Bundan önceki iki yazıda ülkeler ve Türkiye iyi yönetilemiyor dedik ve bunun sebepleri üzerinde durduk...'Sonuç: Bugünkü Türkiye' dedik... Sonra 'sorunlar ve kurallar' dedik, dört temel kuralımızı açıkladık...
Ufak bir eksik kaldı, onu da bugün tamamlayalım.
Görev verilirken iki şeye dikkat edilmelidir.
Bir: Görevlendirilen kimse bilgi sahibi olmalı, bilgisi elle tutulur bir projeye dönüşmüş olmalıdır. Ne yapacağını bilmeyen birine görev verilemez. Araba sürmeyi bilmeyene arabayı teslim ederseniz, bir müddet sonra o araba devrilir.
İki: Bu yetmez, sadece bilgi yetmez, sadece proje yetmez; görevlendirilen görevine sadık biri olmalı, güvenilir biri olmalıdır. Aksi halde bilgisini kullanmaz, hattâ kötüye kullanır. Görev verilen sadık, güvenilir, dikkatli, disiplinli ve görevini seven kimse olmalıdır.
Sorunlarla iç içe yaşıyor, çözüm kurallarını ve çözüm önerilerini de biliyorsak; geriye ne kaldı?
Elbette adeta seferberlik ilan edercesine harekete geçmek ve sorunları çözmek kaldı.
Bugün de çözüme kavuşturulmayı bekleyen sorunlardan biri üzerinde duralım.
Anadolu köyleri boşalmış, köylülerimiz kentlere taşınmıştır. Köylerdeki tarlalarımız ve her türlü tarım arazilerimiz terk edilmiştir.
Buraların değerlendirilmesini sağlamak için Kafkaslar'dan, Orta Asya ülkelerinden, kardeş Müslüman ülkelerden (Pakistan, Hindistan, Bangladeş), hattâ Çin'den de olsa işçi getirmeliyiz. Bunlar köylere yerleştirilecek ve boş tarım arazilerini ekeceklerdir.
Biz onların ürettikleri tarım ürünlerini alacağız, onlara kentlerde ürettiğimiz mamul maddeleri satacağız.
Onlar tarım mevsimlerinde çalışarak üretim yapacak ve ülkelerinde bir senede aldıklarını burada birkaç ayda kazanacaklardır. Oralarda aylık gelir elli-yüz dolardır. Burada onlara ayda beşyüz-altıyüz dolar sağlarsak, kendi ülkelerine nisbetle beş-on misli fazla para kazanmış olacaklardır. Birkaç ay içinde bu geliri sağlar, ondan sonra ülkelerine gider ve o senenin geri kalan aylarında kendi dünyalarını yaşarlar.
Uygarlık demek iş bölümü demektir.
İş bölümü sayesinde iki taraf da gelişmelerden ve sonuçlarından yararlanmış olur. Biri bir iş, diğeri de başka iş yaparsa ihtisaslaşma olur. Mesela Çin'in toprakları azsa veya verimli değilse, Anadolu'nun toprakları onlara kiralanır. Onların boş olan emekleri değerlendirilir, bizim de boş olan tarlalarımız ve tarım arazilerimiz değerlendirilir. Böylece 'kazan-kazan formülü' işletilmiş, iki taraf da bu sayede kazanmış olur.
Tarihte benzer olay 1960'larda Avrupa ve özellikle Almanya'da olmuştur.
Türkiye'den Avrupa'ya işçi gönderdiğimiz ilk yılları hatırlayalım. Avrupa II. Dünya Savaşı'ndan çıkmış, genç nesil savaşta telef olmuş, geride sadece çocuklar, kadınlar ve yaşlılar kalmıştı. Anadolu'da da nüfus artmış ama iş bulunamıyordu.
Yıllarca süren savaşın ve yıkımın ardından, Avrupa ülkelerinin yeniden imar edilmesi gerekiyordu ama bunu yapacak insan gücü yetersizdi. Genç nüfusları savaşta telef olmuştu. Çözümü yurt dışından emek gücü ithal etmekte buldular.
Avrupa'ya işçilerimiz gönderildi. Oradaki uygarlığın tekniğinden yararlanıldı ve Avrupa yeniden eski gücüne ulaştı. Buna karşılık Türkler de işsiz olan emek güçlerine iş buldular, sanayiyi öğrendiler, para kazandılar. Bu arada Türkiye'yi kalkındırmaya başladılar.
Türkiye bugünkü seviyeye bu şekilde geldi ama çalışmaya devam etmeliyiz...