Bu günlerde uluslar arası ilişkilerde meydana gelen büyük kırılma ve saflaşmalara tanık oluyoruz.
Büyük devletler, sahtelik ve sahtekarlığı kendinde ve müttefiklerinde tehlikeli ölçüde yaşatıyor. Soğuk savaşın büyük ayrılığı neredeyse her şeyi dışlayan büyük birliğe dönüşmekte. Rusya- ABD, Avrupa’yı ve ABD ile ortak hedefleri dışarıda bırakan birliğe giriyor. Sırada, BRICS kapsamında Hindistan var.
İngiltere’den sonra AB., Çin ile ortaklığı kaçınılmaz görülüyor. Türkiye’ye yönelik yumuşamayı “ilk adım” sayabiliriz.

Trump, önceki yönetimlerin sahtekarlığına kanıtlar gösterirken, müttefikleriyle bağlarını sahtelik (gerçekliğe uyumsuz) gerekçesiyle sahtekarca bozuyor.
Avrupa sahteliğe düşmeyecek, sahtekarlığa mecbur kalmayacak yollar bulmanın peşinde.
Liberalizmin sahteleşmesi, onun eşliğinde kurulan küresel düzeni bitirdi. Buna “karar veren”, küresel emeğin eşitsiz paylaşımı ve sermayenin emsalsiz silah yığınadır.
Bilinen, cari olan bütün paylaşım modelleri sahtekârcadır.
Bu sahtekârlık, sahteciliğe dönüşerek son bulabilir.
Şunu da eklemeliyim; Trump’un itifaklarını sahtekarca satışı ne Amerikan halkına ne de müttefiklerine güvenlik ve yarar sağlamayacak. Çünkü ABD’nin bütün müttefikleri, kendileri için potansiyel sahtekarlığa tanık oldu. ABD küresel zenginlik sahasını, kısa zamanın kazancına tercih etti.
İnsanlık “güvenlik”, diye- diye, yine küresel savaşın eşiğine geldi.
*
Gerçeklik: somut, olgusal ve kapsayıcı; dıştan içe etkili.
Sahtelik; gerçekliğin kısmi “temsilcisi”.
Sahtekarlık ise gerçekliğin istismarıdır.
*
Hepsi, değişimin, yani zamanın boşluğunda tükeniyor.
Geriye yok olacak izler bırakıyor.
Kalıcı olan yok.
“Hoş seda,“ mı; o sadece, yaşayanları iyilikçiliğe teşvik, göçenlere tesellidir.
*
Gerçeklik içerde olanlar için olanaksız; çünkü kuşatılan, kuşatana vakıf olamıyor. Ancak, iç-dış, üst-alt şartının geçersiz olduğu boyutlar istisna. Bilim finansçıları, o boyutlara Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nde (Cern) kapı arıyor
*
Sahtelik ve sahtekarlığın bir birine geçişli olması; toplumsal yaşamda düzeni sağlamak için onlarda ‘zararlı’-‘zararsız’ ayırımını kaçınılmaz kılıyor. Sahtelik, olağan kabul edilirken; sahtekarlık, olağanın taklidi, istismarı hatta karşıtı görülmesi ve birbirine geçişliği sahtekarlığı sahtelik gibi yaşatıyor.
*
Sahteliğin muhatabı doğa ve içindekiler; sahtekârlığın ise toplum ve bireydir. Her şeyin, her an değişimi, her şeyi sürekli yitim değirmenine sokuyor.
Koşulların değişimi, içindekileri kendine uyum sağlamaya zorluyor. Önceki koşullarda kabul edilenler, bilinen gerçekler değişimle sahteleştiriyor. Bu yüzden sahtelik, olağan kabul ediliyor. Sahteliğin oluşturduğu toplumsal düzenler, kendi içinde ve dışında taşıdığı çok yönlü çelişkilerle çatışmalar üretiyor.
*
Koşullar gözetiminde elde edilen veriler, çözümlemeler tahtında; verilen sözler, savunulan doğrular, ret edilen yanlışlar… yeni verilerin ortaya çıkması, iç ve dış etkilerin değişmesiyle sahteliğe ya da kasıtlı olarak gerçekliği örten, farklı gösteren sahtekarlığa dönüşüp olanaksızlaşıyor.
*
İnsanlığın elindeki değerli ve güvenli olan hem göreceli, hem değişkendir. Yanı sıra göreceli ve değişken olandan, güvenlik sağlamak çelişkidir. Hala bu çelişki üzerine, sayısız emek ve canlar tükenip duruyor. Bu tükeniş, adanış olarak kabul edilip; üzerine medeniyetler inşa ediliyor. “Daha iyi yaşam” beklentisi, aldanışın, istismarın, korkunun, güvensizliğin gölgesinden çıkmıyor.
Yine de insanlık durmuyor; ölüme rağmen çıkış arıyor.
*
İnsanlığın çelişkisi pek çok. Kendi yapısından kaynaklanan hastalığı dışarıda önlemenin yollarını ararken, dışarıdan beslemesi açmazların sentezidir. Böyle bir sentez, olanaksızı daha belirgin hale getiriyor.
Benlik ve haz tutkusu güdümüne koşulmuş bedenler, akıl nimetini empatinin kaynağı olan vicdan ile buluşturmuyor. Buluşmuş olanlar, eş, evlat, akraba giderek klan havzasından çıkamıyor. Oysa vicdan, her zerre ile irtibatlıdır; onun tam randımanı akıl ile beraberliğiyle sağlanır.
Buna karşın ‘değişim’, her seferinde pirüpak:
-“Beni önceden biliyordunuz; niye sınırlar, güvenceler ve kalıcılık peşinde koşuşturuyorsunuz ?!,” diyebiliyor.
*
Ölüp göçeceğimizi biliyoruz; benlik ve haz prangasından çıkamıyoruz. Benliğin,
- “kaçınılmaz olan için kaygılanmaya gerek yok; eriştiğin yere kadar varlığını ve ihtiyaçlarını gider.” talimatı, saydığımız çelişkilere dahildir.
Bu tespitle nereden baksak, içinde bulunduğumuz döngü kapalı. Tüm olumsuzluklara rağmen, ölümden önce çıkış olmalı; bunun kanıtı, Bütün ile olanla bağımızda. Bu bağ, her şeyde içrek (mümdemiç) olan Ruhun, insanda empatinin kaynağı olan vicdandır.
Benliğin var olma arzusu, ölümü bir fikir düzeyine indirip, bilinç altına itse de ölümler, kalıcı gerçekliğini “uzakta” kesiksiz, yakınımızda kesikli güncellemeyi sürdürüyor .Her gün tanımadığımız binlerce insanın ölümü medyadan; yakınlarımızın ölümüne ayda -yılda bir fiilen tanık oluyoruz.
*
Hatırlama, gerçekliğin karşısında etkisizdir. Bu yüzden bütün anma günleri mizansen eşliğinde, kamusal veya gelenek kurgusuyla icra ediliyor.
Hatırlatmanın gerçeklik karşısında yetersizliği bilindiği halde, geçmiş yıkımlara sebep olan hatalara düşmemek; elimizde olan kazanımların, onları kazandıranların umut ettiği hedeflere ulaştırmak, değişim- gerçeklik ekseninde kalmakla sağlanır.
Toplumların varisliğini, bireysel varislikten ayıran, toplumun birlik ve organizasyon yeteneğidir. Birlik ve organizasyonun devamı, genel kabul gören kesinlikle değil, ancak esneklik ve toleransla sağlanır. Böyle birlikler, değişimin sahtelik riskini en aza indirirler