Erbakan Hocamızı bu yıl farklı bir şekilde anıyoruz (detaylar önceki 9-10-11’inci yazılarda)… Evet, kaldığımız yerden devam ediyoruz…
“Görülüyor ki FAİZ; olaya sermaye açısından bakıldığında garanti kâr sebebiyle müspet bir anlam taşır. Ayrıca sermaye ihtiyacı olan için de elde edilme yönüyle müspet gözükür. Verilen kredilerin dönmeme ihtimaline bağlı olarak hukuki rizikoyu karşılamak üzere faiz talep edilir. Faizin en çok savunulan yönü sermaye birikimini sağlaması olarak karşımıza çıkar. Sermaye birikimine bağlı olarak büyük yatırımlara imkân verir. Büyük sermayeyle tekelleşmelere imkân sağlayarak kârı maksimize eder. Kredi ve faiz ekonomik akışı sağlama aracı olarak da kabul edilir. Birlikte üretimi ve tüketimi harekete geçirir. Sermayesi olmayanlara iş yapma imkânı sağlar. Kredi veren açısından ekonomik bir risk taşımaz. Kredi açan risklere karşı her tedbiri alır, borçluyu garanti vermeye kolaylıkla zorlar. Gelirlerin artmasına ve büyümesine bağlı olarak faizle kredi verenler kurumlaşır. Kredileşme kurumları (bankalar) günümüzde etkin kurumlar olarak karşımıza çıkar. Ekonomik faaliyetler için buna ihtiyaç vardır. Bu durum fiilen gerçekleşmiştir. Geçmişte yasaklanan faiz günümüzde devletler tarafından yasal hale getirilmiştir.
Faizin söz konusu müspet yönleri olmakla beraber birçok menfi sonuçlara da neden olur. Faizi esas alan kapitalist sistemde ortaya çıkan önemli bir sorun işletme düzeyinde sabit girdilerde kendisini gösterir. Kira, işçi ücretleri, faiz ve gelir vergisi işletmeler için sabit giderler kabul edilir. Bu da uzun dönemde; a) Küçük işletmeleri ortadan kaldırır. Sabit giderlerin karşılanabilmesi için işin büyümesi ve maliyetlere az yansıması gerekir. Bu da küçük işletmeleri tasfiye eder. b) Tekelleşmeye sebep olur. Küçük işletmelerin kalkmasıyla işler önce orta boy sonra da büyük işletmelerine eline adım adım geçer. Bu da tekellerin oluşmasına neden olur. FAİZ, işçilik, kira ve gelir vergisi sabit giderlerdir. Maliyet fiyatları üretim arttıkça düşer. Maliyet fiyatı piyasa fiyatından daha az olan yerlerde çalışma olmaz. Küçük işletmeler elenir veya kurulmaz. Büyük sermaye daima daha çok kâr eder. Böylece küçük sermayeler devamlı elenir. Küçük firmalar azalır, büyük firmalar büyümeye devam ederler. Uzun dönemde veya sonunda sermaye tekeli oluşur.
FAİZİN bir diğer özelliği ve olumsuz yönü piyasadan parayı çekmesidir. Bu da çalışanların satın alma gücünü azaltır. Bu durum periyodik krizlere neden olur. Diğer taraftan faiz başkasının zararına kazanca da neden olur. Ekonomik bölüşümde dengesizlik ve haksızlık oluşturur. Sınıflaşmaları beraberinde getirir. Bir tarafta sefaletler yaşanırken diğer tarafta sefahatler sınır tanımaz hale gelir (OXFAM, 2018). Tekelleşmeler nedeniyle ekonomik durgunluğa sebep olur. Bunun tipik örneği 1929 ekonomik bunalımıdır.
Ekonomi kurumu kâr-zarar kriterini esas alır. FAİZ bu kritere uymaz. Ekonomik kararları almada tek yönlü hareket eder. Buna bağlı ekonomik bakımdan hatalı karar almaların önünü açar. Büyük yatırımlarda yapılan hatalı yanlar ve yanlış kararlar ekonomi sistemini çöküntüye götürebilir. Sermaye açısından risk unsurunu ortadan kaldırır. Buna karşılık faiz tüketicisinin zararını hiçbir zaman hesaba katmaz. Bu nedenle tek taraflı hareket eder ve ekonomik dengenin bozulmasına neden olur. Çıkar paralelliğine dayanmadığından sermaye karşısında kredi kullananı zayıf duruma sokar. Bu da akit serbestliğinin esasını teşkil eden irade ve rızaya dayalı sözleşme sistemini bozar. Zarara katılmadığından daima kazanır ve uzun dönemde sermayeyi tekelleştirir. Tekelleşmeye bağlı olarak üretimin düşmesine neden olur. Faizle elde edilen gelirin emek karşılığı olmaması sebebiyle elde eden açısından israfa yol açar. Uzun dönemde gelir dağılımı olumsuz etkilenir. Sermaye ile emek arasında uçurumlara sebep olur. Gelir dağılımı adaletsizliklerine bağlı olarak çatışmalarla isyanlara neden olur. Küresel sermaye faiz gelirini kaybetmemek için çatışmalar çıkarır, savaşları göze alır. Bu endişelere bağlı hukuk ve insanlık dışı yollara başvurur (OXFAM, 2018). Enflasyona neden olur. Buna bağlı olarak işsizliğe sebep olur, gelirler düşer, açlık ve sefaleti beraberinde getirir.”
(Selem’in ‘Kavram, Tanım ve İslam Fıkhında Dayanakları’ ile devam edeceğiz.)