ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER
XX
AMBAR HİZMETLERİ
İlk insan sabahleyin çoluk-çocuğu ile meyveliklere gidiyor ve orada karnını doyuruyordu. Bugün birçok hayvan böyle yapmaktadır. Oysa, arı, karınca, fare gibi hayvanlar kış hazırlıklarını yaparlar. Elde ettikleri maddeleri depolarlar. İşte daha ilk dönemlerde dahi insanlar kuru yemişleri depo etmeye başladılar. Etleri kurutmayı öğrendiler. Yoğurt yapmayı bildiler. En son tahılı ambarlarda depo ettiler. Böylece zamanla ambar hayatın en önemli unsuru oldu.
Pazar mübadelesi dönemine gelince, üretilen mallar pazara getirildi ve değiştirildi. Burada ambalaj sorunu ortaya çıktı. Sandık ve çuval bu dönemlerde icat edildi. Bazan pazara götürülen mal satılmadı. Geri götürmek de zor oldu. Pazar yerinde emanetçiler türedi. Böylece aracı ticaret başladı. Kervanlar ve kervansaraylarla insanlık birbirine ulaştı. Dünya tek pazar olmaya başladı.
Kapitalizmde ham madde köylerden alınıyor, kasabalara getiriliyor. Oralarda ambalajlanan mallar bölgelerde toplanıyor. Avrupa’ya gönderiliyor. Avrupa’da toptan satan mağazalar vardı. Perakende satan mağazalar vardı. Fabrikalar onlardan satın alıyor ve imal ediyor, gerisin geriye dönüyor ve aynı yolu takip ederek halka ulaşıyor. Bugün de yaklaşık olarak bu uzun yol takip ediliyor. Yani, üreticiden tüketiciye mal giderken on-onbeş defa indiriliyor ve bindiriliyor. Her birindeki indirme-bindirme ve taşıma masrafları hep maliyete yüklenmiş olduğu gibi, her seferinde yapılacak kontrol de ayrıca işin içinden çıkılmaz hal almaktadır.
Bu uzun yol Avrupa sermayesinin tekelinden oluşmaktadır. Sizin komşunun ürettiğini siz satın alamazsınız. On-onbeş kademelik yolu kat edecek ki size gelebilsin. Siz de 1’e satıyorsunuz, 5’e alıyorsunuz. Ortadaki para elinize gelmediği için alamıyorsunuz. Stoklar oluşuyor. Fiyatlar düşüyor, üretim de azalıyor. İşte bunun sonucu olarak 20. yüzyıl bir krizler asrı olmuştur. Bu yüzyılda insanlığın hiçbir zaman yüzü gülmedi. Cihan savaşları, diktatörlükler; bunlar yetmemiş gibi ekonomik krizler dünyayı kasıp kavurdu. Bunların çoğunu sömürücü sermaye tezgahladı.
Kapitalistler bin yıldan fazla insanlığı din savaşları ile meşgul ettiler. Müslümanlarla Hıristiyanları savaştırdılar ve kendi sömürülerini sürdürdüler. Oysa Hıristiyanlıkla Müslümanlık arasında bir mezhep farkı kadar fark vardır. Hazreti İsa Hazreti Muhammed’in gelmesinden bahsetmiş, Hazreti Muhammed de onlara yakınlık gösterilmesini emretmiştir. Ama Yahudi fitnesi bu iki cemaatı bin yıldan fazla boğuşturmuştur. 20. yüzyıla girerken dinî savaşların etkisiz hâle geldiğini görmüş, bunun yerine sosyalizm diye yeni bir düşman icat etmiştir. 20. Yüzyılda insanlık böyle oyalandı. 20. yüzyılın sonunda bu suni düşman da buz gibi eriyip gitti. Dinler de birbirine düşmanlığı bırakıp işbirliğine girdiler. Şimdi sömürücü sermaye batı ile baş edecek yeni hasmını aramaktadır.
Sosyalizm aslında kapitalizmden daha ileri bir düzendir. Sosyalizmin ekonomide üstünlüğü, kapitalizmde olmayan kamu ambarlarının mevcut olmasıdır. Üreticilerin malları kamu ambarlarına giriyor, oradan tüketicilere doğrudan gönderiliyor. 10-15 defa indir-bindire gerek kalmıyordu. Bu sebepledir ki, ekonomik evrimde sosyalizm bir adım daha ileridedir. Sosyalizm insanlığı birkaç asır idare edebildi. Ancak sosyalizmi ortaya koyanlar, sosyalizmin gelmesini istedikleri için değil, sosyalizmi önlemek için devreye girdiler. Kapitalizmden daha kötü düzeni alternatif olarak ortaya koymak, böylece kapitalizmi koruyabilmek gayesini güttüler. Bunun için sosyalistleri dört cihetle şaşırttılar. Onlara kötülük yaptırdılar. Böylece onun gelişmesini önlediler. Bugün de Türkiye’ye başka çeşit kötülükler yaptırmaktadırlar.
- Birincisi, aile düşmanlığı yaptılar. Evliliği zorlaştırdılar, fuhşu teşvik ettiler. Bugün de Türkiye’de aynı oyun oynanıyor.
- İkincisi, dine cephe aldılar. Ateizmi öne sürdüler. Böylece ilme aykırı olan gerçekleri halk kabul etmeyince zulmü had safhaya çıkardılar. Türkiye’deki irtica teraneleri, modası geçmiş süfli taktiklerdir.
- Üçüncüsü, devlet düşmanlığını yaptırdılar. Merkezi baskı rejimleri ile halkı devletlerine düşman ettiler. Halk devlet için çalışmayı Allah için çalışma kabul etmişken, şimdi devleti yıkmak için çalışmayı ibadet saymaya başlamıştır. Türkiye’deki baskı ve suni açlık rejimi bunun için uygulatılıyor.
- Nihayet dördüncü olarak mülkiyete cephe aldılar. İnsanların emeklerini gasbettiler. Türkiye’de bu rüşvet ve ağır vergilerle yapılmaktadır.
Görülüyor ki, sosyalizm kapitalizmden çok ileri bir düzen iken, bu tür pisliklerle en kötü düzen hâline getirilmiştir. Sosyalizm ile Adil Düzen arasındaki fark, yukarıda sayılan aile, din, devlet ve mülkiyet düşmanlığın kaldırıp yerine aile, din, devlet ve mülkiyet sevgisini koyar, bunlara hizmeti ibadet yaparsanız bu Adil Düzen olur. Demek ki, İslâmiyet tekelleşmeden önceki kapitalizmin yapısını taşır. Hedefi ise devlet tekelinden kurtarılmış bir sosyalime doğru ilerlemeyi sağlamaktır. Yani, tekellere karşı adil bir düzeni getirmek ister.
KAMU AMBARLARI TEKELİ ÖNLER
Bugün işler daha da karışmıştır. Eskiden bir ham madde alınır, fabrikaya gelir, mamul maddeye dönüşür, sonra halka gidip satılırdı. Halbuki bugün artık mallar bir tek yerde imal edilmemektedir. Parçalar alınıp işlenmekte, başkasına yarı mamul olarak satılmakta, onlar da işleyerek ambara vermektedirler. Gittikçe ekonomi yaygın hâle geliyor, tek yerde işleyeceğine değişik yerlerde işlem yapılmaktadır.
Malların üretilmesi kadar onun saklanması önem arz eder. Çünkü belli teknoloji şartları içinde saklanmayan mallar çürümekte veya paslanmaktadır. Hayvan veya insanlar ona musallat olup onu tahrip edebilmektedir. Bu sebeple ambarların belli şartlara sahip bir tarzda inşa edilmesi ve muhafaza teknolojisini bilenler tarafından muhafaza edilmesi gerekir.
Bu işleri küçük ve orta müteşebbisler yapamadıkları için mallarını götürüp tekellere satmak zorunda kalmaktadırlar. Tekeller de bunu bire alıp beşe satmaktadırlar. Böylece üretici ile tüketici arasında fahiş fiyat farkları doğmaktadır. Yani, halk bire üretiyor, beşe satın alıyor. Beş elmadan bir elmayı alıp yiyebiliyor. Bu mağazalarda stokları çoğaltıyor ve stoklar sebebiyle fabrikalar duruyor, fabrikalar durunca üretim olmuyor. İşçi iş bulamıyor. Halkın eline o beşte bir de geçmiyor, stoklar erimiyor. Bu krizler 20. yüzyılda dünyayı birkaç defa vurmuştur. Buna çare sosyalizm olmuştur. Sosyalizm sayesinde dünya krizlerini iyi-kötü atlatabilmiştir. Türkiye de devletçilik sayesinde hayatını sürdürebilmektedir. Ne var ki, sosyalizm de bu sefer sosyal sorunları üretmektedir.
İnsanlık öyle acayip duruma gelmiştir ki, kapitalizm herkese aş ve herekse iş sorununu çözmediği için sosyalizmi doğurmakta, sosyalizm de insanlara adalet ve huzur vermemektedir. Bunu kendileri de bildikleri için; “Ne yapalım, bundan daha iyisi yoktur!” deyip işin içinden çıkmaktadırlar. Daha iyisi var, daha iyisi var ve hem de en iyisi var. O da Kur’an’ın getirdiği ilmî nizamdır. İrticai faaliyet deyip gerçek altını piyasaya çıkartmıyor, sonra da; “Ne yapalım, bunlar sahte ama gerçeği yoktur!” diyorlar. Bunlarla halkı ve Allah’ı kandıracaklarını sanıyorlar. Zavallılar, kendilerini kandırıyorlar.
O halde, gerek sektör tekeli gerekse devlet tekeli nasıl yenilecektir? İşte çok basit ve kolay yol. Genel Hizmetler çıkış yolu olacaktır. Genel Hizmetler vakıf kuruluşlar şeklinde olacaktır. Genel Hizmetler işletmelere ürettikleri nisbetinden bir pay verilerek finanse edilecektir. Yani, muhasibe ücret verilmeyecek, bedava da yapılmayacak. cirodan bir pay verilecektir. Bu da tekeli önleyecektir. Çünkü üretimin fazlalığı ile maliyetler artmayacaktır. Ortak işletmelerde büyük işletmeler küçük işletmeleri sübvanse etmiş olacaklardır. Bu büyük işletmelerin maliyetlerini artırmak ve onları zarara sokmak şekliyle değil, ortak işletme bölünmüş olacak, bu da maliyetleri düşürecek, bundan küçük işletmeler de yararlanacaktır. Yanı çıkar paralelliği içinde birlikten doğan bir sübvansedir.
Büyük firmalar birleşiyor ve ortak yol yapıyorlar. Bunlar bu birlikten yaralanıyorlar. Küçük firmalar da bu yoldan yararlanıyorlar. Onların da katkıları vardır. Ama onlar az iş yapıyorlar, az katkıda bulunuyorlar. Diğerleri çok iş yapıyorlar, çok katkıda bulunuyorlar. Tek fark budur. Eğer bu ortaklık kurulmasaydı küçük ve orta teşebbüsler hiç iş yapmayacak, silineceklerdi. Büyük teşebbüsler ayrı ayrı yol yapıp yaşayabilirlerdi.
Halk mallarını ürettiğinde kontrole götürüyor, sağlam olduğunu bildirdikten sonra ambara teslim ediyor. Karşılığında bir belge alıyor ve bu belgeyi cebine koyuyor. İşte bu belge onun için bir mal hâline geliyor. Bu malı kolayca saklayabiliyor ve taşıyabiliyor. Malı saklama ve koruma, taşıma külfetinden kurutuluyor. Tüccar da ticaretini artık mal üzerinde yapmıyor, kâğıt üzerinde yapıyor. Kâğıdı alıp satıyor. Böylece serbest rekabet gelişiyor. Çünkü herkes ticaret yapma imkanını buluyor. Daha önce ambarı olan, mağazası olan ticaret yapabiliyordu. Şimdi ise sermayesi olan herkes ticaret yapabiliyor.
Bir taraftan malların taşınması ve saklanması külfeti asgariye indirildiği için üretici ile tüketici arasındaki fiyat farkı çok azalıyor. Maliyet azalıyor. Sadece hizmet karşılığı bir masraf ile karşılanıyor. O da tüketici olduğu için piyasadan para çekilmiyor. Halk bire satıyorsa yine bire alıyor. Çünkü satılan malın karşılığı yine halka eksiksiz dönüyor. Diğer taraftan serbest rekabet sayesinde kâr marjları asgariye iniyor. Kâr sadece zararları karşılıyor. Ondan daha fazla kâr edilmiyor. Çünkü serbest rekabet vardır. Orada da elde edilen kâr rizikoyu karşılıyor, bir de ticaret yapan da emek verdiği için ücretini alıyor. Şayet Marx sağ olsaydı ve ona Adil Düzeni anlatsaydık, o sıralama kitabının sonunda gerçekleri itiraf eder, müslüman olurdu. Çünkü istediği ütopik âlemi reel dünyada bulma imkânını bulacaktı. Nitekim bir solcu olan Hasan Ali Yücel sonunda itiraf etmiş ve “Allah Bir” diye bir kitap yazmıştı. “Bıktım kula kul olmaktan, usandım.” demişti.
GELECEĞİN EKONOMİSİ
Sanayi dönemine geçildiğinde insanlık ekonomi bakımından bir merkezden besleniyordu. Tüm dünyadan ham madde toplanıyor, Avrupa’ya götürülüyor , Avrupa’da fabrikada işleniyor, sonra da tüm dünyaya satılıyordu. Yahudi sermayesi ile kurulan bu düzen mason kuruluşları ile dünya tek pazar hâline gelmiştir. Sanayi dönemine geçiş böyle sağlanmış, sanayi devrimi böylece gerçekleşmiştir. Ne var ki, her gelişme kendi ecelini de kendisi hazırlar. Bu merkezi üretim kendi kendisini çökertmiştir. Bir taraftan tekele giderek sağlıklı işletme sağlanmıştır. Gerçi, tekeller suni rekabet üretmekte, ona göre ömürlerini uzatmakta iseler de, yalancının mumu yatsıya kadar sürmekte olduğu için bugün bu mumlar da yavaş yavaş sönmektedir. Artık böyle merkezi üretim sözkonusu olmayacaktır.
Bunun sebebi, bu üretim tarzı ancak gelişmiş ülkelerin olmaması ile mümkündür. Yani, bir taraftan dünya tarım ile geçimini temin edecek, sadece bazı mallarını alacaktır. Diğer taraftan Avrupa’da yeteri kadar emek bulunacaktır. Oysa durum böyle olmamıştır. Avrupa’nın nüfusu yeter derecede artmadığı için işçilik yetmez olmuş, dünyadan işçi ithal edilmiştir. Diğer taraftan tüm dünya tarım döneminden sanayi dönemine geçtiği için tüm dünya Avrupalılaşmıştır. Dolayısıyla, eskiden kurulmuş Yahudi sermayesine dayanan sermaye ekonomisinin ömrü sona ermektedir.
Ayrıca hammaddenin alınıp taşınması maliyetleri çoğaltmaktadır. Serbest rekabetini ortadan kaldırmaktadır. Çünkü ham madde nakli en zor bir girdidir. Oysa ham madde yerinde mamul hâle getirilirse, mamul hâle getirilirken de en kısa yol izlenirse, maliyetler çok düşecektir. Gelişen insanlık, artan nüfus maliyetleri düşürmek zorundadır. Yoksa konfor artmakta, yüksek maliyetli eşya halkın verimsiz emeği ile karşılanamadığı için ürünler pazar bulamamaktadır. Bunun yerine zamanla hep konfor artacak ama buna karşılık gelişen ekonomik ve teknik imkanlarla mâliyet düşecektir. Zaten evrim budur.
O halde şu kuralı asla unutmamalıyız. Nerede ucuzluk varsa ekonomi ister istemez oraya doğru kayacaktır. Farz edelim ki tekel çok kötü bir müessesedir. Ama üretimdeki maliyetleri çok ucuzdur. Biz istesek de istemesek de ekonomi oraya kayar. Nitekim sanayi devrimi olmadan önce merkezi üretim ekonomikti. Çünkü imkânlar ona müsaitti. Dolayısıyla beşyüz yıllık geçmiş insanlığı ekonomide tekele götürmüştür. Önce sektör tekeline, sonra da devlet tekeline götürmüştür. Oysa bugün tekel maliyetleri çoğaltmaktadır. Taşıma yükü dışında fahiş kârlar üretimi düşürmekte, dolayısıyla ucuzluğa mâni olmaktadır. O halde artık kapitalizm ve sosyalizm ortadan kalkacak, Adil Düzen ortaya çıkacaktır.
Peki, Adil Düzen ekonomide nedir? Artık ham madde işyerlerine taşınmayacak, işyerleri ham maddenin yanına gelecektir. Nerede ham madde varsa sanayi orada oluşacaktır. Diyelim ki, Bor madenleri Türkiye’de mi? O halde bora dayalı sanayi de Türkiye’de kurulacaktır. Diyelim ki, petrol kaynağı Azerbaycan’da mi? Petrol sanayii orada kurulacaktır. Buğday Konya’da mı yetişiyor? Un sanayii de orada olacaktır. Bu yeryüzünü yeniden nüfuslandıracaktır. Siyaset başka şekle dönüşecektir. Toprak savaşları yerine kaynak savaşlarına doğru gidilecektir. Adil Düzende ona da gerek kalmayacaktır. Bunun için neler yapılacak?
- Her türlü mal harekâtı serbest olacaktır. Gümrükler kalkacaktır. Gerek devletler, gerekse il geçitlerinde sadece “ben şunu götürüyorum” diye bilgi verilecektir. Kompitürdeki kayıt gösterilecektir. Ambarlarda mallar yüklendiği zaman belge tanzim edilecek, ambarlarda çıkış gösterilecek, ambarlara girerken belge tanzim edilecek, ambara giriş gösterilecektir. Bunun dışında herhangi bir denetim olmayacaktır. Devletler güvenlik sebebiyle bir kontrol yapmaya karar verebilirler. Ancak bu takdirde eğer yasak mal bulunmazsa kontrol eden boşaltma, yükleme, ambalajı açma gibi tüm kontrol masraflarını devlet karşılar, ayrıca araba bekletildiği için de o günlerin zararlarını veya kirasını öder. Bunun miktarını hakemler belirler. Vergi azami olarak uluslararası standartlar içinde alınır. Bunlar ambar giriş ve çıkış belgelerine dayanır. Gelip geçerken asla engelle karşılaşılmaz. Yol ücretleri de alınmaz. Yani paralı yol yasaktır. Yolların payları da yine ambar giriş ve çıkışlarından alınır.
- Her türlü geçişler serbesttir. Kimseden vize veya pasaport istenmez. Herkesin kendini tanıtıcı bir kartı vardır. Parmak izi ile belirlenmiştir. Herkesin bucağında bir kodu vardır. Bucağın kodu ile kendi kodunu kart makinesinden geçirince her yere gidebilir. Devletler güvenlik için bazı kimselerin giriş ve çıkışlarını yasaklayabilirler. Bu giriş çıkışlarda değil, giriş ve çıkış kayıtları bulundukları yerde yakalanmak suretiyle gerçekleşir. Kendisine terk etmesi istenir. Terk etmezse o zaman cebri yakalama uygulanabilir. Dâvetlere icap eden kimse hürdür, kimse ona dokunamaz. Yeryüzü insanlığındır, herkes her yere gidebilir. Sadece işgalle bölüşme ilkesi ve mülkiyet hakları ihlâl edilmemelidir.
