“KUR’AN VE İLİM” 817. Hafta Seminer Notlarından-3
Meseleye insanlık açısından bakıldığında, bundan önceki yazıda da denildiği üzere, “KUR’AN’DAN ÖNCE – KUR’AN’DAN SONRA” diye bir ayırım yapmak ve ona göre durumdan vazife çıkarmak gerekiyor…
Teşbihte hata olmaz ve günümüze bu zaviyeden bakarsak, meselenin bir de “28 ŞUBAT’TAN ÖNCE – 28 ŞUBAT’TAN SONRA” değerlendirilmesi gereken bir durumu var; bir de öyle bakıp değerlendirmek gerekiyor…
Üstad’ın bu hafta dediklerine bakalım…
“28 Şubat olaylarından sonra önce dünya değişmiştir. Batı ekonomisinde bankerler hâkim iken şimdi üretici patronlar hâkimdirler. Obama ve Putin üretici patronların desteğini almışlardır. Fitne çıkararak dünyayı yönetenler artık fitne çıkaramıyorlar. Bu da Türkiye’yi rahatlatmıştır. Sonra askerler Millî Görüş denemelerinde gördüler ki Millî Görüşsüz Türkiye’yi yaşatmak mümkün değildir, bundan dolayı Millî Görüş’ün yanında yer aldılar ve Millî Görüş’ün birinci kadrosunu getirmeye güçleri yetmediği için ikinci kadroyu getirdiler.
Demek ki seyyiat kendiliğinden gitmemiş, takdiri ilâhi ile gitmiştir.
Burada “bizden” demiyor, “benden” diyor. Çünkü herkes kendini merkeze koyar, bu işleri ben yaptım der. Oysa kişi bir şey yapmamıştır. Allah’ın takdiri olayları o istikamete götürmüştür. Orada Allah bize de bir görev vermiş, biz de onu yapmışız veya tam yapamamışızdır. Ben o görevi yapmasaydım Allah benim yerime başkasını getirip yaptıracaktı. Herkes öyle düşünmeli ve ona göre ferih ve fahur olmamalıdır. / Bu sebepledir ki eğer bir yerde bensiz bir iş yapılacaksa ben oradan uzaklaşırım, ‘ben yaptım’ hastalığına düşmemeye çalışırım. Eğer ihtiyaçları varsa yardımcı olurum.” (Sayfa 9)
Seyyiatın yani kötülüklerin gitmesi için çalıştık ve takdir gerçekleşti…
Zahmetsiz rahmet olmaz.
Elbette bir bedel ödenmesi gerekiyordu ve biz o bedel veya bedelleri ödedik; hâlen de ödemeye devam ediyoruz.
Bu bedelleri ödemez yani malımız ve canımızla “cihad” etmeye devam etmezsek, “mümin” olduğumuz nerden belli olacak?
Elbette amellerimizden belli olacak…
“Biz 1967’de Akevler’i kurarken, sonra partiyi kurarken sorunlarımız vardı. O tarihlerdeki kooperatif kongrelerinde bu sorunlar dile getirilmiştir. 1) Ağır vergiler, sıkı rüşvet denetimleri, bürokratik engeller ve tekel sermayenin piyasayı hâkimiyetine alması nedeniyle iş yapamaz hâle gelmiştik. Kooperatifte çare aradık ama bu şer güçler onu da ezince parti kurduk. Hâlâ eziyorlar; eskiden bizimle yürüyenler şimdi ezenlerin işlerini yapıyorlar, ezilenlere ulufe dağıtıp uyuşturuyorlar. 2) Nüfusunuz artmış, on bin senelik tarım sistem ve hukuku ile artık köylerde barınma imkânı kalmamış. Biz bu köylere modern tarımcılığı getirmek zorunda idik, bunun için bir dağı satın aldık, orada tarımcılık yapma denemesine girişecektik ama yönetim orasını alenen gasp etti; o gasp hâlâ devam ediyor, zulüm aynen devam ediyor. 3) Hiçbir suçları olmadığı halde Müslümanlar sadece “Allah” dedikleri için hapse giriyordu. Bunları savunmak için Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi’ni kurduk. Karşılarına biz çıktık. Savunduk. Onlar rahat etti. Bu arada bize de kimse dokunamadı. 4) Müslümanlara zulüm yapılıyordu. Müslümanlar hukuk yoluyla kendilerini savunamıyorlardı. Yeraltı faaliyetlerine sempati besler oldular. Müslümanları devletlerine düşman ediyorlardı. Biz kooperatifi, partiyi ve vakfı kurarak meşru yollardan savunmayı halkımıza öğretmek istedik.
