Eskiden devletler sadece güvenliği sağlar, diğer işlere karışmazlardı. İslâmiyet’ten önceki devlet yapılanması öyleydi. İslâmiyet’le birlikte vakıf müesseselerin hizmet alanlarını kapladığını, mesela ulaşım ve nakliyede hanların, hamamların, kervansarayların ve daha nice müesseselerin kurulduğunu görüyoruz. Özellikle Anadolu, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından bu müesseselerle baştan başa donatılmıştır.
İslâm düzeninde devletin ve askerlerin görevi sadece güvenliği sağlamak değildir. Güvenliğin yanında aynı zamanda askerler tarafından halkın bedava yararlanması için müesseseler oluşturulur. Bunların başında ulaşım ve nakliye gelmektedir.
Ulaşım denince en başta kara yolları, deniz yolları, demir yolları ve hava yolları gelir. Ne var ki bu yollar öyle ayarlanmalıdır ki, araçların yakıtları hazır vaziyette savaşta ve herhangi bir âfette, meselâ zelzelede de hazır bulunmalıdır. Dolayısıyla kapitalizm sisteminde ancak satın alınabilen, yani ancak ücret ödenerek temin edilebilen petrole dayanan bir yolculuk ve nakliye sistemi İslâmî değildir.
Bu meselenin çözümü için neler yapılmalıdır?
Güneş enerjisinden, rüzgâr enerjisinden, o bölgede varsa kömür rezervlerinden, hidrolik santrallerden ve diğer yollardan “enerji üretim üniteleri” tesis edilir. Ayrıca elektrik yardımı ile likit yakıt üretilir. Yani her merkez kendi yakıtını civarından kendisi temin eder.
***
İşte bu enerji ihtiyacı tedarikinin savaş ve âfet zamanlarında da kolaylıkla yapılması için barış ve normal zamanlarda devamlı üretilip tüketilmekte ve stoklanmaktadır.
Peki, bu üretim ve stoklama için neler yapılmaktadır?
Barış ve normal zamanlarda elde edilen elektrik, benzin, gaz ve diğer enerji kaynakları araçlara bedava verilmektedir. O araçların bakımı da bedava yapılmaktadır. Parçalar bedava verilmektedir.
İşte bu sayede savaşta imiş gibi barış zamanında ikmal hizmetleri çalışmakta, âfette imiş gibi normal zamanlarda hazırlıklar ve organizasyonlar gerçekleşmektedir.
***
Peki, böyle bir yapılanma devlete yük olmakta mıdır?
Hayır!
Çünkü ekonomik olarak ulaşım ve nakliye maliyetleri ne kadar ucuz, hattâ bedava olursa, mal ve emek mübadelesi de o kadar fazla olur ve emeksiz kazanç elde edilir. Böylece millî hâsıla o kadar artar ki, o yapılanma içinde olan ekonomide gelen vergiler yapılan masrafları kat kat karşılar.
***
İşte, iyi işler yapmak, salih ameller işlemek budur.
Ulaşım, nakliye, haberleşme ve benzeri nice hizmetler…
Kamu görevleri ve genel hizmetler bu şekilde karşılıksız yapılır.
Birbirinden ayrı ve birbirinden uzak kişiler birbirini bütünleyen işler yaparlar.
Böylece ekonomik ve sosyal açıdan son derece verimli çalışma olur.
Sonuç olarak; yukarıda en başta hatırlattığım üzere, geçmişte Osmanlılar, Selçuklular ve onlardan öncekiler yaptıysa ve başardıysa; bugün ve gelecekte biz çağdaş teknoloji imkanlarından da yararlanarak aynı başarıyı neden göstermeyelim? Aynı yapılanmayı neden gerçekleştirmeyelim? Aynı şeyleri neden yapmayalım?
Neden?!.
Yapılması gereken belli, proje hazır.
Öyleyse yapalım.
***
Neler yapılması gerektiğini önceki bölümde açıkça ifade ettik.
Bu bölümde yapılması gerekene bir örnek verelim.