- Bilgi insanlığındır. Proje veya teklif hakları yoktur. Araştırma vakıflarınca alınan tüm telifler insanlığa sunulmuştur. Aynı standartlar içinde herkes üretebilir. Üreticilerin ve kontrollerin kodları mallar üzerinde yazılıdır. Burada sahtekârlık yapmak elbette suçtur. Ama bu hususta mağdur olanlar tazminat dâvası açabilirler. Son karar hakemlerindir.
- Kredi ve sermaye harekâtı da tamamen serbesttir. Bir ülkede işveren kredisine sahip olan herkes o kredisini istediği yerde kullanabilir. Bir ülkede çalışma kredisine sahip olan kimse o kredisini istediği ülkede kullanabilir. Uluslararası dayanışma aracılığıyla buralardaki itfalar yapılır. Bucak, il, devlet ve insanlık vergilerini alırlar. Ancak bu vergiler ambarlara giren mal üzerindeki payları şeklinde belirlenir. Bunun dışında nakit veya ayın olarak vergi sözkonusu değildir. Devlet kendi paylarının kuponlarını satarak nakde çevirir.
İşte gelecek dünyanın ekonomisi yerinde üretim ve serbest dolaşım ilkesine dayanır. Emek, bilgi, sermaye hammaddenin bulunduğu yere gider. Orada üretim yapar. Karşılığında pay belgesini alır. Onu borsada satar. Onu istediği yerde kullanır. Başka yerde çalışıp başka yerde yaşayabilir. Bu haklar kadınlar için de varit olmakla beraber, daha çok erkekler gurbette çalışırlar. Ailelerini beslerler.
AMBARLARIN TESİSİ
Ambarlar yolların birer uzantısıdır. Nasıl yollar planlamada yerlerini alırlarsa, bunun gibi ambarlar da semt, ilçe, bölge ve kıta planlamalarında yer alırlar. Bucak, il, ülke ve insanlık merkez şûralarında onaylanırlar. Projeleri ilmî planlama hizmetleri tarafından hazırlanır. Meslekî ve siyasî şûraların onayına sunulur. Devlet başkanının kabulü ile yürürlüğe girer. Diğer şûra üyelerinin hakemlere gitme hakları olacaktır.
O zamana kadar bilinen mallarla ilgili ambarlar planlamada gösterilir. Projede o ambarlar yer alır. Ayrıca yeni çıkacak mallar için serbest ambar yerleri bırakılır, yeni gelişmelerle o ambarlar tesis edilir. Bu hususta bilgi araştırma hizmetlerince toplanır. Yarışma usûlü ile ön projeler hazırlanır, ihaleler yapılarak planlama sonuçlandırılır. Bu projeler bucak, il, ülke ve insanlık seviyesinde onaylanır. Semt, ilçe, bölge ve kıta merkezlerindeki planlama hizmetlerince hazırlanır.
Ambarların inşası ise müteahhitlerce yapılır. Müteahhit resmi ücretle işçi bulursa istediği projeyi seçer ve o yapıyı inşa eder. Eğer biz öncelik istiyorsak müteahhit payını düşürür veya yükseltiriz. Müteahhit payını %5 yaparız. Ama öncelik vereceğimiz yerlerde daha yüksek yüzde veririz.
Müteahhit işe başladığı zaman hisse senetlerini çıkararak satmaya başlar. Hisse senetlerini bitirmeden satarsa hem kredisini çözmüş olur, hem de kredisini artırmış olur. Yapıyı zamanında bitiremezse yahut hisse senetleri satılmazsa, kredisini kapalı tutar, ayrıca kredi limiti de düşürülür. Böylece müteahhit yapacağı yapıyı seçerken ona göre yapı seçer. Bir müteahhit kredisini parçalayıp toplamı aynı kalmak şartıyla birden fazla işe birden başlayabildiği gibi, müteahhitler birleşerek ortak kapasiteleri ile büyük iş de alabilirler.
Ambar bittikten sonra işletmeye cirodan kiralanır. Elde edilen hâsıla satılmış pay senetlerine bölünür. Payın toprak senedi cinsinden değeri yükseltilir. Bu pay değerlendirilmesi her yıl yeniden yapılır. Bakım veya tamir için, yahut hasar için harcama yapılırsa payın değeri düşürülür. Çıkacak kimseye devlet pay bedelini öder ve çıkarır. Devlet kira payına katılmaz. Kira sadece kalanlara verilmiş olur. Tüm ortaklar paylarını iade ederlerse tesis devlete kalır. Yeni projeye konu olur. Toprak bedeli ile onu faaliyete geçeceklere verir.
Burada dikkat edeceğimiz nokta, ambarların gelişigüzel yerlerde gelişigüzel kimseler tarafından inşa edilemeyeceğidir. Ambarlar bucak topraklarında bucağın, il merkez bucakları topraklarında ilin, devlet merkez bucakları topraklarında ülkenin, insanlığın merkez bucakları topraklarında insanlığın planlamaları ve şûraları karara bağlar. Böylece planlamada tamamen devletçi olarak hareket edilir.
Projelere göre binaların inşası ise serbest müteahhitlerince yapılır, yapılar devletin sermayesi ile yapılır. Halk hisse senetlerini alarak yararlanır. Kira payını alır. Taşınmazların sermayesini halkın hisse senetleri alır, satılmayanları devlet satın alır. Ama bunu karz-ı hasen olarak yapar ve bunun için herhangi pay almaz. Devlet işletmenin cirosundan kira payı gibi bir pay alır.
Bu şekilde inşa edilmiş ambarlar vakıf yapılardır. Ama halk isterse bunlara hisse senetleri ile katılır. Devlet ambarlardaki kira paylarını düşürerek tüm senetlerini kendisi alır ve istediği malları sübvanse etmiş olur. Yani, o mallara ambar masrafları binmez. Mesela, buğdayı böyle sübvanse edebilir. Bu sübvansenin hangi mallara yapılması gerektiğine dayanışma sorumluları karar verirler. Bütçeden ayrılacak miktarlarla ambarların senetleri satın alınır. Adil Düzende mikroda serbestlik, makroda planlama vardır. Üretimde serbestlik, yatırımda planlama vardır. Bunun anlamı, serbest rekabet olacak ama denge korunacak. Tekel olmayacak, devlet tekeli oluşturmayacaktır. Tekel olsa bile, tekele göre hareket etmeyecek.
GEÇİŞ DÖNEMİ
Bugün kapitalist düzende herkesin kendi ambarı vardır. Bu kadar yatırım yapılmış ambarlar oluşmuş, nasıl yapacağız da bu ambarlardan vakıf ambarlara geçilecektir. İnkılâpların zorluğu geçişlerdedir. Eskilere göre oluşmuş bir düzen yeniliğe nasıl intibak edecektir? Hayat birden allak bullak olur. Altından kalkılamayacak krizler oluşabilir. Bu sebepledir ki Adil Düzen demek, sadece normal düzenin nasıl çalıştığını göstermek değil, eski düzenden yeni düzene bir yıkım olmadan nasıl geçileceğini de ilme göre düzenleyen bir mekanizmadır. Sosyalistler eskisini yıkmadan yenisinin gelmeyeceğini ileri sürerler. Onlara göre eskisi yıkılırsa yenisi kendiliğinden gelir. Halbuki bir binayı yıkmakla yeni bina kurulmaz. Siz yeni bina yaparsanız halk oraya taşınır, boşalan bina kendiliğinden zamanla yıkılır. Adil Düzenin sosyalizmden farkı, Adil Düzende yenilikleri yapacaksınız, eskiler kendiliğinden yıkılır. Sosyalistlere göre, yıkarsanız, kendiliğinden yenisi gelir. Kur’an; “Hak geldi, bâtıl gitti.” diyor. Bâtıl gitti, Hak geldi, demiyor.
Ambarlarda da geçiş ilmî olmalıdır. Yıkıcı olmamalıdır. Normal çalışan işletmelerden bir şey istememeliyiz, onlar çalışsınlar. Üretim yapsınlar ve pazarlasınlar. Biz normal çalışıp üretim yapamayan küçük ve orta işletmelere dönelim. Onlara diyelim ki; siz ambarlarınızın anahtarlarını Genel Hizmet görevlilerine veriniz. Yani, her ambardan bir kişi sorumlu olsun. Bu kişi yine sizin işçilerinizden olsun. Hatta onlar başka işler de yapıp sizden mal alsın. Sadece bir ambarın anahtarı onlardan birerlerinde kalsın. Bu ambara mal girsin. Sayılsın ve kapı örtülsün. Ambar stoku kağıda geçsin, belge olsun. Devlet bu malın burada olduğuna dair teminat versin. Yani, mal orada vardır, bozulmadan stok hâlinde duruyor.
Her malın resmi fiyatı olsun. Bu fiyat böyle ambarlarda stok hâlinde duran mallara göre olsun. Yani, stok mallar artarsa resmi fiyatı düşsün, azalırsa resmi fiyatı yükselsin. Devlet bu malları satın almasın ve satmasın. Çünkü o zaman serbest rekabet ve riziko ortadan kalkar. İşte, sosyalistlerle Adil Düzenciler arasında bu arada fark vardır. Sosyalist olan Halk Partisi diyor ki; bir firma kontrolü yaptırdıktan sonra ambara bir mal konursa onun stoka göre değerini devlet nakden ödesin ve satın alsın. İşte bu ileri sosyalizmdir. Oysa Sovyet sosyalizminde bu stoka giren malın fiyatını maliyet esasına göre hesaplıyorlardı. Tabii bu sosyalizmi batırmıştır. Adil Düzemde ise devlet ticaretle uğraşamaz. Satın alamaz, ama ambardaki malı rehn ederek ona kredi tanır. O istediği zaman istediği fiyatla satar ve kredisini kapatır.
Gerçi resmi fiyatlar stoklara göre hesaplandığında o halde fiyatlar bellidir. Devlet bu miktarı ödese daha iyi değil midir, denebilir. Stoklar bugünkü fiyatını belirler, ama geleceğin fiyatını belirlemez. Onun için biz stoklara göre resmi fiyatı belirliyoruz. Ama biz almıyor ve satmıyoruz. Alıp-satan yine halktır. Devlet ekonomik işlerde termometre gibidir. Sıcaklığı gösterir, sıcaklığı üretmez.
Böylece mevcut ambarlardan yine yararlanmış oluruz. Malların harekâtında büyük değişiklik olmaz. Sadece kanun bilgisi ve teminatı içinde olur. Bunun için ambarcı evini ipotek eder, ambarın anahtarını da biz ona veririz. Giren ve çıkan mallar o işçinin defterinde mevcuttur. Onun teminatındadır. Dolayısıyla devlet veya bankalar kredi verirken onu ipotek etmiş olurlar. Bu da üretime devam demektir. Ne kadar mallar çoğalırsa çoğalsın enflasyona sebep olmaz, çünkü karşılığında arz edilmiş mal vardır.
Zamanla ambarlara küçük ve orta esnafın ürettiği mallar da alınmaya başlar. Ambar sahiplerine buradan kira gelmeye başlar. Bundan hoşlanan fabrika sahipleri buna mallarını yatırmış olurlar. İşte böylece kamu ambarlarına doğru adımlarımızı atmış oluruz. Bu ambarlar şimdilik kamu ambarlarına dönüşmüş olur. Fabrika sahibi bunlardan kira payını alır. Bunun en önemli özelliği, hiçbir kriz doğmaz. Mallar satılmazsa bile üretim devam eder. Mallar ucuzlar. Yeter derecede üretim olmuşsa, yani resmi fiyatlar daha aşağı inmişse halk üretimi bırakacak, inşaata gidecektir. İnşaatta da resmi ücretler ödeneceği için işsizlik olmayacaktır. İmarda doyma olmaz. Çünkü insanlar devamlı olarak evrimin arkasına giderler.
Varsayalım ki, belli malların ambarları yeter derecede gelir getiriyor. Mevcut ambarlar başka işlerde kullanılmaya başlanır, yeni ambarlara geçilir. Onlar planlamada gösterilen yerdedir. Yol ve bantlar ona göre ayarlanmıştır. Üretici artık malını takip etmez. O elindeki senedi bilir, onu satar. Müşteri senedi ambara getirir ve malı alıp götürür. Ambarlar böylece ileri düzeyde Adil Düzende oluşmuş olur. Biz bunları söylerken, size olacakları haber vermiş oluyoruz. Biz bunları benimsesek de benimsemesek de bu böyle olacaktır. Bizim arzumuz, bu değişmeye herkesten önce ayak uydurup ileri bir devlet olma isteğimizdir.
Bugün bu sistem uygulansa üç ay içinde enflasyon sıfıra iner, herkes işini de bulmuş olur. Üretim arttıkça fiyatlar düşer, ihracata imkan verir. Böylece borcumuzu da öderiz. Bütçe açığımız da kalmaz. Borçla borç ödemek, yarayı kaşıyıp azdırmaktan başka bir şey değildir.
AMBARLARIN İŞLETİLMESİ
Evrim birbirine benzeyen ama aralarında işbölümü olmayan varlıklardan birbirine benzemeyen ama aralarında işbölümü bulunan varlıklara doğru gitmektir. İşbölümü insanlarda ehliyetle sağlanmaktadır. Görünürde birbirine benzeyen insanlar elde ettikleri maharetle birbirinden farklı oluyorlar. Bir doktor bir motoru tamir edemez, bir mühendis de bir hastayı ameliyat edemez. Oysa konuştuğunuz zaman bunların ne yapacaklarını bilmeniz mümkün değildir. Bunların görünüşleri aynı ama bilgileri ve kabiliyetleri farklıdır. Bu bilgi ve kabiliyete ehliyet diyoruz. Farklı ehliyet ve farklı iş sonucu işbölümü doğacaktır. Bu da insanlar için evrim olacaktır.
Eskiden ambarcılık sadece işçilik olarak kabul edilirdi. Bugün ise ambarcılık ihtisas isteyen bir iş hâline gelmiştir. Önce malların özelliklerine göre muhafazası sözkonusudur. Sıcak yerde saklanacak olanı soğuk yerde veya soğuk yerde saklanacak sıcak yerde saklanacaksa o mallar bozulur. Açık havada demir paslanır. Güneşte naylon vasfını kaybeder. Görülüyor ki, her maddenin bir muhafaza tekniği vardır. Onu öğrenip bilmek gerekir.
Sonra malların tanınması gerekir. Altını tanımayan kimse kuyumculuk yapamayacağı gibi ipeği tanımayan kimse de bezzazlık yapamaz. O kadar çok mallar vardır ki, bu malların bir insan tarafından tanınması imkânsızdır. O halde yapılacak iş, belli malları tanıyan kimsenin belli malların saklandığı ambarlara ambarcı yapmaktır. Böylece yine evrim ve işbölümü gerçekleşir.
Gerçi artık gelişmiş malların üzerinde etiket yapıştırılacak ve etiketteki bilgilere göre mallar tanınacaktır. Ancak yine de o etiketlerin ve damgaların okunması, doğruluğun tesbiti gerekmektedir. Bu itibarla artık gelişigüzel kimseler ambarcılık yapamaz. O halde ambarcılık özel ehliyete dayandığı gibi güvene de dayanmaktadır. Bu itibarla ambarcılık bir kamu hizmeti mahiyetindedir.
Bir malı muhafazaya ehil olduğuna ambarın büyüklüğüne göre ilçedeki ambar hizmetlisi karar verir. İlçedeki ambar hizmetlisi talip olanları imtihan ederek bu işi yapacağına dair ehliyet verir. Bu aynı zamanda teminatlı ehliyettir. Ehliyeti verirken ona göre verir ki o işin ehli olsun. Yoksa onun akilesi tazmin eder. Vermezse, genel hizmetten pay alamaz. Böylece denge kurulmuş olur.
Ambarlara atamalar, kamu hizmetleri olduğu için şûralar tarafından yapılır. Ambar serbest değildir. Ambarcılık bir hizmettir. Onun için ilçelerde ambar hizmetleri ambar görevlileri tarafından yapılır. Onlar işyerlerinde temsilciler bulundururlar. O temsilciler o işletmelerde ambarcılık hizmetini görürler. Genel olarak orada çalışan işçilerden seçilir ve ona buradan ek ücret gelir. İşletme planı yapılırken hangi ambarlara kimlerin bakabileceğini, görevlerinin ne olduğu, haklarının ne olacağı da belirtilmiştir.
Üreticiler mallarını ambara teslim ettiklerinde kendileri bir makbuz alırlar. Yüz parça teslim edildiğinde kendilerine mesela 60 parçanın makbuzu verilir. Bunlar bunu bankaya götürüp verirler ve kredilerini kapatırlar. Arada kalan 40 parça ise tüm müstahaklara bölüştürülür. Burada ambarcının da payı verilir. Görülüyor ki, tüm vergi ve kiralar diğer ortak harcamalar ambara teslim esansında alınmaktadır. Hem de mal olarak alınmaktadır. Bu maldan vergi alma ilkesidir ki tamamen adildir. Diğer ortaklara, mal sahiplerine ise mal değil onun karşılığında senet veya kupon verilmektedir. Halk bunu serbest piyasada satarak nakde çevirmektedir.
Demek oluyor ki, ambarların işletilmesi de hizmet ilkesine dayanmaktadır. Şimdi şu soru sorulabilir, ambarlar halka ne hizmet verecektir? İşte bu da mallara yed-i emin olmadır. Özel servetin bekçiliğini yapmadır. Bunun için kendilerinden ücret alınmaz, ama ortak hesapta toplananları kişi başına hizmetliler bölüşür. Ayrıca bu ambarlara mal muhafaza ettirmek de sözkonusudur.
Standart malların ambarlarda muhafazası kolay bir iştir. Buna karşılık alınan fark da bellidir. Ama standart olmayan mallar ambarlarda nasıl muhafaza edilecek ve pay nasıl verilecektir? Bu konuda ambara verilen mallar için ambar hizmetlilerine bir kontenjan tanınmıştır. Bu kontenjanı nasıl isterlerse öyle kullanırlar. Yani, kimin buna daha fazla ihtiyacı varsa ona kullanır. Bu husustaki takdir hizmetliye aittir.
Bu sayede ambarlarda yalnız standart mallar değil, standart olmayan mallar da muhafaza edilebilecektir. Görerek almak isteyen herkes ambardaki malı görüp pazarlık yapabilir. Gelecekte mallar konusunda daima standartlaşmaya gidilecektir. Gittikçe mal çeşitleri azalmaya başlayacak ve standart mallar sayı itibariyle çoğalacaktır. Bununla beraber evrim devam edecektir. Bunun için standart olmayan mallar ortaya çıkacaktır. Zamanla onlar da standartlaşacaklardır. Her zaman ambarlarda standart olmayan mallar bulunacaktır. Kişi evinde saklayamadığı eşyayı satıncaya kadar ortak ambara koyabilecektir. Ancak bunu ambar hizmetlisi sağlayacaktır.
KONSİNYE MARKETLER
Nüfusu 30 bin ile 100 bin olan yerlerde 10 civarında mağaza mevcut olacaktır. Bu mağazalar aynı zamanda bir ambar mahiyetindedir. Mağaza demek, teşhir edilen ambarlar demektir. Gelecekte insanlar mağazalardan malları alıp kendileri evlerine taşımayacaklardır. Mağazaları gezecek, değişik tür malları görecek, ne alacağına orada karar verecektir. Sonra bir liste yapıp bedelini ödeyecektir. Adresini verecek, mallar paketlenmiş olarak evlere teslim edilecektir. Tabii ki bu satın alma işi mağazaya gelmeden gerçekleşmiş olacaktır.
