Adil Düzen teorisinin mimarı Süleyman Karagülle’nin:
“Bilimsel ilerleme, tanım- tarif (teori), deney (pratik) olarak ilerler. Tarifler, ne kadar kapsamlı olursa olsun, yaşamın değişkenlik ilkesine uyum sağlayamaz. Bu yüzden, yapılmaması gerekenlerin yani yasakların tarif edilmesi gerekir; böylelikle, yaşamın değişkenliğine vicdani barış düzeni uyum sağlar. ” yollu ifadelerini hatırlıyorum.

Bu mantık, trafik işaretlerini yola değil, yolun kenarlarına koymaya benziyor. Şayet, vasıtaların akış yolu, her hangi bir sebepten dolayı kapanmış ise o zaman, yolun üzerine işaret konulabilir.
Şunu demek istiyorum; toplumsal düzen tıkanmış, toplum iğdiş edilmiş umut uyum kaosa evirilmişse kitlelerin geçilecek, ilerlenecek yolu kalmamıştır. O zaman, yasak işaretleri yolu kapatır; ilerleme durur, daralma, bunalım devamında iç karışıklık başlar.
İlginçtir, böyle zamanlarda yasakların tarifi öne çıkar. Yine ilginçtir, yasaklara yöneticiler de uyduğunda tıkanıklıklarda en kısa zamanda aşılır.
Bu uygulama barış zamanlarında neden yapılmaz?!
Yani yasal düzenler, barış zamanlarında yalnız yasakları tarif etmekle neden yetinmez. Özgürlük alanlarını tarif eden yüzlerce satır labirente toplumlarını sevk eder; hiç düşündünüz mü ?!
Bunda iyi niyet mümkün değil. Çünkü onlar, değişim ve olasılıklar evreninde ufuk seti oluşturuyor.
Örneklemeye devam ediyorum:
Dünyanın her yerinde trafik işaretleri yolun kenarlarına veya ayakları yol kenarına bağlı yol üstü levhalara; yolun barikat konulacak zeminine çizilen işaretler ise trafik akış hızının yavaşladığı, çok şeritin dar şeritlere ayrıldığı ayrımlarında kullanılıyor.
Trafikteki araç -sürücü güvenliği kanıtlanmış bu uygulamaların, toplumsal yönetim modelinde, hukuk sisteminde uygulanma-ması, sosyal gelişime karşı büyük komplolardan biridir.
Akıl-vicdan sahibi her birey, insanlığı esenliğe ulaştıracak bu kritik bilgiyi, her fırsatta barış isteyen karamsarlara anlatıp, küresel devlet sahtekarlığında gedik açması gerekir.
Diğer bir örnek; insan. düşünmeden edemiyor:
Doğayı ve birbirini istila ve öldürmekten vazgeçmeyen insanlık, nasıl oluyor da dijital sıçramada başarı kazanıyor!?
Yani insan aklı, teknolojide, dijital sıçramada müthiş gelişim sağlarken; benzer gelişim ve sıçramayı, yaygın eğitimde, toplumsal gelişimde, adil kamusal hizmette neden sağlayamıyor.
Sizce toplumsal düzende veya ortak hukukta, özgürlükler mi, yoksa yasaklar mı tarif edilmelidir?
Değişim bunlardan hangisini daha çabuk eskitir.
Hangisi insanın düşünsel, buluşçu ufkunu ve düşünme kapasitesini geliştirir.
İşte yukarıdan beri açıklamaya çalıştığım husus bu:
Özgürlükler tarif edilirse, toplumsal düzen ve toplum sahtekârlaşır.
Yasaklar tarif edilirse, gelişimde hata payı/sahtelik azalır.
Değindiğim “ortalıktaki gizlenen” için birkaç şey söylemek kaçınılmaz oldu:
İnsan zekasının teknoloji ve bilimsel gelişimdeki mesafeyi, neden ortak yaşamda alamadığı sorusu, tüm dinlerin, felsefenin değinip çözemediği en kritik sorudur.
