Kural 60: Senetler Kuralı
a) Bütün mal, taşınmaz, emek ve hizmetin borç ve alacakları yazılmalıdır. Borç ve alacaklar ayni veya misli olmalıdır. Borç; bey veya selem olur. Selemde sorumlu olan malı üretendir. Karşılığında senet çıkarır. Beyde ise sorumlu olan satandır.
b) İşletmeler ortaklıklar şeklinde oluşur. İşçilik sistemi geçersizdir. Ortaklık bir işletme senedi ile kurulur. Ortaklar tüm verdiklerini ve aldıklarını işletme senedi ile değerlendirerek verir ve alırlar. İşletme senedi bir ana malla tarif edilir. Borçlu ve alacaklı bu ana malı istemek ve ödemek durumundadır. İşletmedeki diğer tüm değerler bu senetle değerlendirilir.
c) İşletmedeki varlıklar işletme senedi cinsinden stok seviyelerine göre değerlendirilir. Bütün arz ve talep karşılanmalıdır.
d) İşletme senedinin para ile değeri kasadaki belirlenmiş stok seviyesine göre ayarlanır. Para bir çevrede bütün işletme ve selem senetlerinin onunla satın alınıp, satıldığı ana maldır. Bucaklarda buğday, illerde demir, ülkelerde toprak, insanlıkta altındır.
(Kuran'da indirilen en uzun ayet tedayün(2-282) ayetidir. Bu ayetle bundan sonraki ayet bugün kullandığımız kağıt paranın nasıl çıkarılacağını anlatmaktadır. Bu ayetin tefsirini yaparak bu kuralın delilini icmalen göstereceğiz.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ أَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللَّهُ فَلْيَكْتُبْ وَلْيُمْلِلِ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللَّهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْئًا فَإِنْ كَانَ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفِيهًا أَوْ ضَعِيفًا أَوْ لَا يَسْتَطِيعُ أَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ وَاسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ فَإِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاءِ أَنْ تَضِلَّ إِحْدَاهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحْدَاهُمَا الْأُخْرَى وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَاءُ إِذَا مَا دُعُوا وَلَا تَسْأَمُوا أَنْ تَكْتُبُوهُ صَغِيرًا أَوْ كَبِيرًا إِلَى أَجَلِهِ ذَلِكُمْ أَقْسَطُ عِنْدَ اللَّهِ وَأَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَأَدْنَى أَلَّا تَرْتَابُوا إِلَّا أَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدِيرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَلَّا تَكْتُبُوهَا وَأَشْهِدُوا إِذَا تَبَايَعْتُمْ وَلَا يُضَارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهِيدٌ وَإِنْ تَفْعَلُوا فَإِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللَّهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ (282)
1- يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا :
Ayet 'Ey iman etmiş kimseler' diyerek başlamıştır. Bu örgütlenmiş başkanları, yasaları, bütçeleri ve yargıları olan bir topluluktur. Mekki surelerde bu hitap geçmez. Hitap bucak yöneticilerine yapılmaktadır. İl, ülke ve insanlık merkez bucaklarında da bu hitap şamildir. Emredilen ayrı ayrı kişiler olmayıp, böyle topluluk oluşturan yöneticilerdir. Aksine karine yoksa bu emir fertlere ayrı ayrı şamil olmadığı gibi fertlerin bunu yapma yetkileri de yoktur. Yani emir bunlara tahsis edilmiştir.
2- إِذَا تَدَايَنْتُمْ:
a) إِذَا تَدَايَنْتُمْ denmektedir. إِذَا olacakların şartıdır. Gelirse değil de, geldiğinde anlamındadır. Yani gelecektir, ama geldiğinde bu yapılsın demektir. Burada إِنْ değil de إِذَا gelmiş olması böyle bir borçlanmanın gerçekleşeceğini bildirir. Böyle bir borçlanma yapmamız emrediliyor. Yani para veya senet çıkarmak farzdır.
b) دَايَنْتُمْ denmemiş de تَدَايَنْتُمْ denmiş olmasının sebebi borçlanmanın iki kişi arasında değil de, topluluk içinde olmasıdır.
c) تَدَايَنَا veya دَايَنَا denmemiş de تَدَايَنْتُمْ denmiştir. Yani borçlananlar iki kişi değil de, çok kimsedir. Emir kişilere değil, topluluğadır. Para ve senet çıkarma yetkisi topluluğa aittir ve topluluğun görevidir.
3- بِدَيْنٍ :
بِدَيْنٍ denmiş, بِدُيُونٍ denmemiş yani borç bir tanedir. Eğer çok kimsenin çok borçlanmaları kastedilseydi بِدُيُونٍ derdi. Bu da borçlanmanın topluluğa ait olduğunu teyit eder. Yani o bir borca herkes borçludur. Birbirlerine kefil olmaları gerekir. Biz buna dayanışma diyoruz.
4-إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى :
a) إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ifadesi دَيْنٍ’in sıfatıdır. Vadeli borç demektir.تَدَايَنْتُمْ 'ün de mefulün fihi olabilir. Bu takdirde vadenin de yazılması emredilmiş olur.
b) مُسَمًّى ecel’in sıfatıdır. İki türlü ecel vardır. Biri müsemma eceldir. Biri de makdi (kaza) ecelidir. Müsemma ecel, gelmeden önce talep edilemez ve müsemma ecel geldikten sonra hemen ödenmesi gerekmez. Talep edildikten sonra kaza eceli olur. Buradaki müsemma kaydı bunu içermektedir. Bu kayıt olmasaydı müsemma ecel ile kaza ecel aynı olurdu, günü gelince ödenmesi gerekirdi.
c) Her vaadin ecelinin belirtilmesi gerekir.