Bu mağazalardaki mallar standart olabildiği gibi standart olmayan mallar da olabilecektir. Standart olmayan malın üzerinde etiket bulunacak ve numarası olacaktır. Beğendiği malın numarasını listeye yazmakla standart olmayan malı da satın almış olacaklardır. Mağazalardaki bu mallar, oradaki satıcılara ait olmayacaktır. Oradaki tezgahtarlara ait olmayacaktır. Malı satmak isteyenlerin olacaktır. Sermayesi olan kimse bir malı pazarlayabilecektir.
Mallar mağazalarda belli bir yüzde ile satılacaktır. İstenir ki bu yüzdeler çok düşük olsun. Bu sayede üretici ile tüketici arasında az farkla iletilsin. Bir ilçede 10 mağaza vardır. Bu mağazalar malları standart yüzde ile satmaktadırlar. Aralarında rekabet vardır. Her mağaza farklı yüzde ile satış yapabilir. Değişik mallar değişik yüzdeler uygulayabilir. Ne var ki, mağazaların uyguladıkları yüzdeler belli olmalıdır. Ve herkese eşit şartlar altında uygulayacaklardır.
Malların satış fiyatlarını malı sattırmak isteyen koyar. Bunların kârları sınırlı değildir. İstediği fiyatı koyar ve sattırır. Kâr ve zarar ona aittir. Sadece satıştan alınacak yüzde belirlenmiştir. Fiyat yükselince yüzde aynı kalır ama miktar artmış olur. Düştükçe herkesin payı düşer. Satılmayan malların fiyatlarını sahipleri düşürebildikleri gibi satılan malların fiyatlarını da yükseltebilirler. Dışarıda fiyat artınca onlar da artırırlar, azalınca onlar da azaltırlar.
Mallar satılmazsa mallarını alıp götürürler. Mağazaya bir şey ödemezler. Satılan mallardan kesilen yüzde, orada çalışanlara, genel hizmete, mağaza kirasına bölüştürülür. Onların payları mukavelelerle belirlenir. Belirlenmemişse, işçilerle mağaza eşit alır. Genel Hizmete yarısı verilir. Mağazada satanlardan bir kısmı sattıklarından yüzde alırlar, bir kısmı ise tüm satışlardan pay alırlar. Mağaza sözleşmesinde bunlar belirtilir. Hedef herkesi çalıştırmak ve çalışmalarına göre payları bölüştürmek.
Ayrıca satılan mallar üzerinde %5 gibi bir sermaye payı konur. Bu pay ile bozulan veya çalınan mallar karşılanır. Artanla satılmayan malların fiyatları düşülerek ucuzlamaları temin edilir. Uzun zaman bekledikten sonra onların fiyatları düşeceğinden onlar da satılır. Bu sistem bilhassa mevsimlik mallara uygulanır. Mevsiminde fiyatlar yüksek tutulur. Günü gelince sahipleri tarafından fiyatlar düşürülür. Ama mevsiminde konan sermaye payı büyük tutularak günü gelince ucuz satılmaları da sağlanır. Yani, sermaye payı mallara kendi içlerinde uygulanır.
Eğer bir mal sübvanse edilecekse o mala bu sermaye payından fazla pay ayrılır ve o mal sübvanse edilir. Şayet bir mal çok rağbet görüyor ama bulunamıyorsa onun sermaye payı artırılır. Hâsılı, mağaza sahibi ile satıcı arasında devamlı bir pazarlık sözkonusudur. Mallar ona göre satılabilir. Anlaşmalar yapılır. Programa yüklenir, orada satışlar olur.
Malların evlere teslimi, bölgelerdeki toptancılardan alınıp ilçelere getirilmesi işi ise taşıma işi olup her gün servis yapılır. Birkaç mağazaya birden yapılır. Değişik ilçelere birden yapılır. Böylece taşıma maliyetleri düşürülmüş olur. Taşıma işleri de genel hizmetten olduğu için onların da tarifeli ve ihale usûlü yapılacağı aşikârdır. Kompitürde yapılan bu ihaleleri kim önce kapatırsa o iş ona kalır. Mesela, bir yıl öncesinde ihaleye çıkarılır. Haftalık mağaza hizmeti bir nakliyeciye verilir. Fiyatlar baştan çok ucuz tutulur. Gittikçe azaltılır. Bir hafta kala çok yükseltilir. Aynı nakliyeci alacaksa o da ihaleye bir fiyat bildirir. O fiyata geldiği zaman ihale gerçekleşmiş olur.
Mağazalardaki raflar ayrı ambar statüsündedir. Oraya hizmet verenler ambarcı durumundadır. Mağazadaki mallar mağaza senetleri ile satılır. Fiyatlar ona göre konmuştur. Karşılaştırmanın kolayca yapılabilmesi için Ag üzerinden tutarları belirtilir. Her ilçede ona yakın mağaza olacaktır. Bölgelerde ise bu mağazalar mal dağıtan değişik mallara göre toptancı mağazaları veya ambarları olacaktır. Üreticilerden başlayarak ve ambarlarına varıncaya kadar mallar depolanmış olacaktır. Mallar tanımlanacak ve numaralanacak. Ambar veya mağazalarda kodlanarak konacak, müşteriler oraya gelip görecekler. Satın alacaklar, sonra evlerine götürüp teslim edilecektir. Herkes üretici olacak, ürettiğini ambarlara teslim edecek, aldığı belgeyi piyasaya arz edecektir. Sonra o belgeyi nakitle istediğine satacaktır. Koruma külfetine girmeyecektir. Herkes ürettiği malların bir kağıt deposuna sahip olacaktır. Satamadım, üretemedim diye bir şey söz konusu olmayacaktır.
MALA-MAL MARKETLERİ
Konsinye mağazalarının yanında Mala-Mal Mağazaları da olacaktır. Bu Mala-Mal Marketleri de konsinye marketleri gibidir. Ne var ki, burada mallar satın alınır. Ancak karşılığında nakit verilmez işletme senedi verilir. İşletme senedi altın-gram üzerinde tanımlanmıştır. Ancak kendisine buna karşı altın-gram verilmez. Markete getirip bir mal satan karşılığında işletme senedini alır. Bu senetle o mağazadan başka mal alma hakkına sahip olur. Bu mal standart olabilir, olmayabilir de.
Mala-Mal Mağazalarının çalışma şeklinde konsinye mağazalardan fazla farkı yoktur. Sadece malı geri alıp götürme yoktur. Fiyat ise stokla değişir ve bir de sermaye payı ile zamanla değişir. Orada çalışanlar, tesis sahipleri, nakliyeciler, genel hizmet erbabı, devlet hep işletme senedini alarak paylarını alırlar. Yani, bu işletme senedi ile yalnız o mağazada mal satın alabilirler.
Bu mağazalarda altın, döviz ve nakit de alınıp satılır. Bunlardan fark da alınmaz, kaça satılıyorsa o değerle alınır. Bunların üzerinde çalışanlar sermaye payından paylarını alırlar. Ancak işletme senedi ile bunların değerleri kasa stokları ile belirlenir. Yani eğer nakit yatıran çoksa işletme senedinin değeri düşer, fazla ise işletme senedinin değeri yükselir. İşletme senedinin değer değişimi ile ülkenin veya insanlığın krize doğru gidip gitmediği de belirlenmiş olur.
Mağazalar zinciri oluşturulur, bu işletme senedi ile bütün mağazalardan alış-veriş yapılabilecektir. Böylece bir mağaza zincirinin işletme senedi o mağazaların parası hükmünde olacaktır. Yani, gelecekte paralar mal karşılığı basılacaktır. Bu mal karşılığı parayı basan da mağazalar zinciri olacaktır. Altın veya altın karşılığı devletçe çıkarılan paralar bu mağazalar işletme senetlerinin değerlendirilmesi için kullanılacaktır.
On kadar rakip mağazalar zincirinin işletme senetleri aynı zamanda o işletmelerin gücünü gösterecektir. Mağazalar otomatikman rekabet içine gireceklerdir. Halk ister konsinye ister Mala-Mal Mağazalarında alış-veriş yapsın. Eğer parayı önce yatırır, alışverişi sonra yaparsa, mağazaya sermaye koymuş olur, sermaye payından yararlanır. Bu da halkın sermayesini bu şekilde değerlendirmesine imkân vermiş olur. Halkı israfa değil tasarrufa teşvik eder. Ayrıca üretime zorlar. Bu da malların ucuzlamasını, daha çok tüketim olmasını sağlar. Oysa halk tüketime zorlarsa yatırım olmaz ve ileride üretimle beraber tüketim de düşer.
Mala-Mal Mağazalarında malları satın almak için tüccarlara işletme senetleri kredi olarak verilir. Bu işletme senetleri ile pazarlıkla tüccarlar mal satın alırlar. Bunların kârları ise bellidir. Satıştan alacakları paylar baştan belirlenmiştir. Bunlar cirodan kazanırlar. Cironun çok olması için alınan malların ucuz olması gerekir. Oysa satıcı için ise pahalı satılması iyidir. Pazarlıkla denge elde edilmiş olur. Buradaki ticaret de genel hizmet içinde yer alır. Çünkü kredi veriliyor, mal satın alınıyor. Belirlenmiş bir farkla satılıyor, hizmetten pay alınıyor.
Mağazalardaki bu tüccarları kimler belirleyecektir? Bir tüccara krediyi kim tanıyacaktır? Bu kredi dayanışma ortaklıklarınca tanınır. Bunlar aldıkları bu işletme kredileri ile istedikleri işletmelerin senetlerini alır ve onunla ticaret ederler. Burada malların satılmaması hâlinde tüccar rizikoyu taşımadığı için bu serbest ticaret sayılmaz. Buradaki malların satılmaması hâlinde sermaye payı bunu finanse etmiş olacaktır. Ne var ki, kredileri kapanmış olacaktır. Yani, zarar edilen malların zararları kadar kredileri düşecektir.
Demek ki, ambar hizmeti veren genel hizmetliler halktan sattıkları malları toplayıp ambarlara koymakla, bunları isteyenlere teslim etmekle yükümlüdürler. Ambar hizmeti sayesinde herkes üretici oluyor ve ambar hizmeti sayesinde herkes tüccar olabiliyor. Tüccarlara kredi verildiği gibi üreticilere de bu mala-mal mağazalarından kredi verilir. Bu mağazalardan ham madde satın alırlar, işlerler ve tekrar buraya satarlar. Bunu sağlayan da yine tüccar hizmetlisidir. Yani, krediyi o kullandırır, takip eder.
Her ilçede 10 kadar mağaza vardır. 10 kadar da tüccar vardır. Bunlar üretimi planlarlar. Yani, ham maddeleri alır, üreticilere verir. Onlardan aldıklarını da mala-mal ambarına teslim ederler. Halk ise artırdığı para ile malları satın alır konsinye olarak sattırır. Yahut mağazaların işletme senetlerini alır ve onun sermaye payından yararlanır. Halkın serbest ticareti önlenmiş değildir. İsterse kendisi dışarıdan para ile mal alır, mağazaya mala-mal karşılığı koyar. İsterse tersini yapar, mala-mal karşılığı mal alır, onu nakitle piyasaya satar. Bunların satış ve alış yerleri ise serbest pazarlar olacaktır. Orada nakitle alış-veriş olacaktır. Yahut evlere gider oralarda satış yapabilirler. Ayrıca nakitle satan mağazalar da bulunur. Bu hususta serbestliğe bir bağlayıcılık getirmeyecektir. Yani, Adil Düzen de serbest piyasa daima organize olmuş piyasaya rakip olacaktır. Genel Hizmet verilmediği için de o piyasa vergiden muaf olacaktır. Yani, halk kendi sermayesi ile bir iş yapıyorsa, 25 Genel Hizmetten yararlanmıyorsa ondan vergi de alınmayacaktır. “Adil Düzende vergi yoktur.” Derken, bu kastediliyor.
MALKARIN SİGORTALANMASI
Gelişmiş ekonominin en belirgin özelliği sigortadır. Çok değerli mal ve hizmetler kişilerin eline geçmekte, kendi kusurları olsun veya olmasın heder olduğu zaman büyük zararlar doğmaktadır. O hizmeti veren kimsenin onu tazmin etmesi imkânsız hâle gelmektedir. Bir şoför araba sürmektedir. On bin dolarlık kamyon vardır. İçinde belki yirmi bin dolarlık mal vardır. Kaza yaptığı zaman ölüme sebebiyet verirse tazminatı yüz bin dolarları bulur. Halbuki bir işçi günde on saat çalışsa bir dolar geliri olsa ayda 300 dolar, senede 3000 dolarlık iş yapar. 30 yıl çalışsa 100 000 dolar kazanır. O halde bunu tazmin etmesi mümkün değildir. Bunu kim tazmin edecektir?
Kişilerin kişilere iras ettiği zararları dayanışma ortaklığı tazmin ediyor. Kişinin mala karşı iras ettiği zararları dayanışma ortaklığınca tazmin ediliyor. Yalnız dayanışma ortaklığı kişinin kendi kusuru nisbetinde ve nihayet kendi bedeli kadar bir tazminatı yapıyor. Yani yüz bin doları tazmin ediyor. Oysa bazan bu çok yüksek bir ziyana sebep olabiliyor. İşte burada dayanışma ortaklığından alınan bir taksit sisteminin yanında mallar arasında dayanışma geliştirilmiştir. Böylece sigorta temin edilmiştir.
Bunu insanlar arasında dayanışmaya kıyas yaparak izah edelim. Dayanışma mağazaları vardır. Bu dayanışma mağazalarında bir olay oldu, mağazanın birinde bir hırsızlık oldu, mal çalındı. Yahut yangın oldu. O zaman ne yapılacaktır? Bu zarar mağazalar zincirindeki bütün mağazalara bölünecek ve sermaye payından ödenecektir. Yalnız bu sermaye payı zarar olmadığı zaman azaltılacak, zarar olduğu zaman çoğaltılacaktır. Yani, dikkatli çalışan mağazalar daha ucuz mal satabileceklerdir.
Buradaki dayanışma önce ilçedeki mağazanın kendisi içinde olacaktır. Zarar fazla ise il içindeki mağazalara teşmil edilecek, daha fazla ise ülke içindeki mağazalara teşmil edilecek, daha fazla ise insanlık içinde mağazalara teşmil edilecektir. Böylece kişilerin sigortalanması gibi malların da sigortalanma sistemi getirilmiş olacaktır.
Bu mal sigorta sistemi taşıma için de gerçekleşecektir. Taşınan mallar üzerinde bir kaza olursa bunu kim tazmin edecektir? Yani, burada şu soru ile karşılaşılır. Bir ambar başka bir ambara mal gönderiyor, bu mal kimin zimmetindedir? Gönderenin mi, yoksa talep edenin mi? Yani teslim yeri neresidir? Mağazadan çıkış yeri midir, yoksa mağazaya giriş yeri midir? Bunun için istidlâl yapmalıyız. Malı satın alan talep etmektedir. O halde mağazadan çıkan mal için sorumluluk biter. Hangi mağazaya mal gidiyorsa sorumluluk ona aittir. Dolayısıyla mağazaca sigortalanmış olacaktır. Alıcı firmanın sermaye payından karşılanacaktır. O zaman bir yetki de ortaya çıkıyor. O da taşıma firmasını alıcı mı belirleyecek, satıcı mı belirleyecek?
Kapitalist sistemde satıcı firmaların dağıtım işletmeleri vardır. Onları çıkarır, malları mağazalara kadar götürür. Oysa Adil Düzende alıcı firmanın arabası var, sabah çıkar, dolaşır, malları toplar, mağazaya getirir. Yani, kapitalizmde nakliye firmasını satıcı seçmekte, oysa Adil Düzende ise nakliyeci firmayı satıcı seçmektedir. Böylece nakliye firmasını seçerken onun yapacağı zararı da tazmin etmektedir demektir.
Şimdi bir kaza olduğu zaman kişilere zarar verilmekte, araçlara zarar verilmekte, içindeki mallara zarar verilmekte ve bir de karşı tarafın mallarına zarar verilmektedir. Öyleyse bunlar nasıl tazmin edilecektir. Kişilere verilen zarar dayanışma ortaklıklarınca tazmin edilecektir. Arabalara gelen zararlar ise arabaların kira paylarına konan dayanışma payları ile karşılanacaktır. Yapılar da böyle sigortalanmaktadır. Zararlar çoğalınca bu paylar artırılıyor. Zararlar azalınca bu paylar düşürülüyor. Tamir-bakım payı benzeri bir paylaşma yapılıyor. Arabanın taşıdığı mallar mağazalar tarafından yani talep eden mağazalar tarafından karşılanıyor. Karşı tarafın malları ise karşı tarafça karşılanıyor.
Bunun dışında ticari olmayan mallar vardır. Zarar olmaktadır. Diyelim ki, bir kimsenin buzdolabını tamir eden kimsenin vereceği zarar vardır. Bunlar dayanışma ortaklıklarınca karşılanır. Bazı mallar ise kamu bütçesinden sigortalanır. Bedelsiz sigortalanır. Evdeki eşya böyledir. Çalınırsa devlet tazmin eder. Adil Düzenin kendi hukuku içtihatlarla oluşacaktır. Sorunları bizim çözmemiz mümkün değildir. Biz sadece sorunların nasıl çözüleceğini ortaya koyuyoruz. Kıyas yapılarak diğer sorunlar ona göre çözülmelidir. Ana kural şudur. Kamu hizmetlileri bir hizmet yaparken bir zarar verirlerse bunu dayanışma ortaklıkları çözer. Bir işletmede bir afet sebebiyle zarar olursa bu üretime konacak fon öder. Her ikisinde kabul edilen ilke zarar olduktan sonra tazmin edilmesidir. Önceden fon biriktirilmez, zarar olmazsa kimse bir şey ödemez. Sonra bunun miktarı artarsa dayanışma gerçekleştirilir. Daha da artarsa taksitlerle uzatılır. Sigorta yükü işletmenin verimini düşürmemelidir. Adil Düzenin tam çalışması için bütün müesseselerin faaliyete geçmesi gerekir. Oysa bu mümkün değildir. Onun için devlet çapında Adil Düzeni getirmek son derece zordur. Hatta imkânsızdır. Adil Düzen işletmeler çapında denene denene küçükten başlayarak getirilmelidir. Nazariyesi ise büyük ve tam olmalıdır.
SANAL MAĞAZALAR
Kooperatifimiz 25 hizmetten biri olarak bir ambar hizmetini kuracaktır. Kuruculardan biri ambar sorumlusu olacaktır. Bu ambar sorumlusu ona yakın ambar hizmetlisi bulacaktır. Bir ambar ortaklığı kurulacaktır. Bu ortaklık ortak olacak firmalara ambar hizmetini verecektir. Bu nasıl olacaktır? Ortak firma kooperatife müracaat edecek ambarında stok olarak bulunan malı rehin göstererek kendisine kredi tanınmasını isteyecektir. Kontrol hizmetlileri gidecek ve o malın orada mevcut olduğunu görecektir. Mal bir ambara konacak ve çift anahtarla kilitlenecektir. Anahtarın biri mal sahibinde, biri de kooperatifimizde olacaktır.
