‘Çöken dünya düzeni’ ve ‘Adil Dünya Düzeni’-18
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
‘Çöken dünya düzeni’ diyor ve yazıyoruz günlerden beri bu köşede…
‘Adil Dünya Düzeni’ çare ve çözümünü de hatırlatmaya devam ediyoruz…
‘Bir devlet hangi hallerde çöker?’ sorusu tarihte sorulmuş, soran da muhteşem…
‘Muhteşem Yüzyıl’ döneminin banisi ‘Kanuni Sultan Süleyman’ sormuş bu soruyu…
Bugünkü yazımızda da bu soru ve bu soruya alınan cevap üzerinde duralım…
Ama öncesinde merhum İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un bir taraftan ‘tarihin tekerrürü’ ve diğer taraftan da ‘tarihten ibret alınması’ konularında ne demiş, önce onu hatırlayalım, böylece meseleyi daha da derinlemesine kavramaya çalışalım:
“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
‘Tarih’i tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”
***
“BİR DEVLET HANGİ HALDE ÇÖKER?”
Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma yani zirveye getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar...
Bu gibi soruları çoğu zaman aynı zamanda kendisinin süt kardeşi de olan meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bu sorunun cevabını da sormaya niyet eder.
Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir...
Uzunca mektupta şu önemli soru da vardır: “Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bİr devlet hangİ halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?”
Aynı zamanda güzel bir hatla yazılmış olan mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl ifade eden meşhur cevabını yazar:
“Neme lâzım be Sultanım!”
***
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan Süleyman yazılan cevaba bir anlam veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?” Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”
“Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”
“İyi ama ben bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultanım!” demişsiniz. Sanki “Beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”
Yahya Efendi meşhur ve ibretamiz cevabı verir: “Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hale gelir.”
Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca Sultan Süleyman, söyleneni başını sallayarak tasdik eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime sahip olduğu için Allah’a şükreder. Yahya Efendi'ye ise bu tür tembihlerini mutlaka söylemesi gerektiğini anlatır.
Söz konusu mektup Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir.
Günümüz yöneticilerinin de bu tarihî cevaptan nasiplenmesi dua ve dileklerimizle…