5- فَاكْتُبُوهُ :
فَاكْتُبُوهُ’daki فَ harfiإِذَا 'nın cevabıdır. هُ tek olan دَيْنٍ’e gitmektedir. ‘Yazın’ emri ise çoğuladır. Eğer kendilerinin yazması gerekseydi فَلْيَكْتُبَا derdi. O halde yazma görevi topluluğa aittir. Bunun iki manası vardır.
a) Eğer herkesin yapacağı iş değilse, en az üç kişinin yazması gerekir. Borçlunun muhasibi, alacaklının muhasibi, bir de genel muhasip olmalıdır.
b) Muhasebe masraflarının topluluğa ait olduğunu ifade eder. Yazma görevi borçlu ve alacaklıya ait olmadığına göre külfeti de topluluğa aittir.
6- وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ:
'Aranızda bir katip de adaletle yazsın' denmektedir.
a) وَ harfi ile atfedilmiştir. Öyleyse yukarıdaki üç muhasip dışında başka bir muhasip ve kayıttan bahsetmektedir. Katip nekre olduğuna göre yukarıdaki katiplerden başkasıdır.
b) Bu katip adil olmalıdır veya adaletle yazmalıdır. Bir kimsenin adaletle yazabilmesi için alim olması gerekir. Buradaki katip sözleşmelerin nasıl yazılacağının fıkhını ortaya koyan rasih katiptir. Sözleşme yazmak bir bilgi işidir. Bunun alim biri tarafından yapılması zorunludur. بِالْعَدْلِ'yi sıfat alırsak tezkiye edilmiş rasihi ifade eder. Yani onun rasih olduğuna dayanışma ortaklığı kefil olur.
7- وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ أَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللَّهُ فَلْيَكْتُبْ :
'Allah'ın ona talim ettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın.' denmektedir.
a) Burada da وَ harfiyle atfedilmiş ve katip nekre getirilmiştir. Bu da başka bir katiptir. Yukarıdaki katip adaletle yazacak, buradaki katip ise Allah'ın ona öğrettiğiyle yazacak yani rasihin ictihadına göre yazacaktır. Yazma kuralları rasih muhasibe, bu kurallara göre bir işletmenin muhasebesini kurma da fakih muhasibe aittir.
b) 'Allah'ın ona öğretti gibi' dendiğine göre bir toplulukta yalnız bir muhasebe sistemi var demektir. Rasih muhasipler arasındaki birlik istişare ile başkan veya hakemler yoluyla sağlanır.
c) فَلْيَكْتُبْ dendiğine göre ‘Üşenmesin, Allah’ın ona öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin’ dendikten sonra فَ harfiyle atfederek ‘Yazsın’ denmiştir. Bu da talep edildiği takdirde fakihlerin yazmayı reddedemeyecekleri anlamındadır. Yani yazmak farzı kifayedir.
8- وَلْيُمْلِلِ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللَّهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْئًا :
'Hakkın aleyhinde olduğu kimse imlal etsin, Rabbi olan Allah’a ittika etsin ondan bir şey eksik etmesin' denmektedir.
a) Yine burada وَ harfiyle atfetmiştir ve إِمْلَالٌ’in كِتَابَةٌ ’ten farklı olduğuna işaret etmiştir. إِمْلَاءٌ bir çuvala bir şey koymaktır. إِمْلَالٌ ise çuvalı doldurup çuvaldızla ağzını kapatmaktır. Senedin altına imza koymak إِمْلَالٌ 'dir.
b) İmzayı borçlu koyacaktır. Borçlunun yazma yetkisi yoktur çünkü o fakih veya rasih değildir ama borçlanan kendisi olduğu için imzayı o koyacaktır.
c) Burada 'Borçlu imzalasın' diyor 'Alacaklı imzalasın' demiyor. Demek ki bu senette alacaklı belli değildir. Bugün yaygın olan hamiline yazılmış olan senetler ve paralar anlatılmaktadır. Senet kimde ise alacaklı odur.
d) 'Rabbi olan Allah’a ittika etsin' deniyor. Zamirle değil de Rabbi olan Allah ifadesiyle işaret etmiştir. Birincisi topluluğu ifade ediyor. Bu ise kainatın yaratıcısı olan Allah'ı ifade ediyor. Birincisi mutlak, ikincisi sıfat ile kayıt altına alınmış olup mukayyet olarak gelmiştir.
e) 'İttika etsin' ifadesi borçlananın kendi ictihadıyla hareket etmesini ifade eder. Borçlunun zorlanamayacağını ifade eder.
f) 'Ondan bir şey eksik etmesin' ifadesiyle senette yazılmayan hiçbir şey ondan talep edilemez.
