‘S I L A’ DEDİKLERİ (*)
Dünyamızın kuzeyine göçlerin yükseldiği dönemlerdeyiz. Binlerce insan doğduğu yerlerden yaşamsal ihtiyaçları sebebiyle ayrılıyor. Tabi bu ayrılışlar, “yeni” zorluklar, engeller ve acılar içeriyor.
Avrupa şehirlerine bir şekilde (bağlı, bağımsız, yasa dışı yollarla) ulaşanları, oralarda her yerde görebilirsiniz. Avpu şehirlerinin sokakları, meydanları estetik ya da “talepsiz” boşlukları, bu insanlar dolduruyor. Gelişmişliğin kararlı olmaya çalışan konforu örseneliyor. Kararlığı bozulan konforu, mevcut yönetimler daha iyiye taşıyamadığı için oraları dolduran göçerlerin üçüncü nesilleri, oralarda üst yönetici görevlerine yükseliyorlar. Böylece insan, “beslendiğine” dönüşüyor; sömürünün, beslenmenin bir türü olduğunu düşündüğümüzde göçmenlerin yeterli süre (1) sonucunda göçtükleri yerlerin sahipleri olacağını, olduğunu çıkarsamamız olgusaldır.
*
Ülkemizde benzerini 1970 lerin ortalarında yurt içi ve doğu kırsalından, batıda samimi sakinliği unutulan şehirlere göçle yaşadık. O dönemin seçilen yöneticileri(2) eliyle, yüzlerce vatandaşımız öngörüden uzak, plansız doğal çevreyi yığınak evlerle doldurması; akabinde liyakatsiz müteahhitliğin ortaya çıkması ve yığınak evlere dikeylik sağlaması…izleri hala zinde ve her yerde.
*
‘Kent yenileme’ mi; kamusal toplu konut projeleri hariç, ne yazık ki müteahhitlerimizin ada bazlı olmayan yaklaşımları, maliyet uçurumları ve bitip tükenmeyen rant rüzgarı sebepleriyle; yaygın, adil, estetik ( toplamı : umutçul yaşam) sözde kalıyor.
*
Göç sireni çalındığında, insan kitlelerinin kederli, ölüm riskli yolculuğu engellenemiyor. Kısa zaman önce seçilen İtalyan başbakanı Giorgia Meloni’nin meşhur vurgusuyla, “Afrikalılar batılı sömürücülerin talancı politikaları yüzünden ülkelerini terk ediyor; öncelikli politikamız, Afrikalıların Avrupa’ya göç etmelerini engellemek değil, Afrika’nın Avrupalılardan kurtarılmasıdır. ” Avrupa devletlerine yüksek sesle çözüm öneriyor.
Göçler dalga dalga Avrupa kentlerinin en ücra kesimlerine kadar ulaştığında yüksek yöneticiler olayın ciddiyeti ve risklerini hala idrak edemediler; bu yüzden göç yollarına barikat kurmaya yöneliyor; çözümü “sinek telinde” arıyorlar. Oysa sömürü hoyratlığı, kendileri hariç tüm dünyayı “bataklığa” dönüştürdü. Batılı yöneticiler, temelli önlemler sağlamak için gecikiyor. Dileğimiz onların, zihinsel atıllıktan bir an önce sıyrılmaları; dünyamızın yalnız tekellerin, zenginlerin değil, tüm insanlığın ve tüm canlıların ortak yaşam alanı olduğuna uyanmalarıdır. Aksi halde idrak yavaşlıkları onları telafisi imkansız durumlarda bırakacak.
*
Varlık biliminde devinim, sonsuz ve kesiksizdir.
İster görece yetkin düzeye erişmiş olsun, ister erişmesin; her oluşum nihayetinde bozulur çözülür. Çünkü tüm yetkinlikler koşulludur. Yani elde edilen bütün unvan ve değerler elde edildikleri koşulların ve o koşullara yönelik pay almaların ürünüdür. Elde edilenlerin sürdürülmesi için ya koşullar bastırılır ya da koşullara uyum için çalışılır. Yani “boş” yok; fedakarlıkla veya gözü karalıkla elde edilen konforun peşini değişim bırakmaz.
