Hangisi öne alınmalı; milyonlarca insanın oluşturduğu, tüm gücü elinde tutan, kendini var eden halkın bütününden aldığı değer ve kudretle hizmet ve güvenlik sunma görevinde olan devlet mi?
Yoksa, ataları o devletin adil, hizmetkar, vicdani hukuk ile yönetilmesini isteyen; saygın özgür geleceğinden emin fertlerin mensubu olduğu bir ülke kurulması için canın, malını bu uğurda feda etmiş, yüz binlerce şehit ve onların yine emeğinden kazandığı gelir ile vergi veren, askere giden, itaat eden, boyun eğen nesiller mi?
Hangisi öne alınmalı; ki diğerinin varlığını, hakkını, hukukunu, gelişmesini sağlasın. Bu yüzden yukarıdaki başlığa, “ böyle soru mu olur; tabii ki devlet,” diyeceksiniz.
Çünkü, “önce devlet,” ilkesi artık tabuya dönüştü. İnsanların yaşam ve varlıklarını adayarak kurdukları devletler, cihazlanıp güçlendiğinde kendini oluşturan adanmışlara ve nesillerine verilen vaatlerde çoğunlukla “atı alıp Üsküdar’ı geçiyor”!? (1)
*
Peki, oluşumunda olası ilkelliğinden, medeniyete evirilen pek “marifetli” insanlık; binlerce yıldır bizi var eden, besleyen, oluşan zorluklarından koruyan doğa için neden yapmadı?!
Doğanın insanı kuşatması, devletin insanı kuşatmasına neden eşitlendi? Tabi ki doğa ile devlet denk değil, olamaz da. Doğrusu, insanın devleti kuşatmasıdır; çünkü onu var eden, besleyen, çalışmasını gözeten insandır.
*
İnsanlık akıl almaz teknolojik sıçrama yaparken, kendi türüne ve doğaya karşı bu sıçramanın tersine derinlikte yıkım,zulüm ve eziyetlere sebep olması garip ve riskli görülmeli. Ne yazık, bunu sorgulama imkanla
rı kapalı.
Bilimsel akıl, doğayı teknolojiye -bilime dönüştürürken, sömürü ve savaşlarla vicdanı gömmesini çelişkili görüyorum. Çünkü kendi türünü var etme azmi, bu denli yok etme sapkınlığına dönüşemez. Yoksa, bu akıl almaz buluşlar, bir yerlerden mi modelleniyor ya da bunları yapanlar insan görünümlü varlıklar mı ? (2)
Bir sınıf düşünün, öğrenciler ”kapasitelerine” göre yetenekli, empatik, öğretmeyi bilen öğretmenin dersinde maksimum bilgi ediniyor. Öğretmenin tutumu, yöntemi, duruşu, heyecanı bu bilgilerin zaman ve mekanını oluşturuyor. Yani, aşçısı yetenekli bir lokantada servis , ortamın nezihliği menüye nasıl değer katıyorsa, öğretmen, öğrettiği bilgilere öyle sirayet ediyor. (3)
Bu örnekleri başlığa bağlayalım. Acaba doğada yaşayan, doğanın mutfağında beslenen, ondan öğrenen insanlar; ortaya çıkardıkları teknolojinin yanı sıra işledikleri kötülüğü de mi doğadan alıyor; yani kötülük insana doğadan mı geçiyor?! Bu anomaliden akıl mı, güdüler mi, yoksa vicdan mı…hangisi sorumlu?
İnsanın insana ettiğine tanık oldukça canımız acıyor. Yaşadığımız şehirlerde izlediğimiz haberlerde binlerce insanın perişan, umutsuz hali vicdanlarımızı dağlaması dinmiyor. Bu dönemler yer yüzünde yine “hava kurşun gibi ağır”; her yere negatif çöktü. Öyle umutsuz olduk ki, olumlu bir şey görsek, “sis dağılıyor mu? diye içimizden geçiremiyoruz. Çünkü “şeytan, onlara yaptıklarını güzel gösteriyor.” (4)
Açıklamalar:
(*) Devlet. Bir ulusun ve ya uluslar topluluğunun toprak bütünlüğüne bağlı, siyasal örgütlü tüzel varlık. Varlık: Canlı değil, ama canlı. Bu yüzden bu varlık güçlendikçe kendini var eden siyasayı, ulusu, ulusları kendine ram ediyor.