9-فَإِنْ كَانَ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ :
‘Borçlu olan’ denmektedir.
a) فَ harfiyle atfetmiştir. Bundan sonraki kuralın yalnız borçlanmada değil, her yerde kıyasa gerek kalmaksızın uygulanacağını ifade eder. وَ harfiyle gelseydi ancak aynı illeti taşıdığı zaman bu hükümler yerine gelirdi. İstisna ile olsaydı, o zaman kıyas da yapılamazdı.
b) Buradaالَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ ifadesi izhar edilmiştir. Bunun anlamı birincideki borçlu ile ikincideki borçlunun birbirinden farklı olmasıdır. Birinci borçlu, borcu ödeyecek olan kimsedir. İkinci borçlu ise bu borca taşınmazını ipotek eden kimsedir. Yani para veya senedin çıkarılabilmesi için sadece kişinin borçlu olması yetmez, bir gayrimenkulün de ipotek edilmesi gerekir. Çocuk veya zayıf senet çıkaramaz. Onun gayrimenkulü ipotek olarak konur, anlamındadır. Birinci borçlu esas borçludur. İkinci borçlu ise taşınmazını teminat olarak koyan kimsedir.
10- سَفِيهًا أَوْ ضَعِيفًا أَوْ لَا يَسْتَطِيعُ أَنْ يُمِلَّ هُوَ :
‘Sefih, zayıf veya imlal etmeye gücü yetmezse’ deniyor. Sefih, yaşı geldiği halde aklı yeterli olmayan kimsedir veya borçlanma ehliyeti elinden alınmış yani borçlanma ehliyetini kaybetmiş kimsedir. ’Zayıf’ ise küçük veya akıl yetersizliği olan kimsedir. Bunun içinصَغِيرًا değil,ضَعِيفًا denmiştir. ‘İmlala gücü yetmeyen kimseler’ ise okuma yazma bilmeyenlerden çok, yazılı senedin mahiyetini bilmeyen kimseler demektir. Hamiline yazılmış senet veya para çıkarılırken bunların da imzaları alınacaktır. Bunlar taşınmazları ile senede kefil olan kimselerdir. Senedi, parayı çıkaran kimsenin gayrimenkulü olmayabilir. Senede veya paraya ortak etmiş olur.)
11- فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ :
‘Adil sahibi velisi imlal etsin’ veya ‘Velisi adaletle imlal etsin’ denmektedir.
a) Burada ‘Velisi’ kelimesi marife olarak gelmiştir. Yani herkesin devamlı bir velisi vardır. Bu da dayanışma ortaklığının sorumlusudur. Velayet kelimesinin akileye delalet ettiğinin delilidir.
b) Kuran’da akile karşılığı velayet kelimesi zikredilir. ‘Akile’ ayak bağı demektir. ‘Velayet’ ise arka çıkmadır. Dayanışma ortaklığı kişilere hükmedemez, emredemez. Herkes kendi ictihadıyla hareket eder. Ancak kişiyi dayanışma ortaklığı ortaklıktan çıkarabilir. بِالْعَدْلِ sözüyle; dayanışma ortaklarının sorumlularından bazılarının adaletli olduğu, bazılarının adaletli olmadığı anlaşılmaktadır. Senet çıkaranın dayanışma ortaklığı sorumlusu adil olmalıdır. Böylece halk adil olanları veli yapmayı tercih eder.
12- وَاسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ :
‘Ricalinizden iki şahidi istişhat edin’ denmektedir.
a) اِسْتِشْهَادٌ şahit tutmadır. İki türlü emir vardır. Birincisi; sen birine “Sen şahitsin” dediğinde o da “Ben şahitliği kabul ediyorum” derse, bu اِسْتِشْهَادٌ’tır. İkincisi; biri başkasının yanında bir şey söylerse, o kişi şahit olduğunu bilmese bile şahittir. Para veya senet çıkarırken اِسْتِشْهَادٌ şarttır. Buradaki emir bu اِسْتِشْهَادٌ ’ın emridir. Mahkemedeki şahadetle ilgisi yoktur.
b) شَهِيدَيْنِ nekredir. Dolayısıyla şahitlik yapabilecek herkes şahit olabilir.
c) ‘Sizden rical’ dendiğinden, o ilçeden olmayanların şahadeti geçerli değildir. Bu رِجَالِكُمْ kaydı bunun için getirilmiştir. Yoksa kadınların şahitliği olmaz anlamında değildir.
13- فَإِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ :
‘Eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadın olsun’ denmektedir.
a) إِنْ ile getirilmiştir. Dolayısıyla şahit olma mecburiyeti yoktur.
b) Eğer o ikisi erkek değilse yani birinci şık tercih edilmiyorsa demektir. Yoksa iki erkek varsa kadın olmaz demek değildir.
c) Bir erkek iki kadın olsun denmekte. Bu şart şahit tutmadadır. Yoksa şahitlik yapmada değildir. Kadının hâkimlik yapması konusunda ittifak vardır. Kadın hâkimlik yapabiliyorsa, evleviyetle şahitlik de yapabilir. Kuran’da kadının yaratılış yönünden erkekten bir eksiği olduğu hususunda bir hüküm yoktur. Cezada ve diyette erkeklerle eşittir. Bir nefisten yaratıldığı ifade edilmektedir. Dolayısı ile şahitlik yaparken ‘bir erkek, iki kadın’ şartını aramak fasit bir kıyastır.
14- مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاءِ :
‘Şahitlerden razı olduklarınızdan istişhat edin’ denmektedir.
