İnsanda var olan sezgi İlahi bir lütuf. Yakıcı güneş ışığına gölgelik, sert yağmura saçak gözeten akıl; aynı zamanda benliğin de kaynağı. Akıl, benliğin tanıklığını anlamlandırmaya; oluşan, oluşacak sorunlara çözümler aramaya koşulludur.
Aklın gündelik uğraşların yanında, evrensel işleyişin bütünselliğine ulaşma güdüsü; onu, “aşağıda ve yukarıda” özne adayı yapar. Aklın benliği özne kılması, “takdir” koşullarında (1) neredeyse olanaksızdır. Fakat benliğin içindeki cevherin başka seçeneği yoktur. Yaşadığımız çağ, coğrafya, giydiğimiz bedenler; ailemiz, yeteneklerimiz, kısıtlıklarımız… sayısız etki içinde yollara koşulan insanlık; bu koşudan “istifa” ederek çıkmanın dışında, acziyetin kırbacını ölünceye kadar hissediyor.
*
Katlanmak ya da direnmek bu iki kutbun üçüncü seçeneği onların arasın, araf’ı (2) oluşturuyor. Araf, kararsızlığın “tercihi”dir; oraya düşenler, güven ve güvensizliğin med-cezirinde yengeçler gibi ne sahile ne denize tutunur; ne denizde ne de sahilde aldıkları onlarda kalmaz; sahile vuran dalgalar, onların bitmeyen kabusu olur. Dalgalara teslim olan güvensizlikleri, her ne kadar geçici yarar sağlasa da sonuç olarak kişiye katlanmanın üstünde keder bırakır.
Katlanma, edilgenliğine rağmen, karar’dır. Bu kararda yakınma neredeyse yoktur. Bulunduğu ya da düştüğü halin çözümünü, devrandan bekler: “yenen yenilecek; ezen ezilecektir.” Tarih ve olgular, bu kadim hükmün yanındadır.
Katlanan, onları ezen kişiyi veya kurumu karşısına almaz; ezenin kendi ile yüzleşmesini araya girerek uzatmaz. Bu tutum, ‘destek çıkmak’ değildir; katlanmak güncel ifade ile “pasif direniştir”. O şöyle düşünür: “nasıl olsa katmanlı belirlemelerin içinde var oldum. ‘Büyük resmi’ tahayyül edemesem dahi, hiçbir şey değişim ve döngüden bağımsız değil. Krallar, adil olduğunda halklarınca; zalim olduğunda kendi ve çevresi tarafından yıkılır.” (3) Bu düşünce tarzı, ‘devran’ı işaret ediyor; doğrulaması bireylerden bağımsız, yüzlerce yıl devam eden erk kapanı’nda yatıyor (4).
*
Diğer taraftan katlanmayı veya direnmeyi göze alamayan “kolay yolcular” var. Bunlar insanlığın çoğunluğunu oluşturur. Kur’an bunlara “peşinciler” diyor (5). Bu kesim, insanlığın büyük kısmının dahil olduğu ‘arayüz’ dür. Arayüz ifadesini, sistemden yararlanan, fakat “dışarıda” kalan eklenti, anlamında kullanıyorum. Bunlar binalarını, istikballerini ‘fırsat zeminine’ inşa ederler. Fırsat zeminleri ise genellikle dere yataklarıdır. Taşkın ve depremlerin geçiş güzergahına “gelecek” kurmak, ikbal aramak böyledir. Yakınma, bu insanların bitmeyecek “senfonisidir”. Çünkü yakınma, kararlı(lı)ğın zıttıdır.
Karar alanlar işgörür, uygular; kararı gevşek tutan, tutmadığı kısmı yakınma ile “tamamlar”. Aslında tamamlanan bir şey yoktur; ‘savrulur’ demek daha doğru olur. Savrulanlar daima insan tabiatının saf, teslimiyetçi yönlerine çapa atmayı gözetir; bu da istismarın bir çeşididir. İnsanlığın ortak zenginliklerinden mahrum bırakılanların(yoksullar) ulaşmadığı alanlar, kolaycı “kararlılar” için semirme bölgeleridir. Oralara el koymak, iş görmek günümüzde ‘fırsatları değerlendirmek’ olarak bilinir.
*
Gelelim direnmeye. Direnme tekil insan için mümkün değildir. Mümkün olan “çokluğu” oluşturacak kavşakta birilerinin direnme kararına ulaşmasıdır. Böylece etkili dalgakıranın temelleri atılır. Direnme, direneceklerin birbirlerine yüksek dayanışma, güven zemininde gerçekleşir. Bu yaklaşım atomun yapısını andırıyor: çekirdek (proton ve netron) ve elektron. Aynı şekilde, üç boyutlu yaşantımız; iki ayağımızın üstüne iradenin uzantısı omurgamız ile dikelmemiz ve benzeri en az çokluklar üç sayısını, etkili kararların minimum dayanağını işaret ediyor.
*
Sümer tabletlerinde geçen(6), “ Ademden önce insanı kodlayan dünya dışı ziyaretçilerin” kendilerini de bağlayan iki kozmik sözün, hala insanlığın gündeminde olması dikkat çekici. Bunlardan biri ‘kader’, diğer ‘kısmet’. Biri takdir, diğeri takdirin olasılıklar sürecinde, meydana getireceği oluşumlar zinciri.
