehirlerin baş harfleridir; Berlin, Budapeşte, Belgrad, Bükreş, Bosphorus (İstanbul), Bağdat, Bombay. İlk senaryolarını Yugoslavya'da sahneye koydular.
Bu toprağın çocukları; hiçbir güç sizin için hayırlı rüya görmez; ölünüze ağlamaz. Menfaatinin bittiği yerde sizi bırakır. Tarih bize şöyle sesleniyor: Ya bir ya yok olacaksınız.