Buradaki şüheda ile kadın ve erkek ayırmaksızın şahit olacaklardan bahsetmektedir. Burada şehit, mesleği soruşturma olan kimselerdir. Bugünkü polise tekabül eder. Gelişigüzel şahitler değil de, ehliyetli ve teminatlı şahitler istenmektedir. Burada مِمَّنْ’dekiمِنْ yalnız امْرَأَتَانِ’nin sıfatı değil, شَهِيدَيْنِ’nin de sıfatı olur. Hamiline yazılmış her senedin seçilmiş iki şahidi olacak. Bunlar aynı zamanda bugünkü noter görevindedir. Şahitler belgenin doğru olup olmadığına şahadet ederler. İçeriği ise az olsun çok olsun yazıldığından içeriğiyle ilgilenmezler.
15- أَنْ تَضِلَّ إِحْدَاهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحْدَاهُمَا الْأُخْرَى :
‘İkisinden biri delalet ederse diğeri tezkir etsin.’
Bu cümledeki إِحْدَاهُمَا’daki zamirlerden biri kadınlardan birine aitse bu cümlenin مِمَّنْ تَرْضَوْنَ’den önce gelmesi gerekirdi. Sonra إِنْ تَضِلَّ değil de أَنْ تَضِلَّ getirilmiştir. أَنْ تَضِلَّ mübteda olabilirse\ فَتُذَكِّرَ إِحْدَاهُمَا haber olur. فَ getirildiği için de mübteda şart manasındadır. Sonra burada أَنْ تَنْسَى demiyor أَنْ تَضِلَّ diyor. Tezkir etsin demektedir. Tezkir etmenin iki manası vardır. Hatırlatma manası olduğu gibi anlatma manası da vardır. Burada hatırlatma manası olsaydı فَتُذَكِّرَهَا olurdu. Bütün bunlardan şu hükümleri çıkarıyoruz:
a) Şahitlik yaparken iki kadının bir arada olması gerekmez.
b) Kadının şahitliği de erkeğin şahitliği gibidir. Cinayetlerde de kadınların şahitliği geçerlidir. Çünkü o şahitliklerde مِنْ رِجَالِكُمْ şartı yoktur.
c) مِمَّنْ تَرْضَوْنَ’den sonra alınmasında bir hikmet daha vardır. İstişhat edilecek şahitlerin ayrı ayrı dayanışma ortaklıklarından olması gerekir. Bunun için إِنْ getirilmemiş deأَنْ getirilmiştir. Tezkir etmek demek, eğilmiş bir çalıyı serbest bırakıp düzeltmek demektir. Yani biri hatalı bir şahadette bulunacak olursa diğeri düzeltsin. يُذَكِّرَ değil de تُذَكِّرَ gelmesinin sebebi, her iki tarafın dayanışma ortaklıklarının kastedilmesidir. Bu aynı zamanda şahitlerin dayanışma ortaklıklarının bulunması şartını getirir. Bu cümleden önce أَنْ’in meful olacağı bir cümlenin hazf edilmesi gerekir. O hazfedilen şeyler bu anlattıklarımızı içermektedir.
16- وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَاءُ إِذَا مَا دُعُوا :
‘Şahitler davet olunduklarında kaçınmasınlar’ denmektedir.
Demek ki şahitlik yapmak zorunludur.الشُّهَدَاءُ kelimesiniشَهِيدٌ ‘in çoğulu olarak alırsak şahitlik yalnız görevlilere,شَاهِدٌ ‘in çoğulu olarak alırsak herkese zorunludur. Aslında mahkemede yalnız görevliler şahitlik yapabilir. Diğerleri görevli şehitlere şahitlik edebilirler.
17- وَلَا تَسْأَمُوا أَنْ تَكْتُبُوهُ صَغِيرًا أَوْ كَبِيرًا إِلَى أَجَلِهِ :
‘Sağir olsun, kebir olsun eceliyle onu yazmaktan üşenmeyin’ denmektedir.
a) Burada وَ harfi ile atfedilmiştir. Dolayısıyla burada bahsedilen yazılar, yukarıda bahsedilen senet içindeki yazılar için değildir. Buradaki emir muhasebe kaydıdır. Yukarıdaki emir muhasebenin kurulumu ile ilgili emirdir. Yani her borçlanmada mutlaka noterle senet yapmamız gerekmiyor. Bu sadece hamiline yazılmış senet için gereklidir. Buradaki هُ zamiri baştaki دَيْنٍ’e gitmektedir. Bunun için zikredilmiştir. Eceliyle yazın emri bir tarihin atılmasının gerekliliğini gösterir. Aslında vade tarihi olmalıdır. Ama kural olarak vade tarihi yazılmazsa muamele tarihi vade tarihi olur.
b) Burada da emir topluluğadır. Dolayısıyla muhasebe genel hizmet tarafından tutulacak ve ortaklardan bedel istenmeyecektir. Bu kural kıyas yoluyla bütün genel hizmetlere teşmil edilir.
18- ذَلِكُمْ أَقْسَطُ عِنْدَ اللَّهِ وَأَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَأَدْنَى أَلَّا تَرْتَابُوا :
‘Bu Allah’ın indinde ekseddir, şahadet için ekvamdır, irtiba etmemeniz için ednasıdır.’