Anadolu’nun doğusundaki Erzurum’da ilkbaharın kar kalkar kalkmaz insan boyunda ot yetişir ve hayvanlar için bol besin olur.
Anadolu’nun batısında bulunan İzmir, Manisa, Akhisar ve civarındaki bağlarda da çok güzel çekirdeksiz üzüm yetişir.
İzmir’de yağmur yağmadığı için ot olmaz.
Erzurum’da zeytin hiç olmaz.
Bu durumda Erzurum’daki vatandaşın İzmir kalitesinde üzüm yetiştirmesi için sera yapması gerekir. İzmir’dekinin de Erzurum’daki o otu elde etmesi için araziyi sulaması gerekmektedir. Böyle şeyler yapıldığında maliyetler üç dört misli olur.
Oysa Erzurumlular ve İzmirliler ürettikleri ürünleri karşılıklı olarak bedava denebilecek şartlarda mübadele ederlerse, o zaman memleket bunların emeklerinden dört misli, hattâ daha fazla verim elde eder.
Bu organizasyon emeksiz zenginliktir.
Yani piyasadaki ucuzluk zenginliği ifade eder.
***
Devlet de bu üretimin ve hâsılanın beşte birini “vergi” olarak aldığı için o da dört misli daha çok gelir sahibi olmuş olur.
Oysa, şayet bu benzin yani nakliye parasını karşılıksız olarak devlet vermezse, Erzurum’daki ot ete dönüşüp İzmir’e ulaşamaz. Çünkü nakliye masrafları zaten onun değerinden fazla olduğundan, kendisini yolda bitirir ve tüketir.
Aynı şekilde, bu sefer de İzmir ve Ege Bölgesi’ndeki çekirdeksiz üzüm de Erzurum’a ulaşamaz. Çünkü Erzurum’dakilerin İzmir’deki üzümü alabilmeleri için ürettikleri bir şeyleri satmaları gerekir. Oysa Erzurumluların ottan ve dolayısıyla etten başka satacakları şey yoktur.
***
Demek ki devletin bu şekilde yeniden yapılanması gerekiyor.
Devlet ulaşımı ve nakliyeyi bedavaya düşürünce, ülkenin her tarafındaki üretim ve tüketim hızla artıyor. Devletin geliri çoğalıyor ve devlet de onunla ordusunu besliyor.
O halde olması veya yapılması gereken nedir?
Devletin ve ordunun işi sadece güvenliği sağlamak değildir. Her türlü ulaşımı ve nakliyeyi sağlamak da devletin ve ordunun işidir. Güvenlik içinde bulaşıcı hastalıkları önleme de vardır, yangınları önleme de vardır. İyi ve salih ameller yapmak gerekmektedir.
Bu iyi işlerin içine eğitim de dahildir.
***
Yakın geçmişte, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından itibaren geçen yüzyılın ortalarına kadar, Türkiye’nin sanayileşmesinde en büyük eğitim hizmetini ordu yapmıştır. Nitekim ülkemiz 1950’lerde bile tüm teknik elemanları ordudan tevarüs ediyordu.
Mesela, o yıllarda piyasada bir tek şoförlük kursu bile yoktu. Şoförlük eğitimine ve ehliyet elde edilmesine askerlikle başlanıyordu.
Üniversiteler ve sanat okulları teknolojiyi en erken 25-30 sene sonrasından takip ederler. Genellikle Avrupa’da yaygınlaşan bir meslek Türkiye’ye elli-yüz sene sonra girer, o zamana kadar da onun ömrü zaten tüketilmiş olur. Onun için Türkiye daima geri kalmıştır.
Malum olduğu üzere, her taklitçi taklit ettiğinin gerisinden gitmek zorundadır.
O halde “mukallit” değil “mucit” olmak gerekmektedir.
Sonuç olarak yapılması gerekenler bellidir, proje hazırdır.
Öyleyse “PROJE”yi (“Adil Düzen Projesi, Adil Ekonomik Düzen Projesi”) ele alalım ve yapılması gerekenleri yapalım.