Peki, bunları yaparak bu sorunları çözdük mü?
Çözecek güce eriştik ama bizim arkadaşlarımız sermayenin sömürme sorunlarını çözmekle meşguller! Bizim adımızı bile unuttular! Ferih ve fehur oldular! Allah’a hamd etmeliyiz ki biz o imkânlara erişemedik de ferih ve fehur olmadık. Duamız; biz de öyle olacaksak, Allah o seyyieleri bizden almasın.” (Sayfa 9)
AMİİİN…
Evet, “AMİİİN” diyor ve başka da bir şey demiyorum!
Üstad durumu gayet güzel özetlemiş ve gereken duayı da veciz olarak yapmış, benim ve/ya bizim gibilere de “AMİİİN” demek düşmüş.
Devamına ve yapmamız gerekenlere bakalım…
إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُولَئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ (11)
“Sadece sabretmiş olan kimseler ve salih amel işleyenler; sadece bunlar için bir mağfiret ve kebir bir ücret vardır.” (HÛD Sûresi, 11. âyet)
“Biz “ADİL DÜZEN’E GÖRE İNSANLIK ANAYASASI”nı düzenlerken önce psikolojiden başlıyoruz, insandaki dört ana melekeye göre topluluğu oluşturuyoruz. HİSLERLE DİNİ, FİKİRLERLE İLMİ, İRADE İLE EKONOMİYİ, ÜNSİYETLE YÖNETİMİ KURUYORUZ. Yani psikolojiden sosyolojiye geçiyor, yasaları ona göre düzenliyoruz. / KUR’AN burada bize işte bunu öğretmektedir. / Önce insanı yani kişiyi ele alacağız ve onun nasıl davranması gerektiğini düzenleyeceğiz. Bu fıkıhtır. Ondan sonra onların ortak hareketleri ile topluluk oluşacaktır. Topluluğu onların sabrı ve salihat ameli oluşturacaktır. / KUR’AN ile AKIL böylece bir insanın iki ayağı gibidir. Bazen Kur’an söyler akıl onu tasdik eder, bazen akıl onu söyler Kur’an onu tasdik eder, böylece uyumlu olarak yürürler. Kur’an ile akıl arasında çatışma varsa ya aklımız yanlış düşünüyor ya da biz Kur’an’ı anlayamıyoruz demektir. Dolayısıyla Kur’an ile akıl arasında herhangi bir çelişki yoktur. Böyle bir çelişki görürsek araştırmaya devam edeceğiz ve bir gün doğruyu bulacağız...”
ANAYASA ve insandaki dört meleke; HİS-FİKİR-İRADE-ÜNSİYET…
Bir de KUR’AN VE AKIL yani KUR’AN VE İLİM çalışması…
Bizim yapmakta olduğumuz kırk yıllık çalışmalar…
Meyveler yavaş yavaş devşirilmeye başlandı…
Allah ömrümüz yettiğince tamamına erdirsin…
Sabırla salih ameller işlemeye devam edelim…
Ondan ötesini de Allah’a havale deldim…
إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا
“Sadece sabretmiş olan kimseler...”
“Burada kişilerin sabrından değil, topluluğun sabrından, sabra dayanan topluluktan bahsetmektedir. İman etmiş kimseler gibi sabretmiş olan kimseler. Topluluğun varlığı sabra dayanmaktadır, gelen sıkıntılarda topluluk teslim olmamaktadır.
