Gazze, anayasa, ekonomi ve diğer meseleler…-5
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
Gazze dedik, Refah dedik… Anayasa, yeni anayasa, sivil anayasa dedik…
Ekonomi, enflasyon, emek, emekliler dedik… Eğitim ve müfredat dedik…
İbret alınsın diye önceki yazılarımızda geçmiş iki-üç yüzyıla değindik…
TANZİMAT VE ISLAHAT FERMANI
Çağa ayak uydurma, muasırlaşma (çağdaşlaşma) anlayışı böylesine yönetimde hâkim iken, öte yandan 1798 yılında Napolyon Bonapart’ın Mısır’ı kısa süren işgalinden kaynaklanan Fransız harp ve asker eğitimini alıp kullanan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ihtirası da büyüdü. İngiliz oryantalisti Hampher’in özel olarak imal ettiği Muhammed bin Abdulvahhâb’ın Necid’de çıkardığı isyanı Kavalalı’nın oğlu, Mısır askeri ile bastırmıştı, Mora isyanında da Osmanlı’ya yardım etmişti. Artık iyice bozulmuş olan ve artık ıslahı da mümkün görünmeyen Yeniçeri belâsı 1826’da halkın da yardımıyla ortadan kaldırılmış, yeni kurulan ordu kendini toparlayamadan Devlet’in Mısır valisinin ordusu, Kavalalı’nın oğlu İbrahim Paşa komutasında, Kütahya’ya kadar gelmişti. Ya Osmanlı mülkü ikiye bölünecek ya da başa Kavalalı hanedanı geçecekti. Böyle bir çaresizlik durumunda Sultan Abdülmecid’in tahta çıkması üzerine İstanbul’a gelen Mason Mustafa Reşit Paşa, Tanzimat’ın hayatî bir zaruret olduğunu 16 yaşındaki tahta yeni çıkmış olan Abdülmecid’e gizli mülâkatlarla anlatmıştı; devamında Avrupa devletlerinin isteklerine de uyacak, onları tatmin edecek düzenlemeler yapıldı.
Sömürgeci İngiltere o kadar çok ülkeyi zapt etmiş, türlü entrika ve zulümlerle egemenlik kurmuştu ki, topraklarında güneş batmayan imparatorluk olmuştu. Aslında, Mustafa Reşit Paşa’nın yaptığı İngiliz efendilerinin kendisine verdiği maddeleri genç ve toy Abdülmecid’e ilân ettirmekten ibarettir. Sonra Osmanlı tarihindeki bu en büyük kırılma, bu ülke çocuklarına, yetişmekte olan öğrencilere, “büyük, ileri atılım” diye öğretilmiştir. 200 yıla yakın zamandan beri ülkenin içine sokulduğu bu durum hâlâ tartışmaya açılmış, muhasebesi yapılmış değildir.
Devlete çeki-düzen vermek, bunun için de gereken düzenlemeleri yapmak, şüphesiz bir zaruretti. Ancak bu mühim işin sağlıklı yapılması için yabancılar bu işin kesinlikle dışında tutulmalı, çıkarılacak herhangi bir kararın ne sonuçlar getireceği incelenmeli, hesaplanmalı idi. Eskiyi kökünden yıkmak yerine, değerini koruyarak ona içinde yaşanan çağın gereğine göre biçim verilmeliydi. Bunun için bütün dış etkileri elinin tersiyle itebilecek kadar güçlü olmak gerekirdi ama bu dönemde maalesef bu güç yetirilmişti.
Nizam-ı Cedid’in de Tanzimat’ın da iyi sonuç vermediği görülüyor. Bunların, bedene uygun yeni elbise diktirmek yerine telâşla, aceleyle, başkalarının da baskısıyla, bedene hiç uymayan hazır elbise giymeğe benzer işler olduğu zamanla anlaşılmaktadır. Tanzimat’ı ilân eden genç Padişah bu Hatt-ı Hümayun’un gelecekte ne gibi etkileri olacağını, sonuçlarını tahmin edip göremeyecek kadar toy ve tecrübesizdi. Nitekim Tanzimat Fermanıyla (3 Kasım 1839) gayrı müslimlere bütün rütbeler devlet memurluklarındaki kademeler açıldı. Müslümanlar hakkında şahitlikleri bile kabul edilmezken, Müslümanlar hakkında hüküm vermekte olan mahkemelerde üye oldular. Yine Avrupalı emperyalistlerin baskısıyla, 1856 yılındaki Tanzimat’ın devamı olan Islahat Fermanı ile cizye kaldırıldı. Her bakımdan her şeyimizle Avrupalı gibi olmak devlet politikası olarak devam etti: Osmanlı münevverinin (aydının) zihin ekseni, var zannedilen özü, derece derece insana göre ihmâl edilen İslâm’dan kurtulmak idi, her iş bu eksen çevresinde dönüyordu. Bu durumu Batıcı, Yeni Osmanlıcı, çağdaşlık taraftarı Ziya Paşa bile eleştirir:
İslâm imiş millete pâ-bend-i terakki (Milletin yükselmesine ayak-bağı İslâm imiş)
Evvel yoğ idi, işbu rivâyet yeni çıktı. (Önceleri yoktu, bu söylem de yeni çıktı).
Sonunda İttihad ve Terakki döneminde altı asırlık Osmanlı Devleti yıkıldı…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu ve günümüze kadar böyle geldik…
Tarih tekerrür etmesin diye tarihten ibret almamız gerekmektedir… Ve’s-SELAM…