İLGİNÇ ALINTILAR
Süren makaleler bağlamında, ‘İlginç Alıtılar’ genel başlığı altında aralıklı olarak sunmayı planladığım yazılardan birincisini aşağıda paylaşıyorum.
Daha önce “Seçim, Seçilimler” başlığı altında; birey , toplum ilişkilerini ve bu ilişkilerin yaşam düzeyine etkilerine değinmiştim.
Ardından demokratik yönetimlerinde oldukça yaygın demokratik tıkanıklığın stressiz aşılmasına yönelik arayışlara dahil edilecek nitelikte bulduğum , ‘Sürekli Seçim Sistemi’ üzerinde değiniler sundum. Bu değinilere birkaç makale daha devam etmeyi düşünüyorum.
Kanımca temel sorun; insanlığın vicdani barışa erişmesini engelleyen, bütün dünyada her an silah gezdiren, kontrollü savaşları sistematik uzantıları eliyle istediği bölgelerde uygulayan, küresel medeniyeti yok edecek şantajları kışkırtan, yeryüzünün bütün imkanlarını soyup soğana çeviren
savaş aygıtlarını, onların haramiliklerin sebeplerini ortadan kaldırmaktır. Tabi bu gerçekten büyük bir iş. Hala vicdanı akıllarıyla barışık insanlık bus uğurda yer yüzünün her noktasında çabalıyor. Ardından doğal olarak devlet organizasyonlarını “olursa”(yapılabilirse), vatandaşları lehine ıslah (vicdani adaleti tesis) etmek; olmazsa,… yeni küresel birlik modeli arayışılarını akılları vicdanlarıyla barışık, bilimi ve olguları rehber edilmiş insanlar olarak sürdürmektir.
*
KÖLELİĞİN EVRİMİ OLARAK DEVLET (*)
“Osmanlı'nın köleler ordusu geleneği, Kabile yapısının Araplar arasındaki siyasi gelişmeye karşı başlıca engeli oluşturması; askeri köleliğin Abbasi hanedanında ilk defa ortaya çıkışı;
Kabilelerin fethetme konusunda iyi, yönetme konusunda kötü olmalarının nedeni;
Platon'un patrimonyalizm( baba mülkü) sorununa yönelik çözümü, on altıncı yüzyılın başlarında, Osmanlı İmparatorluğu ihtişamının doruğunda olduğu sırada, yaklaşık dört yılda birçok değişik bir prosedür(izlek) yaşanıyordu.
*
Bizans'ın başkenti Konstantinopolis, 1453'te Türklerin eline geçmişti; Osmanlı orduları 1526 yılında Mohaç Muharebesi'nde Macaristan’ı fethetmiş ve ardından, 1529' da yeniden Viyana kapılarına dayanmıştı.
O dönemde imparatorluğun Balkan vilayetlerine dağılan bir grup görevli, 12 ila 20 yaş arasındaki erkek çocukları ve delikanlıları aramaya koyuldu. ‘Devşirme’ adlı bu sistemde Hıristiyan gençler zorla toplanıyordu.(1)
*
Tıpkı futboldaki yetenek avcıları gibi, bu görevliler de genç erkeklerin fiziksel ve akli potansiyelini ölçmekte ustaydı ve her birinin Osmanlı başkenti İstanbul' da belirlenen kotayı doldurması gerekiyordu.
Bir görevli köye geldiğinde Hıristiyan papaz orada vaftiz edilen tüm erkek çocukların listesini çıkarmak zorundaydı ve uygun yaştakiler incelenmek üzere görevlilerin huzuruna getiriliyordu.
İçlerinden en fazla gelecek vadeden çocuklar zorla ailelerinden koparılıyor ve 100-150 kişilik gruplar halinde yola koyuluyordu.
İsimleri hem köylerinden ayrıldıklarında hem de İstanbul'a vardıklarında kütüğe dikkatle kaydediliyor ve kütükler karşılaştırılıyordu; çünkü aileler para karşılığında çocuklarını alıkonulmaktan kurtarmaya çalışıyordu.