Türk milleti çeşitli zamanlarda büyük felaketlere uğradı. İlhanlılar Anadolu’yu işgal ettiler, Türk milleti sabretti, uzlaştı, vergi verdi; sonra onlar yıkılıp gitti ama Türk ulusu Varlığını devam ettiriyor. Yine Timur Osmanlıları yıktı ama Osmanlılar sabretti, şimdi varız. İstiklâl Savaşı’ndan sonra dinsizlik baskısı altında kalan Türk milleti sabretti. Şimdi “Adil Düzen”i kuruyor. 28 Şubat olaylarında sabrettik, 2002’de anayasa ekseriyeti ile iktidar olduk.
Darra zamanlarında sabretmek gerekmektedir.
Sinmek ama yok olmamak ve fırsat kollamak gerekir.
Geri çekilme yenilme demek değildir. Esen rüzgâra karşı eğilme rüzgârın dediğini yapma değildir. Biraz sonra rüzgâr geçip gider ise yine doğrulmalısınız.
Topluluk demek sabır demektir. Bazen yenilirsiniz, bazen yenersiniz ama varlığınızı sürdürürsünüz. Onlar ise yenildiler mi işleri biter...” (S.10)
SABRETMEK…
SALİH AMEL İŞLEMEK…
Sabır ve sebatla plan ve projeler yapıp bunları uygulamak…
Biz sadece bize düşeni yapıp görevimizi yerine getirmeye çalışacağız…
Kul olduğumuzu bilecek ve o bilinçle çalışacağız…
Gerisini Allah’a havale edeceğiz…
“O” her şeyin sahibidir…
“Evet, darradan kurtuluş vardır, seyyiattan uzaklaşma vardır. “Adil Kur’an Düzeni” cennetine ulaşmak vardır.
Akevler 1967’de başladığı cihadda böyle darralarla karşılaştı, hep sabretti, şimdi de salihatı amel etmek üzere hazırlanıyor. / Kooperatifleri kuracak, ahşap ev atölyelerini yapacak, dinlenme sitelerini oluşturacak, lojmanlı işyeri apartmanlarını dikecek, mala-mal marketlerini açacak, bin dil üniversitesini kuracak... / Şimdiki hedefleri bu kadardır ve bu da ikinci Akevler denemesi olacak.
Ondan sonrasını o zamanki insanlar bilecek...” (Sayfa 11)
Evet… Biz sadece kendi dönemimizden sorumluyuz… Biz bizden önceki ve bizden sonraki dönemlerden ve o dönemlerde yapılanlardan veya yapılacak olanlardan sorumlu değiliz… Bizden sonra gelecek olan nesiller de kendi görevlerini bilecek ve gereğini yapacaklardır.
“Kur’an’a inanan insanların karşılaştıkları sıkıntı, Kur’an’ın ne söylediğine karar verememek. Karar verdikten sonra iş kolaydır. Kur’an ne diyorsa onu yaparsın. / Burada çok önemli olan bize düşen görevi hatırlatmasıdır. Biz kooperatifimizi kuracağız, kendi kendimize yaşayacağız, başkalarının yaptıkları bizi ilgilendirmeyecektir. Ama uyarılarımızı da yapmaya devam edeceğiz. Yani kapalı bir hayat düzeni yapıp kendimizi topluluktan tecrit etmeyeceğiz. / Karşı taraf haklı olmak için ya zengin olmak veya siyasi güce sahip olmak gerekir diye düşünür. Bizim için ise önemli olan zenginlik değil, iktidar değil, haklı olma ve inanmış olma gerekir ve yeterlidir. / Peygamberler hep güçlü olanlarla savaşmışlardır. Firavunu yenen Hazreti Musa ile yalnız Mekkelileri değil Kisra ve Bizans’ı yenen Kur’an olmuştur...” (Sayfa 12)
KUR’AN VE İLİM çalışmalarımızın hikmeti nedir?
