Özü: Uçak ile seyahat ederken risk oluştuğunda, çocukları yanında olan anneler, oksijen maskelerini önce kendilerine, sonra çocuklarına takar. Uluslar arası bu standardı toplum bilime uyarlayalım: Uçak ülkemiz, anneler yüce ulusal emanetin(Devletin kayıtsız hakimi) sorumlusu tek tek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları; çocuklar nesillerimiz; yaşamsal ve sürekli ihtiyacımız olan oksijen maskesi, özgür vicdani aklımızdır.
Hala mı “pamuk ipliği” !?
Geçen günlerde 10 Kasım’da Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının, 86 ncı yıl dönümü ülkenin her yerinde anıldı.
Sosyal medya dokuzu beş geçe, sivil alanda binlerce vatandaşın bir dakika dondurulmuş zaman görüntüleri ile doldu taştı.
Bazı dalgın vatandaş görüntüleri ise viral oldu: Antalya’da akan trafikte, araçlardan bir kısmı, sirenin duyulmasıyla aniden frene basıp peşinden gelenlerle zincirleme kaza oluşması; otogarın birinde, elindeki tepsiye doldurduğu çay bardaklarını ayakta duran vatandaşlara dağıtan çaycının, siren sesini işittiğinde tepsideki sıcak çay bardaklarını almaya yönelenleri dikkate almadan, tuttuğu tepsiyi havada bırakıp saygı duruşuna katılması; sivil kesimin o hassas dakikada kim bilir daha nice dalgınlıklar oldu. … “kurgu” diyenler olsa da yaşamın bunca sıkıntısına maruz kalan vatandaş tıbben mazur görülür. Çoğu insan için ailelerine günlük geçimlik sağlamak, ev kirasını karşılamak maalesef pamuk ipliğinin etkisizliğinde.
*
Empati kaybı
Empati kesinlikle insanın doğrulanmasıdır. Akıl, vicdan birliğinin niteliği empatinin ufkunu belirler. Kişide empati kendinden yakınlarından ne kadar uzağa kapsayıcılığa erişiyorsa o kişi o kadar insanlığın temel esaslarına ulaşmış, erdemli insan olur.
Bir toplumun empati seviyesi medeniyet seviyesi ile doğrudan bağlantılıdır. İnsan sosyal varlık olduğu halde; yani diğer insanlarla ortaklaşa üretimle güvenli yaşamı sağlaması zorunlu olduğu halde, hem türlerini sömürmek, istismar edip aldatmak, öldürmek güdüsü ve olayları nasıl açıklayabiliriz!?
Tek yalın cevap:
-“Bu insanlık dışı tutumların sebebi, hapsolmuş vicdan ve empatidir.
Nereye hapsolmuş?
-“Geçici bedenine ve onun haz havzasına.”
Ölen yakınımızın yaşamımızda oluşturduğu boşluğu ve üzüntüyü ileri zamanlarda empatiyle ne kadar algılayabiliyoruz. Hele insanlığın kadim merkezi olan Anadolu’nun, on yıllık amansız savaş ve acılarla istilacılardan kurtarılıp yeni bir halkın iradesine dayalı devlet kurulmasına adanmış binlerce gazinin öncüsünün vefaatı ; O yaşarken izlediğinde mutlu olacağı hangi şekilde O’nu hatırlamalıyız.
Dönemin yitiklik boşluğuna hangi ip ile inebiliriz; Cumhuriyetin kazandırdıklarının yokluğunu nasıl kavrayabiliriz; kayıp binlerce evladın , yıkılmış imparatorluğun, talancı paragöz devletlerin ve işbirlikçilerinin yaktığı vatanın isini nasıl soluyabiliriz; yokluğu, her haneden verilen şehitleri, işgali, vahşi saldırıları, esareti … “taşınmasını göklere, yere, dağların çekindiği, insanın irade ve seçme yükümlülüğünün dehşetli sonuçlarını,” nasıl idrak edebiliriz ?! (1)
Sonrasında zafere erişi, gazi milletin çıplak elle bir ülke inşasını, yeni fidan olacak nesillere, topyekûn özeni; tenimizde, içimizde nasıl ve ne kadar tutabiliriz; ki öncü komutanının o inşa sürerken, adandığı ülke ve milletten bedenen ayrılışını hakkıyla yad edelim!.. Çok zor…
Dönemi boşluğuna kopmayan vicdan ipi ile inebilmek dahi mümkün değil. Kaldı ki temcit pilavı gibi pişirilip önümüze konulan terör, sosyal ekonomik bölgesel tuzaklar, kemiğe dayanan zorluklar, esperanto göçler, bitmeyen güvenlik sorunları ve yüksek maliyetleri … varisler olarak, bu elim “veraseti”, hangi özgün telkinle koruyabiliriz?!
