Eski dostum İsmail bey geçen gün telefonundan küçük bir metin gönderdi. Sonra,
-“Selam birader, dokuz yaşındaki erkek torunum aşağıdaki metni gecen ay yazmış.
Ben, ’bir yerden alıp gönderdi’, sandım. Bu gün oğlum, “hayır baba, bunları kendisi söyledi. Biz, “Google söz-yaz’a söylettik, oradan yazılı çıkardık“ dedi.
Ben anlamadım; ancak senin “tercüme” edebileceğini düşündüm;
merakla cevabini ve yorumunu bekliyorum.” şeklinde ek yaptı.
*
Metin şöyle:
“ Normal: Fark eden; farkı, fark etse de ne fark eder ki.
Zor: Fark eden; farkı fark etse de, etmese de ne fark eder ki.
Çok çok zor: Fark eden de etmeyen de; farkı, fark etse de, ne fark eder ki.
Fazla çok ama çok fazla zor: Fark eden de, etmeyen de; farkı, fark etse de, etmese de, ne fark eder ki.
Profesyonel farkı fark etse de, etmeyende farkın, farkını fark etse de
etmese de neler kaybederiz; hiç de fark etmez.
Profesyonel için bile zor: Farkı, fark eden de fark etse de, etmese de;
eden de etmese de; edende ne,(ne,nekadar) fark eder ki.”
Erdem A. SARAÇ
***
Dokuz yaşında, yeni nesil zihinsellik. Mevcut turnike eleme eğitiminden; maddi olanakları kısıtlıysa; matematiği, edebiyatı,kendini ifade etmesi “iyi” değilse geçer mi bu çocuk? Bu çocuklar belki ‘yeni nesil’ de değiller; önceden çokları gelip geçmiş olabilir; onların çok azını bugünün koşullarında fark ediyor olabiliriz.
*
Farkın, farkları var; fark etmenin kapsamı, farkın tamamını ya da bir kısmını fark edip belirgin kılıp ayırmak. Bütün bu katmanlar, birbirine yakın fakat yapılan seçim ve müdahalelerle, süreçte belirgin farklılıklar doğuracak niteliklerdir.
Yanı sıra fark edenin fark etme ve tepki derecesini bilgi, tecrübe, tahayyülü belirliyor. Bu kesimde, kapsam ve kapasite düşüncede ‘ileri’ gidenleri temsil ediyor. Farklılık evreninde bütünlüğün ritmini keşfedenler, özlerinde ve ufuklarında olanın aynılığına tüm benlikleriyle bağlanmış; olmuş ve olacağın farklı görünüm ve tesirlerine kapılmayanlardır. Aksi yönelişlerinin onları açmazlar kulvarında, kederli koşulara indireceğini bilirler. Suretlere ve etkilerine aldırmamayı “evrimin” en kestirme yolu olduğuna dair kabulleri, onları kaygı ,telaş, arzu çöllerinden uzak tutar. Medeniyetlerin rüştü olan ‘belirlemelerin’, onların handikabı olduğunu, koruma kaygısı doğuracağını ve bunun da onları yıkacağını bilirler. Arzu ve korumayı farklar labirentinin telkincisi bildiklerinden; farkları ve tesirlerini edilgen, telaşsız, geçici görüp tebessüm ile karşılarlar.
*
İkinci kesim ‘profesyonellerdir. Onlar bütünden ziyade ‘dar kapsamlı’ farklılıkların yolcularıdır. Kafa yordukları konular, dışarıdan aynı görülür. Oysa ‘aynılığın’ nüansında yollar olduğunu bilirler. Profesyoneller bu yolların talipleridir. Hani eski efsanelerde ‘sonsuz yaşamın’ sırrını arayanlar için anlatılan hikaye vardır: “Yolcu karar verip ilk zorluğu aştığında, karşısına kırk kapı çıkar; bunlardan her biri farklı evrelerin, zorluk ve ödüllere açılan kapılardır. Derken birini seçer, bir kapıdan geçer. Karşılaştıklarıyla yetinmez; çünkü ilerleme tetiğine basılmıştır; seçtiği, yer çekimi gibi onu diğer seçimlere çekmektedir. Tekrar karşısına kırk kapı çıkar; tekrar seçmek zorundadır; seçer, kapıdan geçer. Yine farklı olaylar, güzellikler, zorluklarla karşılaşır; artık durmak olanaksızdır; ilerlemek tek seçeneğidir. Seçme zorunluluğu boynuna vurulmuştur. Böylece seçimler diyarında ne aradığını unutur.”