Sanki insan görünümünde farklı varlıklar, bu çelişkinin sürmesini bile isteye sağlıyor. Böylelikle, bütün insanlığın ürettiği tüm değerlerin yüzde doksanı, insanın- insanı, insanın- doğayı yıkımında kullanılıyor.
Sıra sizde!
Lütfen, hafızanızdaki değerli bildikleriniz dahil, tüm biriktirdiğiniz bilgileri; burunuzla ağır, derin beklemeli tekrarlı solumalar yaparak zihninizden boşaltın.
Sonra, insanlığa dayatılan bütün düğümlerin, hedeflerin, düşmanlıkların, kutsalların, adanmışlıkların sahteliğini görün!.
Değişim, sahte ile sahtekarlığı ayırırken; sahteliği tolere ediyor. Sahtelik kaçınılmaz fakat samimi; sahtekarlık bencil ve kötücül.
Tıpkı ölüm gibi değişim, insanlık tarafından kaçınılmaz görülüyor; bu yüzden bilim, güvenli, kalıcı, sağlam yapılar ve düzenler için yüz yıllardır çalışıyor. Tabii değişimin bu uğraşa tebessümünü de sezerek.
Değişim, bize gelmiyor; zamanın ilerleyen kompartımanında içinde olan her şeyle beraber değişiyoruz.(1)
“Zaman-zaman”, eski fotoğraflara bakarız.
Yerli yerindeler değil mi?
Öyle değil; çekildikleri andan uzaklaştıkça onlar da değişiyor.
Ta ki silinecekler.
“Yerli yerinde” durdukça, eskiyip solmaları her şeyi açıklıyor.
Yerli yerinde ne varsa, ne yerde, ne yerinde kalmıyor; hepsi ilkliğinden eksiliyor.
Fotoğraflar koyduğun çekmecede, kapatıp sergilediğin çerçevede duruyorlar. Fakat, çekildikleri yer değişmiş; kendileri solmuş, yıpranmış. Yerindeyken oluşan uyum, canlılık, o eşsiz an artık görülmüyor. Görüntü dijitalleşip yenilense de anın canlılığı, o andan çıkmıyor. (2)
“Yerli yerinde” olana ancak, o an’da tanık oluruz.
Deklanşörün an’dan “yakaladığı” “capcanlı” görüntü, akabinde “sıcağı sıcağına” sahteliğe geçerken; gerçek zamanda poz verenler, sahtelikten doğallığa geçmiş oluyor.
Karar alırken, ilk adımı atarken, yola çıkarken verilen sözler, edilen yeminler,… o anda canlı ve olabildiğince gerçek görülür.
Söz verenler, samimi veya maskeli olabilir; tüm bunlar, somut sorunun güdümünde, sorundan çıkış veya çözüm kaplanmış sahteliktir.
Fotoğraflar, verilmiş sözlere benziyor. Henüz gerçekleşmemiş, gerçekleştirmek için söylenmiş sözler. İster samimi, ister sahtekarca. Fakat değişim sorunu sahteleştirip yeniliyor. Buna karşın sahteleşen soruna yönelik söz ve vaad yerli yerinde duruyor.
Gördüğünüz gibi çözüm mümkün değil !
Açıklamalar:
(1)Kompartıman, (Fransızva compartiment, “bölme” sözcüğünden alıntıBu da iltalyanca aynı anlamlı compartimento dan alıntı.Yine geç Latince compartire “paylaşmak, paylaştırmak “ fiilinden, +ment fiiliyle türemiş. Bu fiil Latince pars, pant-“pay,hisse” sözcüğünden cont+ ön ekiyle türemiş.
Bu terim, optikte ışığın tanecik teorisi P. Gassendi, T.Hobbes tarafından ışığın sınırlı hız ve enerji ile doğrusal hareket eden küçük,ayrık parçalardan oluşması olarak tanımlanmış atomculuğun alternatifi olarak bilinir.