‘Kısmet’, açıklamaya çalıştığım çerçevede siyasal dilde iki şekilde anlaşılıyor. Biri hukuksal durum ve yasal koşullar; diğeri, pratik uygulamalar. ‘Kısmet’, tüm muhtemel olumsuzluklarına rağmen veri’dir. -“Kimler için veri,” derseniz; -“katlananlar ve direnenler için veridir”, cevabını veririm. Daha ilerisi, ‘kısmet’ yanlış anlaşılmanın aksine tekil değil; ortaklaşa muhataplıdır. Ortaklaşa kelimesinin iş görme anlamı taşıması yanıltıcı olmasın. Bütün kadim önermelerde insanın yaşam zorlukları karşısında tekilliğine vurgu yoktur. Bu saptama, insanın sosyal varlık olmasından kaynaklanıyor.
Katlanmanın dayanışması sıkıntıyı azaltır; bu da katlananların artmasını, kararlılığı tetikler; böylece katlanılan, elindeki etkili cihazlara rağmen zayıflar, küçülür. Küçülme, uyguladığı negatif etki ile çelişmesini artırır. Çelişme, katlananlar üzerindeki baskıyı çözer; çelişme dışarıdan içeriye taşınır. Artık içeriye taşınan erkin, ikinci yanı ortaya çıkar. Biri dışarıdan içeriye taşınan “erk”, diğeri erkin bağrından zıttı olarak ortaya çıkan kaygı. Artık katlanılan için “dışarısı” yoktur. Onda “erk” ve kaygı çatışması ortaya çıkar; çatışma içerde kalanları silecek “kara delik” oluşuncaya kadar sürer.
*
Kısmete gelelim. Kısmet, şimdi ve gelecektir. Şimdi alınan karar(lar) kısmeti besler. Kısmet, aynı zamanda entropinin(gelişim yıkımı) karşıtıdır. Çünkü evrensel düzende gelişim esastır. Gelişim yolunda oluşan bozulmalar, zamana ve koşullara uyumu artırmak için meydana geliyor. İnsanlık kendisi için istediğini; hem türü için hatta zararsız diğer canlılar için istemelidir. Böylece insanlığın geriye düşüp, kan revan olması (savaşlar, sömürü, zulüm, esaret) duracaktır.
İki beyit ile toplayalım; birincisi katlanan kesimden:
“Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil. Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yummaz değil.” (Yunus)
Diğeri direnen: “Ne senden bana rükû; ne benden sana kıyam. Bundan sonra, Selamün aleyküm, aleyküm selam.”(Fuzuli)
Açıklamalar:
(1) Takdir, Arapça kdr kökünden a)ölçü , değer biçme değer verme; b)kader sözcüğünden alıntıdır. Bedenimize, benliğimize ve koşullara dair ne varsa takdir kapsamındadır. Öz-kök veri de diyebilir.
(2) Araf; Akad, Arap dillerinde türevleriyle çokça kullanılıyor; rf kökünden gelen a’raf Kur’an’da cennet ve cehenemi ayıran bölge. Urf; Yüsek yer, çıkıntı kelimesinden türediği savı zayıftır; o, örfe(pratik bilgi) kaynaklık eder.” Ne Musa’ya ne de İsa’ya yaranmamak,”deyimi, yaşama dair daha uygun örnektir. Günoğlu (oportinist)siyasette çok yaygın kadro eğilimidir. Savunma güdülerinde itaat ettiklerine karşı Brütüs’lük potansiyeli vardır.
(3) Adil yönetimlerin handikabı, halkın varis olduğu nimeti kanıksaması, konfor dürtüsüyle kibre ve “ihanet” çukuruna meyletmesidir. Adaleti sağlayan, vicdani aklın oluşturduğu ilkeler manzumesine toptan sarılmaktır. İlkesizlik çölüne düşüp, (vicdani) adaleti samimiyetle arayanlara ikram edilen “vaha”; çölün şiddetini, kederini tatmamış varislerin elinde gerçek değerini bulamaz. Çünkü varisler, yokluğu değil varlığı arzular.
(4)Erk kapanı, kudretin kazdığı kibir çukurudur; öyle ki güç artıkça çukur derinleşir; sonunda düşkün güç-süz olarak o çukurda hapsolur.
(5)Şuara/26:109 “Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ( eksiksiz barış ve iyiliğe davet)ücretim yalnız alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” Benzer(26:180, 26:164,Yasin/36:21.
(6) The Lost book of Enki (Enki’nin kayıp kitabı); Zecharia Sitchin. 2008 Türkçe basım; Ruh ve Madde Yayınları. Başta Muazzez İlmiye hanım olmak üzere 14 adet tabletin bilinenler içinde olmadığı ve İngiltere’de British Museum’ dan yazı eşliğinde varlığının sorulduğunu; fakat ‘olumlu cevap alınmadığı’ söylense de insanlığı etkileyen bir çok buluş ve bilginin, kısmen açıklanıp barkodlanarak piyasaya sürülmesi olgudur. “Zekeriya Siccin’nin şaşırtmacası,” savı bir yerde dursun; konu bilgiler, kadim bütün kaynaklar bağlamında etkili yer tutuşu göz ardı edilemez. Kadim bilgi meraklılarına kitabı okumalarını öneriyorum.