Özellikle güçlü ve sağlıklı oğulları bulunan bazı ailelerin ellerinden tüm çocukları da alınabiliyordu; görevli yanında esirlerle İstanbul 'a dönüyor ve aileler çocuklarını bir daha hiç görmüyordu.
İmparatorluğun bu döneminde yılda yaklaşık üç bin çocuğun bu şekilde alındığı tahmin edilmektedir.
Bu oğlanlar sefil ve aşağılık bir hayata mahkûm değillerdi.
Yetenek avcılığı
Tam tersine, en iyi. %10 ‘u
İstanbul ve Edirne' deki saraylarda hizmet veriyor, burada İslam dünyasında mevcut en iyi eğitimi alıyor ve yaşamlarının geri kalanında imparatorlukta üst düzey yöneticiliğe hazırlanıyordu.
Geri kalanı Türkçe konuşan Müslümanlar olarak yetiştiriliyor ve ünlü ‘Yeniçeri’ birliklerine katılıyordu.
Adanmış askerler
Yeniçeriler, Avrupa ve Asya' da süregelen askeri seferlerde sultanın yanında savaşan elit piyadelerdi.
Saraya alınan elit erkeklerin eğitimi, haremağalarının gözetimi altında iki ila sekiz yıl sürüyordu.
En başarılı olanlara sultanın İstanbul' da ki ikametgahı olan Topkapı' da daha fazla eğitim veriliyordu. Burada Kuran eğitimi alıyor; Arapça, Farsça, Türkçe, müzik “kaligrafi ve matematik öğreniyorlardı. At binme, okçuluk ve silah kullanımı alanlarında zorlu fiziksel eğitimden geçiyor, resim yapma ve ciltçilik gibi sanatlar da öğreniyorlardı.
Kapı Kulu Sipahileri
Saray içinde yükselememiş olanlar bile, imparatorluk süvari alayında yüksek rütbeli görevlere getiriliyordu: Kapıkulu sipahileri.
Zadeler,
Eğer genç köle-askerler güçlü ve yetenekli olduğunu kanıtlarsa, askeriyede yüksek rütbelere getirilebiliyor ve paşa, kıdemli memur (vezir), vilayet valisi, hatta imparatorluğun imparatorluğun sadrazamı olabiliyordu. Sadrazam, sultandan sonraki en kıdemli görevliydi ve rejimin başbakanı sayılırdı.
Sultanın imparatorluk alaylarında hizmet ettikten sonra, pek çok asker konaklara yerleştirilir ve bu topraklarda yaşayanlardan topladıkları vergilerle geçimlerini sağlardı. (2)
Kızlar,
Kızlar için de benzer bir sistem söz konusuydu; kızlar devşirmeye tabi olmasa da, Balkanlara ve Güney Rusya'ya yapılan akınlarda esir alınarak köle pazarlarında satılıyorlardı.
Satın alınan kızlar, yüksek rütbeli Osmanlı görevlilerin eşleri ve cariyeleri olarak hizmet ediyordu.
Kızlar da tıpkı erkekler gibi yetişmelerini ve eğitimlerini denetleyen son derece kurumsallaşmış kurallar çerçevesinde saraydaki haremde yetiştiriliyordu.
Sultanların çoğu, tıpkı diğer imparatorların anneleri gibi, köle annelerden doğmuştu ve anneler oğulları üzerinde epeyce etkiliydi.
Fakat bu köleler üzerinde tek bir önemli kısıtlama vardı:
Ne bulundukları mevki, ne de kendilerine. Verilen topraklar özel mülktü; sahip oldukları varlıklar satılamıyor ya da çocuklarına miras olarak bırakılamıyordu.
Zaten bu askerlerin çoğu tüm yaşamlarını bekar geçirmek zorunda kalıyordu.
Kendileri gibi Hıristiyan vilayetlerden zorla getirilen köle kızlarla evlenerek aile kursalar da, çocukları babalarının mevkiini veya makamını devralamıyordu. Ne kadar güç kazanırlarsa kazansınlar sultanın kölesi olarak kalıyorlardı.
Sultan dilerse rütbelerini indirebiliyor ya da onları bir çırpıda idam ettirebiliyordu.