Kooperatifimiz mevcut malın miktar ve değerini gösteren bir belgeyi mal sahibine verecektir. Kooperatif şu taahhütte bulunacak, şayet bu adamın ambarında bu mal bulunmazsa kooperatifimiz onu dayanışma içinde ödeyecektir. Yani, bu tür iş yapan ortakların kefaleti ile ödeyecektir. Bu tür ortaklardan bono senetleri alınmış olacaktır. Hakemlerin kararı ile bu senetler tahsile konabilecektir. Kişi aldığı bu belgeyi istediği kimseye götürüp teminat olarak gösterecektir. Kooperatife bilgi verilmesi hâlinde o mal satıldığında mal teslim etmeden önce ipotek edilen bu mal teslim edilmeyecektir. Buna kooperatif kefil olmuş olacaktır.
Malların stoklarına göre kooperatifçe belirlenen bir ipotek değeri olacaktır. Bu suretle kooperatif bir dayanışma kredisini gerçekleştirecektir. Ortaklar arasında o miktarda bir kredi dönmüş olacaktır. Bu da ekonomide bir hareket sağlayacaktır. Burada görülen sadece ortakları bu hususta ikna etmektir. Ortakların böyle bir belge almaları ve bu belgeleri değerlendirmeleridir. Kooperatif bu teminatını gayri menkulü teminat olarak verir.
Kooperatifimizin hakemler kurulu olacağı için ortaklar arasında çıkacak nizalar hakemler aracılığı ile çözülür. Hakem kararlarına uymayanların davalarını kooperatif finanse eder. Görülüyor ki, bizim bir iş yapabilmemiz kendimizin maddi değerlere sahip olmamız gerekmiyor. Ortaklarımız kendi mal varlıkları ile bunlara katılabilir ve bundan yararlanabilirler. Herkesin kendi ambarı ortak ambar hâline gelmiş olacaktır. Buna bugün kani olmayan topluluk ileride çok sıkıntılı günler geçireceklerdir. İsteseler de istemeseler de dediklerimizi yapmaya başlayacaklardır. Yapmazlarsa helak olup gideceklerdir. Bunları ben söylemiyorum, ilim söylüyor. Allah kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez.
Kendilerinin gelip bizden bilgi almaları gerekenler, bizim kurduğumuz partiden yararlanarak şimdi makamları işgal edenler, bize boş arsalarını kullandırmaya bile yanaşmıyorlar. Bugün konuşuyor, akşam şeytanları ile buluşuyor, münafıklarla buluşuyor ve vazgeçiyorlar. Bu halleri ile yaşayacaklarını ve varlıklarını sürdüreceklerini sanıyorlar. Biz de aynı gemideyiz. Biz de batıp boğulacağız. Biz bu çalışmalarımızla gemimizi kurtarmaya çalışıyoruz. O zavallılar dilsiz, sağır ve kör olmuşlardır.
Biz bu yazdıklarımızla, bu dâvetlerimizle helâktan sonra da olsa insanlığa bir belge bırakmak istiyoruz. Kur’an’ın sahifesini açmak istiyoruz. Kur’an’ı bu gözle okuyup anlamalarını istiyoruz. Bizim korkumuz bu dünyada başımıza gelecekler değildir. Nasılsa öleceğiz; bu dünyada başarılı olsak neye yarar, olmasak ne zarar verir? Ama asıl sorun âhiret sorunudur. Orada vereceğimiz hesaptır. Bizim çabamız o hesabı kolaylıkla vermektir.
Bana bu konuşmaları sağladığınız, bunları yazmama ve yaymama yardım ettiğiniz için Allah hepimizi mağfiret edecek ve naim cennetlere götürecektir. Helâk günlerini kimimiz görecek, kimimiz görmeyecektir. O gün Kur’an’ın dediği gibi herkes bizi suçluyuz diyecek. Ümit ediyorum ki, o âfetten sizler kurtulacaksınız, yaşayanlar kurtulacaklardır.
Bir kompitür merkezi kurarız. Burası Mala-Mal Mağazası şeklinde çalışır. Mallar herkesin mağazasında bulunur. Ama biz konsinye satarız. Bugün mallar o kadar çeşitlenmiştir ve o kadar değişik yerlerde satılmaktadır ki, kişinin kendisinin bir malı İstanbul’da bulup almak imkânsızdır. Bundan dolayı aracılar türemiştir. Bunlar mağazalara rehberlik yapmaktadırlar. Taşradan gelen kimseleri mağazalara götürüp mal aldırmaktadırlar. Mağazalar onlara bir komisyon vermektedir. Bu iptidai bir şekilde yapılan konsinye satışlardır. Biz bunu kompitüre işleyerek ve nakliyesini yaparak gerçekleştireceğiz. Bir kamyonetimiz olacak, bu kamyonetle böyle bir mal mübayaasına gelen tüccarı dolaştıracak, malları aldıracağız ve ambalaj yapıp kargoya vereceğiz. İşte bu hizmeti yaparak komisyon alacağız.
Görülüyor ki, İstanbul’da Adil Düzene göre kurulmuş kooperatifte pek çok işler vardır. Ne hikmetse cesareti olmayanlara cesaret veremiyoruz, cesareti olanlara da iman veremiyoruz. Şimdilik sadece yazıp okuyoruz, bir iş yapamıyoruz. Ahşap ev çok yavaş da olsa hamd olsun devam ediyor. Onun da hızlanmasını Allah’tan dua ediyoruz. Beş kadar Genel Hizmet kaldı. Onları anlatıp bitirdikten sonra not hâline getirip disketlere doldurmalıyız. Dolaşarak dâvette bulunmalıyız. Bizim görevimiz o zaman bitecektir. Ondan sonrası Allah’a aittir. Adil Düzeni isterse tufanla, isterse tufansız getirir.
ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER
XXI
BANKA HİZMETLERİ
İlk insanlar meyve toplayarak geçindiler. Sabah gider, akşam karınlarını doyurarak geri gelirlerdi. Ne var ki, her gün meyve toplama imkânı bulamadılar. Bu sebeple topladıkları meyveleri ertesi güne sakladılar. Bir de değişik meyvelerden yararlanmak için meyveleri ikram şeklinde olsa da değişmeye başladılar. Kuru meyveleri aylarca saklar oldular. Sonra meyveleri kuruttular. Mesela, kuru üzüm yaptılar. Meyvelerin alınıp satılmasına başlandı. Bir meyve aynı zamanda para olmaya başladı. Tarihte mübadele aracı olarak başlayan para aynı zamanda değer takdir arzı olmuştur. Borç verme aracı olmuştur.
Tarihteki paranın hikâyesi şöyledir.
- Toplayıcılık döneminde kuru yemiş,
- Avcılık döneminde hayvan derisi,
- Çobanlık döneminde yün veya koyun,
- Tarım döneminde tahıl,
- Pazar mübadelesi döneminde madeni para, bakır, kalay, gümüş,.
- Tüccar mübadelesi döneminde daha az olması sebebiyle kıymetli olan altın.
- Kapitalizm döneminde altın karşılığı kâğıt para.
- Sosyalizm zamanında devlet teminatı karşılığı tanımlanmamış kâğıt para.
- Adil Düzende mal karşılığı kaydi para.
Para ne işe yarar?
- Para değerlendirme aracıdır. Bu tarla şu kadar kilo mısır eder derlerdi. Yahut, bir yevmiye beş okka mısırdır. Görülüyor ki, burada para sadece değer gösterir. Varolması gerekmez.
- Para tasarruf aracıdır. Elde ettiğinizi şimdi harcamak istemezseniz, onu sağlam bir değere çevirirsiniz. Onu saklarsınız. Çünkü, bilirsiniz ki, onu her zaman değerlendirebilirim. Onunla istediğim şeyi alabilirim. Paranın bu özelliğine likidite deniyor.
- Para değiştirme aracıdır. Siz malınızı para ile satarsınız, sonra onunla başka bir malı alırsınız. Böylece ekonomik birlik doğar.
- Para aynı zamanda borçlanma aracıdır. Kredi aracıdır. Kendinizin kullanmadığı değeri paraya çevirir, onu sonra istediğinize verirsiniz. Sonra alırsınız.
Paranın bu özelliğini taşıyabilmesi için de bazı özellikler taşıması gerekir.
- Kolayca çoğaltılmamalı. Yoksa o para vasfını kaybeder.
- Kolayca ölçülebilmeli. Yoksa halk onu para olarak kabul edemez.
- Parçalanabilmeli ve istenilen büyüklükte olabilmelidir.
- Saklanması kolay olmalı ve zamanla bozulabilmemelidir.
- Taşınması kolay olmalıdır.
Bu özellikleri taşıyan değer aranmış, şimdiye kadar yukarıda anlatılan para evrimi gerçekleşmiştir. Ne var ki, para evrimleştikçe kolayca çoğaltılabilme özelliğini de taşımaya başlamıştır. Böylece enflasyon hastalığı doğmuş, bugünkü krizler ortaya çıkmıştır. Şimdi Adil Düzenin daha ileri gelmiş bir para ortaya koyması gerekir. Yoksa gelecek medeniyetin kurucusu olamaz. Adil Düzenin koyduğu para adil olmalıdır. Yani, sömürü aracı olmamalıdır. Bugün ise parayı çoğaltanlar sömürü merkezleri olmaktadır.
Bugün ortaya çıkan karşılıksız para önce bankerler tarafından ortaya kondu. Para çıkarmada yolsuzluk olmaya başlayınca devletler kontrol etmeye başladılar Sonra da kendileri çıkarmaya başladılar. Önce onlar altın karşılığı çıkardılar. Sonra onları kontrol eden olmayınca karşılıksız çıkardılar. Kâğıt paranın o kadar kolaylığı vardır ki, yüzde beşyüz yıllık enflasyonu olan paralar bile işlemeye devam eder. Bu korkunç güç devletleri mutlak hâkim yapmıştır. ABD başlangıçta uluslararası para olarak kullanılmak şartı ile altın karşılığı para çıkardı. Ama 1975 yılında vazgeçti. O tarihten beri dünyada artık tamamen hayali para geçerlidir. Ne var ki, bu durum doların değerini düşürmedi. Gelişmiş ülkelerin paraları da değerlerini korumaktadır.
Ancak tehlike çanları çalmaktadır. Gelecekte dolar ve mark işe yaramaz hâle geleceklerdir. Yeni paralar da çıkmayacaktır. Onun yerine yeni paralar ortaya çıkacaktır. İşte bu Adil Düzenin önerdiği para olacaktır. Yani, Kur’an’ın öğrettiği para olacaktır. Ne zaman? derseniz. Kur’an’ın cevabı, yakında diyor. Ama yakının ne olduğunu yalnız Allah bilmektedir. İbni Haldun bir sosyoloji kitabı yazdı. Müslümanlar ondan yararlanamadılar. Avrupa sonra onun üzerinde medeniyetinin ilimlerini kurdu. Bu bizim yazdıklarımız da unutulup gidebilir. Ancak, söylediklerimiz gerçekleşecektir. Çünkü bunu ilim söylüyor, çünkü bunu Allah söylüyor.
BUGÜNKÜ BANKALALARIN ÇALIŞMASI
Merkez Bankası kâğıt parayı basar ve piyasaya dört kanal ile sürer.
Dört kanalla da parayı piyasadan çeker.
- Tüketiciye kredi açar. a) Kredi faizleri geri döner.
- Yatırımcıya kredi açar. b) Toprağı ve KİT’leri satar.
- Günlük harcamaları yapar. c) Vergi toplar.
- Kamu yatırımını yapar. d) Kiralar alır.
- Halkın eline geçen para mevduat olarak bankalara döner.
- Bankalar işletmelere kredi açarlar.
- İşyerlerinde çalışan halka kendi parası ücret olarak kendisine döner.
- Onunla gidip mal alırlar, satanlar da krediyi itfa ederek iade ederler.
Böylece piyasada herkese iş ve herkese aş bulunmuş olur.
Piyasaya sürülen para az ise işsizlik olur, fazla ise enflasyon olur. İşsizlik ve enflasyon arasında hafif titreşimle denge kurulur. Devlet Merkez Bankası politikasıyla bu dengeleri korur.
Aşırı enflasyon fiyat ve ücret anarşisi sebebiyle işsizliği doğurur.
Aşırı işsizlik mal yokluğu sebebiyle enflasyonu da doğurur.
İşsizlik yok ama hafif enflasyon varsa, denge vardır. Enflasyon yok ama hafif işsizlik varsa, yine denge vardır. Batılılar hafif işsizliği enflasyona tercih ederler, böylece dünya pazarlarını ellerinde tutarlar.
Eğer aşırı enflasyon işsizliği doğurmuşsa, ekonomik kriz var demektir.
Aşırı işsizlik enflasyona sebep olmuşsa, ekonomik kriz var demektir.
Türkiye 28 Şubata kadar 50 yılda 100 milyar dolar borçlandı. Dört yılda ise 50 milyar dolar borçlandı. 50 yılda 100 milyar dolarla tarım döneminden sanayi dönemine geçti. 50 milyarla dört yılda bir çivi bile çakılamadı.
Türkiye’de 12.5 milyon işsiz var. Bunun yıllık kaybı 75 milyar dolardır. Dört yıllık kaybımız 300 milyar dolardır. Yani, dengeli para politikası güdülseydi de dört yıl işsiz kalan halkımızı çalıştırsaydık, şimdi 150 milyar dolar borçlu değil, 150 milyar dolar alacaklı olacaktık.
Ekonomik Darbe:
- Dışarıdan borç alınır ve bankalar veya halka satılırsa, piyasadan para çekilmiş, dolar ucuzlamış olur. Bu;
Dışa satılacak malları ucuzlatacağı için üreticiyi kurtarmaz, ihracat mallarının üretimi durur, işsizlik olur.
Döviz ucuz olduğu için ithal malları ucuzlar, ithalat olur. İç tüketim mallarının da üretimi durur. Borç para bitince işsizlik ve enflasyon birden ortaya çıkar ve ekonomik kriz olur. 20 Şubat Krizi budur.
- Devlet bankalardan borç alırsa bankalar garantili masrafsız kazanç sebebiyle sevinirler ama bu piyasadan parayı çeker. İşletmeler kredi alamaz, reel sektör ölür. Devlet de yıkılır.
Türkiye’yi ekonomik krize sokup;
- Kıbrıs sorununu çözecekler.
- Kürt devleti sorununu çözecekler.
- Tüm Türkiye’yi onda bir, yirmide bir fiyatla satın alacaklar.
- Orduyu mefluç hâle getirip dağıtacaklar.
20 Şubat ekonomik darbesi ile bu işi başaramadılar. Türkiye hâlâ ayaktadır. Şimdi borç takası yoluyla ve 10 milyar dolarla yeni krizle bunu halledecekler. Geleceğini de söylüyorlar. Yani, diyorlar ki, biz böyle yapacağı.
Oysa yapılacak iş çok basitti:
- Bankalara para basıp ödeyeceklerdi, reel ekonomi harekete geçip üretim başlayacaktı. Enflasyon da olmayacaktı.
- Para basıp doların fiyatını yükselterek satın alacaklardı. Dış borçları ödeyeceklerdi. Bu hem ülke içindeki 12.5 milyon işsize iş bulacaktı, hem de faiz yükünden kurtulacaktı.
Bugünkü para faiz parasıdır. Faizli sistemde herkes parasına faiz kazandırmak zorundadır. Millî hâsıladaki artış kadar bir faiz matematik bakımından mümkündür. Gerçekte ise mümkün değildir. Çünkü o zaman kâr ve kiraya bir şey kalmayacağı için üretim olmaz. Dolayısıyla faiz ancak millî hâsıladaki artışın yarısı kadar faiz olarak verilebilir. Nüfus artmadıkça, yahut başka ülke işgal edilmedikçe bu artışı da sağlayamazsınız., dolayısıyla faizli para dengesiz para olmaya, enflasyonist para olmaya mahkumdur.
PARAYI KİM BASSIN?
Kuru yemiş, deri, yün, tahıl, maden ve altının para olarak kullanıldığı zaman parayı halk kendisi basıyordu. Halk kendisi pazarda bir malı zamanla para olarak kabul ediyordu. Madeni paralar ortaya çıkınca halk kullanmadığı paraları Mezopotamya’da mabetlere vermeye başladı. Bu orta çağda yaygın bir şekil aldı. Sadece güvenilir bir yer olmak üzere mabetlere verilmiştir. Mabetler de karz-ı hasen olarak halka borç veriyorlardı. Ekonomik bir krize neden olmuyordu.
Sonra faiz serbest olunca halk paralarını mabetlere değil de faizcilere vermeye başladı. Faizciler halktan altın veya gümüş topluyor, sonra onları iş yapanlara veriyor, onlar da faiz ile beraber ödüyorlardı. Böylece bir tür ekonomi hareketi ortaya çıktı. Ancak bu sonunda tekelleri oluşturdu ve ekonomik krizler ortaya çıktı.
- Önce zenginler ellerine para geçtikçe onunla toprak almaya başladı. Halk elindeki toprağını çıkardı ve kendisi kendi toprağında ortakçı oldu.
- Sonra parayı ticaret için kullanmaya başladılar. Böylece ticaret mallarının tamamı da altını elinde bulunanların eline geçti. Yeni ekonomi düzenine geçilmek zorunda kalındı.
- Malı alacak parası olmayan halkı kendi iş yerlerinde çalıştırmaya başladılar. İşçilik dönemi başladı. Artık halk çalışıyor, üretiyor, ücret alıyor ve sonra da bu para ile satın alıyordu. Bütün fabrikalar da zenginlerin eline geçti. Sanayi tekeli doğdu.
- Sanayi tekelinde işçiye bir ödüyor, sonra beş olarak satıyorlardı. Böylece halkın eline satın alma gücü verilmiyordu. Stok mallar oluştu ve ekonomik krizler başladı. Karşılıksız para basılmaya başladı. Bunu devlet basmaya başladı. Banka tekeli doğdu. Sonuç, para artık faiz karşılığı devlet tarafından basılıyor.
Ülke içinde dolaşan on milyar nakit varsa, bir yıl sonra bu nakdin faizi ancak basılacak yeni para ile ödenmektedir. Bu da en az % 10 enflasyon yaptığı için reel faizi de ödenemiyor. Demek ki bugün paranın yeni gücü ortaya çıkıyor. Para enflasyonu dengeleyen sömürü aracıdır. Adil Düzen işte burada müdahale etmektedir. Madem ki devletin elinde para basma gücü vardır. O halde bütçeye artık başka kaynak aramasına gerek yoktur. Enflasyona sebebiyet vermemek üzere para bassın ve piyasaya sürsün ve böylece kendisine gereken geliri temin etsin.
Parayı mevzuata göre herkes basacaktır. Ama mevzuata göre basacaktır. Mevzuat dışında para basılmayacaktır. Devlet bunun denetimini alacak mekanizmayı geliştirecektir. Bunun için işte genel hizmete ihtiyaç vardır, bankaya ihtiyaç vardır. Bu işin başarılabilmesi için hizmetlerin tam çalışması gerekir. Paranın kaynağı iki şey olacaktır. Bir insanın kendisi para kaynağı olacaktır.
- Devlet halka yıl başında bir satın alma kredisini tanıyacaktır. Halk bununla yıllık ihtiyacını karşılayacaktır. Peşin ödemeli sipariş yapacaktır. Böylece piyasaya sürülen para kontrollüdür. Çünkü kişi başına çıkmaktadır. Bunu yapabilmek için evrak kaydı tutulmalıdır.