*
Şurası önemlidir; değişim, kaybedenler lehinedir. Bu belirleme, teselli olarak algılanmasın. Değişim, varlığın evrensel birliğinin teminatı olarak bilinsin.
Her kim hangi koşulda olursa olsun yaptıkları, yapacakları değişimin eleğinden geçecektir. Bu yüzden, tüm tutunmalar hüsran potansiyellidir. Sonuç olarak insanlık, planlarını ve işleyişini değişim esaslı kılmalı. Çok bilinen bu klişe, uygulanıyor sanılmasın; evet, uygulanmıyor.
Değişim varlığın devamının sigortası olduğuna göre insanlık, arzu ve hedeflerini planlarken; kazanımlarına diğer insanları ve canlıları paydaş etmeyi gözetmeli. Bu yapılmadığında, muhtemel olumsuzluklar, öngörülmeyen şekilde kurulan bencil sistemleri bozacak, dağıtacaktır.
Önerilen paydaşım, diğer insanları ve canlıları sisteme mecbur etme anlamı taşımıyor; mecburiyet, yararlanmayı tam olarak içermez, eksiltir. Sözünü ettiğim, yarardan pay alanların, toplam yarara katkı için iş görecek nitelik kazanmasıdır. Batı ülkeleri kendileri için bu tür politikalara kamusal sermaye, emek ve kafa yorarken; geri kalmış ülkelere bencil sermayeleriyle abanmayı sürdürüyor. Bu tutum, sahiplerini hem içeriden, hem dışarıdan kıstırmaya dönüşüyor. Ne yazık ki kıskacın getireceği zarardan habersizler ya da asıl çözümü uygulamayı gafletle ağırdan alıyorlar. Buna karşın teknolojik gelişimin hızı, yavaştan almanın faturalarını, batılı yöneticilerin kapılarına şimdiden iliştirmeye başladı.
*
Felsefi anlamda insan, doğduğunda yola koyuluyor. Sonra “sıla hasreti” başlıyor. Yani bedensel, çevresel, güvenli mutluluğa kavuşma arayışı. Bu arayış yolu, yanılmalarla, aldanmalarla dolu; en bilineni ebeveyn ve ata topraklarıdır(3).
Ünlü psikologlar anneye düşkünlüğün kökünde; çocuğun doğumdan önceki güvenli hali, anneye yansıttığını saptadılar. Aynı şekilde, nöro kimyasal bilimciler, vazopresin, oksitosin maddelerinin beyindeki işlevinin ebeyv ve akraba düşkünlüğünü; serotonin, dopamin nero trasnmitterlerin, testesteronun hormon etkisi gibi toplumsal hayatta rol almayı sağladığını kayda aldılar.
Yine atomu oluşturan proton, netron çekirdeğinin etrafındaki yörüngelerde, elektrik alış verişine koşullu elektronların; çekirdeğin “hasretini” elektrik yükü aldıklarında, döngünün dışına yükselerek gösterirken; “sılaya” yakınlaşmayı ya da “kavuşmayı”, elektrik yüklerini boşalttıklarında, alt yörüngeye inerek gösteriyor.
İlginçtir; burada elektron için iki tür “sıla” ortaya çıkıyor: biri, elektronun kaynağı çekirdek; diğeri, elektrik yükünü alıp dış yörüngeye çıkan elektronların, daha karmaşık koşullara uyum sağlayacak ideal bileşik arayışı.
Elektronların bağrından çıktığı çekirdeğe yönelik “sıla hasreti”; yanı sıra, dış yörüngelerde yeni bileşikler oluşturmak için elektrik alışverişinde bulunmaları; bunun onlar için zorunluk olması, insandaki sıla hasreti ve sebeplerine benzerliği bu bakışımıza yol açıyor.
*
Evrenin başlangıcının “rüştünde” var sayılan Hidrojen atomu, milyarlarca yıl sonrasında, yeni atomlara, element bileşiklerine kök oluşturuyor. Bugünün kimya bilimi mevcut element sayısını 118 olarak belirledi. Bunların seksen adedi izotop yani atomların çekirdeğinde nötron “akrabalığı” olanlar. Tabi mevcut element miktarı, evrenden yeryüzü bilimine şimdilik yansıyanı. Bunun devam ettiğini, son olmadığını atom altı evrende yeni “imalat” ve “arge çalışmalarının” kesiksiz sürdüğünü ilgililer biliyor.