‘Allah’ın indinde ekseddir’ ifadesi ile topluluğun bölüşmeyi muhasebeye dayanarak yapması gerekir. ‘Şahadet için ekvamdır’ ifadesi belgelerin sonradan tanzim edilmediğine kanıttır. Muhasebede her maddeye bir sıra numarası verilir. Bu sonra değiştirilemez. Belge tarihi ile muhasebedeki kayıtlar birbirine uygunsa, belge sahte değildir veya tahrifat yapılmamıştır. Eceliyle yazın emri bu belgeyi karşılaştırmak için de gereklidir.
‘İrtiba etmemeniz için ednasıdır’ demekle insan hafızasının devamlı unutmayla malül olması kastedilmiştir. Eskiden insanlar hep birbirlerini tanıyan kimselerle ilişki kurarlardı. Yaptıkları da sayılı işlemlerdi. Hâlbuki bugün borç ve alacak ilişkileri artık insan hafızasının taşıyabileceği miktardan çok daha fazladır. Dolayısıyla yazmadan borç ve alacakların tespiti mümkün değildir. Eşya yalnızca alınıp satılmaz. Kullandırılmak üzere devamlı olarak el değiştirir, yer değiştirir. Bir malın bir yerde bulunması o malın o kimseye ait olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla bütün mallar muhasebe kayıtlarında yer alırsa sahibinin o olduğu belirlenmiş olur. Bir bilgisayar numarası ile hangisinin hesabında kayıtlı ise, o bilgisayar nerede olursa olsun onundur. Bu ifade bunları ifade etmektedir.
19- إِلَّا أَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدِيرُونَهَا بَيْنَكُمْ :
‘Aranızda birbirinize devrettiğiniz hazır ticaret bunun dışındadır.’ denmektedir.
Burada dışında bırakılan az olsun çok olsun yazılması emridir. Mallara iki şekilde malik olunur. İhtiyacı karşılamak üzere elde edilen mallar vardır. Bir de satılmak üzere kar amacı ile alınan mallar vardır. Kar amacı ile alınan mallar para hükmündedir. Çünkü alanın işine yaramamaktadır. Para gibi bu da zekata tabidir. Ayrıca ticari mallar kimin elinde ise, ziliyet kimde ise malik de odur. Diğer mallar zekata tabi olmadığı gibi ziliyet sahibi her zaman sahip olmaz. Bundan dolayı diğer malların maliki olduğunu ispatlamak için muhasebede kayıtlı olması gerekir. Ticaret mallarında ise böyle bir kayda gerek olmadığı için bunların kaydı istisna edilmiştir. Ancak bu istisnanın olabilmesi için parasının peşin ödenmiş olması ve malın teslim edilmiş olması gerekmektedir. Borç ve alacağın mutlaka yazılması gerekir. Üreticideki mallar ve tüketicideki mallar ticari değildir. Ticari mal olması için malın tüccara satılmış olması gerekir. O halde halktan alınan veya halka satılan malların da kayda geçmesi gerekir. Sadece tüccarlar arasında alınıp verilen malların kaydı zorunlu değildir. Bu hüküm mallar için geçerlidir. Altın ve gümüş için geçerlidir. Kâğıt paranın veya boş senetlerin alınıp verilmesinde karşılıklar peşin verilmediğinden parayla yapılan her türlü alışverişin kayda geçmesi gerekir. Bugün bütün işlemler parayla yapıldığı için kaydedilmesi zorunludur.
20- فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَلَّا تَكْتُبُوهَا :
‘Onu yazmamanızda bir cünah yoktur.’ denmektedir.
Bu ifadeyle yazmamanın asıl olmadığı, ruhsat olduğu ifade edilmektedir. Bu da yazılmasının mümkün olmadığı zaman ve yerlerde ticaretin mümkün olmasına imkân vermek içindir. Bu sebepledir ki, istisnayla bırakılmamış olup böylece men edilmiş değil de mubah kılınmıştır.
21- وَأَشْهِدُوا إِذَا تَبَايَعْتُمْ :
‘Tebayu' ettiğinizde işhat edin.’ denmektedir.
Burada da إِنْ değil إِذَا getirilmiştir. تَدَايُنٌ’de olduğu gibi تَبَايَعٌ’de de emir vardır. Burada da مُبَايَعَ değil, تَبَايَعَ getirilmiştir. Burada da tesniye değil, cem getirilmiştir. Burada; ortak ambarların bulunması, orada depolananlara karşı mal senedinin verilmesi, o mal senedine topluluğun kefil olması ve ambarlarda bozulan malların dayanışma ortaklıklarınca karşılanması gerektiği ifade edilmektedir. Burada اِسْتِشْهَادٌ değil, اِشْهَادٌ vardır. Bu da ambara teslim edilen malların önceden kontrol edilmesi gerektiğini gösterir. Bu kontrolün de topluluk adına yapılması gerekmektedir.