*
Olguların hakimiyeti
Düşüncelerin dış dünyayı belirleme süreci bireysel evrimimizi gösterir. Yanısıra bu dünyaya insan bedeninde olmamızın sebebi de zihinselliğimizin dış dünyaya hakim olmasıdır.
Hatırlamak, anmak sübjektif, içsel bir al algıdır. Hatırlamak dıştan içe etkisi mizansen ile içten dışa etkisi ise sahici eylem ve tutuma dönüşerek gerçekleşir.Kur’an dahil çoğu kutsal metinler yüzlerce kez “hatırlama”, “unutma” kelimeleri geçmesi ;bu zihinsel faaliyetlerin ne kadar dayanıksız olduğunu gösteriyor.
“Hatırlamak” ,”anmak” tabii ki “kuru kuruya” olmaz; olmamalıdır. Onu “yaş”, canlı kılan hatırlanan şeyi varlığımızda yaşanır kılmaktır. Hatırlanan şeyi yenilemek ,güncellemek “taş üstüne taş koymak” o şeye özel güncel cihazları elde edip sevk etmek olmalı.
Kısaca, anmak- andırmak anakronik tutum değildir; aksine, yeni koşul ve olguları kavramak; sorunları aşacak programlar oluşturmak, serbest ikna ortamı sağlayıp, ortak bilinci sağlamak; kapsamlı, kapsayıcı iş görmek, işlemek yükümlülüğüdür.
Bu açıklamaları yapmamın sebebi “işin” , yükümlülüğünü özünden çıkarmış olmamaktır.
“Ağıt”, “özlem” sirenleri, Mustafa Kemal’in ruhunu ne kadar memnun eder diye düşünmeden edemiyorum.
Bu topraklar binlerce yıldır insanların acı ,keder ağıtlarıyla doldu taştı. (2)
“İşin” özü, Türkiye Cumhuriyetini kuran iradenin misyonudur: çaresizliğin, acizliğin, gücü elinde tutan zalimlerin dayattığı sahtelik olduğunu bilen; bütün millete sirayet edecek akla, vicdana, sorgulamaya adanmış bilim ve eğitimin en geçerli yol olduğuna inanan; her bir vatandaşın yaygın eğitimle, ulaşacağı zihni düzeyi, devletin yegane sahibi, devletin alacağı kararlara her düzeyde, her zaman katılacağı, gerçeğine eriştirecek sitemi inşa etmektir. (3)
Mehmet Akif, şekilperest müslümanların Kur’an kitabına ve makamlı okunuşlara gösterdikleri saygının, onları cehalet ve esaret batağından kurtarmadığını; şekil perestliğin Kur’an’nın içeriğinden ne kadar uzak olduğunu, ilahi önermelerin nasıl muhatapsız kaldığını “Safahat” adlı eserinde onlarca satırla çok etkili anlatıyor. (4)
Bu gün “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” başlıklı misyonun; hakimiyeti, “devlet aklı”na devir edildiği günleri yaşıyoruz. Çünkü Cumhuriyet nesli misyonu eksiksiz yerine getirecek “aklı hür, vicdanı hür”, özgün, sorgulayıcı bireyler oluşturamadı.
