Başlıktaki “makro” kelimesini evren, “mikro” kelimesini ise dünya ile uyum görüyorum. Hazcı zalimler, ne kadar tersine inanıp, faşizan uygulamaları kalıcı hale getirmeye çalışsalar da varlığın farklılığı tamamen yol’a çıkış süresi ile ilgilidir. Yani ayrımcılık değildir.
Varlığın canlı olma, canlının Bütünsel akla erme süreci, onların tekamül (yaşayarak eğitim) sürecidir. Onlar arasındaki farklılık, bu “eğitime” başlama süresiyle ilgilidir. Bu kadar.
“Sarı ırk”, “ beyaz ırk”, “üstün yetenek”, “deha model” sınıflamaları sözünü ettiğimiz yol’un aşamalarıdır; seçkinlik, hiçbir zaman kişiye özel, kişiye bağlı, onda kalıcı düzey değildir.
Tekamül düzeyinde önde gidenler, geçtikleri yolları geriden gelenler için Bütüncül Anlayış ile kolaylaştırma yükümlüğündeler.
*
Geçen gün, Siyami Habil Polat arkadaştan Rahmetli Mehmet Zayid Kotku’nun şöyle dediğini okudum: (1)
“Bir tane gül yetiştirmek için kırk tane dikeni suluyoruz. Bir genç yetiştirmek için , kırk münafık ile cebelleşmeye razıyım.”
*
“Kırk” rakamı, öykülemelerde pek meşhur; neredeyse gül çiçeği ile “yarışacak” düzeyde. İletiye,
“Kırk diken , bir gül eder;
kırk yıllık mühlet bir güle değer.”
ifademi derkenar ettim. Amacım, gülün bir zamanlar diken olduğunu, her dikenin ilahi tekamül sürecinde gül olacağını belirtmekti. (2)
*
Önce güncele dair birkaç söz:
Küresel Sahipler’in Suriye planı ikinci etaba girdi. Artık biliyoruz; “su uyur düşman uyumaz”. (3)
Büyük Ortadoğu Planı hiç bekletilmedi; aktığı belli olmayan debisi yüksek nehir gibi “sezdirmeden” akmaya devam ediyor. Akış, olası engelleri su seviyesinin yüksekliği ile aşıyor. Nehir suyunda engellere çarpma, çırpınma, dalgalanma beklemeyin.
Bölgede oluşturdukları koşullar sebebiyle kimse yatak derinliği artan bu akışa karşı durmayacağı görülüyor. Olası itirazlar, her daim “diyaloglar”, “uyarılar”, “risk temaslarıyla” uysallaştırılacak.
Bölge, küresel dünya sistemine uyumlanacak şekilde Kadim Federatif Yenilenme için hazırlanıyor.
Üniter yapıların Küresel Dünya için uyumsuz olarak görüldüğü çok açık.
Buradan üniter devletlerin mutlak anlamda küreselleşme karşıtı olduğu sanılmasın.
Onlar, önce adaletli işbirliği ve kalkınma politikaları istiyor. Sahipler ise onların istediklerinin engelini üniter yapılarda görüyor.
Sizce hangisi doğru?.
*
Özerkliğin suyunu çıkarmayalım; “özerklik” , “ünitelik” ; tamam da nereye kadar!?
Üniter devletlerin kapitalizmin bu aşamasından sonra, milletler için daha insaflı, makbul hale geleceğine kim inanır?!. Ben inanamam; medyatik sağanakta bu kanıma aykırı tek kare dahi görmüyorum.
Hemen “ mandacılık ta böyleydi,” diyesiler olacaktır.
İnsanlığın değeri birlikteliğinde; birlikteliğin şerefi, insanlığın ortaklığındadır.
Günümüzde otokratik liderlik çok etkili görülse de küreselleşme programında kalıcılığı olmadığı çok açık. İstisna olarak şuna yarayabilir: Kapitalist dayatmaların atıl bıraktığı, kendi planlarına göre kullanım sınıflaması yaptığı ülkelerde, milli değerlerin öngörülmeyen inşası vatansever otokratlarca sağlanabilir.
Sanırım yurdumuzda yaşanan “hukuksal tedirginliklerin” bir sebebi de bu. Emperyalist dayatıcıların kurallarıyla, ulusal performans kanıtlanmaz. Bu kuralların değişimini hazmetmek, müfredat dışı kalkınma programları uygulamak kolay olmadığından iç stres kesilmiyor.
Diğer taraftan, “illa üniterlik !”, diretmeleri boşuna. Ulusal büyüklüğün, Bütünlüğe yarayacak; Bütünlüğün ulusal büyüklüğe el verecek optimal düzeyi yakalamalıyız. Bu yüzden yöntemin seviyesini işin ustasından, biyolojik hücreden öğrenelim.
Dünyamızdaki yaşam modelleri tek hücreli yapıların kendi içinde ve dışında geliştirici “organizasyonlar” kurmasıyla oluştu.
İnsanlar olarak kullandığımız bedenler, bu biyo-organizasyonların en üstünde, Yol’a (tekamül sürecine) içte, şuursal; dışta, bedensel olarak devam ediyor.
Konuyu farklı bir alıntıyla renklendirmek isterim:
Amacım alıntıda geçen Bütünselliğin küresel dünyaya haklı gerekçelerle direnen üniterliği ya da mesleki anlamda uzmanlığın, gerçek gelişimi tehir eden karakterini ortaya koymak; böylece doğru, basit, kısa olanın tehir edildiğini; doğrunun etrafında dolaşmanın toplumları vaatler ve “aksilikler” ile oyalamak olduğunu belirtmektir.