22- وَلَا يُضَارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهِيدٌ :
‘Ne katip ne de şehit zarara uğratılır.’ denmektedir.
a)Burada katip ve şehide ücretlerinin verilmesi emredilmektedir. Kimin vereceği ise zikredilmemektedir. Topluluk tarafından mı yoksa firma tarafından mı ödenecek, belli değildir. Duruma göre, illet ve hikmete göre bu ödeme yapılacaktır demektir. Bu katip ve şahidin yaptığı iş işletmeyle ilgili ise üretici işletmenin ödemesi hikmete uygundur. Kişilere aitse kişilerin kamu mallarında yeryüzü kira payları olduğu için zekattan ödenmesi gerekir. Bu, bütün hizmetler için kıyasen böyle uygulanmalıdır. Bu sebepledir ki işletmelerden alınan genel hizmet paylarını ikiye ayırıyoruz. Yarısını o işletmeye hizmet verenlere, hizmetleri nispetinde bölüştürüyoruz. Kalanını ise ortak havuzda toplayıp kişilere hizmet verenlere kişiler sayısınca bölüştürüyoruz. Bu ifade bizim bu hükmümüzün delili olmaktadır.
b)Ayrıca genel hizmet görenler kamu görevi de gördüklerinden hüküm vermektedirler. Yani paylaşmada takdirlerini kullanmaktadırlar. Bu takdirlere rıza göstermeyenler genel veya kamu hizmeti görenlere saldırabilir ve onları tehdit edebilirler. Bunun da önlenmesi gerekir. İşte buradaki ‘ne katip, ne şahit zarar görür’ ifadesinin bir anlamı da budur. Bunu sağlamak için görevli ve hizmetli olanların diyetleri iki misli yapılmaktadır.
23- وَإِنْ تَفْعَلُوا فَإِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ :
‘Eğer bunu yaparsanız sizin için fusuk olur.’ denmektedir.
Burada siz zarar verirseniz deniyor. Bu fiil, zarar verenlere mani olmama fiilidir. Demek ki zararı önleme topluluğa yüklenmiş bir görevdir. وَ harfi ile atfedilerek zarara uğramakla, zararı engellemenin ayrı ayrı olduğu anlatılmaktadır. Kamu görevli ve genel hizmetli olan kimsenin zarara uğramasına müsaade etmek topluluğun zararınadır. Yani topluluğa fısıktır. Çünkü o takdirde kimse bu görevleri yüklenmek istemez.
24- وَاتَّقُوا اللَّهَ :
‘Allah'a ittika edin’ denmektedir.
İttika emri içtihat ve icmalarda yetkililik ifade eden bir deyimdir. Yani kararlar istihsanla alınacaktır. Kuran'da ve bu ayette ifade edilmemiş hususların takdirle alınması gerektiğini beyan etmektedir. Ancak bu takdirin ittikayla yapılmasının topluluğun ve kişilerin yararına olacağı anlatılmaktadır.
25- وَيُعَلِّمُكُمُ اللَّهُ :
‘Ve Allah size talim etmektedir’ denmektedir.
Buradaki اللَّهُ izhar edilmiştir. Bundan önceki Allah topluluğu, bu Allah da alemlerin Rabbini ifade etmektedir. İttika'ya atfedilmiştir. İttika, içtihatları ve icmaları içerir. Talim ise Kuran ve sünneti içerir. Demek ki bu ayette ve Kuran'ın bütün ayetlerinde öğretilenler öğrenilecek ama ayetlerde açıkça anlaşılmayan hususlarda içtihat yapılacaktır. Bu içtihat, Kuran'ın bütün hükümlerine uygun olmalıdır ve aynı hedefe götürmelidir. Hanefiler buna istihsan demektedirler. Bu ayet istihsana açık delildir. Biz de anayasa çalışmalarında gerekli gördüğümüzde istihsana müracaat ediyoruz.
26- وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ :
‘Ve Allah her şeyi bilendir.’ denmektedir.
اللَّهُ kelimesi izhar edilmiştir. Haber de nekre gelmiştir. Dolayısıyla bu ifade topluluğu ifade eder veya toplulukla alemlerin Rabbini birlikte ifade eder. Bununla az olsun çok olsun her şeyin kayda geçirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Burada كُلِّ kelimesi her şeyin nev’inden birini ifade etmektedir. Mesela hayvanların küllüsünü dediğimiz zaman kainatta yer alan tüm hayvanları biliyorum anlamında değildir, tüm hayvan türlerini biliyorum manasındadır.
Ayetin Allah'ın her şeyi bildiğini beyan etmesi ile verdiğimiz manaların eskiden anlaşılmamış olması, bizim de anlamayacağımız anlamına gelmediğini ifade eder. Allah her şeyi bilmektedir ve sağdır. İşte şimdi bize bildirmektedir. Bu ayet 21. yüzyıla kadar anlaşılmamıştır. Fıkıhçılar, tefsirciler ayetin nesih olduğunu iddia etmişlerdir ama nesih eden ayeti gösterememişlerdir. Kimileri de bu ayet emir değil, sadece tavsiye mahiyetindedir demişlerdir. Böyle yaparsanız iyi olur şeklinde mana vermişlerdir. Bunun böyle olmadığını yukarıdan beri arka arkaya sıralanan emir ve nehiy cümleleri açıkça gösterdiği gibi ‘bunu yapmazsanız sizin için fısıktır’ dendiğine göre böyle bir iddianın olduğunu ve bunun da yanlış olduğunu ifade etmiştir. Oysa bu ayet çağımızın ekonomisini çözmektedir. Çünkü bugün ekonomi demek, para demektir. Paranın nasıl çıkarılacağı da bu ayette anlatılmaktadır. Dolayısıyla çağımızda anlaşılan Kuran'ın en büyük mucizelerinden biridir.
Bu bahiste geçen diğer bir ayet ise Bakara-283’tür.
