27 Mayıs 1960’dan 15 Temmuz 2016’ya darbeler…-5
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
“15 Temmuz 2016” vesilesiyle bu yazılar farklı şekilde yazılmaya başlandı, dördüncü yazı “20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı” vesilesiyle devam etti ve bu yazılarda özellikle o dönemlerde yaşanan “darbe ve soykırımlar” değerlendirildi…
Beş bin yıllık “insanlık tarihinden”, binbeşyüz yıla yaklaşan “İslam tarihinden”, yaklaşık olarak son beşyüz yıllık “tarihimizden” ve özellikle “27 Mayıs 1960 tarihinden” itibaren geçen 76 yıllık sürede “tarihten gereken ibret alınamadığı” için “tarih” yani “darbeler” adeta periyodik bir silsilede “tekerrür edercesine” devam etti…
İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy “tarihin tekerrürü” konusunda ne demişti; önemine binaen bir kere daha tekrar hatırlayalım: “Geçmişten adam hisse kaparmış. Ne masal şey / Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? / Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar… / Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”
Bu vesileyle bir de Bosnalı (Annem Bosna-Sancaklı) ve Kosovalı (orada doğdum) biri olarak, bilge başkanımız Aliya İzzetbegoviç’in “soykırımları” unutmamayı tavsiye ettiğini hatırlatmış olayım; çünkü O’na göre unutulan soykırım tekrarlanırdı...
- “20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı” vesilesiyle Kıbrıs’ı hatırladık…
- O tarihe kadar “Kıbrıs’ta gerçekleşen soykırım ve darbeleri” hatırladık…
- Önce İslam sonra Osmanlı dönemlerinde Kıbrıs’ta yaşananları hatırladık…
- Bütün bunlarla birlikte “bu durumlardaki çare ve çözümlerimizi” hatırlattık…
Buraya kadar yazdıklarımdan sonra çok farklı hatırlatmalar yapacağım…
Bu hatırlatmalardan biri, bugün okuduğum bir yazarın “Doğu Türkistan’a baksak, göreceğimiz şey” başlıklı yazısındaki şu paragraf sebep oldu: “Bazı İslam ülkelerinin içinde Müslümanlara yönelik baskılar, Çin’in veya başka herhangi bir gayr-ı Müslim gücün Müslümanlara baskılarını çoktan fersah fersah geçmişse? Bugün Suriye’de, Yemen’de, Irak’ta, Mısır’da, Tunus’ta Müslümanın görünümlü yöneticilerin Müslümanlara yaptığı zulümler ortadayken, bunlardan Hindistan, Myanmar, Doğu Türkistan veya Gazze’deki Müslümanlara yönelik baskılara dur demeleri nasıl beklenebilecektir?” Sonuç olarak da şu durum çok ama çok önemli: “Bu da baş etmemiz gereken asıl sorun ve bir siyasi girişim oluşacaksa, arka planında bu sorunla da yüzleşmiş olması gerekecektir.”
Bence, bu hatırlatmalardan ‘birincisi’ budur ki; buna benzerlerini çok yazdım…
Hatırlatmamın ‘ikincisi’ de bir diğer yazarın bugünkü yazısının hem yazı başlığında (başlık şöyle: “Üç mescit ya da Osmanlı’dan sonra tufan”) hem de yazı içeriğinde “tufan” kelimesini kullanması oldu ki; hayatımızın dört ana alanındaki ilmî-dinî/ahlâkî-iktisadî-idarî/siyasî sorunlar olduğunu her vesileyle ifade ediyor ve bunu da bir bütün olarak “Sosyal Tufan” kavramı ile daima ifade ediyorum ya; altmış yıllık “Adil Düzen Çalışanları” olarak bizim için bu kavramın bu anlamda kullanılması bizim için çok önemlidir…
Yazarın üç mescitten kastettiği Mekke, Medine ve Kudüs’teki mescitlerdir…
Yazının “TUFAN” ile ilgili bölümü şöyle başlıyor: “Artık Osmanlı’dan sonrası tufandır ve bu tufan Mekke, Medine ve Kudüs’ü de kendiliğinden içine çekecektir.” Ve şöyle devam ediyor: “İngiltere, Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının ekonomik yıkıntısından kurtulmak için, yüklü bedellerle ilkinde Filistin / Kudüs’ü Siyonistlere, ikincisinde ABD’ye satarken, hem üç mescide sahip olmakla kendi imparatorluğunun hem de yükselen yeni bir devletin imparatorluk olma moralitesini mutlaka gözetmiş olmalıdır.”
Devamında bu minval üzere anlatılan detaylar çok önemli, okunmasını tavsiye ederim...
‘Tufan’ içerikli yazı şu sonuç cümlesiyle sona eriyor: “Osmanlı’dan sonra yaşanan bu tufanın bitmesini niyaz etmekten başka problemsiz bir hâlimiz maalesef yok gibidir.”
Allah “darbeler ve soykırımlar” ile hayatımızın dört ana alanındaki problemler sebebiyle “Sosyal Tufan” seviyesinde oluşan “ana sorunlardan” en yakın zamanda kurtulacağımız günleri görmeyi nasip eylesin ki; bütün beşeriyet bu musibetten kurtulsun…