KUR’AN ne diyorsa onu keşfetmek ve gereğini yapmaktır.
Biz, KUR’AN VE İLİM çalışmaları ile görevlerimizi bileceğiz…
Bilip öğrendikten sonra topluluk olarak hep beraber gereğini yapacağız...
NASIL?
Üstad’ın 13. ve 14. sayfalarda dedikleri ile bitirelim…
“… İşte… Biz buna dayanarak ülkemizi illere ayırıyoruz. Kendi topraklarında onları bağımsız yapıyoruz. İlleri de bucaklara ayırıyoruz, kendi bucaklarında istedikleri gibi yaşama imkânlarını tanıyoruz. Bucaklar da ocaklara ayrılacaktır. / Sonra devlet çapında işler yapabilmek için devlet üniversitelerinden mezuniyet şartı koyuyoruz. Burada değişik görüşlere yer veriyor, onlara Kur’an’ın söylediklerini anlatıyoruz. Ondan sonra da onların hayatlarına karışmıyoruz. Kendi il ve bucaklarında ne isterlerse onu yaparlar. Devlet içinde de istedikleri gibi yaşarlar. Hakemlerden oluşan yargı kararları dışında müdahale yetkimiz yoktur. / Bütün bunları “sen sadece nezirsin” âyetinden öğreniyoruz...”
“Türkiye’de bir parti seçimi kazanıyor. Şenlik yapıyorlar. Bu şenlik Galatasaray maç kazandığı kadar olmaz. İnsanlar tartışmalı konularla ilgilenir. Birinin hareketi diğerini de harekete geçirir. Sabretmek demek saldırmamak, başkasının işine karışmamak demektir. Salih amel ise tebliğdir. Böylece ilişkileri dengede tutmak gerekir.
“Sözler insanlara mermilerden daha fazla etki eder. / Bir şair diyor ki; kurşun yarası geçer ama dil yarası geçmez. / Oysa seni ilgilendirmeyen konularda başkaları ne söylerse söylesin sana ne etki eder ki; kendini savunmayacaksın bile! Biri fikrini değil de seni eleştirirse kendini savunmayacaksın; haklısın, ben kötüyüm diyeceksin! Gerçekleri söyleyeceksin ama ben kötüyüm diyeceksin. Mesela, biri sana hırsızsın derse; hırsız değilim ama çok da arınmış suçsuz değilim diyeceksin. / Başka âyette; “sabret, senin sabrın âlemlerin rabbi içindir” denmektedir.
“Akevler’i değerlendirenler şunu soruyorlar; Akevler’in kaç ortağı vardır, ne kadar sermayesi vardır? Çünkü onlara göre haklı olmak için zengin olmak veya iktidarda olmak gerekir! Bu sebepledir ki biz meşru yoldan para kazandığımız zaman bize saldırıp elimizden imkânları aldılar. Çünkü onlara göre işi yapan paradır. Çok sıkıntılı günler geçirdik. Vergileri arkadaşlar maaşları ile ödediler. Ama biz varlığımızı yarım asırdır kökleşerek sürdürüyoruz. / Allah peygamberleri zenginler arasından göndermedi, iktidarda olanlardan göndermedi, yoksul ve halk arasındaki kimselerden seçti; Hakk’ın kuvvetlileri nasıl yendiğini insanlar görsün ve bilsin diye. / Medine’ye hicret eden muhacirlerin hiçbir şeyleri yoktu. Hayata sıfırdan başladılar. Ama daha yirmi sene geçmeden o kadar zengin oldular ki zekât verecek fakir bulamadılar. / Hazreti Musa peygamber kavmi ile birlikte Mısır’dan çıktığı zaman çöllerde parasız pulsuz kırk sene dolaştılar ama öyle devlet kurdular ki hâlâ yaşıyorlar...” (Sayfa 13 ve 14)
Bu haftalık bu kadar!