وَإِنْ كُنْتُمْ عَلَى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِبًا فَرِهَانٌ مَقْبُوضَةٌ فَإِنْ أَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ أَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللَّهَ رَبَّهُ وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَ وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَإِنَّهُ آثِمٌ قَلْبُهُ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ (283)
27- وَإِنْ كُنْتُمْ عَلَى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِبًا :
‘Seferdeyseniz ve katip bulamadıysanız’ denmektedir.
a) Bundan evvelki ayette aranızda bir katip yazsın denmişti. Oradaki aranızda kelimesi katibin sıfatı olabilir. Dolayısıyla herkesin bir muhasibi bulunacak ve yazma o muhasip tarafından yapılacak. Aranızda demekle yani مِنْكُمْ değil de بَيْنَكُمْ demekle bizim kayıtlı bulunduğumuz muhasebedeki muhasiplerden herhangi biri yazabilir demektedir. Bizim hesabımızın bulunduğu çevrenin muhasibi olmayanların bizim hesabımızı yazmaları meşru kılınmamıştır. Herkesin bir yerde ve bir hesabı olacaktır. Başka yerde oradaki insanlarla muamele yapıldığı zaman oranın muhasibi yazar ve yabancının muhasibine bildirir. Ancak iki yabancının hesabını bir muhasip tutamaz. Bu sebepledir ki eğer seferde olanların muhasibi yoksa kayıt dönüşe bırakılır. Bu sebeple bu ayetle yazılmadan da işlemin yapıldığı hal istisna edilmiştir. Bu وَile istisna edilmiştir. Dolayısıyla sefere kıyas yapılabilir.
b) عَلَى سَفَرٍ diyerek uzak bir yolculuğu kastetmiştir. Kendi bucağının dışına çıktığı zaman seferdeymiş kabul edilebilir. Oruçta seferlik hali bucaktan çıkmasıyla başlar. Uzaklık mesafesi için de ilin dışına çıkmayı esas alıyoruz. Bu sebepledir ki سَافَرْتُمْ demiyor da عَلَى سَفَرٍ diyor. Bu da misafir sayılmak için ilin dışına çıkma şartının varlığını gösterir. Burada il içindeki muhasiplerin hesapları tutması gerekmektedir. Zaten sorumlu muhasipler ilde değil, ilçede bulunurlar. Değişik bucakların muhasebelerini tutarlar. Dolayısıyla kayıtlar bucakta değil, ilçede olacaktır. Bu hüküm ilin dışına çıkıldığında geçerlidir. Buna kıyas edilerek bütün genel hizmetlerin il içinde yapılacağı hükmüne varılır.
28- فَرِهَانٌ مَقْبُوضَةٌ :
‘Rehin makbuz olacaktır.’ denmektedir.
İki türlü rehin vardır. Bir kimse mesela bir bilgisayarı birine ipotek etse ona bilgisayarı teslim edebilir veya kendisinde kalabilir. Teslim etmişse makbuz rehindir. Kendisinde kalmışsa makbuz olmayan rehindir. İkisi de meşrudur. Ancak bu yazıldığı takdirde meşrudur. Yani muhasebeye geçiyorsa meşrudur. Eğer muhasebeye geçmemişse bilgisayar kaydı birisinde ise ama bilgisayar başkasının elinde olup kira anlaşması yapılmamışsa o zaman bilgisayar rehin sayılır. Burada رِهَانٌ haberdir, الرِّهَانُ رِهَانٌ مَقْبُوضَةٌ demektir.
29- فَإِنْ أَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضًا :
‘Birbirinize emanet ederseniz’ denmektedir.
فَ harfi ile getirilmiştir. Yani bütün emanetler için geçerlidir. Rehinden sonra söylenmesi makbuz olan rehinin emanet olduğu hükmünü gösterir. Rehin alan kimsenin kusuru olmaksızın hasar olursa, hasar rehin verene aittir. Bununla beraber aksi de kaydedilir. Yani deyn olarak da kabul edilebilir. O takdirde rehin alan rehin verenin izni olmadan kullanırsa kusurlu olmuş olur. دَيْنٌ ile أَمَانَةٌ arasında fark olduğu bu ayetin وَ harfiyle başlamasından anlaşılmaktadır.
30- فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ أَمَانَتَهُ :
‘Kendisine emanet edilen emanetini eda etsin’ denmektedir.
Bu da emanetin hükümlerini ortaya koymaktadır. مَنْ اؤْتُمِنَ demeyip الَّذِي اؤْتُمِنَ denmesiyle emanetçinin yetkili olması ifade edilir. أُمِنَ değil de اؤْتُمِنَ denmesi de emanetin kabul edilme zorunluluğunun olmadığını gösterir. Bundan önceki ayette تَبَايَعْتُمْ kelimesi geçmişti. Burada da emanetin hükümleri ortaya koyulmuştur. Bu iki ifade ambarlar sistemini ortaya koyar.
31- وَلْيَتَّقِ اللَّهَ رَبَّهُ :
‘Rabbi olan Allaha ittika etsin’ denmektedir.
Rabbi kelimesi buradaki Allah’ın topluluk değil, âlemlerin rabbi olan Allah olduğuna işarettir. İspat külfeti rehin verene aittir, alana ait değildir. Yani kusurlu olmadığı beyanı yeterlidir.
32- وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَ :
‘Şahadeti ketmetmeyin’ denmektedir.
