Bugünkü musibetlerin sebebini bu âyet açıklıyor
KUR’AN VE İLİM seminerlerimiz devam ediyor ama geçen hafta Kurban Bayramı vesilesiyle seminerimizi yapamadık. Bu hafta kaldığımız yerden devam ediyoruz. Genel olarak 832. haftadayız; Hûd Sûresi 19. hafta ve 64-68. âyetlerdeyiz. 64. âyetten başlayalım...
“Ve yâ kavmi hâzihî nâkatullahi leküm fe zerûhâ te’kül fî ardıllâhi ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye’huzekum azâbun karîbun / Ve ey kavmim! Bu Allah’ın devesidir. Sizin içindir. Âyettir. Onu serbest bırakın da Allah’ın arzından yesin. Ve ona kötülükle dokunmayın. Aksi halde sizi yakın bir azap yakalar.” (Hûd, 11/64) âyetin her bölümünde derin hikmetler var.
Geniş çalışmamızdan köşemin müsaadesi nisbetinde kısa bir özet sunmuş olacağım.
Hazreti Salih kavmine tebliğ yaparken bir usul/metot uygulamaktadır, bizim de aynı usulü uygulamamız gerekmektedir. Burada açıkça görülüyor ki Hazreti Salih kavmini düşmanlara karşı cihada çağırmakta ve bizzat kendileri ile cihad yapmaktadır. Biz günümüzde ne yapıyoruz? Önce Adil Kur’an Düzeni Çalışanları olarak birbirimize hakkı tavsiye ediyor ve sabrı tavsiye ediyoruz, sonra bize yakın olanları uyarıyor ve hakka çağırıyoruz...
Hazreti Salih kavmine “Bu Allah’ın devesidir” diyor. Topluluğun malıdır, kamu malıdır, özel mülk değildir, bırakın da Allah’ın topraklarında otlasın...
Deve kamu malını temsil etmektedir. Hazreti Salih kamu vergi olarak develeri toplar, meraya salar, sonra gerektiği zaman keser veya satardı. Kamu malı olan deveye dokunmak şiddetli şekilde yasaklanmıştı. O bir âyettir. Kamunun payıdır. Mera kamu malıdır, herkesin ondan yararlanma hakkı vardır. Deve de kamu malıdır, halkın onu kesme, hattâ sütünü sağma ve yününü alma hakkı yoktur. Kamu malları ile zekât mallarını birbirinden ayırmamız gerekir. Zekât mallarının kullanılması yöneticilere aittir, onlar şeriata göre değerlendirirler. Kamu mallarında ise yöneticilerin hiçbir tasarrufta yetkileri yoktur. Zekât malları deveye kıyas edilecektir. Demek ki usulcülerin “asıl” dedikleri Kur’an’da “âyet” olarak adlandırılmaktadır.
“Nâkatullah ve “Ardullah” denmiştir. Kamu malları ile zekât mallarını birbirinden ayırmak için “Allah” kelimesi izhar edilmiş, izmar edilmemiştir. Zekât mallarına halkın sû’ yani kötülük ile dokunmaları nehy edilmiştir. Onları güçlendirme, onları çoğaltma halkın görevidir, aksi halde yakın bir azap sizi yakalar. Âyetten yola çıkarak günümüze gelelim.
Evet, bugüne gelelim. Önce bugün “ardullah” ile “nâkatullah” birbirinden ayrılmamış, mesela ormanlarımız ardullah olduğu halde nâkatullah görevini görmektedir. Devlet vatandaşların ormanlardan yararlandırılmasına mâni olmaktadır. Akarsular ardullah olduğu halde pınarlar satılarak halkın yararlanmasına mâni olunmaktadır! Arazinizde ev yapacaksınız, mâni olunmaktadır! Boş yerlere fidan dikeceksiniz, mâni olunmaktadır!
Allah’ın arzını yani yeryüzünün projeyle ihya etmek şeriatın hükmüdür. İhyanın şeriata göre yapılması orayı ardullah olmaktan çıkarmaz. Çünkü orada görevliler karar vermektedir. Şeriat hükümleri de doğa hükümleri gibidir. İlâhi hükümlerdir. Nâkatullahta şeriat içinde yöneticilerin kararları uygulanır.
Bugün insanlık ve devletler ardullahı kendi mülkleri hâline getirmiş ve tüm düzeni ona göre kurmuşlardır. Vizeler, kotalar, pasaportlar, gümrükler vs hep ardullaha halkın değil de kuvvetlilerin müdahalesidir. Halk buna karşı kaçakçılık, gasp, hile, vergi kaçırma gibi olaylarla nâkatullahı tahrip etmektedir. Bugünkü insanlığın hâli nâkatullahtır. Bundan dolayı azap yakındır. Birkaç nesil sonra değil, bu nesilden de belki de çoğu bu azabı görecektir. Kamu mallarının yağmalanması devleti en kısa zamanda helake götürür. Nitekim çevre kirliliği de nâkatullaha dokunma grubundandır. Devenin kayıttan çıkarılması hikâyesini ilmetmezseniz Kur’an’ın derin manalarını anlamanız mümkün değildir... (Devam edeceğim)