05.06.2011
Seçime giderken bir ilk gerçekleşti ve İngiliz The Economist dergisi bile kime oy vermemiz gerektiğini “açıkça” yazdı! Derginin başyazısı şu tavsiyeyle bitiyor: “Yeni hükümeti de AK Parti’nin kurması kesin gibi; ama biz, Türklere CHP’ye oy vermelerini tavsiye ediyoruz. Mr. Kılıçdaroğlu’nun partisinin güçlenmesi, hem anayasayı daha da kötüleştirecek tek yanlı değişikliklerin riskini azaltır, hem de gelecek seçimi kazanması için muhalefete bir miktar şans tanınmış olur. Bu, Türkiye demokrasisi için en iyi garantidir.”
Son cümleye dikkat, “Türkiye demokrasisi” ibaresi geçiyor. Söz bu “dergi” ve “demokrasi”den açılmışken, Mahir Kaynak’ın bugünkü (04.06.2011) “The Economist’in tavsiyesi” başlıklı yazısındaki “demokrasi” bölümüne bakalım: “Demokrasi halkın egemenliği ve onu koruyacak güçlü bir devlet yapısının varlığı ile mümkün olur. Yani devlet halkın rakibi değil onun koruyucusudur. Şu anda askere yönelik operasyonların arkasında iktidarı devletsiz bırakmak isteyen güçler olabileceğinden endişe ediyorum. The Economist askere yönelik operasyondan şikayet ediyor. Hem demokrasiyi savunup hem de darbecilikle itham edilenleri savunmak tezat gibi görünüyor ama bu durumdan hiç şikayet etmediklerinden eminim./ Türkiye’de demokrasinin önündeki engel siyasi partilerin sorunları çözmek için değil iktidara gelmek ya da geleni zayıflatmak için uğraşmalarıdır...”
Buraya kadar yazılanları okuduysanız, önemine binaen, geçenlerde yazdığım “Seçime giderken devlet ve düzen” başlıklı üç yazımı bir kere daha dikkatlice okumanızı, özellikle oradaki “çözüm önerilerimize” yoğunlaşmanızı tavsiye ederim… Bu arada şu gerçeğe dikkat: İngilizlerin şahsında Batı’nın gerçek yüzü ve demokrasi anlayışı işte budur!!!
***
“Seçime giderken devlet ve düzen” yazılarımın birincisinde ne demiştim: “Bu gibi vesilelerle hep hatırlattığımız üzere; hayatımızın dinî, ilmî, iktisadî ve siyasî her alanında “SOSYAL TUFAN” seviyesinde sorunlar içinde debelenip duruyoruz…”
Aynı zamanda iyi bir sosyal gözlemci olan Ali Bulaç, bugünkü (04.06.2011) “12 Haziran’a giderken” başlıklı yazısında önemli tesbitlerde bulunuyor: “Dikkatli bir gözleme tabi tutulduğunda, bu seçimde de AK Parti’ye oy vereceğini söyleyen seçmenlerin önemli bir bölümünde belli belirsiz bir bezginlik olduğu gözleniyor. “8,5 senedir size ne gibi faydası oldu?” diye sorduğunuzda bir bölüm seçmen “Napalım, başka seçenek mi var?” cevabını veriyor...” BDP ile MHP’nin iki karşıt ve uç milliyetçiliğe dayalı siyaset yaptığını, Türk’ü ve Kürt’üyle Türkiye toplumunun hâlâ büyük bir bölümünün -yüzde 85- siyasi tercihini bu iki milliyetçi siyasetten uzak tutmaya çalıştığını ifade ettikten sonra şöyle bitiriyor: “Geriye tek büyük parti kalıyor, CHP. Bu parti de yaşadığı iç çalkantılar, darbe teşebbüslerine ismi karışan önemli simaları listenin ön sıralarında aday göstermesi ve arkasında duran ana beşerî malzemenin gelir bölüşümündeki adaletten ve toplumun ana gövdesinin istediği hak ve özgürlüklerden yana gözükmemesi geniş kitleleri ondan uzak tutuyor. Seçmenin AK Parti’den kesin birkaç beklentisi var. İlk beklenti yeni anayasa!”
Görelim bakalım, iki dönemdir anayasa çoğunluğu ile seçim kazanan iktidar partisi dahil, Meclis’e girebilen partilerimiz, seçimden sonra özellikle “Anayasa Meselesi” konusunda ne yapacaklar; hep beraber göreceğiz…
***
Aslında bugün, “Seçime giderken sosyo-ekonomik durum” başlığı altında, özellikle Maliye Bakanlığı, TÜİK, OECD, Merkez Bankası, Hazine Müsteşarlığı, DPT gibi kuruluşların resmi verileri ile rakamlarından yola çıkarak ve o rakamlar üzerinden yaptığım değerlendirmelere devam edecektim... Ama araya İngiliz The Economist dergisinin ilk defa “açıkça” yazdıkları vesilesiyle yazmamız gerekenler girdi... Belki bir nebze faydası olur ümidiyle, resmi devlet kurumlarının reel rakamlarına istinaden devleti yıkılışa götüren “istikrarın” ve “zalim düzen”in nasıl süregeldiğini yazmaya devam edeceğim…