- Üreticilerin mal üretebilmeleri için üreticilere de işletme senetlerini kredi olarak vermelidir. Bu da orada çalışan insanların sayısına, fabrikanın kapasitesine ve alınan siparişe göre verilir. Bunun için de ülkedeki taşınmazlardan rehin yapılmalıdır. Böylece halka dağıtılan paranın sadece sipariş için kullanılma imkânı sağlanacaktır. Bunun için de zimmet ve envanter muhasebeleri tutulacaktır.
- Her çalışana resmi ücret tanınacak ve bir inşaatta çalışınca ücretleri devletçe ödenecek, taşınmaz borçlandırılacaktır. Taşınmazı müteahhit yapacak, ancak taşınmaz borçlu olacaktır. Taşınmaz satıldıkça müteahhidin kredisi çözülmüş olacaktır. Burada da para emeğin resmi ücreti ile sınırlanmıştır. Taşınmaz kadar meblağ piyasaya çıkmaktadır.
- İnşaat malzemeleri gibi dayanıklı mallar selem sistemi ile kredilendirilmeyecektir. İnşaat işçisi ile de kredilendirilmeyecektir. Malların resmi fiyatları olacak, o fiyatlarla kredilendirilecektir. Böylece mal ambara girecek, para piyasaya çıkacaktır.
Bütün bunlarda devlet sadece genel hizmeti yapmakta, evrak ve demirbaş kayıtlarını tutmakta, zimmet ve envanter muhasebesini yapmaktadır. Bunun dışında ortak ambarlar tesis ederek ambara giren mallara karşı belge vermektedir. Tabii ki, ortak ambara girebilmesi için standartların oluşması, kontrollerin yapılması ve ambarcının onu teslim alması gerekir. İşte genel hizmetler dışında devletin yaptığı bir şey yoktur.
Devlet gerek mal gerekse nakit senetlerini basmaktadır. İşte bunu bankaların denetimi ile basın yapmaktadır. Bu paralar banka kasalarına girmektedir. Kasadan da kredi istihkak edenlere verilmektedir. Meselâ, halka sipariş kredi olarak verilmektedir. Ancak, bunu dayanışma ortaklıkları sorumluları imzalamakta, borçlanan kimsenin de imzasını taşımaktadır. Böylece para ancak halkın imzası ile çıkabilmektedir. Genel hizmetler bu imzanın o kimseye ait olduğunu onaylamaktadır. İşte parayı kim çıkarır deyince cevabı şöyle veriyoruz. Genel Hizmetin denetiminde halk çıkaracaktır.
KREDİDE TEMİNAT
- Para bir borç belgesidir. Devletçe bu kişilere verilmektedir. Gerçek kişilere verilmektedir. İster mal senedi olsun, ister nakit senedi olsun piyasa hamiline yazılmış senet ortaya çıktı mı bunu ancak bir kişi çıkarabilmektedir. Bu kişi borçlanmaktadır. Piyasada dolaştığında sonunda karşılığı ödenmezse bu kişiden tahsil edilmektedir. Borcunu ödeyemeyen kişinin mal varlığına el konmamaktadır. O bu mallar üzerinde her türlü tasarrufu yapabilmektedir. Sadece rehinli malları rehindeki değerleri ile satın almaktadır. İhale ile satılmaktadır. Bunun dışında borçlanma ehliyetini kaybetmektedir. Yani, ona artık işveren kredisi verilmemektedir. Sadece çalışma ve selem kredileri verilmektedir. Bunları da kendileri kullanmamaktadır. Sipariş vermek suretiyle veya çalışmak suretiyle bu kredisini kullanabilmektedir. Bu borçlanma ehliyetini kaybetme müessesesi bütün borçlar için geçerli olacaktır.
- Çalışma ve sipariş kredileri doğrudan kullanılamamaktadır. İşverenler aracılığı ile kullanılmaktadır. İşverenler ya mal siparişi almaktadırlar veya inşaat yapmaktadırlar. Bunlar da bu krediyi dayanışma ortaklıklarının teminatı altında kullanabilmektedirler. Yani, bunlar bu taahhütlerini yerine getirmezlerse dayanışma ortaklıkları bunu tazmin eder. Bir inşaatı yapan müteahhidin genel hizmet ortağı vardır. Yaptım dediği halde yapmamış olabilir. Malzemeyi koymadığı halde koydum demiş olabilir. Bunun denetimini yapma görevi genel hizmete aittir. Bina yıkılırsa binanın neden yıkıldığı inşaat kayıtlarından ve yıkımdan tesbit edilir ve sebebi bulunur. Onunla ilgili dayanışma ortaklığına tazmin ettirilir.
- Senet piyasaya mutlaka değer karşılığı çıkar. Halka dağıtılan sipariş parası arzının yıllık kira karşılığıdır. Yani, o sene o topraklarda üretim yapanlar kiralarını peşin olarak ödemiş olurlar. Şu şartla ki, karşılığı olan malları üretim yapıldıkça ödeyeceklerdir. Yani gününde olacaktır. Yahut çalışan kimselere ücret olarak ödenmiş olacağı için bu sefer de kira gibi ücret önce ödenmiş olacaktır. Diğer malların karşılığı da ambara değer girdikçe ödenecektir. İşletmelerde ambara ham madde girdiğinde ödenmiş olacaktır.
- Burada önemli olan teminat genel hizmettir. Herkes aldığını ve verdiğini yazacağı ve herkesin sahip olduğu kredi yani para bilindiği için kompitürde yapılacak kontrol ile karşılıksız üremiş para hemen yeri ile birlikte ortaya çıkacaktır. Bunlara verilecek ceza, kart kullanamamaları olacaktır. Yani, herkesin bir hesap kartı olacak ve bu kartla her yerde alışveriş yapılabilecektir. Kart birinden hesap düşecek, diğerini yükleyecektir. İlk kaynağın olmadığı bir yükleme mümkün olmayacaktır.
Şunu unutmamak gerekir ki, insanlar kontrol mekanizmasını buldukça kötü niyetliler de hile mekanizmasını bulacaklar ve bu yarış kıyamete kadar devam edecektir. Nitekim biz ilaç buluyoruz ama mikroplar da yeni zehir buluyorlar, hastalık kıyamete kadar devam ediyor. İnsanlık ölüme çare bulamadığı gibi hastalığı da ortadan kaldıramıyor. Böylece evrim olmaktadır. Sosyal hayatta böyledir. Bugün ortaya çıkan kâğıt para her türlü yolsuzlukların, krizlerin kaynağıdır. Biz şimdi kaydi para ile bunu çözüyoruz. Ama bir gün bu paranın da virüsü ortaya çıkacak, hileleri başlayacaktır. O zaman da insanlar yine Kur’an’ı açacaklar, okuyacaklar ve çareyi bulacaklardır. O günkü gelişmiş teknik ve ilimle bulacaklardır.
Sistem çökmeye başlayınca insanlar iki gruba ayrılırlar, sömürülen-sömüren zümreler ortaya çıkar. Sömürenler gittikçe semirirler, sömürülenler de gittikçe yokluğa doğru giderler. “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek hâle gelirler. İşte onu diyecek hâle gelindiğinde, Allah’ın yardımı yakındır, deniyor Kur’an’da. İşte o garibanlar, Kur’an’a sarılır ve kendilerine kurtuluş ararlar. Sömürenler ise buna karşı gelirler. Kimi, siz gericisiniz, yenilik yapmazsınız, der, saldırır. Kimi de, siz dini bozuyorsunuz, şeriatı tahrif ediyorsunuz, diye saldırırlar. Bunların her ikisinin dinle, gericilikle, bozma ile hiçbir ilişkileri yoktur. Bunlar sadece kendi sömürü mekanizmalarını sürdürebilmek için Kur’an’ın gösterdiği yola karşıdırlar. Her ikisi kavga eder görünürler. Ama onlar aslında şerde birleşmiştirler. Namaz kılanları da, meyhanede dem çekenleri de aynı şekilde gerçek Kur’an ehline, halka düşmandır. Onlar sömürmek isterler.
Marx bunları anlatarak saldırıyor. Ne var ki, onlara saldırmakla hiçbir şey hallolmaz. Çünkü mevcut bir sistemdir. İyi-kötü çalışmaktadır. Ölüme gitmektedir ama bugün canı vardır. Bizim yapacağımız, sıkıntılara neden sokuyor? Adil Düzeni öğretmek için bize çektirmektedirler. Adil Düzenin sırtına binerek iktidar olanlar, Adil Düzeni bırakıp sömürücülerle sömürmede derece alma yollarını yeğlediler. Birbirlerine zenginlik cakasını satıyorlar. Oysa bunlar bütün servetleri ile Karun gibi toprağın altına gireceklerdir. Krizler onları yok edecektir. Amerika’daki sömürü merkezleri sosyal yıkıntının altında kalacaklardır. Tek kurtuluş Kur’an’ın gösterdiği müsbet ilmin ışığında Adil Düzeni kurmaktır. Burada hemen işaret edelim ki bu siyasetle hallolmaz. İktidarla hallolmaz. Bunun tek yolu, inanmış olan kimselerin kuracakları küçük işleteme ve bu arada yapacakları genel hizmetlerle sağlanacaktır. Bu uygulama bize Adil Düzeni öğretecektir. Adil Düzeni bilmeden Adil Düzeni nasıl uygulayacağız? Biz bu 25 genel hizmeti size anlatıyoruz. Aslında benim beynimde son derece nettir, karışık tarafı yoktur. Uygulamaya başlarsanız sizin beyninizde netleşecektir. Oysa, şöyle göz atıp okuyana karmakarışık gelecektir. Adil Düzeni istismar ederek oy alanlar uygulamaya akılları kesmediği için vazgeçmişlerdir. Sizler de hemen bunun için uygulamadan kaçıyorsunuz.
BANKALAR NE İŞ YAPACAK?
- Ambarda mallar saklanacaktır. Hamiline yazılı olarak çıkarılmış kıymetli senetler saklanacaktır. Bunların çoğaltılması kolaydır. Çalınması ve taşınması kolaydır. Bu sebeple bu evraklar güvenilir yerlerde saklanacaktır. Bankalara götürüp emanet edersiniz. Kıymetli evrak demek, borç belgesi demektir. Kimin elinde ise o alacaklı demektir. Kur’an bunu Kur’an’ın en uzun âyetinde tedvin etmektedir. İşte bankaların bir işi budur. Bankalar bu kıymetli evrakı sakladığı için muhafaza parasını mı alacak, yoksa onu başkalarına borç verebildiği için karşılığında faiz mi verecektir? Adil Düzende banka hizmetleri kamu hizmetlerindendir. Bu sebeple ne muhafaza bedelini alacak, ne de faiz verecektir. Deme ki, ambarlar masrafsız malları muhafaza ederler, kasalar da masrafsız kıymetli evrakı muhafaza ederler. Arada bir fark vardır. Ambarlar mal girerken muhafaza masraflarını bir defaya mahsus alırlar. Yani, 11 kilo mal alır, 10 kiloluk senet verirler. Nakitte ise böyle bir fark alınmaz ve verilmez.
- Bankaların ikinci önemli hizmeti ise kıymetli evrakı ihraçtır. Bugün bono senedi vardır. Halk tanzim eder, banka da onu kırar. İslâmiyet’te bu şöyle çalışır. Kişi eğer bir bono senedi tanzim edecekse, bir taşınmazı karşılık olarak gösterecektir. Bununla ilgili belgeyi demirbaşlar muhasebesinden alacaktır. Bu belgeyi dayanışma ortaklığına götürecek ve onlara ibraz edip dayanışma ortaklığından teminat mektubunu alacaktır. Bu mektubu bankaya götürecek ve banka da istediği miktarlarda senet föyü hazırlayacaktır. Kişi basın hizmetine gidip bastıracaktır. Bankaya gelen bu senet bankada şifrelenecektir. Yani, başkası bunu bir daha basamayacaktır. Bunun için bankanın kâğıt üzerine damlatacağı özel mürekkep emniyeti sağlayabilir. Aynı mürekkebi üretmek imkânsızdır. Banka kredi alanın parmağını da bastırarak kendi mürekkebi ile birlikte şifrelendirmiş olacaktır. Bu senetleri bono senedi tanzim edene verecektir. İşte böylece bono senedi piyasaya çıkmıştır. Bu senet nakit karşılığı çıkarılmış senet olduğu için Adil Düzende geçerli değildir. Ama mekanizması budur. Kolay anlaşılsın diye bu misâl verilmiştir.
- Bankanın üçüncü görevi ise kredileşmeyi sağlamaktır. İnsanlar ürettiklerini hemen tüketmezler. Onu saklar ve gelecekte kullanırlar. Bu saklama işi de iki türlü gerçekleşir. Biri, ürettiği malı satar, karşılığında nakit alır ve onu saklar. Yahut, ürettiği malı ambara verir, mal senedini alır ve onu saklar. Böylece senet veya nakit malın saklanması aracıdır. Ancak burada kredileşme denen bir müessese daha vardır. O da değerleri kullandırmadır. Kişi bugün kendisinin kullanmadığı bir değeri başkasına kullandırır, yarın da kendisinin ihtiyacı olduğu malı kendisi kullanır. Buna kredileşme diyoruz. İşte kıymetli evrak dediğimiz, ister sattığında aldığı nakit, ister ambara verdiğinde aldığı senet hamiline yazılı ise kıymetli evraktır. Bu evrakı muhafaza için bankaya verir ve saklatır. Faizsiz muamele görür. Ama aynı zamanda o senetleri veya nakdi başkasına verirsiniz, kullanırsa kredi vermiş olursunuz. Dikkat edeceğimiz husus, burada verilen kredi evrakı değildir. Evrak karşılığı maldır. Eğer biz burada faiz alacak olursak, karşılıksız para çıkmış olur. Hiçbir şey almazsak, o zaman niçin verelim? Biz karşılığında kredi almayı isteriz. İşte buna kredileşme diyoruz. Bu hesapları tutarlar. Bu hesaplara göre kredileşmeyi sağlarlar. Burada önemli sorun, malların kredileşmesinde nasıl değerlendirme yapılacaktır?
- Bankalardaki diğer önemli bir husus da, malların kredi değerleridir. Başka bir deyimle, resmi değerlerin tesbitidir. Adil Düzende resmi ücret vardır, resmi fiyatlar da vardır. Ancak kimse resmi ücretle çalışmak zorunda olmadığı gibi, kimse resmi fiyatlarla alıp satmak zorunda değildir. Devlet kendi muamelesinde resmi ücret ve resmi fiyatları kullanır. Burada uyguladığı politika şunlardır:
Banka resmi ücret veya fiyatları onların senetlerinde uygular, mallarında uygulamaz. Ambarda değil kasada uygular.
Banka bütün arz ve talebi karşılar. Alıp sattığı kıymetli evrakları her satandan alacak, her isteyene verecektir. Bunu sağlamak için de resmi kurlar, kasa stokları ile belirlenecektir. Ambar stoklarına göre değil, kasa stoklarına göre belirlenecektir.
Banka alıp sattığı evraklarda kur kârı koymayacaktır. O anda kaça alacak ise o kur ile değiştirmek zorundadır.
Banka kredileşmede tesbit edeceği kredileşme kurlarını mevduat stokuna göre hesaplayacaktır. Yani, banka iki şekilde çalışacak, kıymetli evrakı kârsız alıp satacaktır. Bunun sermayesi ile yapacaktır. Banka bunun dışında mevduat kabul edecek, mevduat stoklarına göre kredileşmeyi sağlayacaktır.
Bankaların bu işleri yapabilmesi için sermaye kendisine kredi olarak verilecektir. Bu kamu hizmeti olan banka işletmesi içinde bütün kamu hizmetleri vardır. Bunların hepsi dayanışma ortaklıklarınca teminatlıdır. Denetim kamu hizmet denetimi usûlü ile yapılmaktadır. Yönetim de kamu yönetimi ilkesi içinde yapılmaktadır. Kamu denetimini hatırlayalım. Banka şubesini dayanışma ortaklıklarınca atanan yönetim kurulu yönetmektedir. Şube yöneticisi ilgili bakanlıkça atanmıştır. Yönetici istişare eder, karar alır. Kararı hizmetliler uygular. Hizmetliler banka yöneticisine değil, hakemlere karşı sorumludurlar. Hakemlere ise mağdur gidebildiği gibi, yönetim kurulu üyeleri gidebilir ve kararları iptal ettirebilirler. Her türlü banka muamelesi kurallar içinde yürür, takdir hakkı kimsede yoktur. Banka kime kredi vereceğine kendisi karar vermez. Dayanışma ortaklıkları verir.
KAMU VE GENEL HİZMETLER
Bugün uygulanan kuvvet medeniyetinde, yönetenler var, yönetilenler var. Yönetenler kamuyu temsil ediyorlar. Yönetilenler de örgütlenirse Genel Hizmeti temsil ediyor. Adil Düzende ise yöneten ve yönetilen yoktur. Hukuk düzeni vardır, bir de askeri düzen vardır. Hukuk düzeninde kişiler ehliyetlerine göre iş yaparlar ve mevzuata uymak zorundadırlar. Herkes ayrı ayrı davranışlarından dolayı hakemlere karşı sorumludur. Hakemleri kendisi seçmektedir. Askeri düzende ise herkes yine ehliyete göre üstünü seçmektedir. Savaş dışında değiştirememektedir. Seçtikten sonra artık üstüne kayıtsız şartsız itaat etmektedir. Orada hâkim vardır, hakem yoktur. Halkın tamamı hem kamu hizmetlidir, hem de genel hizmetlidir. Eğer bir yerde hukuk düzeni varsa genel hizmetlidir. Eğer bir yerde askeri düzen varsa, orada kamu hizmetlidir.
Plân ve projeler hazırlanırken, eğitim yapılırken, işletmeler kurulurken, hep askeri ve hukuk düzeninde yarayacak şekilde hazırlanır. Yani, yol yaptığımız zaman bunu halkın gidip gelebilmesini, mallarını götürüp getirmesini sağlamak için yaparız. Ama aynı zamanda bu yolun savaşta askeri harekette kullanılmak üzere hazırlarız. Burada Genel Hizmeti verenler, gerektiğinde kamu hizmetlerinde de kullanılacak şekilde hazır bulundururlar.
Bankalar kamu ve Genel Hizmetlere yarayacak şekilde teşkilâtlandırılır. Orada çalışan personel ona göre eğitilir. Programlar ona göre hazırlanır. Seferberliğin ilânı ile bankalar hemen kamunun hizmetine girer. O halde banka bilmelidir ki, seferberlik hâlinde işler nasıl yürüyecektir? Hukuk düzeni varken bankalar dayanışma ortaklılarının hazırladığı mevzuata göre hareket eder ve banka hizmetlerini mevzuat tedvir eder. Seferberlik hâlinde ise bankaların mevzuatını banka yöneticileri hazırlamaz, doğrudan doğruya komutanlık hazırlar. Sorumluluk artık mevzuata karşı değil, üste karşıdır. Hakemler muhakeme etmez, hakimler muhakeme eder. Yani, demokratik yönetim merkezi yönetime geçer.
Seferberliğin ilânı demek, meclislerin ve şûraların yetkilerini alıp komutanlara vermek demektir. Bu sebeple bu hususta kararı meclise bırakmak yanlıştır. Bu hususta karar alma yetkisi meclisin seçtiği başkanlara verilmelidir. Yani, gerektiği zaman askeri yönetim uygulanabilmeli, Genel Hizmet Yönetimi kamu yönetimine dönüşmelidir. Halk müteşebbis iken asker oluvermelidir. Bu yapılabiliyorsa, askerlerin normal hallerde sivil yönetime karşı müdahale ihtiyacı ortadan kalkar. Bugün ise bu zorunlu olmaktadır. Çünkü aksayan Genel Hizmet sonra kamu hizmetini de aksatmaktadır.
