12.06.2011
Canlılar âleminde hayvanlar yayılıma çıkar, ot otlar ve karınlarını doyurarak yaşarlar. Arılar çiçekten çiçeğe uçar, aldıkları bal özünü bal yaparak yaşarlar. Hiçbir hayvan kendi ürettiği ile yaşamaz. Kendi ürettikleri ile yaşayanlar bitkilerdir.
İnsan da başlangıçta hayvanlar gibi “toplayıcılık” ve “avcılık” ile geçinmekteydi. İnsanlar bugün uygarlaştılar, artık kendileri çalışıyor ve birlikte üretiyorlar. İnsan artık meyve toplamıyor, avcılık yapmıyor; çalışıyor, para kazanıyor, para topluyor, sonra o paralarla birlikte ürettiklerini satın alıyor ve tüketiyor. Çağımızdaki insanın çalışıp para kazandığı bu çevreye “ekonomik çevre” diyoruz.
İnsan topluluk içinde çalıştığında kendisine refah sağlamaktadır. Sonra yuvasına yani evine dönüp özgürlük içinde mesut olmaktadır. İnsanların bu refahını ve saadetini sağlayan “sosyal kuruluşlar” vardır; bunlar “dinî, ilmî, iktisadî ve siyasî kuruluşlar”dır.
-DİN ne yapılacağına karar verir.
-İLİM nasıl yapılacağına kara verir.
-EKONOMİ kimin yapacağına karar verir.
-SİYASET üretilenin kimin olacağına karar verir.
***
Aile “saadet”in merkezidir, hürriyet orada vardır.
İnsanlık ise “refah”ın merkezidir. Bugünkü refaha ancak tüm insanlığın birleşmesi ile ulaşmış oluyoruz. İnsanlık ile aile arasında kurulmuş köprüler vardır, yani “saadet” ile “refah” arasında köprü kurulmuştur. Ocaklar, bucaklar, iller ve ülkeler iç içe kurulmuş köprülerdir.
Demokrasi, aile ile insanlık arası oluşacak köprülerin aileden başlayarak insanlığa kadar uzanmasını ister. Yani taşradan merkeze gidiş vardır. Oysa merkezî yönetimlerde merkezden taşraya doğru örgütlenme yapılır.
Geçmiş beşyüz yılın insanlık tarihi, “merkezî yönetim”den “yerinden yönetim”e gitme tarihi ve savaşıdır. Bugüne kadar asıl yapılması gerekenin tam tersi yapılmıştır.
“Demokrasi” demişler, en büyük “merkezî devletleri” oluşturmuşlardır...
“Laiklik” demişler, hürriyetleri kısıtlayıp en büyük “zulümleri” yapmışlardır...
***
“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” ancak taşradan başlayarak merkeze doğru gidildiği takdirde oluşur. Biz buna Akevler’deki Adil Düzen Çalışmalarımızda böyle başladık; ancak o dönemin şartları birden bire bizi tepelere, yükseklere, iktidarlara çıkardı. Bazı konularda hazırlıksız yakalandık. “Adil Düzen”in ikinci sorunu da “Adil Düzen” uygulamasına nerden başlamamız gerektiğidir; “din”den mi, “ilim”den mi, “ekonomi”den mi, “siyaset”ten mi?
Önce, yaşadığımız topluluktaki dinî, ilmî, meslekî ve siyasî kuruluşlara katılıp normal hayat sürmemiz gerekir. Bunu düzen içinde yapacağız ve yaşayacağız. Mevcut olan düzende biz “Adil Düzen”e göre yaşayacağız iddiası yanlıştır. Bu düzende kimse faizsiz iş yapamaz; cebimizde TL’yi taşıyorsak mutlaka faizin içindeyiz demektir. TL taşımazsak, sıkıştığımıza tuvalete bile gidemeyiz! Hayrettin Karaman bunlara zaruret dolayısıyla fetva vermektedir. Biz zaruret değil, normal şartlarda bunlar meşrudur diyoruz; istishab dolayısıyla meşrudur.
Bizim görevimiz mevcut düzende şeriata göre yaşamak değil, şeriat/hukuk düzenini getirmek olacaktır. Gelecek olan şeriat da bin yıl önceki içtihatlardan oluşmayacaktır. Biz şimdi içtihat yapıp günümüzün şeriatını/hukukunu getireceğiz. Bin yıl önceki hayatın şeriatını/içtihatlarını bugünkü hayata uygulamaya kalkışmak, İsviçre Medeni Kanunu’na tâbi olmak gibi yanlıştır. Peygamberler önce dinden, imandan, inançtan başlamışlar ve insanları inandırmışlar; sonra cemaat oluşturmuşlar ve hicret ettikten sonra siyaseti ve ilmi beraber uygulamışlar, ekonomiyi en sona bırakmışlardır. O halde öncelikle ilmî çalışmalara ağırlık vermeli, bilahare uygulamak üzere bu çalışmalara inanarak katılan insanları beklemeliyiz...