*
“Rüzgar eken fırtına biçer”
Güneyimizdeki ülkelerde “ateş bacayı sardı”. Emperyalistler kendilerinin çizip imzaladıkları anlaşmaların altını oyuyor. Göz göre göre suç işliyorlar. Çekişme, çözümsüzlük odağı yaptıkları Birleşmiş Milletler sapır sapır dökülüyor.(5)
Filisti’nin her bölgesinde özellikle Gazze‘de İsrail sapkınları “çağdaş” kitle kıyımı yapılıyor. (6)
Onca kadın, çocuk, onca insan yüzlerce yıllık yaşam alanlarında “naklen” perişan ediliyor. Buna dahil olan, başta ABD ve İngiltere; destek veren Avrupa ülkeleri yöneticileri, hesap edemeyecekleri sonuçlara katlanmayı böylelikle kabul ettiler.
Uzayda patlayan yıldızın alevleri, milyonlarca kilometre genişleyip, sonra gerisin geriye içine çöküp kara deliğe dönüyorsa; büyük ateşi yakanlar mutlaka o ateşin kehndilerine dönüşünü yaşayacaklar. Trump’tan sonra muhtemelen cıa ‘nın kodladığı sapkın eliyle Netanyahu’yu suikast ile ortadan kaldırması “çözümü” , asıl failleri kurtarmayacak. Trump için de aynı akıbeti planlayanların olduğunu o da biliyordur. Çünkü, negatif alemin yöntemidir: kurumsallaştırdıkları günahı, mutlaka “bir keçiye” devir ederler.(7)
*
Çocuklar toplumundur.
Ülkemizin varisleri çocuklarımızın yetiştirilmesi ailelerin inisiyatifine bırakılamaz..
Bu ebeveynlik ihlali değil; aksine ebeveynlerin , toplumun tek emsalsiz güvencesidir. Medeniyet nitelikli bireyler birliği ile inşa edilir.
O bireylerin hamuru çocuklarımız; kırılgan gönüllü , yapamadıklarını, umudunu güvencesini, sevgi açlığını çocuklarında arayan ailelerin inisiyatifine bırakırsak; onları nitelikli , dirençli, yüksek iradeli hale getiremeyiz.
Sokaklar sahipsiz, fakir, gönlü kalbi kırık ya da maddi imkanların şımarıklığını hazmedememiş, veya maddi imkânları her şeyin üstünde tutan ebeveynlerin sahipsiz uyuşturucu, mafya vasıfsızlık üçgeninde hapsolmuş çocuklar ile dolu.
Aklı başında toplumlar genç nesillerinin kıymetini bilir. Onların içinde nice dehalar, yetenekler, adanmışlar çıkabileceğini bilirler.
*
İzmir’in Selçuk ilçesinde yoksulluğun vicdansızlığını yaşayan vatandaşlarımızdan yine başta toplumu, ikinci olarak toplumun temsilcilerini sorumlu kılacak üzücü olay yaşandı.
Bu derin yakıcı ve vebali ödenmez kayıpların şokunu yaşayanlar; bana, “ onlara dua edelim,” demişti.
Ben: -“Onların duaya ihtiyacı olamaz; onlar masum küçük çocuk; onlar, evrenin yüksek kademelerinden bu kömürlük dünyaya , afallaşmış insanlığa büyük dersler için inen yüce ruhlar; onlar, küçücük bedenleriyle yüz yıllık tarihi dersler bırakan yüce gönüllüler; onlar, yükü emsalsiz vebalin son eşiğinde vicdan sireni çalan; Aras Bulut, Masal Işık, Aslan Miraç, Funda Peri, Fadime Nefes; bir yaşından beş yaşına zorlukların kesif umutsuzluğunda parlayıp kayan yıldızlardı.
Anneleri Melisa(bal), gerçekliğini deneyimleyemeyeceğimiz çaresizlik, itilmişlikle kadın narinliğini ezen koşullarda ayakta durmak için yaşam mücadelesi veriyor.
Sinema filmi yada öykü değil; İzmir’in iki bin yılı geçkin medeniyet kalıntılarına kurulmuş, meraklı varsılların dünyanın her köşesinden ziyarete geldiği antik Selçuk ilçesinde yaşandı bunlar.
