24.10.2009
Çarşamba günü, 34 PKK sempatizanı ve militanının ülkeye dönüş operasyonunu yürüten, kendisi de 10 yıl önceki “barış grupları” ile teslim olmuş Seydi Fırat ile konuştuğumda bana karşılama törenlerinin yaratmış olduğu olumsuz atmosferin farkında olduklarını; bu konuyu aralarında tartıştıklarını; Türk kamuoyunun hassasiyetini göz önüne alarak yeni karşılama törenleri yapmama kararı aldıklarını açıklamıştı. Fırat’ın sözlerinin Vatan’da yayınlandığı Perşembe günü DTP Lideri Ahmet Türk’ün sağduyulu sözleri ve çağrısı da Hürriyet Gazetesi’nin manşetini süslüyordu.
Fakat Kürt siyasi hareketindeki aklıselimin hakimiyeti 24 saat bile sürmedi. Tam da Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı gibi açılımın mimar ve uygulayıcıları en sert sözlerle yaşananlardan duydukları rahatsızlığı dile getirdiği bir sırada DTP, Avrupa’dan İstanbul Atatürk Havaalanı’na gelmesi beklenen PKK grubunu karşıladıktan sonra onlarla birlikte miting yapmak için resmi makamlara başvurdu.
Neden “sil baştan”
İşte böyle bir aşamada başlıktaki soruyu sormak kaçınılmaz. Gerçekten Başbakan Erdoğan, söylediği gibi “sil baştan” yapar mı? Cevap normal şartlarda “yapmaz” , hatta “yapamaz” olmalıydı, fakat bu gidişle “pekala yapabilir” noktasına vardık. Bunun birkaç nedeni var:
1) Karşılamalarda ortaya çıkan görüntüler toplumun geniş bir bölümünde derin bir rahatsızlık yarattı. DTP’lilerin yangına körükle gitmeleri bu rahatsızlığı daha da derinleştiriyor.
2) Rahatsızlık AKP tabanında da ciddi bir şekilde gözleniyor. Hatta parti tavanının da bu olumsuz atmosferin etkisi altında kaldığı söylenebilir.
3) Gül, Erdoğan, Atalay gibi isimlerin rahatsızlığa ek olarak kızgın oldukları da söylenebilir çünkü uzun bir süredir hazırlığı yapılan ve çok önem verdikleri bu “ülkeye dönüş” ün DTP (ve PKK) tarafından rotasından çıkarılmasını hesaba katmamış oldukları anlaşılıyor.
4) Daha ilk andan itibaren DTP’nin ne kadar etkisiz olduğu ve PKK ile Öcalan’ın bu süreçle gönülleri istediği gibi oynamaktan geri durmayacakları anlaşıldı. PKK lider kadrosunun son açıklamalarına ve Öcalan’ın avukatlarına söylediklerine bakınca onların bundan sonra geliştirebilecekleri taktik ve stratejileri öngörebilmenin ne kadar zor olduğu ortaya çıkıyor. Özetle açılımı yürüten devlet kadrolarının önlerini görmekte zorlandıklarını söyleyebiliriz. Dolayısıyla şu çıkarıma varabiliriz: İleriyi göremeyen hükümetin tercihi pekala “geri” olabilir.
Yazının tamamı için tıklayınız.
Yorum:
Evet, maalesef korkulan oldu!
Şimdiye dek Türkiye tarihinde hiçbir hükümetin gösteremediği cesareti göstererek, denemeyi bırakın, düşünmeyi bile reddettiği adımı, AKP hükümeti çok ciddi riskler alarak attı. Ve atar atmaz da ilk fiyaskoyu yaşadı çünkü hesapta teröristlerin, güllerle, kahramanmışçasına karşılanmaları yoktu. Beklenen makul bir mahcubiyet ve pişmanlık idi, pişkinlik derecesinde yapılan mitingler değil. Ortalık karışınca provokatörlere de iş çıktı. Kah doğuda halaylar çeken bir grubu, kah batıda ağlayan şehit annelerini oynadılar. Eh, ne diyelim, başarılı da oldular.