Seferberlik hallerinde bütün imkanlar askeri yönetime girer. Halk savaşa iki şekilde katılmış olur. Ya mallarını karz-ı hasen olarak verirler, savaşın sonunda verdikleri malları geri alırlar. Yahut da malları sermaye olarak koyarlar, sonunda savaş kaybedilmişse mallarını kaybederler, kazanılmışsa ganimeti paylaşırlar Bütün değerler Genel Hizmet tarafından kayda alındığından savaş başı ile savaş sonunda durum çok kolay hesaplanır. Böylece bölüşme sorun olmadan çözülür.
Demek ki, kamu hizmetleri nöbetleşe yapılan işlerdir. Bunlar ocaklarda başlar. Bekçilik ve temizlik nöbetleri tutulur. Bucaklarda koruma nöbetleri tutulur. İllerde iç güvenlik nöbetleri tutulur. Ülkede de dış savunma nöbetleri tutulur. Bu nöbetler kamu hizmetidir. Bu nöbetleşmede yapılan hizmetler kamu hizmetleridir. Nöbetlerin tutulmadığı sıradaki işler Genel Hizmettir. Bu barışta böyledir. Bu ayırımı yaptığımızda kamu hizmetleri ile Genel Hizmet arasındaki sınır çizilmiş olur. Yani, aynı hizmetliler, kamu hizmeti yaparken askeri usullerle hareket edeceklerdir, Genel Hizmetleri yaparken hukuk düzeni esasları içinde hareket edeceklerdir. Peki, buradaki denge nasıl sağlanacaktır. Genel kural şudur ki, bucak ve ocak hizmetlerinde asıl olan Genel Hizmettir. İl ve ülke hizmetlerinde asıl olan kamu hizmetidir. İnsanlıkta ise nöbet olmadığı için yalnız Genel Hizmet vardır.
Bakınız, tanımlar yapıldıkça her şey nasıl netleşiyor.
Ocak, bucak, il ve ülke başkanları askerlerden seçilmektedir. Yani, nöbetlilerden seçilmektedir. İlk dengeyi onlar kuracaktır. Yalnız ocak ve bucakta başkanlar yargının emrindedir. Yargı bunların kararlarını iptal edebilmektedir. Oysa, il ve ülke başkanları askeri yönetim uygulamasına karar verirse bunu yargı durdurmamaktadır. Ne var ki, bu kararlar yerel yönetimi etkilemektedir. Fiili savaş olmadıkça devlet yönetimi illerin iç işlerine, iller de bucakların iç işlerine, bucaklar da ocakların iç işerine karışmamaktadırlar. Hukuk düzeni yerinden yönetim ile sağlanır. Yerinden yönetim, kararların taşranın içinde geçerli olmayışı demektir. Kamu ve genel hizmet sahalarını ayırdıktan sonra, biz kooperatif olarak kamu hizmetini yapamayız, yalnız Genel Hizmet yaparız. Kamu hizmetlerini ise devletimiz yapar ve biz ona vergi veririz. Böylece şimdilik kamu hizmetlilerle genel hizmetliler ayrı olacaktır. Genel Hizmet kuruluşları kamu hizmet kuruluşları ile akord hâle gelirlerse, o zaman bürokrasi sona erer ve genel hizmetlerle kamu hizmetlerinin hizmetlileri birleşmiş olur. Yani, genel hizmetleri halk oluşturacak, sonra kamu hizmetleri de Adil Düzene göre yapılacaktır.
KASA HİZMETLERİ
Kooperatif ortakların kasa hizmetlerini yapmaya hemen başlayabilir. Bankada ortak hesap açtıracaktır. Herkes nakdini o hesaba yatıracak, makbuzunu alıp kooperatif muhasebesine verecektir. Kendisine para gerektiğinde kooperatif muhasebesine başvurup çek kestirecek, o çekle bu hesabı kapatacaktır. Böylece herkesin kooperatifte cari hesabı olacaktır. Kooperatifin ise bankada tek hesabı olacaktır. Bununla beraber banka ekstrelerinde kimin para çektiği, kimin para yatırdığı belli olmuş olacaktır.
Banka ile yapacağımız anlaşmalarla bizim hesabımız faizsiz olacaktır. Ancak, para Merkez Bankasının altın satışı üzerinden hesaplanacaktır. Böylece banka bizim paramızın para değerini koruyacaktır. Biz de ortaklarımızın para değerini korumuş olacağız. Bankalar bu tür hesabı kabul etmeyebilirler. Çünkü bankalar kâr ve zarar hesaplarını yapmaktan çok, devleti sömürme esasına göre çalışırlar. Geri kalmış ülkelerde reel kazanç yoktur. Devletten kendilerine aktarılan değerler vardır. Dışarının talimatı ile hareket eden bankaları yola getirmek son derece zordur. Ama Adil Düzenciler yılmamalıdırlar. Her karşı çıkışa çare bulunmalıdır. Bunun için yapılacak başka iş de kuyumcularla anlaşmadır. Kuyumcular, o günkü Merkez Bankası altın satış hesabıyla TL’yi kabul etmeyi ve alacaklılara ödemeyi taahhüt ettikleri takdirde, biz nakdimizi kuyumculara veririz. Kuyumcular onu altına çevirerek ticaret yaparlar, talep ettiğimizde öderler. Kişiler kuyumculara gidip dolaşmayacaklardır. Bizde kasa hizmetlerini yapan kişiler olacaktır. Para gerektiğinde kuyumculardan alıp onlara götürecek, paraları olduğunda da kuyumculara götürecektir.
Kuyumcuların bu işlemden yararlanabilmeleri için kooperatifte tapulu bir taşınmazları olmalıdır. O taşınmaz dükkan olabilir, ev olabilir, tarla olabilir. O taşınmazları kendileri kullanırlar. Sadece tapusu kooperatifte olur. Kooperatif onu kuyumcuya tahsis eder. Kooperatifler kanununda böyle tahsis, başka resmi kayıt aranmaksızın geçerlidir. Yöneticilerin suistimali, tapu memurlarının suistimali gibi suçtur ve cezası vardır.
Kooperatif ortaklarının yatırdıkları nakit de aynı şekilde kooperatif emanetindedir. Kooperatifin onu başkasına kullandırma yetkisi yoktur. Kooperatif bu meblağlara karşı taşınmazların hisse senetlerini taahhüt eder. İzmir’deki Akevler’de bunun için ayrılmış taşınmazlar vardır. Ancak kimse bunları öğrenmemekte ve yürütmemektedir. Böylece ondan istifade edilmemektedir. Allah isterse bu hizmetleri okuyan mü’minleri ortaya çıkaracak, bizim 33 yıllık birikimimiz bunlar tarafından kullanılacaktır.
Akevler kooperatiflerinin takip ettikleri ilkeler şunlardır:
- Mülk sahibi ortaklar önce taşınmazlarının tapularını bu kooperatife vereceklerdir. Bu yerler kooperatife emanet olacak, kooperatif yönetimi bunun üzerinde herhangi bir işlem yapamayacaktır. Mülk sahiplerine kooperatifçe bir pay belgesi verilecektir.
- Kooperatiften bu yolla elde edilen kredi sahibi her hangi bir iş kuracaktır. Diğer ortakların bu kredi limiti içinde o ortağa verdiği miktarlar kooperatife verilmiş olacak ve kooperatiften alınmış olacaktır. Şayet ödeme yapmazsa kooperatifteki payına el konacak, onun taşınmazında o kadar pay alacaklının olacaktır.
- Ayrıca ortaklar nakit olarak yatıracaklar, bunlara nakit olarak kullandırılacaktır. Bu kullandırmada da kredileşme esas olacaktır. Kooperatifin büyüdüğünü, genişlediğini, ülkede teşkilâtlandığını düşününüz. Yani, benzer kooperatiflerin her tarafta kurulduğunu farz edelim. İşte o zaman herkes kooperatif kredisi ile alış-veriş yapacaktır. Böylece ekonomik krizler etkisiz hâle gelecektir.
- Burada tasarruf sahibi olanlar kooperatifin çıkaracağı pay senetlerini alarak işletmelerine katılır ve onlardan yararlanırlar. Burada da kooperatif onların pay senetlerini alıp satarak likidite sağlayabilir. Kâr ve zarar günlük hesaplanır. Yani, kasadaki mevcudu ile dün kasaya verdiği pay senedinin bugünkü değerini bilebilir. Kâr ve zarar bilinebilir. Ayrıca kâr ve zarara iştirak etmiyorsa, kredileşme karşılığı hesaplanır, teminat gösterme suretiyle mevduatından yararlanır.
Kooperatifimizin geleceğin medeniyetini kurabilmesi için çok şeye ihtiyaç yoktur. 10 kişinin Adil Düzene inanıp onu öğrenmeleri gerekir. Bunun için ne yapacaklar? Bizim 1967 yılından beri oluşturduğumuz Akevler Kooperatifleri ve Adil Düzen Çalışmalarını yakından takip edeceklerdir. Ondan sonra da inanarak bunun gerçekleşmesi için neleri varsa vereceklerdir. Bugün bu yaptığımız seminerlerle sizlere malzeme hazırlıyoruz. Yarın böyle bir şeyi yapmak istediğinizde yol gösteriyor, daha doğrusu sizi müsbet ilmin ışığında oraya götüren yolu gösteriyoruz. Sorunları biz değil, müsbet ilmin meş’alesinde Kur’an çözecektir. Bizim zihnimizde oluşan çözümleri sizlere aktarabildiğimiz kadar aktarıyoruz. Bunların bir kısmı kaybolacaktır. Bir kısmı ise şimdi değil, sonraları değerlendirilmiş olacaktır. Biz bu işe 1960’larda başladık. Hedefimiz, Hak Düzenin ne olduğunu öğrenmek ve uygulamaktı. Hatalarımız olmuştur. Ancak, başarımız da kesindir. Bugün Adil Düzeni duymayan yoktur. Onu hesaba katmayan yoktur. Halkımız da bu sayede ilmen, dînen, mâlen ve siyaseten çok ileri seviyeye gelmiştir. Hâkim sınıf direnmektedir. Direnir, bu normaldir. Çökmeleri ise ondan daha normaldir. Gelecek Adil Düzenindir; hortumlayanların değil...
KASA TEŞKİLATI
Asrımız iş zamanıdır. Kur’an’ı herkes öğrenecek, öğrenebildiği kadar öğrenecek; matematiği herkes öğrenecek, öğrenebildiği kadar öğrenecek. Böylece insanlığın içinde, yurt içinde, kent içinde, semt içinde diğer insanlarla ilişki kurma yolu bulunacaktır. Bir mühendis hukuk bilmezse diğer insanlarla nasıl anlaşmalar yapacaktır? Bir hukukçu mühendislik bilmezse teknik sahadaki sorunları nasıl çözecektir? O halde hepimiz birbirimize bağlıyız, işlerimiz birbirine bağlıdır. Genel kültürümüz olmalıdır. Ama bir de ihtisasa önem vermeliyiz. Her birimiz bir işte ihtisas yapmalıyız. Bunları nasıl yapacağız? Kooperatifin genel toplantılarına katılıp orada genel kültürümüzü geliştireceğiz. Ayrıca kendi cemaatimiz olacak, orada da ihtisas konusunu geliştireceğiz.
İşte bu işi yapabilmemiz için günün 6 saatinde geçimimizi temin için çalışacağız. Doktor isek, hastalarımızı muayene edeceğiz. Avukat isek, davalarımıza bakacağız. 6 saatlik çalışma bizi geçindirtmelidir. Kendi hayat standardımızı buna göre ayarlamamız gerekir. Yani, 6 saatlik çalışma ailemizi geçindirmelidir. Eğer hanım da çalışıyorsa, o istediği gibi kazançlarını değerlendirebilir. Ancak, kocasından 6 saatten fazla çalışıp aileye gelir getirmesini isteyemez.
Kişi kalan 6 saatin 3’ünü mutlak surette ortak toplantılarda geçirmelidir. Orada meslekle ilgili değil, birlikte yaşamanın şartı olan genel kültürü almalıdır. Kalan 3 saatini de mesleki eğitimde geçirmelidir. Günlük 3 saat akşam yatsıdan önce yapılan sohbettir. Kur’an üzerinde durulmakla geçirilir. İzmir’de hâlen günde 2 saatlik böyle bir çalışma yapmaktayız. Biz bin hanelik bir kent kurmalıyız. Bu kentin tapusunu ortaklara vermemeliyiz. Yapıların değerleri toprak değeri ile belli olmalıdır. Ortaklığa uyumsuz olanı hakem kararı ile ortaklıktan çıkarmalıyız. Karşılığını da bin aile bölüşerek ödemelidir. Sonra satıldıkça iade edilmelidir.
Bu 1000 hanelik kentimizde 100 kadar ocağımız olmalıdır. Ayrıca bir de merkez ocağımız olmalıdır. Ocaklarda her gece 3 saat kadar bir zaman içinde toplantılar olmalıdır. Burada genel kültür gelişmelidir. Kur’an okunmalıdır. Okuma seviyesi ocaklara göre farklı olmalıdır. Kişiler akşam sohbetlerinde kendilerine uygun ocaklara gidip eğitimlerini geliştirmelidirler. Kendi ocağından kopmamak için bir gün kendi ocağında, bir gün de misafir olduğu ocakta sohbet yapılır.
Ayrıca, isteyenler günde 9 saat mesai yaparlar ve gelirlerini artırırlar. İsteyenler de 3 saatlik ihtisas toplantılarını yaparlar ve onlar da mesleklerini geliştirirler. İşte 1000 hanelik sitede böylece 25 hizmetin toplantı zamanları olacaktır. Bunlar 10’ar kişiden oluşacaktır. Yani, 250 kişi olacaktır. Bu hizmetlere kadınlar da katılabilirler. Böylece Genel Hizmet oluşumu başlar. Biz 1000 hanelik site için yer arıyoruz. Görüyorsunuz, parti taassubu sebebiyle bir arsalık yeri bile vermiyorlar. Bunlar batacaklardır. Gark olacaklardır. Bizim sabırlı olmamız ve çalışmalarımıza devam etmemiz gerekir. Biz yeteri kadar olduğumuz ve olgunlaştığımız zaman, göreceksiniz, Allah bize her türlü imkânı sağlayacaktır.
Ahşap Ev Projemiz onun için önemlidir. En az imkân ile bu konudaki faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Sabredersek, başarıya ulaşırız. Yani, biz kuru teori üretmiyoruz, aynı zamanda proje üretiyoruz. Katılanlar olursa kurtulurlar; katılan olmazsa kendileri bilirler. Şimdi, demek ki içimizden bir arkadaş kooperatif yönetim kurulunda kasa hizmetlerini yüklenecektir. 10 ortak aramaya başlayacaktır. Sorunu önce kendisi öğrenecek, sonra da onlara anlatmaya çalışacaktır. Biz Akevler’de bu çalışmalara başladık. Bunların hepsi güç aldılar. Dağıldılar, yetkili oldular. Üst makamları işgal ettiler, zengin oldular. Birlikte hareket edemediler.
O zaman yaptığımız hata, birlikte hareket etmeyişimizdir. Başka kuruluşları da bizim gibi saydık. Onlar bizden yararlandılar; biz onlardan yararlanma şöyle dursun, kendilerine rakip olurlar korkusu ile bize cephe aldılar. Bu sebeple genişleme imkânı bulamadık. Bundan sonra bizim takip edeceğimiz siyaset, bizi destekleyenleri destekleyeceğiz. Eğer bir dinî cemaat bizi desteklerse, biz de onları destekleyeceğiz. Eğer bir siyasi parti bizi desteklerse, biz de onları destekleyeceğiz. Eğer bir ekonomik kuruluş bizi desteklerse, biz de onları destekleyeceğiz. Ama kimsenin uydusu olmayacağız. Bunlar zaten kendilerini paraya, makama ve batıya satmışlar; bizi de o denizlerde boğmasınlar. Bunların karşısında da olmayacağız. İşleri ve yolları kendilerine hayırlı olsun.
Biz yolumuza Kur’an’ı müsbet ilimle anlayarak devam edeceğiz. Maddî imkânımız elverdikçe, onları da harcayacağız. Ondan sonrası bizim değil, Allah’ın işidir. Bizim yapacağımız bir şey yoktur. O güçlüdür ve sözünü yerine getirir. Adil Düzen mutlaka gelecektir. Falanın veya filanın istemesi ile değil, tarihin tabii akışı içinde ve tekâmül kanunlarına göre Allah mutlaka getirecektir. Hiç kimsenin tabii ve sosyal kanunları değiştirmeye gücü ve yetkisi yoktur. Herkes istese de istemese de O’nun düzenine uymak zorundadır. Bir kapalılığımızı vardır. Yeni arkadaş bulamıyoruz. İnsanları bir araya getiremiyoruz. Çalışmalarımızdan haberdar edemiyoruz. Günü vardır. Günü ve vakti gelince o da olacaktır.
ALTIN GRAM KARTLARI
Faizli sistemde insanlık borç içinde boğulacak hâle gelmektedir. Dünyada bütün devletler borçlu. Ülke içinde firmalar borçlu, aileler borçlu. Peki, diyeceksiniz ki kim alacaklı? Çalışmayan ve riziko taşımayan tembel sömürücü bir grup vardır, onlar alacaklı. Bunlar devlet değil, doğrudan doğruya sermaye sahibi kişiler. Kapitalistler. Yani, devletler ve halk borçlanmakta ve birkaç aile sömürmektedir. Bunu iş yaparak, rizikoya girerek, faizli sistemde yapmaktadır.
Ne var ki, bu düzende artan borç ve alacağın karşılığı nedir? Yeryüzüdür, fabrikalardır, insan emeğidir. Bu kapitalistler akıllı olsalar, öyle düzen kurabilirler ki, gerçekten insanlar mesut olurlar. Halk borçlu değil, alacaklı hâle gelir. Ekonomik krizler olmaz, refah olur. Savaşlar olmaz. Sömürü olmaz. Ne var ki, bunlar bunu yapmıyorlar. Çünkü onlara göre, eğer halk zengin olursa, devlet güçlü olursa, savaşlar ve çekişmeler asgariye inerse, kendi saltanatları yıkılacak. Dolaysıyla suni olarak ekonomik krizler yaratıyorlar. Bunu da bugünkü banka parası ve kredileri ile yapıyorlar.
Arada sırada gelen sel toplulukları perişan ediyor, ekonomik krizler sosyal krizlere dönüşüyor, iç isyanlar komşular arası savaşlara doğru gidiyor. Herkes huzursuz. Herkes endişe içinde. Giriştikleri siyasi çabalar sonuç vermiyor. Çünkü ekonomiyi düzelten iktidarlar alaşağı ediliyor. Kimine ırkçı deniyor, kimine bölücü deniyor, kimine gerici deniyor, kimine de hırsız deniyor. Bir ad bulunuyor, sonra da bürokratlar harekete geçiriliyor ve çalışan yönetici düşürülüyor. Adnan Menderes’i asmadılar mı? Turgut Özal’ı kurşunlamadılar mı? Süleyman Demirel’e kan kusturmadılar mı? Necmettin Erbakan’ı yasaklı hâle getirmediler mi? Alpaslan Türkeş’i hapishanelere atmadılar mı?
