Kur’an ayı Ramazan’ın son günlerinde…
Reşat Nuri EROL
Son seçimden (12 Haziran) sonra bu köşede değerlendirme yazıları yazdım. En sonunda konuyu “Bireysel ve toplumsal sorumluluklarımız” (3 yazı) ve “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” başlıklı yazılarımla (19-23 Haziran 2011) toparladım. O yazılarımda demek istediklerimi üç Kur’an âyeti ve bir hadis ile özetleyebilirim: Kur’an yani ALLAH diyor ki; “…FeMâZâ Ba’de’l-Hakki İll’d-dalâli…/ …Hak’tan sonra dalâletten başka ne kalır?..” (Yunus 10/32) “Gerçek şu ki insanlar/bir kavim kendi iç dünyalarını/nefslerinde olanı değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 13/11) “Bu böyledir, çünkü Allah bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez.” (Enfâl, 8/53) “Kema tekûnu yüvellâ aleyküm./ Nasılsanız öyle yönetilirsiniz.” (Hadis)
Kur’an ayı Ramazan’dayız ve bu ayın son günlerindeyiz ya; bu Ramazan, 626 haftadan beri sürdürmekte olduğumuz “Kur’an ve İlim Seminerleri” notlarımızı bir çeşit itikâf vecdiyle hazırlıyorum... 21 Ramazan’dan beri İzmir’deki evimizde Annem ve Babam ile birlikteyiz… Onları anmamın sebebi var; hepimiz dünyaya gelişimizi Allah’tan sonra onlara borçluyuz, üzerimizde ödenmesi mümkün olmayan hakları var… Özellikle son yıllarda bir araya geldiğimizde, Kosova ve Bosna’dan Türkiye’ye gerçekleştirdiğimiz muhaceretten günümüze kadar geçen yılları yâd ediyor, geçen yılların muhasebesini yapmaya gayret ediyoruz… Muhasebe meselesine hepimiz daha geniş bir perspektiften bakarsak; dünya hayatı öncesi neredeydik, dünya olarak nereye geldik ve âhiret olarak nereye gidiyoruz?..
Yukarıdaki âyetler ve hadis bağlamında düşünürsek; önce “birey” olarak ve hemen ardından “aile”den başlamak üzere “aşiret/ocak, kabile/bucak, şa’b/il, kavim/devlet, ümmet/birlik ve beşeriyet/insanlık” olarak oluşturduğumuz bütün “topluluklarda” âhiretle bağlantılı dünyevi sorumluluklarımız var… Kur’an işte bunları bize hatırlatıyor; hattâ hatırlatmakla kalmıyor neler bilmemiz ve yapmamız gerektiğini de öğretiyor…
Kur’an ayı Ramazan’dayız ya; bu ayı bir de bu açıdan değerlendirelim… Muhasebemizi iki bayram arasında da sürdürelim… Hattâ her ayımızı 11 ayın sultanı Ramazan ayında edindiğimiz alışkanlıklar ve aldığımız terbiye ile devam ettirelim… Bunun nasılını da yine Kur’an’dan öğrenip anlayalım… Anladıktan sonra da uygulayalım…
Hani Kur’an’ın Mekke ve Medine’de “indiği” Mısır’da “okunduğu” İstanbul’da “yazıldığı” söylenir ya; bizler de bu topraklar üzerinde bu çağda yaşayanlar olarak, “birey, aile, ocak, bucak, il, devlet” başta olmak üzere oluşturduğumuz bütün “topluluklarımız” ile “Kur’an’ı öğrenip anlayan ve hayatına uygulayanlar” olalım…
Kur’an neleri nasıl bilebileceğimizi, öğrenebileceğimizi ve bu öğretiye dayanarak nasıl uygulayacağımızı bizlere hatırlatıp öğretmektedir. Geçtiğimiz Haziran ayında gerçekleştirdiğimiz 617. “Kur’an ve İlim” seminerlerimizin bir bölümünde, bu yolda yapılması gerekenleri şöyle sıralamışız:
a) Klasik Arapça öğrenmeliyiz. Böylece Kur’an’ın manâlarını doğru şekilde anlamaya çalışmalıyız. KLASİK ARAPÇA nedir? 1) TECVİT, 2) LUGAT, 3) SARF, 4) NAHİV, 5) MEANİ, 6) BEYAN ve 7) BEDİ’ ilimleridir, 8) USULÜ FIKIHTIR; ulumu semaniyedir yani sekiz ilimdir.
b) Kur’an’ı anlayabilmemiz için bu dil ilimlerini bilmemiz yetmeyecektir. Ayrıca mevcut fen ilimlerini de bilmemiz gerekir. Bunlar da MATEMATİK ilimleridir; 1) BİRİMLER, 2) SAYILAR, 3) İŞLEMLER VE 4) DENKLEMLERDİR; SONRA 5) ANALİZ, 6) TRİGONOMETRİ, 7) İHTİMALİYAT ve 8) BİLGİSAYAR ilimleridir.
Bir taraftan bunları beşikten mezara kadar tahsil etmemiz gerekirken diğer taraftan da bu ilimlerin uygulamasını Kur’an ve Fıkıh üzerinden yapmalıyız… Yani örnekler Kur’an’dan alınmalı, içtihat ve icmalara gidilmeli ve uygulanmalıdır...
Kur’an ayı Ramazan’ın son günlerinde bir de böylesi derin tefekküre dalalım…