Bütünsel evren anlayışında birimleri; birimlerin kendi özel görünen işleviyle katmanlı şekilde birim’e ve Bütün’e yönelik işlevsel bağımlığı anlatıyor. Buradan, İyi-kötü, doğru-yanlış anlayışın ortak işlevi oluşturduğunu anlıyoruz.
(2)Poz, Kişinin kendisi gibi görünmeye çalışmasıdır; sahteliğin itirafı.
Pozlama, fotoğraf makinesinin sensörüne(duyarga) belirli bir süre içinde görsel veriler oluşturan ışığın miktarıdır.
Fotoğraf çekimi, bir fotoğraf makinesi veya dijital kamera kullanarak görsel anların kaydedilmesi kişiyi manzarayı ölümsüzleştirmek için yapılan. Bunların zihinsel kayıtlarımızdan farkı olmadığını bilmeliyiz. Hepsi sahte ve solmakta.
Baudrillard, modern epistemolojideki hâkim “neyi bilebiliriz?” sorusuyla ilgilenmiyor. .
Baudrillard klasik epistemolojiye karşı çıkar.
Modern dönemde iddia edilen bilginin kaynağı yahut edinme süreçleriyle ilgili spesifik eleştiri getirir.
Baudrillard sadece epistemolojik süreçleri sorunlu bulmaz, o en temelde hakikatin yok olduğunu söyler
**
Baudrillard, teknolojiden yoksun eski toplumların aslında minimal yaşamlarının en gerçek ve doğal yaşam olduğunu işaret eder.
*** Baudrillard'a göre gerçeklik algılarını sömürüp, simülasyon evrenine geçmiş yapay bir dünya kendi aralarında kapalı ve izole bir iletişim kurarak ahlaki ve kültürel olarak gitgide geri gitmeleri kaçınılmaz olacaktır.
**
Ahlaken çökmüş, adalet mekanizmaları çürümüş ve çekirge sürelerinin hızla taze ot ve ekin aradığı gibi sömürerek yeni değerler arayan acımasız bşr toplum yapısını yaşamıyor muyuz bizler?
Baudrillard, Nietzsche’yi izleyerek, acıyı dahi sömüren bu acımasız toplum kapıtalizmini eleştirmekten elbette haklıydı
modern dönemde yaşanan tüm gelişmelerin ilrleme değil gerileme olduğunu savunur.
*
Yani Baudrillard’a göre Batı toplumunun başarı sunduğu yeni toplumsal yaşamın tamamı aslında büyük bir yıkım ve insanlığın sosyolojik kültürel ve ahlaki çöküşünü simgelemekte ve medeniyeti, simülakr düzeninin üç aşaması aracılığıyla okumaktadır.
**
Rönesans’tan sanayi devrimine ‘klasik’ dönemi belirleyen biçim
kopyalama.
-Sanayileşme dönemine egemen biçim üretim
-Kodun belirlediği güncel evredeyse egemen biçim simülasyondur.
İlk aşamadaki simülakr doğal değer yasası;
ikinci basamaktaki
simülakr ticari değer yasası;
üçüncü basamaktaki simülakr ise yapısal değer yasası ile tanımlanır .
*
Simülasyon ve Hiper- Gerçeklik yasası ile Hakikati gizleyen şey artık simülakr değildir.
Simülakr hakikatin kendisi olmuştur.
Güncel dijitalalı sahteliğine örnek:
Geri Gelen alfatoksinli ihracat ürünlerinin kahve boyası, çukulata aroması ve soya yağı ile “Dubai Çukulatası” fenomenine dönüşmesi.
Açıklamalar :
(*) Sahte: Farsça saxte,”yapılmış, mamul, düzme”. Saxtan; “yapmak , uydurmak, imal etmek, düzdürmek”.
Sihir: Arapça, shr kökünden “büyü, dolanımcı,telkinsel görüngü, metafizik dolanım.”
Asıl: Arapça,?şl kökünden aşl , “bitki kökü”; (mecazi)soy,ilke, temel/esas”.Aşila: “köklendi; soylu idi”.