*
Yukarıdaki değerlendirmeler ve özellikle geçmişte kalmış dünya savaşları döneminde nesillerin bilinç altına keder harcı ile tutunmuş sıla özlemi; bu gün geçmişten geleceğe evrildi; yani bu günkü koşullarda insanlığın sıla’sı “gelecektir”.
Ata topraklarını elde olmayan sebeplerle terk etmek zorunda kalan binlerce insan; ulaştıkları yerleri kök toprak yapmaya koyuluyor; çünkü tüm acılarını, köklerinde bırakmayıp yanlarında taşıyorlar. Bunların bir kısmı yollarda yiterken, diğer kısmı ulaştıkları yerlerde sahiplerine ölünceye kadar, sonrası diğer nesillere eşlik edecek. Ata toprağı, adeta onların bedenlerinde cisimleşiyor.
Umut kırıcı olsa da insan kabiliyeti, ortak vicdan ile eşit gelişmiyor. Vicdanın bilimsel ilerlemenin gerisinde kalması, teknolojinin sunduğu yeni olanaklar sayesinde mahrum bırakılanlarda “yedi verene” dönüşüyor(4). Yani teknoloji verimini, mahrumlara sunuyor. Bu da daha paylaşımcı kalkınma modelleri ve arayışlarını cesaretle öne çıkarıyor.
Bu arayışlar sürerken; sıla kavramı temelde ve esasta insanlığın topyekün esenlik özlemine dönüşüyor. Yaşayanlar için o esenlik, daima bağımsız şimdide olacaktır(5). Bunu sağlayamayanlar, tecrübelerini şimdi’den “muaf” tutanlar; şimdi’yi ıskalayıp ortak esenliği tehir ediyorlar.
Demek ki şimdi’nin görevi; öne, arkaya bakmadan ortadaki, açıktaki şimdi’ye çıkmakmış; sıla kavuşumu imkansız değil.
Açıklamalar:
(*) Sıla : Arapça ws kökünden gelen şila(t) “kavuşma buluşma” sözünden alıntıdır.Yine aynı kökten wasala “ ulaştı” fiilinin çekimlerindendir. Benzer sözcükler; vasıl, asıl ws “ulaşa , kavuşan”; ittisal, “bitişime, ulaşma”; visal “birbirine kavuşma”;vuslat, “birleşme, ulaşma, buluşma.”(Nişanyan).
(1) “Yeterli süre”, sayılar ilminde en az üç olarak bilinir; üç sayısı, farklı şeylerin sentezinde kararlığı başlatır. Üçüncü nesil ve ardılı ‘sıla’ kavramını bulunduğu yere taşır.
(2) Derin zamanlı ata toprakları , önceden de nostaljiydi; gerçekliğine dair her tevessül daima acı kayıplara sebep oldu. Yine de uygun ortamda, konuya duyarlı topluluklar için söylem olarak kullanılıyor.
(3) Seçim, genel olarak sözde ve esaslı seçim olarak iki türlü uygulanmaktadır. Sözde seçim; yukarıdan aşağıya, yönlendirilmiş seçim. Diğeri , seçenlerin fikri bilgi olgunluk aşamasını, yatay işlerlik ile ortaya çıkışıdır.
(4) Yedi veren, her mevsimde meyve veren bitki; konumuz bağlamında, bereketini değişen koşullara yayan tutum.
(5) Şimdi’nin bağımsızlaşması; eylemlerin, öncenin pişmanlıklarından, gururundan ve onların oluşturacağı geleceğe yönelik korkulardan, öç tutkularından arınmasıdır. Ortak iyi , evrensel işleyişin görülmeyen fakat her varlığa isabet etmiş “aklı’ dır. Ortak iyiye her türlü yöneliş, uzak erimde ayrımcı ve karşıt oluşumların, bütün plan ve girişimlerini etkisiz kılacaktır. Ortak iyi, bu yüzden şimdi’de yüksüz , yalın, patentsiz