*
Ayrıca, farkların katmanları var: nicelik birikimleri, nitelik aşamaları; nicelik aşamaları nitelik blokları; hepsi ayrı görünümde ve işlevde fark eklemleriyle bütünlüğe ilerliyor. Bunlardan etkilenecekler, farklar düzeneğinden kendi payları kadar seçim yapıyor. Olası zararları öngörürlerse, önlem almak mümkünse, önlem alınırsa
önlem alınıyor; mümkün değilse, oluşan tesirlere katlanıp kapasiteye göre ‘dersler’ çıkarılıyor.
*
Fark etmeyen, fark etse de etkisiz kalma durumu, ayrı bir husus. Bu durum, farkın niteliğe erişmesiyle ilgilidir. Fark, niteliğe erişip kendini belirginleştirdiğinde, fark tanımından hakim olgu sahnesine çıkar. Artık şüpheye yer bırakmaz, önceki şüpheler silinir; yanılsamanın belirsizliğinde oluşan şüphelerin eylemsizliği eyleme dönüşmesi gerekir. Burada da ‘zamanlama’ devreye girer; yani farkın hakimiyete evirilmesi; onun, olası olumsuz tesirlerini kaçınılmaz kılar. Artık bu tesirler evresinden çıkış için yeni farkları gözleme zamanıdır; aksi takdirde hakim olgular ne derse o olacaktır.
Farkın konusu, evresi, (basitten imkansıza kadar),fark edenin (öznenin) konusudur. Özne yer değiştirip ‘fark’, özne olduğunda yani olgularda belirgin hakimiyet kurduğunda kişi özneliğini kaybeder. Oluşan süreçte, onun için farkı fark etmenin hiçbir anlamı ve yararı kalmaz.
Yine ‘fark’ kelimesi, kendi içinde bir çok evre ve yaşam deneyimlerini barındırıyor. Kelimenin kök (etmoloji) tahliline bakacak olursak;
Frk
fkr
Kfr
krf
Rfk
rkf
Bu kökler, ‘fark’ kelimesinin yaşam , gelişme havzasıdır. Bir örnekle geçelim: rfk , refik kelimesi; yoldaş, eşlik; eden, yanında, bitişik; eklemle bağlı olan(lar); anlamları içerir.” Ayrılığın bütünleşikliği aralarında oluşan bağlardan kaynaklanır; bağ güçlenince ayrılık kalmaz. Bu takdirde ikiliğin işgörme işlevi değişir. İhtiyaçlar arttıkça yeni bağlar kurulur; bağlar kanıksandıkça ihtiyaçlar değişir…Bu böyle devam eder. Aslında ‘bağlar’ daima vardır; atom altı evrenden yüzeye çıkar ve tekrar atom altı evrene iner iner. Yüzeye her çıkış yüzeyin kararlı ihtiyaçlarındandır.
*
Bir örnek daha vermek istiyorum:
“Aşırı zoru, fark ermek”; farkın, yönelişi ve öznesinin liyakati, olası tesirlerinden olumsuzluklara el koyma iradesi ile ilgilidir.Aşrı zor olan, ya hakim ortaya çıkmış hali ya da mozaikte alt katmanlarda kendini gizleyen/farklı görülen ya da inilmemiş derinlikteki farkın büyüyen tesirini. Her iki durumda farkı fark edene olumsuz tesirlerini savmak için zorluk taşır. Günlük yaşamda “kolay”, “fırsat” bilinen daha sonra ‘batak’ haline dönüşen seçimlerin, acı- ibretlik sonuçlarını çok görüyoruz . Bunları görse te sözünü ettiğimiz bağlar kurmamız kurulması enderdir.
*
Anlatmaya çalıştıklarım karmaşık görülüyor; olsun; “aslında öyle değil,” demek istiyorum. Şunu da belirtmeliyim: Karmaşık olanı anlaşılır, yalın, basit yazmak ve/veya söylemek Yol’da olmaktır. Diğerler ifadeler, durumlar ise “yolu” konuşmaktır. Bu durumu Yol’da olmak ile ‘yolda olmak’ olarak ifade etmek en güzeli.
*
Doğa ‘donanımını’ değiştirerek sürdürürken; atom altı evreni, sonbaharları, dondurucu tepeleri, yanık çölleri; ilk baharda çiçekli dalları sergilerken; suretlerin değişimleriyle Yol’u işaret etmektedir. İnsanlık bütün bunları fark etse de, etmese de devran seçimlerimize kapılmadan devam ediyor. Dışımızdaki farklılıklar, bir birimizden farklılıklarımız devrana baktığımızda kalmayacak. Bu yüzden, biletini alıp izlediğimiz sinema sever gibi ‘ustalığı’, sonra da ona dahil olduğumuzu anladığımız filmi izleyim; malum “dizi filmler” en fazla doksan dakika.