Kur’an’a göre yeni düzen ve yeni medeniyet-18
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam…
“En saddûküm ani’l-meccidi’l-harami / Mescid-i Haram’dan sizi saddetmeleri” (Maide 2) Onların sizi Mescid-i Haram’dan saddetmeleri, mesela, Suud hükümetinin sizi Mekke’yi ziyaret etmesine mâni olması anlamı verilebilir. Mef’ulü leh olur. Yani sizi Mescid-i Haram’dan saddettiler diye size haksızlık yaptırmasın.
***
“En ta’tedû / İ’tidâ etmenize curm etmesin.” (Maide 2)
“Şen’ânu kavmin”deki masdar malumun veya meçhulün masdarı olabilir. Bu durumda iki mânâ ortaya çıkar; sizin onlara kininiz yahut onların size olan kini anlamlarını taşır.
Herhangi bir topluluğun yaptıkları sonucu onlara verilecek ceza, yaptıklarının karşılığıdır. Geçmişteki sabıkaları onlara karşı herhangi uygulamaya götürmez.
Burada “şen’ân” kelimesine yeni bir mânâ verilebilir; kin değil de geçmişte yaptıkları yani sabıkaları anlamına gelir. Sabıkalı olanlar geçmişte bir fiil işlemişler, şimdi cezalandırılmazlar. Her suçun kanunda belirlenen cezası vardır. Ancak onunla o kadar ceza verilir ve başka ceza verilmez. Bunun istisnası vardır. İftira edenin şahitliği kabul olunmaz. Bu da cezadır. Bununla beraber şahitlik hak değil görevdir, görevden muaf tutulur demek olur.
Bu ayet bize karşı olanlarla olan ilişkilerimizi tanzim etmemizi istemektedir. Savaş durumu hariç olmak üzere kimse kötü değildir. Sadece kötü iş yapmıştır. Onun cezası verilir, başka hiçbir ceza verilmez, kötü davranışta bulunulmaz.
***
“Ve teavenû ale’l-birri ve’t-takvâ / Ve birr ve takvada teâvün ediniz.” (Maide 2)
Bize muhalefet edenlere karşı bizim davranışımız ne olacaktır? Bundan önceki nehiyde zulmetmememiz emredilmiştir. Bizim görevimiz herkese adil davranmak, suçluya adil davranmaktır. Savaşta bile esir edildikten sonra öldürülmez. Ancak savaş suçu işlemişse cezası verilir. Savaşta savaşmak suç sayılmaz. Savaşta askeri yargı, barışta ise hakemler tarafından oluşan yargı kararları dışında kimseye asla eziyet yapılmaz, malına ve bedenine dokunulmaz.
Bunun dışında çok önemli bir kural daha getirilmektedir.
Bu da birr ve takvada yardımlaşma emridir. “Birr” arpa demektir. “Birr” demek ekmek ikram etmek demektir. Yani insanların zaruri ihtiyaçlarını gidermektir. “Komşusu aç iken kendisi yatıp uyuyorsa bizden değildir” hadisi bize birri de emretmektedir.
Biz insanlığın yalnız güvenliğini sağlamakla yükümlü değiliz.
Biz güvenlikten önce insanlara iş ve aş temin edeceğiz.
Bunu nasıl başaracağız?
Kooperatifler kuracağız. “Adil Düzen”e göre işletmeler kuracağız. İşi olmayan her çalışana orada iş vereceğiz. Geliri az olacak ama işi olacak. Daha fazla gelir bulduğu zaman orada çalışacak, bulamadığı zaman bizde işinde çalışacaktır.
Şimdi, kim olursa olsun, birrde bulunuyorsa, onlarla yardımlaşacağız. Bunlar kim olursa olsun yardımlaşacağız. Tekel sermaye ile de diyalogda bulunacağız. O kazansın ama biz de iş yapalım. İnsanların sabıkasına bakıp da onlardan uzak durmayacağız.
Önce İstanbul Yenibosna’daki mobilya üretim ve pazarlamamızı çalıştıralım. Muhasebesiyle işletmemizden emin olalım. Çalışmalarımız devam ediyor. Bize göre bu çalışmalarımız başbakan olmaktan daha önemlidir; üretim işletmesini ve bakkalı çalıştırmak.
“Birr” kelimesi taamı mesakine işaret etmektedir.
“Takva” ise “vikaye”den gelen kelimedir. Kurallara uymak, şeriatın dışına çıkmamak demektir. Takvada yardımlaşma emrediliyor. Yani ister kötülüklerden uzak olalım, isterse iyilikler yapalım, kim olursa olsun, iş birliği yapacağız demektir. İş birliği yaparken de sabıkaya bakmayacağız. Geçmişi ne olursa olsun, kendisi nasıl adam olursa olsun, yardımlaşacağız. Kur’an iyilerle yardımlaşın demiyor; birr ve takvada iyilikte yardımlaşın diyor. Tefaul bâbı getirilerek ikili değil çoklu yardımlaşmayı emretmektedir. (Devamı var)