*
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki “köleler ordusu” geleneği pek çok açıdan oldukça tuhaftı:
Müslümanlar yasal olarak köleleştirilemediğinden, imparatorluktaki hiçbir Müslüman yüksek idari makamlarda yer edinemiyordu.
Tıpkı Çin' deki gibi, hem askeri hem sivil bürokrasi büyük ölçüde meritokratikti (liyakat/yetenek,bilgiye dayalı) ve mümkün olan en iyi askerleri ve görevlileri işe almak ve terfi ettirmek için sistematik prosedürler vardı.
Fakat Çin bürokrasisinin aksine, bu yalnızca yönettikleri toplumdan etnik olarak farklı yabancılara açıktı.
Köle-askerler ve bürokratlar resmi bir ortamda yetişiyor, efendilerine ve birbirlerine bağlı oluyor; fakat yönettikleri toplumdan ayrı yaşıyorlardı.
Kapalı kastlarda çalışan pek çok insanda olduğu gibi, bunlar da kendi içinde büyük bir dayanışma geliştirmiş ve birbiriyle kenetlenmiş bir grup olarak hareket ediyordu.
İmparatorluğun sonraki dönemlerind “dönemlerinde iktidarda söz sahibi olmuş, sultanları istedikleri gibi tahttan indirip tahta çıkarabilir hale gelmişlerdi. Elbette, oğulları zorla ellerinden alınan ve hatta bu uygulamayı uzaktan duyan Hıristiyan Avrupalılar olanları dehşetle karşılıyordu.
Kölelerden oluşan bir hiyerarşinin yönettiği son derece güçlü bir imparatorluk imajı, Hıristiyan Batı'nın gözünde Oryantal despotizmin sembolüydü.
*
Osmanlı İmparatorluğu'nun tam çöküşe geçtiği 19. yüzyılda, Yeniçeriler pek çok gözlemci tarafından Türk imparatorluğunun modernleşme yeteneğini engelleyen tuhaf ve modası geçmiş bir kurum olarak görülüyordu.
1807' de Sultan III .Selim'i tahttan indirerek ertesi yıl
II . Mahmut'u tahta çıkardılar.
II .Mahmut ilerleyen yıllarda koltuğunu sağlamlaştırdı.
1826' da tüm Yeniçeri kışlalarını ateşe vererek, yaklaşık 4 bin yeniçeriyi öldürdü.
Yeniçerilerin ortadan kalkmasıyla, Osmanlı padişahı artık Türk ordusunda reform yapabilecek ve modern Avrupa ayarında bir ordu örgütleyebilecek hale gelmişti.
Elbette çocukları ailelerinden rızası dışında alıp köleleştiren ve zorla Müslüman yapan bir kurum, bu kölelere nasıl ayrıcalıklı hayatlar sağlanırsa sağlansın, modern demokratik değerlerle bağdaşmayan oldukça zalim bir kurumdur.
İslam dünyası dışında bu kurumla kıyaslanabilecek hiçbir kurum geliştirilmemiş, bu durumda Daniel Pipes gibi gözlemcilerin öne sürdüğü üzere; söz konusu sistem nihayetinde kökeni İslamiyet'te yatan dini sebeplerden ötürü yaratılmıştır.
Fakat yakından incelendiğinde, Müslümanların köleler ordusu sistemi herhangi bir dini emir gereğince değil, kabile toplumlarının çok güçlü olduğu bir gelenekte devlet kurma sorununa çözüm olarak ortaya çıkmıştır.
Köleler ordusu Arap Abbasi hanedanı döneminde icat edilmiş, çünkü Abbasi hükümdarları imparatorluklarını ‘Köleler ordusu’ Arap Abbasi hanedanı döneminde icat edilmiş, çünkü Abbasi hükümdarları imparatorluklarını ayakta tutmak için kabile olarak örgütlenmiş kuvvetlere güvenemeyecekleri anlamıştı.
Kabilelerden zorla toplanan askerler, çabucak sefere çıkarılabiliyor ve ani akınlar için sayıları artırılabiliyordu. Yeni İslam dini tarafından bir araya getirildikleri ve bu dinin etkisi altına girdiklerinde Ortadoğu'nun ve güney Akdeniz dünyasının büyük bir kısmını istila etmeyi başardılar.