Bütün bunları kim yaptı? Askerler mi? Hayır! Polisler mi? Hayır! Siyasiler mi? Hayır! Diktatörler mi? Hayır! Bunları sömürücü şer kuvveti yaptı ve yapmaya devam edecektir. Eline geçirdiği tezgâhla sözünü dinlemeyen bir siyasetçi, bir bürokrat, bir iş adamı veya bir yayıncı hemen tepelenmektedir. Alaşağı edilmektedir. Onların şerrinden korunmaları için çark çalışıyor ve zulümler devam ediyor. Bundan zannetmeyin ki Roma’daki Papa veya İsrail’deki hahambaşı, yahut Rusya’daki devlet başkanı veya Amerika’daki başkan sorumludur. Bunların hepsi o çark içinde ister istemez sadece birer araç.
Bu korkunç çark çalışırken insanlık gittikçe göçmektedir. Çevre kirliliği, nesil dejenerasyonu, silahlanma ve mafya insanlığı mahvediyor. İnsanlık kendisine kurtuluş aramalıdır. Herkes ümidini kesmiş, bu işleyen çarka teslim olarak ölümü bekliyor.
Yanılıyorsunuz. Bu Kâinatı var eden Allah vardır. Böyle üç-beş habisin geçici saadeti için yeryüzünü mahvetmez. Bir gün bu sömürücüler de tehlikeyi gözleriyle göreceklerdir. Firavun’un denizde boğulduğu gibi boğulacaklardır. Kur’an ve diğer ilâhi kitaplara satılanlar denizleri geçecek ve kurtulacaklardır. Yeryüzü bir daha Allah’ın varlığını görecektir. Allah kendi düzenini mutlaka hâkim kılacaktır.
Birinci ve ikinci Cihan Savaşları niçin oldu? Almanların dünya pazarlarına çıkamamasından doğdu. Çıkan savaşlarda Almanlar yenildiler ama, onların siyaseti galip geldi. Bugün dünyanın her yerinde Alman mamulleri pazarlanıyor. Demek ki, galip gelenler aslında mağlup olmuşlardır. Sosyalizmi dünyayı sömürmek için icat ettiler. Onu dejenere ettiler. Aile, din, devlet ve mülkiyet düşmanı yaptılar. İnsanlık kan kustu, sosyalizm yıkıldı, ama şimdi dünya sosyalist oldu. Allah kendi Adil Düzenini adım adım getirmektedir.
Bizim tavsiyelerimiz, halkın teşkilâtlanarak Adil Düzenin barış yoluyla gelmesini sağlamasıdır. Kan akmasın, canlar yanmasın için biz bunları yazıyoruz. Silahla değil, kuracağımız çetelerle değil, eşkıyalıkla değil; kuracağımız Mala-Mal Marketleri ile, oralarda vereceğimiz Genel Hizmetlerimizle, Kredileşme Ortaklıklarımızla bu işin olmasını istiyoruz. Bize kulak vermiyor, bizi susturuyorlar. İnternet sitelerimizi bozuyorlar. Ama bu bize değil, bunu yapanlara zarar verecektir. Mahvolup gidecekler. Zavallılar!..
Ey siz Hakka iman edip adaletin varlığına inanan kardeşlerim!
Tarihte zulüm hiçbir zaman galip gelmemiştir. Galip gelseydi, şimdi insanlık olur muydu? Tarih daima evrimleşmiş ve ileriye gitmiştir. Gelecek geçmişten her zaman iyidir. Dünya ileride bu günkünden çok ileride olacaktır. Kimsenin burada şüphesi olmasın. Sorun, geçişteki bu fırtınalardan kendimiz nasıl koruyacağımız sorunudur. Cevap Kur’an’da vardır. Allah’a ittika ediniz, Kur’an’a sarılınız, diyor. Kur’an ne diyor? Karz-ı hasen müessesesini kurunuz, diyor. Bu nedir? Birbirinize borç veriniz demektir. Faizsiz borç veriniz demektir. Bunun için dayanışma ortaklıkları kurunuz diyor. İşte, kooperatifimiz budur. Bu konuştuklarımı tam anlayabilmeniz için Kur’an ile olan yakınlığınızı artırmanız gerekmektedir. Bu söylediklerimizi kendi hayatımızda başaramayabiliriz. Ama Hazreti İsa’nın öğretileri 300 yıl sonra insanlık tarafından benimsendi. Şimdi yeryüzünün üçte biri onun izinde. Dörtte biri olan Müslümanlar da onun izinde. Onlar başardılar, çünkü Allah’ın yolunda idiler. Siz de Allah’ın yolunda olursanız, başaracaksınız. Ben güçlüyüm, diyeceksiniz. Çünkü ben inanıyorum, diyeceksiniz.
- Kooperatif İstanbul’un 200 yerinden başlayarak ülkenin bütün ilçelerinde ya yeniden birer döviz bürosunu açacaktır, yahut mevcut olanlarla anlaşacaktır.
- Kooperatiflere altın-gram kartları verecektir. Bu kuyumcularda altın-gram okuma makineleri bulunacaktır.
- Ortak bu kuyumcuya cumhuriyet altınını verince, ortağın kartına kooperatiften alacak hesabı yüklenecek, cumhuriyet altını alınca da kooperatife borç hesabı yüklenecektir. Kuyumcu da kooperatife borçlanacak veya kooperatiften alacaklı hâle gelecektir.
- Kuyumcudan taşınmaz teminatı alarak borçlanma limiti tanınacaktır. Ondan fazla altını satın alamayacaktır.
- Kuyumcu kendisine verilen cumhuriyet altınını istediği gibi değerlendirebilecektir. Ancak Merkez Bankası’nın cumhuriyet altını satış fiyatını esas alacak ve nakit getiren kimselere o kadar altını almış kabul edecektir, İsteyen de o değerde nakit ödeyecektir. Yani, cumhuriyet altınının fiyat farkı gözetmeksizin Merkez Bankası’nın satış fiyatı ile alıp satacaktır.
Bölgelerde kurulacak toptan kuyumcular aracılığı ile fazla gelen altınlar ile eksik kalan altınlar oralardan karşılanacaktır.
ÖNEMLİ UYARILAR
Bir devletin parası o devletin kanıdır. Merkez Bankası da kalbidir. Gelişmiş topluluklarda kalbin durması o canlının ölümüdür. Enflasyon, tansiyonun düşmesi veya yükselmesidir. İşsizlik ise, kanın kirlenmesi ve zehirlenmesidir. IMF, Dünya Merkez Bankası benzeri çalışmaktadır. Batı sömürüsünün sürebilmesi için ülkelerin Merkez Bankalarını ifsad edip kan dolaşımını yani para dolaşımını aksatmaktadır. Bunun yarısı sömürü düzeninin kötü niyetinden ileri gelmekte, diğer yarısı da faizli sistemden ortaya çıkmaktadır. Türkiye bu saldırıların en öndeki hedefidir. Türk yöneticileri bu saldırılara karşı koyamamaktadır. Türk halkının direnmesi gerekmektedir. Bunun için Türk halkına bazı tavsiyelerim olacaktır. Okuyanlar, lütfen herkese anlatsınlar.
- Halkımız, sadece devlet bankaları ile, sadece Ziraat Bankası ile çalışmalıdır. Faizsiz banka olduklarını iddia eden finans kuruluşları ile bile çalışmamalıdırlar. Ziraat Bankası’nı özelleştirip Türk parasını hepten yok etmek istiyorlar. Buna karşı herkesi uyarmamız gerekir.
- Herkes banka kartı almalı ve kart ile çalışmalı. TL olarak elde para bulundurulmamalıdır. Devlet bankası ile faiz alıp vermek, eğer o devlette faiz meşru ise meşrudur. Yani, günah değildir. Çünkü o para zaten faiz parasıdır. Devlete hakkın geçebilir, devletin hakkı sana geçebilir. O senin hakkındır.
- Halk arasında her türlü ödemeler Türk Lirası ile yapılacaktır. Başka herhangi bir nakit kullanılmayacaktır. Böylece Türk Lirasının para olarak kalmasına yardımcı olmalıyız. Paramız battığında devletimiz de batmış olacaktır. Türk Lirası dışında bir para yurt içinde bizim için geçerli olmamalıdır.
- Merkez Bankası’nın altın fiyatlarını esas alıp tüm borçlanmaları onun üzerinde yapmalıyız. Borçlanma hesapları buna göre olmalıdır. Bu Türk Lirası ne kadar enflasyona, dalgalanmaya tâbi olursa olsun bizi etkilemez. Bu Türk parasının değerini de korur.
- Alış-verişlerimizde, borçlanmalarda, çek veya bono senetlerini kullanabiliriz. Böylece nakit krizi varsa, giderebiliriz. Ancak, bunların ödeme esnasındaki değerleri o günkü altın değeri üzerinden olacaktır. Yani, eksiği veya fazlası kooperatifin hesabında borç veya alacak olarak geçecektir.
Kooperatif bu işlemlerde nasıl devreye girecektir? Onun mekanizmasını ortaya koyalım.
- Bir yerde alış-veriş eden esnaf, tüccar, işçi, halk taşınmazı ipotek göstererek kooperatifin kendisine kredi açmasını isteyecektir. Kooperatif taşınmazın yüzde seksen değeri ile kefil olacaktır.
- Ortaklar tanzim ettikleri çek veya bono senetlerinde kooperatifi de devreye sokar, onlara da ciro ettirirler. Bu kooperatifin garantisi olur. Böylece bu çek ve senetler piyasada para gibi değer kazanır.
- Tüm borçlanma ve ödeme kooperatif muhasebesinden geçeceği için hesaplar altın değeri üzerinde yapılıp yıl sonunda herkesin borç ve alacakları çıkarılır. Bu borçlanma altın değeri üzerinden faizsiz olur.
- Herkes kullandığı altın-gram kadar altın-gramı kullandırmak zorundadır. Kullandığı altın-gram kredisi ile kullandırdığı altın-gram kredisinde lehinde durum varsa borçlanma limiti artırılır. Aksi ise, borçlanma limiti düşürülür. Gününde ödeyememe diye bir sorun olmayacaktır. Ödenmemiş olanlar kooperatifin ortak hesabından ödenecektir.
ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER
XXII
PLÂNLAMA HİZMETLERİ
HARİTA
Yeryüzü insanlığındır. Nerede ne olduğunu bilmezsek ondan yararlanma imkânımız olmaz. Araştırma hizmeti bize nerede neler olduğunu, ne zaman nelerin değiştiğini bildirecektir. Bu hizmet tüm insanların ortak gibi çalışmaları ile sağlanacaktır. Bu çalışmaları da yine Genel Hizmet Payları ile değerlendirilecektir. Toplanan bu bilgiler rakamlar hâline dönüştürüldükten sonra plânlamaya gidecektir. Plânlama bunu haritalara çevirecektir. Gözle görünür hâle getirecektir. Her türlü sayısal değerler yarışma ve ihale yolları ile araştırma merkezlerinde hazırlanacaktır. Rakamlar ise plânlamada şekillere dönüşecektir.
Yeryüzünde ve deniz altında ışık veya kısa dalga radyo dalgaları yayan merkezler yerleştirilir. Bunlar devamlı olarak yayınlar yaparlar. Bunlardan karada ve denizde olmak üzere 5000 kadar yerleştirilir. Bunların koordinatları yerleştirildikten sonra ölçülür ve bildirilir. Bunların 1000 kadarı karalarda bulunur. Herhangi yerimizde bulunduğumuzu belirtmemiz için bunlardan herhangi üçünden gelen sinyallerin geliş yönleri ile geliş düzlemi belirlenir. Bunun yatayla olan açısı tesbit edilir. Bu sayede nerede olduğumuz kesin olarak bilinir. Açıların tesbiti yerimizi belirler. Bu aynı zamanda denizden yüksekliğini de belirler.
Araştırmacı âlet ile yerlerini değiştirir ve bulunduğu yerde ne olduğunu belirler. Bunu kaydeder. Böylece bu ölçüler birleştirilerek haritalar yapılmış olur. Kişiler hobi çalışmalarında kendilerine ayırdıkları yerin harita koordinatlarını böyle verirler. Bugün biz evlerimizin plânlarını 1/50 büyüklükte çiziyoruz. Detaylar ise 1/5 ile çizilecektir. !/1’in yanında 5/1, 50/1, 500/1 gibi haritalarımız olacaktır. Hücrelere ve atomlara böyle gireceğiz. 1/500, 1/5000, 1/50 000, 1/500 000, 1/5 000 000’luk haritalar yapılacaktır. Ayrıca, bunlar iki ve yarı ölçekli şeklinde büyütülüp küçültülecektir.
Bu haritalar bilgisayarlara yüklenecek ve her yıl güncelleştirilecektir. Böylece dünyamızın geçirmekte olduğu maceralar hep hafızalara yüklenmiş olacaktır. Bu haritalar rakamlarla kotlanıp saklanacak, isteyen kimse görüntülendirebilecektir. Bunların kopyalanması serbest olacaktır. Oysa, şimdi bunların bir kısmı gizlidir. Bir kısmı gizli olmamakla beraber, telif hakları sebebiyle kopya edilememektedir.
Askeri bilgiler araştırmacılar tarafından verilmeyebilir. Dolayısıyla askerliğin gizli tutabildiği bilgiler haritalara geçmeyebilir. Bunun dışında bütün bilgiler açık olmalıdır. Savaş haritaların gizli tutulması ile değil, haritada gösterilenlerin tersini yapmak suretiyle gerçekleştirilebilir. Meselâ, radar merkezi başka bir yerde gösterilir. Düşman orasını tahrip eder. Haritalar devamlı olarak güncelleştirildiği yani değişiklik kaydedildiği için düşman son varyanta bakacaktır. Savaşta bu bilgiler yanlış verilmiş olabilir. Düşman yanıltılabilir.
Telif hakları ise araştırma hizmetinde verdiğimiz bilgilerden biliyoruz ki zaten herkese açıktır. Savaş, askerin savaştan önce kendisinden başka kimsenin bilmediği silâhı keşfetmesiyle kazanılır. Çünkü yeni silâh yeni savunmayı gerektirir, düşman bu silâhı bilmediği için tedbir de alamaz. İnsanlığın hep tutucu olmasının sebebi budur. Yenilikte yeni tedbirler gerekiyor, bunu kimse istemiyor. Oysa, Allah evrimi zorunlu kılmıştır. Kim yenilik yaparsa o yaşar. Biz de yaşamak istiyorsak savunmada da yenilik yapmak zorundayız.
Türkler Kıbrıs Çıkarması’nı başardılar. Çünkü uçakları yoktu. Çıkarmada helikopteri kullandılar. Oysa düşman böyle bir şey beklemiyordu. Baskına uğradı. Zayiat vermeden çıkarma yaptık. Yeni silâh keşfetmedik ama bir silâhı yeni amaçla kullandık. Haritaları halkımızdan gizlemek bir şey ifade etmez. Tam tersine, düşman saldıracağı yerlerin haritasını çok kolay alabilmektedir. Bu nevi gizlilik ve yasaklar, sırf ülkeleri geri bırakmak için Batının icat ettiği hilelerdir.
Haritaların basılması son derece güçtür. Oysa, şimdi bilgisayarlar sayesinde en ince teferruatlı haritalar yapılabilmektedir. Bilgiler sayı şeklinde saklandığı için de son derece kolaylık sağlanmış bulunmaktadır. Haritalardan sonra projeler yapılır. Bu haritalar üzerinde projeler işlenir. Sonra da aynı haritalar üzerinde araştırmadan gelen bilgiler işlenir. Böylece proje ve uygulama arasındaki farklılıklar kayda geçer, sebepleri araştırılır. Gereği yapılır. Artık anlıyoruz ki, Genel Hizmet ayrı ayrı ve başlı başına yapılan iş değildir. Birlikte dayanışma içinde çalışarak başarılır. İnsanlık Adil Düzene kavuşunca bu sorunlar kamu düzenlemesi ile çözülmüş olacaktır. Ancak, siyasetle bunların realize edilmesi çok zordur. Vakıf kurmalıyız. Halkımızı organize etmeliyiz.
Haritalarımızı bilgisayarda yapmalıyız. Pusulanın yerine geçen basit âleti projelendirip üretmeliyiz. Herkes bunu alabilmeli.
Gideceğimiz yerlerin en ince detaylı haritası olmalıdır. Disketleri ortaklarımıza verebilmeliyiz. Bu hususta mevcut olanları toparlayıp birleştirmeliyiz. Bu husustaki gelişmiş teknolojimizi kullanmalıyız. Yapılmış haritaları birleştirmeliyiz.
PLÂNLAMA
Plânlama, semt plânlama hizmeti tarafından yapılır, bucak meclisince onaylanır. İlçe plânlama görevlileri tarafından yapılır, il meclisince onaylanır. Bölge plânlama danışmanlarınca yapılır, ülke meclisince onaylanır. Kıta plânlamasınca yapılır, insanlık meclisince onaylanır.
Genel plânlama hizmetliler tarafından doğrudan yapılır. Her hizmetli plânını meslekî ve ilmî şûra üyelerine kabul ettirmek zorundadır. Böylece plânlar hazırlanır. Her hizmetli ilmî ve siyasî şûra üyelerinin muvafakatini aldığı bir plân ile yarışmaya katılmış olur. Meclis üyeleri sıralama yaparlar. Telifte birinci gelen plânlama yarışına katılan ile takdirde birinci gelen meclis üyesi kendilerine bir baş plâncı seçerler. Gerekli yerlerle istişare yaparak plâna son şeklini verirler. Bucaklarda bucak, illerde il, ülkelerde devlet ve insanlıkta insanlık başkanının onayladığı plân yürürlüğe girer. Meclis üyelerinin hakemlere gitme yetkileri vardır.
İnsanlık plânlamasında ülkelerin sınırları ile bölgeleri birbirine bağlayan yolları içerir. Ayrıca ülkelerin bu yollarla sağlanacak irtibatlar belirlenir. Yollar şerit şeklinde olup meskûn hâlindedir. Kıta merkezleri Güney Amerika, Kuzey Amerika, Avrupa, Ortadoğu, Afrika, Hindistan, Çin ve Adalar olarak belirlenmiştir. Ortadoğu’nun merkezi Mekke’dir. Yol Kudüs’ten geçer. Ülkelerarası sınırlar hakemlerin kararları ile belirlenir. Kabul etmezlerse savaş yapılır. Bir ülkenin nüfusu 30 milyondan az olamaz, 100 milyondan da fazla olamaz. Nüfus sıklığına göre devlet merkezleri belirlenir ve plânlarla oralara yollar götürülür.
Benzer şekilde ülke plânında il sınırları ile bölgeleri birbirine bağlayan yol şeritleri gösterilir. Bir ilin nüfusu 300 000’den az olamaz, 1 000 000’dan fazla olamaz. İl sınırları ülke plânlamasında ortaya çıkar. Hakemlere gidilerek itiraz edilebilir. Hakem kararlarına uymayan ilin altyapı hizmetleri kesilir. Çıkış serbest bırakılır, giriş yasaklanır. İl ablukaya alınır ve teslim olması istenir. Zayiat vermeden teslim olması hâlinde, ülke başkanı ülke dışına sürülür. Teslim olmazsa, abluka nüfusu 300 000’den aşağı ininceye kadar ablukaya devam edilir. Hakem kararı ile askeri birlikler o il içine girerler.
Bunun gibi il plânlamasında bucak sınırları belirtilir. Son karar hakemlerindir. Hakem kararlarına uymayanlar il güvenlik kuvvetleri tarafından ablukaya alınır. Çıkış serbest bırakılır, giriş yasaklanır. Nüfusu 3 binden aşağı düşünce, güvenlik birlikleri hakem kararı ile bucağa girerler.