Ram: Farsça, “ huzur, itaatkar, evcil, iyi huylu,mutlu”; Avestaca, raman-“huzur, sükun”;Sanskritçede ,rama ile eş kökenli.
İngilizce ram (1957)”random-access memory”, rastgele erişim hafızası sözcüğünün kısıltılması dır. Bitmedi: İngilizce random 1.bilinçsiz koşuşma, 2.amaçsız rastgele. Eski Fransızca randon, “koşuşma, koşuşuma at gibi dört nala koşma”.(S.Nişanyan) Sonuç ve tam olarak gütme.
Güdülende varsa akıl, gütme değneğine bağlanır Yerli örnek olarak, şimdi Vatan Partisi Genel Başkanı olan Doğu Perinçek (ki devlet-Anayasa tezi pek meşhur)Devleti, “gücün ve silahın tekeli”; hukuku ise “siyasetin köpeği” olarak tasvir etmesini “ilginç” buluyorum. Uç tanımlamalar, gelişim sürecinde konum bulmada yararlı olur.
(1)“Atı alan Üsküdar’ı geçti” deyimi, Yabancılaşmanın bir türüdür. Makro uygulamada, devletlerin onları kuran milletlerle ilişkisini betimliyor. Tarifi şöyle: “Bir kişinin veya bir gurubun, istedikleri hedefe veya amaca ulaştıktan sora, artık geri dönüş olmayacak şekilde ilerlediğini ifade eder.Bu deyim, birinin istediği sonucu elde ettikten sonra , atık geriye dönme gereği veya olasılığı olmadığını belirtir.” ( https://kluseml.kluedu.tr)
(2)Karanlık varlıklar, şürekası işbirlikçileri olmaması olanaksız. Aksi halde her şeyin failinin insan biliriz. Bunun mümkün olmadığı keşiflerin model işlev kaynağı doğa olduğundan belli. Akıl, modelle ve esin yollu işlev görüyor. Modelleme ya da esin olarak her olgunun arkasında fail/ler olması gibi, onların arkasında da failler var. Yani hiçbir şey köksüz değil, kökler de beslenme havzası olan topraksız değil. Kısaca, vicdandan müstakil akıl, “ya davulcuya, ya da zurnacıya kaçar.”
(3) Hoca/öğretmen öğrendiğini, tatbik ile bildiğini öğrenmek isteyene öğretebilen demektir. Tabii ki bu kalıplaşmış tarif yeterli değil. Kaldı ki o kalıp dahi ender uygulanıyor. Öğreten ya da hoca öğretirken öğrendiklerinden ve öğrencilerden (öğrenen, öğrenemeyen) yeniden öğrenip her derste öğrenen demektir. Bildiğini yaparak değil yaptırarak geliştirmek kadim okulların yöntemidir; okuyoruz. Öğrenme- öğretme-yenilenme zinciri çok yönlü , kapsamlı bilim dalı bu kadar ile yetinelim.
(4)Güzel gösterenin gösterdiği ceset ve yıkıntılar mı; yoksa, işleyen katilin sureti mi? Bedene bağlı akıl, duyulardan gelen verileri işliyor. Yanı sıra, tüm işlediği bilgileri “mamul”, “yarı mamul”,”atık”ve “fire” olarak bilinç-bilinç altında topluyor. Topladıklarıyla güdüleri ittifak yapıyor.
Bu ittifaka, “şeytan” veya “şeytani yöneliş” diyebiliriz. Kur’an bu yönelişe çok yerde değinmiş. Bu süsleme, ziynetlendirme hiyerarşik protokolü andırıyor; o başka bir konu : “şeytan onlara yaptıklarını(zeyyene/ziynetledi) süsledi.” Arılar/16:63;Örümcek/29:38;SavaşGanimetleri/8:48;Karınca/27:24;Çiftlik Hayvanları/6:43,..