21.06.2011
Önceki yazıyı hitama erdirdiğimiz âyeti tekrar hatırlayarak başlayalım: “…FeMâZâ Ba’de’l-Hakki İll’d-dalâli…/ …Hak’tan sonra dalâletten başka ne kalır?..” (Yunus 10/32) Yani: “Millî Görüş ve Adil (Ekonomik) Düzen” gömlekleri çıkarıldıktan sonra geriye ne kalır?!.” Ve devam edelim: Erbakan Hocamızın anlattıklarını anlamadıktan ve yaptıklarını (hadi yapmaya çalıştıklarını diyelim) yapmadıktan (veya hiç olmazsa yapmaya çalıştıklarını siyaseten yapmaya çalışmadıktan) sonra geriye ne kalır?!.
-Bu soruyu “fert/kişi/birey” ve “cemaat/kurum/topluluk” olarak soralım…
-Gerekli istişarelerden sonra cevabı üzerinde derin derin düşünelim…
-Bilahare bugün bizce cevabımız her neyse gereğini yapalım…
İnsan/birey tek başına değil, toplum içinde “toplumsal bir varlık olarak yaşamak” üzere yaratılmış; toplumlar ise tek başına ve her biri ayrı şahsiyet, ayrı parçalar olan insanların/kişilerin/bireylerin bir araya gelip bir bütün oluşturmasından meydana gelmiştir.
***
Toplumların rehber edindikleri inanç, davranış, tutum, gelenek, örf, ahlâkî ilkeler ve idealleri içeren değer ve normlar aynı zamanda toplumun tüm bireylerinde bütüncül bilinci veya bilinçli bir bilgiyi oluşturur; buna “toplumsal bilinç” denilmektedir. Toplumda oluşan bu kollektif bilinç bir taraftan kişilerin/bireylerin gelişimini azami düzeyde sağlarken, diğer taraftan da toplumun her türlü birikimlerine zenginlik katmakta, edinilen toplumsal bilinç, bireye toplumda varolan değer ve normların korunması noktasında “BİREYSEL SORUMLULUKLARI” yanında “TOPLUMSAL SORUMLULUKLAR” da yüklemektedir. Toplumlarda var olan değerler, idealler, gayeler, hedefler onları insan yığınlarından farklı kılan ve topluma bu gücü veren unsurlardır. Bu ideallerin ve hedeflerin gerçekleşebilmesi için ise her şahsın/kişinin/bireyin üstlenmesi gereken “toplumsal görevler ve sorumluluklar” vardır. Dünya hayatının Kur’an’ın ifadesiyle “oyun ve eğlence” olsun diye yaratılmadığı, insanın/kişinin/bireyin de amaçsız, idealsiz, gayesiz, hedefsiz var edilmediğini göremeyen “kişi/birey” veya “toplumlar” ne dünyevî ve uhrevî sorumluluğu, ne de “bireysel ve toplumsal sorumluluğu” hissedebilirler. Toplumsal sorumlulukla toplumun amaç ve ideal sahibi olması arasında ciddî bir ilişki söz konusudur.
***
Kur’an bireysel sorumluluklarımızı hatırlatmakta: “Her insanın/kişinin/bireyin amelini boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. Bu kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (İsrâ 17/13-14) Bireysel sorumluluklarımızı idrak etmek için bu ayet bile yeter!..
Kur’an’ın, “Her ümmet/topluluk için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler.” (A’râf 7/34; Yûnus 10/49) şeklindeki âyetlerle “toplum”un kendisine has kolektif bir kader ve ecelinin varlığından söz etmesi, “birey”den farklı bir toplum gerçeğinin olduğunu ortaya koymakta... Ayrıca Kur’ân, “O gün sen her ümmeti diz üstü çökmüş olarak görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır...” (Câsiye 45/28) âyetiyle de, “bireysel amel defteri” ile birlikte “her ümmetin/topluluğun kendilerine ait toplumsal bir amel defteri”nin varlığından ve özellikle kişilerin nelere kulluk ettiklerinden başlanmak üzere, topluma yansıyan olumlu veya olumsuz davranışlarının karşılığını, toplumun gidişâtı noktasında sergilediği veya sergilemesi gerekirken sergilemediği, irade ve tutumun bedelini de bu amel defterine göre alacağından, bir başka deyişle toplumsal hesap görmeden bahsetmektedir.
Buna ilaveten “Elbette kendi yüklerini, kendi yükleriyle birlikte nice yükleri taşıyacaklar ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.” (Ankebût 29/13) âyetiyle de bireyin biri “kişisel” diğeri de “toplumsal” olan iki türlü sorumluluk yükünün altına girdiğini açıkça ortaya koymaktadır.