Toplumun sentetik dokusuna ateş değdi; doku, içten içe eriyor.
İşiten, duyan, izleyen , bilen, bildiren ve diğerleri; hepimiz bu beş yitiklik aynasında hatalarımızla yüzleşelim; itiraf edelim. Aksi halde vebali inanın ki Karma’da kayda geçti.
Artık olmasın!..
Açıklamalar:
(1)Taraflar(Ahzap)33:72 “ Emaneti (seçme özgürlüğü) göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular. Onu insan yüklendi; o çok zalim , çok cahildir.”
(2)Anadolu toprağı kavimler kazanıdır. Tüm insanlığın ortak gen havuzu diyebileceğimiz tarihe sahip. Güçlü, hoyrat orduların her daim yakıp yıktığı istila ettiği topraklar. Bu yüzden toprağından üretilen gıdaya sirayet etmiş yitiklerin acıları dinmeyen ağıtlarda dışa vuruyor. Tarihin derinliklerinden bu yana neşemiz dahi temkinli; bu temkini çoğunlukla içki kültürü ile aşmaya çalışmışlar; yine de sakınılan hep eşikteymiş. Nitelikli kimliklerin oluşturan bireyler, nitelikli organizasyonlarla bu kesif tedirginliği aşabiliyor. Bu yüzde Milli marşımız “Korkma!..” uyarısını başlığa taşımış.
(3)“Misyon”; Kutsal görev/ emanet; Frsz mission. (i) Görev ile bir yere gönderme; gönderilme;(ii) Hristiyanlığın tanrı inancını yayma amacıyla üstlenilen görev, görev yeri, (iii) Latince missio , “gönderme, gönderilme”, mittere, “gönderilme”.Yüce emanetin yerine getirilmesi için yola çıkma , yol zorluklarına karşı, yolda kalmamak için techizatlanma.
(4)Tekrar yazmakta yarar var: Kur’an’da en büyük ibadet tahakkul yani aklı kullanmaktır; Aklın ilk yolluğu kıyas /analoji dir. Böylelikle empatik akıl yani vicdani akıl oluşur. Vicdan, ruhumuzun can verdiği bedenimizde irtibat eseridir.
Varlık alemi, canlılar ne varsa Ruh’un sirayeti ile gelişim devinimine koyulmuştur. İnsandaki ruh’un miktarı karar verme iradesi niteliğinde olduğundan empati yalnız insana mahsustur. Dar empati dediğimiz tutum öz sevgi, aile sevgisi, klan sevgisi gibi arizi bakış açısıdır.Asıl olan herşeyle birliğin bilincinde olmak, mutlak empati düzeyine erişmeyi amaçlamaktır.
(5)”Ateş bacayı sardı”; ısı aşımı ile beklenmeyen zarara uğramak.”Kifayetsiz / yetersiz , muhteris/ hırslı, ihtiraslı; Arapça haraşa, “şiddetle arzuladı”. Bilinenin tersine ısıtılmak istenen “ev”, İsrail, ABD, İngiltere dir.
(6)Holiganlık, çılgınlık, putperestlik ilkel topluların mirası. Amaçlara yönelik hırçın, fırsatçı, şüpheci ya da korkunun esaretiyle etkisine inanılan, tapınılan, canlı, cansız nesne, fetiş,ikon, imgeyi memnun etme güdüsü .Katliamın onulmaz yükünü taşıtmayı amaçlayan idol.
(7)“Günah keçisi” yaygın tarihsel uygulamadır. Bu keçi Eski Ahit’te Kefaret Günü ayinlerinde Yahudi kavminin günahları simgesel olarak bir erkek keçiye yüklenirdi. Bu keçi kurayla seçilir Azazel (İblis’in sürülmeden önceki zamanki adı) adlı kötü ruhu yatıştırmak, Yahudi kavminin günahlarını arındırmak için Kudüs dışında uçurumdan aşağıya atarlardı. Antik Yunan “el yükseltmiş”; günah keçisi insan olarak kullanılmış. “Günah Keçisini seçen suçlulardır”.