Fakat daha önce gördüğümüz gibi Çin' de, Hindistan' da ve Avrupa' da kabile düzeyinde örgütlenmenin yerini devlet düzeyinde örgütlenme almıştı.
Çünkü kabile düzeyindeki örgütlenmeler, kollektif eylemi sürdürme konusunda başarılı olamıyordu.
Kabile
Kabile toplumları; eşitlikçi, oybirliğine dayalı ve inatçıdır; toprağı uzun bir süre ellerinde tutmaları çok zordur ve kendi içlerinde hizipleşmeye ve çatışmaya yatkındır. (3)
Köleler ordu sisitemi, dünyanın en güçlü kabile toplumlarının birinden, devlet düzeyinde güçlü bir kurum oluşturmak için tasarlanan muhteşem bir adaptasyon olarak ortaya çıkmıştı.
Devlet gücünü tek elde toplama ve konsolide etme konusunda öylesine başarılı olmuştu ki, filozof İbn-i Haldun'a göre, “İslamiyet'in dünyanın önde gelen dinlerinden biri olmasını sağlamıştı.”
Açıklamalar:
(*) Alıntı, Francis Fukuyama “Siyasi Düzenin Kökenleri”
Profil Yayınları.Başlıklar ve boltlamalar tarafımdan yapıldı.
(1)Devşirme, Değiştirmek ; Türkiye Türkçesi derşür veya dirşür “toplamak” fiilinden evrilmiştir. Bu fiil Eski Türkçe aynı anlama gelen der veya dir fiilinden Türkiye Türkçes i+(g)Ur ekiyle türetilmiştir. Değiştirmek, ise Türkiye Türkçesinde değşürmek fiiliyle kullanımda birleştiği anlaşılıyor (S.Nişanyan)
Irak Abbasi’ler döneminde gulam, gılam /esir; giderek memlük, memalik; Kuzey Afrika’da gelişiminde Endülüs’te Arap olmayanlardan (mevali) ücrretli asker: abid(abd’ın çoğulu). Osmanlıdan önce Pers, Roma Bizansta esir kölelerin, askerliğe evrilmesi çoğunlukla süreye bağlanmış “performanslarına” karşı özgürlük, vatandaşlık vaadiyle sağlanıyordu.(İslam Ansiklopedisi)
(2) Bu kısım özel ilgiyi hak ediyor; çünkü köklerinde savaşkan çoğunlukla zorba el koyucu mahareti bulunduruyor. Zade (Farsça), oğul soy soylu kişi. Zadan, zuy-, üremek fiilinin+a geçmiş zaman sıfatıdır. Hint Avrupa dilinde gen/h- “doğurmak” biçiminden evrilmiş.
Bu sıfatın kökeninde arisitokrasi(aristocraratie)var.Eski Yunancada aritos “en uygun en seçkin”; kratos , “iktidar”sözcüğü birleşimi. Arma, armes(silahlar, donanımlar); bir birliğin kurumun işareti; çeleng (Frz); artus (eklem), ars, art (sanat, beceri);eski Yunancada armos (uyum),aristos (en uygun), arthron(eklem);Avesta dilinde arathna: dirsek-mızrak .(Nişanyan)
“Özel ilgi”, yani savaş, sindirme, esir alma, öldürme kabiliyeti. Bu kabiliyet nüfusun artmasıyla yetenekleri ihtiyaçları temin ve satma sahasında açığa çıkan zenginleşen tüccar sınıfı tarafından giderek paylaşıldı.
Aristokrasi, yüz yıllar sonra savaşkan başarıdan , ticari başarıya evririldi.
(3))Kabile:Aşiret (Arapça), oymak (Türkiye Türkçesi. Altay, Teleüt, KazakKırgız vb) aralarında köken/kan, din,evlilik ekonomik bağ bulunan dil,kültür birliğindeki aileler (ocak, sülale. )Yine aralarında en güçlü (savaşkan),dolayısıyla zengin, yetenekli olanlardan seçtikleri reisleri(ağa)ları ve yardımcıları tarafından yönetilir.