Bundan önceki ayette tedayünde şahitlik şartını getirmişti. Burada da şahitlerin kusuru tespit etmede ketmetmemeleri emredilmektedir. Yani emanet verilirken kontrolden geçiliyor. Kontrol eden şahitlerdir. Teslim alırken de eğer bozuk çıkarsa şahitler bozukluğu tespit eder. Bozuk olup olmadığına ve kimin ne zaman bozduğuna şahitler karar verir. İşte burada ketmetmemeleri emredilmiştir.
33- وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَإِنَّهُ آثِمٌ قَلْبُهُ :
‘Kim onu ketmederse onun kalbi asimdir.’ denmektedir.
Bundan önceki ifadede ketmetmeyin(لَا تَكْتُمُوا) nehyinin muhatabı zikredilmemiştir. Burada ise مَنْ ile kim olursa olsun, kişiler de ketmetmeyecek topluluk da ketmetmeyecektir manası çıkar. ‘Kendisi asim olur’ demeyip ‘kalbi asim olur’ denmektedir. Kalp merkez demektir. Topluluğun kalbi emanet edilen yerlerdir. Hangi toplulukta şehadet ketmedilirse artık ambarlar sistemi çalışmaz demektir. Ketmeden insanın da imanın merkezi olan kalbi bozulur. Ketmetme hastalığı onu imansızlığa götürür.
34- وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ :
‘Allah, amel ettiklerinizi bilir.’ denmektedir.
Buradaki اللَّهُ halife olan topluluktur. Amellerin bilinmesi gerekmektedir. Yani çalışanların çalışmaları muhasebeye geçmelidir. Bütün alınanlar ve verilenler kayda geçtiğinde sahte para ortaya çıkamaz. Bundan önceki ayette ’fiil etme’ denmişti burada ise ‘amel etme’ denmiştir. İki çeşit ekonomi vardır. Bunlar; reel ekonomi ve finans ekonomisidir. Reel ekonominin değerleri ambarlarda saklanır. Diğeri ise kasalarda saklanır. Birinci ayet (Bakara-282) finans ekonomisini, ikinci ayet(Bakara-283) ise reel ekonomiyi düzenlemiştir. )
SIRA NO SURE ADI AYET SAYISI
1 Fâtiha 7
2 Bakara(*) 286
3 Âl-i İmrân(*) 200
4 Nisâ(*) 176
5 Mâide(*) 120
6 En’âm 165
7 A’râf 206
8 Enfâl(*) 75
9 Tevbe(*) 129
10 Yûnus 109
11 Hûd 123
12 Yûsuf 111
13 Ra’d 43
14 İbrahim 52
15 Hicr 99
16 Nahl 128
17 İsrâ 111
18 Kehf 110
19 Meryem 98
20 Tâ-Hâ 135
21 Enbiyâ 112
22 Hac(*) 78
23 Mü’minûn 118
24 Nûr(*) 64
25 Furkân 77
26 Şu’arâ 227
27 Neml 93
28 Kasas 88
29 Ankebût 69
30 Rûm 60
31 Lokman 34
32 Secde 30
33 Ahzâb(*) 73
34 Sebe’ 54
35 Fâtır 45
36 Yâsîn 83
37 Sâffât 182
38 Sâd 88
39 Zümer 75
40 Mü’min 85
41 Fussilet 54
42 Şûrâ 53
43 Zuhruf 89
44 Duhân 59
45 Câsiye 37
46 Ahkâf 35
47 Muhammed(*) 38
48 Fetih(*) 29
49 Hucurât(*) 18
50 Kâf 45
51 Zâriyât 60
52 Tûr 49
53 Necm 62
54 Kamer 55
55 Rahmân 78
56 Vâkı’a 96
57 Hadîd(*) 29
58 Mücâdele(*) 22
SIRA NO SURE ADI AYET SAYISI
59 Haşr(*) 24
60 Mümtehine(*) 13
61 Saff(*) 14
62 Cum’a(*) 11
63 Münâfikûn(*) 11
64 Teğâbun(*) 18
65 Talâk(*) 12
66 Tahrîm(*) 12
67 Mülk 30
68 Kalem 52
69 Hâkka 52
70 Me’âric 44
71 Nûh 28
72 Cin 28
73 Müzzemmil 20
74 Müddessir 56
75 Kıyâme 40
76 İnsan(*) 31
77 Mürselât 50
78 Nebe’ 40
79 Nâzi’ât 46
80 Abese 42
81 Tekvîr 29
82 İnfitâr 19
83 Mutaffifîn 36
84 İnşikâk 25
85 Bürûc 22
86 Târık 17
87 A’lâ 19
88 Gâşiye 26
89 Fecr 30
90 Beled 20
91 Şems 15
92 Leyl 21
93 Duhâ 11
94 İnşirâh 8
95 Tîn 8
96 Alak 19
97 Kadr 5
98 Beyyine(*) 8
99 Zilzâl(*) 8
100 Âdiyât 11
101 Kâri’a 11
102 Tekâsür 8
103 Asr 3
104 Hümeze 9
105 Fil 5
106 Kureyş 4
107 Mâ’ûn 7
108 Kevser 3
109 Kâfirûn 6
110 Nasr(*) 3
111 Tebbet 5
112 İhlâs 4
113 Felâk(*) 5
114 Nâs(*) 6
Not: Yanında (*) işareti bulunan sureler Medeni (Medine'de inmiş), diğer sureler Mekki (Mekke'de inmiş)dir.