*
“…Modern fizikteki gelişmeler , düşünme yönteminin topluma ve doğaya uygulanmasındaki sözde ayrılıkları da ortadan kaldırıyor; Bütünsellik yeniden ortaya çıkıyor. Bunu son derece sevindirici yaratıcı buluyorum.
Bu kadar şaşırtıcı bulgu ve çözümlemeler içinde benim katkı ve yeteneğinimin abartılmaması gerektiğini tekrarlarken, bütünsel bakışın erdemini vurgulamak gereğini duyuyorum.
Çok geniş bir alana ilgi duyuyorum ve çok geniş bir alanda araştırma yapmaya çalışıyorum. Bu, insan bakışına getirilen iş bölümünü kırmak demektir; ne yazık, Batı düşüncesi iş bölümünün kıskacı içinde kıraçlanmıştır. Ben ise “ansiklopedik” olmayı istiyorum; en büyük ve “iyi” doktorun “pratisyen” olduğuna inanıyorum.
Önümüzdeki zamanda Batı’dan , toplumsal alanlarda önemli hiçbir katkı beklemiyorum. Kendi göbeğimizi kesmek zorundayız; eğer çalışmalarımda “yeni” bilgiler varsa bu insan akılını ve bakışını bütünleştirmeye ve ufkunu açmaya verdiğim önemden geliyor. Hep sapmalara bakıyorum, hep yakalamaya çalışıyorum Duyguyu başka yerde arıyor ve bazen buluyorum. ve sonra en soğukkanlı ve acımasız akıl yürütmesine başlıyorum. Bu pek duygusuz bir serüvendir.
Öğrenmek sevincimizdir.
Başımıza getirilen iş bölümünü, bir tür zincire vurulma ve bir tür hapislik olarak görmeliyiz; aklın hapisliği, iş bölümünün zincirleriyle gerçekleştiriliyor.
Böyle bakarsak, Batı dünyasındaki ve Türkiye’deki üniversitelerin , insan aklının büyük hapishanesinin koğuşları olduklarını görürüz. “ (4)
Görüldüğü gibi uzmanlık yaşayan gelişen Bütünsel organizasyonlara eşlik edemez.
Tüme varımı ret etmiyorum.
Kıyası (analoji), öğrenme yolunda tanıma, akıl yürütme için “işe yarar” görüyorum.
Yine de son tahlilde, tüme varımın hiçbir zaman, Bütünselliğin tümüne erişemeyeceğini söylüyorum.
Açıklamalar :
(1)Mehmet Zahit Kotku, Kökleri Dağıstan’da olan, 1880 yılında Bursa, Pınarbaşı ‘nda doğmuş; ömrünü, insan eğitimini esas alan, fertlerin iç dünyalarını zenginleştiren ilimlere adamış şahsiyet. Bağlılarından dışa dönük eğilim ve organizasyonlara yönelenler, onun temel yaşam yaklaşımlarıyla çelişse de “dışsal / “Bütünsel” yaklaşımların, kişisel içsel arayışlara yararlı sonuçlar üreteceği” savı, onların öğretinin “dışına” savrulmasını önlemedi.
(2)Mısırlıların gök takviminde , Tevrat ve Talmut’ta,Bbilonyalılar, Aramiler, İsraililer, Arapların inançlarında hep kırk sayısına rastlanır. Eski Yunan’da Pitagorasçılık ta kırk sayısını kutsar. İslam inancında de öyle: Ziyafet (Maide) 5 .sure: 26 “ Bundan böyle orası onlara kırk yıl yasaklanmıştır; bu süre içinde yeryüzünde amaçsızca dolaşacaklar. Böyle köktü insanlara üzülme.”
Kum tepeleri(Ahkaf) 46 Sure:15 “ İnsan oğluna ebeveynlerine saygı göstermesini tembihledik. Annesi onu zahmetle taşıdı, doğurdu , otuz ay boyunca onunla yakından ilgilendi. O olgunluğa erişip kırk yaşına varınca şu idrake varmalıdır: Rabbim; beni bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetlere minnettar olmaya seni memnun edecek doğru işler yapmaya yönelt. Evlatlarım da doğru kimseler olsun. Ben sana tevbe ettim; ben bir teslim olanım.”
Allah elçisi Muhammed’in kırk yaşında vahye muhatap olması; sufilikte kutup, ile beraber Beşler, sonraki Yediler, Kırk erenlere ve ölüm ile yenilenen yaşayan manevi hiyerarşiye inanılır.
Son olarak, Ali Baba’nın liderliğindeki Kırk Haramiler ve “ Açıl Susam Açıl,” modelinin çağdaş çözümlemesinin yapılamadığını bu vesile ile kayda geçiriyorum.
(3) Küresel Sahipler, mistik hiyerarşinin tersi yapılanması olabilir.Enerji, kimya, silah, gıda… hepsini para değeri ile güdüyorlar. Kürsel para sistemi mutasyona uğraması ilginç buluşmaları yaşatacak: Yapay Zeka. Çokluk, çoğaltma; bir zaman sonra çoğaltanı öznelikten nesneliye, kendisinin özneliğe dönüştürdüğünü bütün biriktiricilere uyarı için kaydediyorum.
(4)Yalçın Küçük, “Atamanoğlu Fatih”; Kırmızı Kedi Yayınevi, 2021 )