Peki, şimdi ne olacak?
Şimdi olası Türkiye senaryolarını sıralayalım:
1. Eve dönüş fiyaskosunun verdiği şoku atlatan AKP’nin ilk işi, diğer dönüşleri durdurmak ve açılımı kapatmak olur. Bunca aydır, ülkenin en öncelikli meselesi haline gelen “Demokratik Açılım” projesi için düşünülen zaman veya emek kaybı değildir, artık. Çünkü diğer kayıplar daha vahimdir.
Türkiye elden kaçan tarihi fırsata mı, halklar arasında iyice kalınlaşan çizgiye mi, bir daha gündeme gelmesi yıllarca söz konusu olamayacak demokratik haklara mı, ülke dışında kaybedilen prestije mi, bundan sonra baş göstermesi olası iç savaşa mı, bundan cesaretlenip teşebbüs edilebilecek bir dış savaşa mı, durum kontrolü için yapılabilecek darbeye mi, gelen darbeyle gidecek olan hükümete mi, gelenin gideni aratmasına mı, hangisine yansın?
2. Hükümet barış meşalesini söndürmeyi hedefleyen tüm provokasyonların farkındadır ve soğukkanlılığını koruyarak başladığı işi tamamlamaya kararlıdır. Ancak bu kez dersini almıştır ve şunu iyice anlaşılmasını ister ki: eve dönüş yapmak isteyenler her ne kadar Türkiye’nin çocukları da olsalar savaş suçu işlemişler. Ancak pişmanlarsa ve kendi rızalarıyla, Türk vatandaşı olarak barış içinde yaşamak üzere geliyorlarsa kabul edilecekler.
Türkiye’nin Öcalan’ın çağrısıyla gelecek, çağrısıyla gidecek, çağrısıyla savaşacak, çağrısıyla barışacak insanlara kapısı açık olmadığı gibi, bu insanlara ve yandaşlarına buranın Truva olmadığını gösterme azmi de vardır.
3. Hükümet, atılan adımın büyüklüğünün farkındadır ve sil baştan yapmayı göze alamamaktadır, ancak gerek dönüş yapanların, gerek DTP’nin rahatsızlık veren tavırlarının altında Türkiye için ciddi tehditler görmektedir. Bunda da haksız değildir, ne de olsa DTP Kürt halkının değil Öcalan ve PKK’nın partisi olduğunu iyice vurgulamıştır. DTP, ne kaçacak olan tarihi fırsatın farkında ne de halklar arasında körüklenen düşmanlığın. Bu sebeple hükümet ancak demokratik açılımın çapını daraltarak, daha hassas olunarak bir takım düzenlemeler yapabilmektedir.
İhtimaller bunlar olsa da bundan sonraki tabloyu tamamen tarafların duyarlılığı ve halkın sağduyusu belirleyecek.
Komediye bakın ki, yıllardır bilfiil çalışarak elde edemediğini, şimdi mahkum olduğu bir adadan direktifler vererek yapmaya kalkan adam başarılı oluyor ve tüm Türkiye’ye “Ancak ben isteyince barış olur.” mesajı veriyor. Yanlış olan bu mesaj bir yerlere ulaşıyor ki gelinen sürecin asıl kahramanının Erdoğan olduğu gerçeği bertaraf ediliyor.
Daha önceki yazılarımda da vurguladım, DTP Kürt halkı ile özdeşleştirilmemeli, meclise nasıl geldiyse aynı yolla geri gitmeli. Bunu da oy verenleri yapmalı. Yarın sırf doğulu diye sokakta dahi yürüyemeyen insanlar oluşmasın diye yapmalı. Yoksa her koyun kendi bacağından asılmayacak, kokusu yedi bölgeyi rahatsız edecek.