12.05.2011
Kanal İstanbul Çılgın Projesi ile ilgili heyecanla yazılanların üzerinden günler geçti, şimdi daha akıllıca ve daha soğukkanlı değerlendirmeler yapabiliriz. Ortaya çıkan ana görüşe göre proje “yap-işlet modeli” ile yapılacak ve finansmanın önemli bölümü yurt dışından sağlanacak; inşaatla ilgili tüm girdiler ve işçilik iç kaynaklardan tedarik edilecek...
-Yurtdışından finansman sağlanması demek, benzerlerindeki gibi Türkiye’nin en değerli varlıklarının sermayeye peşkeş çekilmesi ve halkımızın sömürülmesi demektir.
İşçilik, malzeme, arazi bedelleri gibi harcamalar halka intikal edecek, taşeron firmalar kâr edecek, halkın gelir düzeyi yükselecek ve harcamalar artacak, ekonomi hareketlenecek…
-KİT’leri ve son olarak BİT’lerden İDO’yu ‘babalar gibi satma’ örneğindeki gibi; kıt imkanlarla var edilen seksen yıllık değerlerimizi ve Türkiye’nin topraklarını sömürü sermayesine satma, Türkiye’nin üretmeden tüketme yani israf ekonomisi politikalarını sürdürme anlayışı… Mirasyedi gibi satıp satıp yemiş olacağız… Sonra?!.
Üretmeden tüketime harcanan paralar başkalarının (mesela Çinlilerin) geliri olacak.. Arazi sahipleri yeni gayrimenkuller alacak, çevrede inşa edilen binalara talip olacak.. Lüks tüketime ve gayrimenkule talep artışı gerçekleşecek.. Üretim talepleri karşılamazsa enflasyona sebebiyet verecek.. Sonuç olarak bu yatırım sanayi ve tarımı iyice frenleyecek…
-Oysa, bir ülkede yatırım ancak emekle olur/olmalıdır, ithalat ve ihracatla yatırım ikame edilemez. Yatırım artan âtıl emekle yapılırsa yararlıdır. Yatırım faal olan emekle yapılacaksa, bunun getireceği tek sonuç vardır; var olan borçları artırmak!.. Daha kesin, keskin ve öz şekilde ifade edelim: Topraklarımız gider, borçlarımız artar!!!
Dengeli ve adil gelir dağılımı ve paylaşımının olmadığı ülkelere bakalım. Mesela, bir kısım Arap ülkelerinde petrolden elde edilen gelirler halkın asgari düzeyde yani “sefalet” içinde yaşamasını sağlarken, az sayıda kişinin büyük servetlere sahip olmasını ve “sefahat” içinde yaşamasını sağladı. Petrol paraları devletin yaptığı gereksiz silah alımlarına ya da lüks eşya ve gereksiz büyük inşaatlara harcandı. Halkın yararına olacak yatırımlar yapılmadı, halkın eline eskiden olduğu gibi “sefalet ve fakirlik” dışında bir şey geçmedi. Aynen son yıllarda Türkiye ve İstanbul’da yapıldığı gibi; mesela, bir tarafta giderek artan fakirlerimiz ve açlık sınırındaki halkımız, diğer tarafta sayıları her yıl artmaya devam eden dolar milyoner ve milyarderleri ile lüks alışveriş merkezi AVM’lerimiz!.. Düşünelim bakalım, Arap isyanları, Arap ülkelerindeki ayaklanmalar biraz da bu sebepten değil mi?..
-Evet, Kanal İstanbul Projesi sefalet ve sefahate sebebiyet verecek, birileri yeyip sefahat içinde sefa sürerken, birileri bakıp imrenecek ve kıyamet ondan kopacak...
Daha da radikal olan görüşler şöyle: Petrol döneminin veya başka enerji kaynaklarının kullanılması ya da ne kadar geç olursa olsun tükenmesi hâlinde, petrol zenginleri başka yerlere göç edecek, halk ise iyice sefalete terk edilecek, çünkü petrolden başka hiçbir gelirleri yok! Şu anda bölgenin zenginleri geleceklerini garantiye almak için yatırım yapacak yer arıyor. Ülkemizde “Kanal İstanbul” benzeri yatırımlar yapmalarının sakıncası yok ama yüksek teknoloji ürünlerini üretecek tesisler yapmaya ikna edilirlerse daha iyi olur. Mesela havacılık ve uzay, silah sanayii ve nanoteknoloji, tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi gibi alanlarda bizim bilgi ve imkanlarımız onların paralarıyla yan yana gelirse herkes kazanır.
Sonuç olarak…
-Kanal İstanbul “tekel sömürü sermayesi” ile yapıldığında Türkiye’yi satmaktır.
-Kanal İstanbul Projesi -ve halkın yararına olacak daha nice projeler- “Halk Sermayesi” ile yapılırsa; herkese, Türklere de insanlığa da kazançtır.
Kanal İstanbul’un çılgın ve makul olmayan yönleri işte böyledir.
Daha başka olumlu ve olumsuz yönleri de yok mu?
Olmaz olur mu, hem de pek çok...
Onlar da gelecek yazıda…