Ocak sınırları bucak plânlamasında belirtilir. Sınırları kabul etmemesi hâlinde bucak başkanı sürülür. Gitmezse kanı heder olur. İsyan olursa ilçedeki güvenlik kuvvetleri çağrılır. Böylece yönetim sorumluluğu sınırları plânlamada belirtilmiş olur. Sınırlar kodlarla tesbit edilir. Yerinde ihtilâf olursa hakemler halleder.
Plânlamada yapılması gereken yollar çizilir. Yerleşme yerleri belirlenir. Sanayi yerleri belirlenir. Genel Hizmet merkezleri belirlenir. İnsanlık bir insan gibi haritada inşa edilir. İnsanlık haritasında ülkelerin sadece başkentleri ve başkente giden insanlık yolu gösterilir. Ülke haritalarında illerin sınırları ile il merkezleri ve bağlayan yollar gösterilir
Bucak haritalarında ocak sınırları ile ocak merkezi işaretlenir. Merkez bucaklarını ve yol kenarlarındaki yerleşmeyi plânlar.
Vücut, ulaşım ve haberleşme yolları ve Genel Hizmetlerle bir varlık olur. O halde birliği oluşturmak ancak ulaşım ve haberleşme ile olur. Bunun için şunların yapılması gerekir.
- İnsanları ve katı varlıkları ulaştıran araçlar.
- Sıvıları nakleden yol ve araçlar.
- Gazları taşıyan araçlar.
- Elektriği veya sinyalleri taşıyan yollar.
Ocak içinde kişiler yaya dolaşırlar. Bucak içinde kişiler şahsi arabalarını veya ortak arabaları kullanırlar. İl içinde toplu taşıma araçları kullanılır. Ülke içinde araba taşıyan araçlarla taşınır. İnsanlık taşıma araçları büyük işletmeler hâlinde işletilir. Tüm taşımalar Genel Hizmet statüsünde yapılacaktır. Bunun için ürünlere bir taşıma payı yüklenecektir. Ürün yakında da satılsa, uzakta da satılsa, bu payı yüklenecektir. Üründen pay alınacaktır. Bundan sonra eşya bedava taşınacaktır. Üreticilere kupon verilecek, o kuponla istediği yere malını gönderecektir. Bu hakkını satabilecektir. Taşıma para ile değil de kuponla yapılacaktır. Şoförlere taşıma kuponu verilecektir. Kişilere de bir dolaşma kuponu verilecektir. Bu dolaşma kuponu ile gezebilecektir. İsterse bunu satabilecektir. Plânlamada yollar gösterilir. Ancak plânlama zamanlamayı içermez. Plâna göre iş yapmak zorunludur, ama plânı uygulama ise kişilerin kendi takdirlerine kalmıştır. Yani, mekân itibarı ile plânlama vardır ama zaman itibarı ile plânlama yoktur. Ne zaman imkânlar elverirse, gerek hâsıl olursa, o zaman plân realize edilir. Demek ki, plâna göre hareket herkese örnek olmalıdır. Zamanını ise ihtiyaç ve imkâna bırakmalıyız.
ÖLÇÜLENDİRME
Kâinat ışık hızı ile büyüyor. Bu hız sabittir. Bundan önce geçen zaman da sabit olduğundan, Kâinatın bugünkü çapı bellidir. Öyleyse, C ışık hızı ve R Kâinatın yarıçapı bilinen sayılardandır. Bundan başka Kâinat içindeki en küçük parçacık sayısı da sabittir. Elektronun sıfır hızdaki kitlesi ile belirleyeceğimiz bu parçacığın pozitif ve negatifi vardır. mo ve qo çiftlerinin büyüklükleri ve sayıları da sabittir. Kâinatta artmamaktadır ve eksilmemektedir. Değişik şekillere girmektedir. Elektronların hız toplamları da sabittir. Yani, mo*v lerin toplamı da sabittir. Parçacıkların hız kareleri toplamı da sabittir. Buna enerji diyoruz.
Kâinatta bunların sabit olması dışında, bunların artıp eksilmesi sayısaldır. Meselâ, hızlar basamak basamak yükselirler. Yarım basamaktan başlarlar. Buna parçacık sabitesi denmektedir. H ile gösteriliyor. Kâinatın bu sabiteler dışında henüz matematikle tesbit edilen diğer sayılardan elde edemediğimiz bazı büyüklükler daha vardır. Çekim sabitesi bunlardandır. Ancak Kâinat sayılı birkaç sabitenin ve onların bağlı olduğu kanunların eseridir.
Bu ölçülendirme canlılarda tamamen kendisini göstermektedir. İki katını alma, yarısını bulma, oluşumda tamamen temel esastır. Ben önce insan ile ilgili bazı ölçüleri vermek isterim.
Başparmağımızı alalım, bunu birim kabul edelim. Bunun insanlardaki ortalaması 9.41 cm civarındadır.
Birinci boğum yarım parmak, ikinci boğum dörtte bir parmak, tırnak sekizde bir parmak etmektedir. Tırnak kalınlığını tırnağın onda biri olarak alabiliriz.
Bileğe kadar iki parmak, dirseğe kadar dört parmak, omuza kadar sekiz parmak. Sağ parmakla sol meme arası on parmak. İnsan başının çapı bir parmak, alt çene dişi bir parmak, insan boyu 18 parmak. İnsanın yoğunluğu su yoğunluğuna yakın.
En yüksek dağ ile en derin denizdeki derinlik birbirine yakındır. Ortalaması on bin kulaçtır. Sulu atmosferler ile sulu toprağın derinlikleri de o kadardır. Hava tabakası sulu atmosfer kalınlığının 10 katı, toprak kalınlığı da 10 sulu toprağın 10 katı, sonra da kaya tabakası gökteki elektrikli tabakada onar kat. Yerin kabuk kalınlığı elektrikli tabaka ile hava tabakasına eşit. Yerin çapı bunun yedi katı. Yerin hava ile birlikte çapının 50 katı mesafede Ay var, Ayın 400 katı mesafede Güneş var. Yer-gök arası 4, 3, 3 olarak bölünmüş ve iç gezegenler ona göre dizilmiş. Ondan sonrakiler arası 6, 12, 24, 48, 96, 192 ve 384 aralıklarla sıralanmıştır.
Yıldızlar arası mesafe 4 ışık yılı, galaksiler arası mesafe 2 milyon ışık yılı.
Görülüyor ki, Allah yeryüzünü, canlıyı hep seçkin sayılar ile var etmiştir. İşte bizim de plânlamalar yaparken bu sayı sistemine uymamız gerekir. Plânımızı ona göre yapmalıyız. Buna mümtaz sayılar, seçkin sayılar, norm sayılar, standart sayılar denmektedir. Bu şekilde oluşturacağımız ölçüler sayesinde birimizin yaptığı parça diğerinin yaptığı parçaya uyacaktır. Uluslararası ölçüler ve uluslararası standartlar gittikçe yaygınlaşmaktadır: Ne var ki, henüz tam böyle standartlama oluşmamıştır.
Türkiye’de Standartlar Enstitüsü vardır. Ancak yasaklayıcı zihniyetle hareket etmektedir. Batıdan taklit edilmiş standartlar ülkemizin ekonomisine yeterli olmamaktadır. Bunu bir misalle anlatalım. Bir Amerikan bezinin standartları vardır. Bunlar birim santimetredeki iplik sayısı ile belirlenir. Bunu sağlayabilmek için ipliğin standart olması gerekir. İpliğin standart olması için pamuğun standart olması, pamuğun standart olması için tohumun, tarlanın, gübrenin, ziraat tekniğinin standart olması gerekir. Bunlar yetmez. Makinalar, işçiler, boyaları ağartan maddeler hep bu standart içinde olur. Buradan öğrendiğimiz şudur. Bir nitelikli malı üretmek mümkün değildir. Tüm sanayi birden nitelikli olacaktır. Dolayısıyla normlaşma dışarıdan alınanla olmaz.
Bunun için yapılacak iş, normlaşmayı üreticiye bırakmaktır. Üretimin kuralları vardır. Önce proje yaparsınız, onu üretirsiniz. Sonra onun vasıflarını belirlersiniz. Yani, ölçülerin hangi aralıklarla olduğunu tesbit edersiniz. Sonra onun üretim zamanını belirlersiniz, ondan sonra da maliyetini belirlersiniz. İşte plân yapan kimse, üreticinin imkânlarına, isteklerine, piyasanın satın alma gücüne, piyasanın zevkine bakarak proje üretecektir. Bir ürün üzerinde devamlı olarak gelişme kaydedilecektir. Daha kaliteli, daha ucuz üretim imkânları araştırılacaktır. Böylece uzun zaman çalışarak ilerleme kaydedilir.
Plânlama teşkilâtının devamlı olarak projeler üretmesi, piyasanın emrine vermesi gerekir. Müteşebbislerin bu projeleri denemesi gerekir. Tutan projeler selem senedine konu olmalıdır. Bunun için örnek ürünler ortaya konmalıdır. Bunlar sergi salonlarında teşhir edilmelidir. Sipariş verilen mallar üretilmelidir. İşte mağazalar bunun için var olacaktır. Orada yalnız standart mallar değil, özel projeler de alınıp sergilenecektir. Mala -Mal Sistemi ile satın alınacaktır. Müşteriler beğendiklerini alacaklardır. Hatta sipariş verebileceklerdir. Böylece müşterilerin çoğaldığı mal seri imalâta geçecektir. Ve seleme konu olacaktır. Bütün bunların yapılması için devlet olmaya gerek yoktur. Kuracağımız Konsinye Satış Mağazaları ile Mala-Mal Mağazaları bu sistemi çalıştıracaktır. Projeleri de aynı şekilde satın alınıp proje hizmetine konacaktır.
PROJE ORTAKLIĞI
25 Genel Hizmetten biri olan “Plânlama Hizmeti”ni yürütmek üzere kooperatif kurucularından biri “Plânlama Sorumlusu” olacaktır. Bu plânlama sorumlusu 10 plânlama hizmetlisi ortak bulacaktır. Bunlar haftada bir gün kendi aralarında toplanacaktır. Plânlama Hizmet Sorumlusu ise ayrıca haftada bir yapılan kooperatif toplantılarına katılacaktır. Diğer hizmetliler de dinleyici olarak bu kooperatif toplantılarına katılabileceklerdir. Kooperatif toplantılarında 25 Hizmet Sorumlusuna sıra ile söz verilir. Diğer 250 hizmetliden katılanlardan söz isteyen olursa, onlara da söz isteyenlerin sayısına göre söz verilir. Bunlara verilen toplam süre bir saattir. Kooperatif toplantısına diğer ortaklar, hatta yakınları da katılabilir, herkese açıktır. Ancak bunlara söz verilebilmesi, kooperatif kurucu üyesinin kendi söz hakkını ona kullandırması suretiyle sağlanır.
Kooperatif proje hizmetlilerine proje satın alma kredisi tanınır. Yıllık bütçede belirtilen bu miktar bu hizmetliler arasında bölüşülür. Başlangıçta eşit olarak bölüşülür. Altın-gram olarak belirlenen bu değer proje ortaklık payıdır. Proje ortaklığı kurucu üyeleri ortakların ürettiği projeleri satın alırlar. Bu proje sadece bir fikir olabilir. Bir avam proje olabilir, uygulama projesi olabilir, örneği yapılmış bir proje olabilir. Proje altın-gram değeri ile satın alınır. Eksik olan projeler başkaları tarafından satın alınarak geliştirilir, sonra tekrar proje ortaklığına satılabilir. Aşağıdaki safhalardan her biri ayrı ayrı değerlendirilir.
- Fikir bazında ortaya konan yazılı bir öneri, teklif.
- Öneri avam proje hâline getirilir. Proje şartnamesini içerir.
- Uygulama projesi yapılır.
- Projeye uygun örnek üretim yapılır.
- Uygulama projesi yapılır, eksiklikler tamamlanır.
- Uygulama yapılır, son olarak üretim projesi çizilir.
- Üretim plânlaması yapılır.
- Malzeme finanse edilir.
- Seri üretime geçilir.
- Pazarlanır.
İşte bütün bu hizmetler hep plânlama hizmet ortaklılığı program payları olarak bunları yapanlara pazarlık yapılarak verilmiş olur.
Bu üretimden bir proje ortaklık payı alınır. Yani, bu projeyi kullanan üreticiler üründen bir payı proje bedeli olarak bu ortaklığa verirler. Böylece artık ortaklığın bankada nakdi toplanmaya başlar. Ortaklar kendi paylarını nakde çevirmek isterlerse, payın nakit cinsinden değeri toplam ortaklık sermayesine bankadaki nakit bölünür, senedin nakit değeri bulunur.
Proje üretenler proje hizmetlilerine gelirler, projelerini pazarlık yaparak satarlar. Proje sahipleri pahalı satmak isterler, işe yaramayan projeleri de satmak isterler. Hizmet ortakları ise daha çok satılabilecek projeleri ucuz almak isterler. Hizmet ortakları arasında rekabet olduğu için proje değeri ile konmuş olur. Projeyi koyanın buradaki hakkı biter, ister satılsın ister satılmasın o payını almış olur. Bununla beraber proje satılıp değerlendiğinde proje bedeline %5 konur ve bu artan miktar o günkü sermayeye bölünür. Böylece eski ortaklar yararlanmış olurlar. Zamanla eski proje ucuzlayacaktır. Satın almaya gerek kalmayacak hâle gelebilir.
Projeyi alan ortak onu kullanarak yeni proje üretebilir,onu uygulayarak imal etmiş olabilir. Bu suretle artık proje mağazası çalışmış olur. Sonunda projeye göre mal üretir ve satarsak, onun proje payı sözleşmede belirlenmiştir. Ürünün beşte birinin yirmibeşte biridir. Sözler dinlenecek olursa başarı için tereddüde mahal yoktur.
Toplanan paralar o satılmış bulunan paylara bölünür, pay değeri ortaya çıkar. Başlangıçta bu değer azdır. Ayrılan olursa bankada nakit azalır ama piyasadan pay da çekilmiş olur. Öyleyse, ayrılma diğerlerini rahatsız etmez. Zamanla proje bedeli normal seviyeye ulaşır. İsteyen proje yapar, payını alır ve projeci olarak yaşar.
Kooperatiflerce şimdi başlanarak geliştirilecek bu sistem ileride devlet teminatı ve organizasyonu hâline dönüşür, insanlık teminatına dönüşür. Bakarsınız, bir semtte yapılan basit bir proje bir gün gelir tüm insanlıkta uygulanır. Adil Düzende takip edilen yol; merkezi yönetim yerine merkezi düzenleme, halkın devamlı katkısı, günlük olarak gelişmesi. Evrim ve değişme. İhtilâllerle değişme değil, doğrudan müesseseler tarafından değişme. Bunu sağlayan mekanizmaları devlet mi yapacak, yoksa vakıf ve kooperatifler mi yapacak? Biz şimdi vakıf ve kooperatiflere yaptırmaya çalışacağız. Bunu halkı sömüren projeciler, hizmet vermeden bol bol proje karşılığı alanlar engellemek isteyecektir. Bunu normal karşılamamız gerekir. Denge başka türlü oluşmaz. Her gün yenilik de yok olma demektir. Yenilik ile sebat birbirini dengeleyeceklerdir. Biri gaz, diğeri de fren pedalı olacaktır.
PROJE YARIŞMALARI
Proje mağazaları ilçelerde kurulur. Semtlerdeki plân hizmet temsilcileri katılanlardan aldıkları projeleri ilçedeki hizmet görevlilerine gönderirler. Hizmet görevlisi de bu projeye bir değer takdir edip mağazaya koyar. Böylece ilçe merkez bucağında proje mağazası oluşmuş olur. Halk gezerek bu projeleri satın almak ister. Projeyi geliştirmek için satın alır, yahut uygulamak için satın alır. Bu projelerin birer nüshaları bölge merkezlerindeki büyük mağazalarda teşhir edilir. O bölgenin merkez mağazasını gezen bu projeleri görüp satın alabilirler. Kıta merkezlerinde ise bu projelerin kendileri değil de konuları yer alır. Böylece orada tetkikat yapacak kimseler o kıtadaki harekâtı takip ederler.
Projelere şûralar tarafından ödüller ayrılır. İl merkezindeki ilmî şûra üyeleri illerindeki ilçeleri dolaşarak örnek projeler seçerler. Kendilerine göre sıralarlar. Böylece il içinde derece alan projeler ortaya çıkar. Bu projeler ödüllendirilir ve beğenilen projeler içinde sergilenir. İlin bütün ilçelerinde sergilenir. Ülke ilmî dayanışma sorumluları bölgeleri dolaşarak projeler seçerler. Bunları derecelendirirler. Ortak sıralama usûlü ile projeler derecelendirilir. Bu projelere ödül dağıtılır. Ayrıca ülkenin bütün bölgelerinde bu projeler yerelini alırlar. İnsanlık ilmî dayanışma sorumluları kıta merkezlerini dolaşarak, projeleri seçer ve sıralarlar. İnsanlık ilmî dayanışma sorumlularının yaptıkları sıralamada derece alanlar tüm insanlık proje mağazalarında sergilenir.
Bu yarışmalardaki ödüllendirme derece alan herkese ödülü bölüştürmedir. Yani, bir ilmî dayanışma sorumlusu tarafından dereceye sokulmuş ise o da sırasını alır ve ödülden pay alır. Birinci 1, ikinci ½, üçüncü 1/3 böylece toplanır. Tüm ödül bunlara bölünür. Kademe kademe ilk beş birinci, sonraki beş ikinci şeklinde de derecelendirilebilir, ona göre ödül almış olurlar. Uygulama yapılırken bazan anormal durumla karşılaşılır, kural uygulanmaz olur. Kurala göre dengesizlik ortaya çıkar. O zaman kural içinde ek bir kural konmalıdır. O dengesizlik giderilmelidir. Meselâ, onbin kişi iştirak etmiş, şimdi teker teker derecelendirme anormal rakamları verebilir. Küsur bedelleri doğurabilir. O takdirde bunlar yuvarlatılarak belli derecelere eşit ödül verilir.
Bu yarışmalar yılda bir yapılır ve bütçeye konan ödül ile belirilenmiş olur. Kamu gelirlerinden bir pay ayrılabileceği gibi, proje mağazalarında satın alınan projelerin değerleri bu yolla yükseltilerek değerlendirilir. Farz edelim ki, bir kişi projesi ile ilçe proje mağazasına katıldı. Diyelim 10 ag bedel aldı. İl yarışmasında derece aldı ve ondan da 5 altın gram aldı. Onun eserinin kıymeti 15 gram-altındır. Ülke ve insanlık yarışmalarına da katıldı ise orada aldığı değerler de maliyetlere bindirilir. O projeden yararlanmak isteyen ona göre katkıda bulunmuş olur. O yıl proje yarışmasına katılanlar projelerini o kadar pahalı satmış olurlar. İlmî dayanışma sorumlularına buna göre bir ag verilir. Toplam proje bedelinin beşte biri bunlara verilmiş olur.
Bir yıl içinde üretilen projelere böylece yarışma ödülleri verildiği gibi, geçmiş yılların projeleri de değerlendirilir. Yani, ilmî dayanışma sorumluları başka bir ödül olarak da geçmiş yıllarda yapılan projeleri değerlendirip seçerler. Şüphesiz bu uygulama yapılmış projeleri de içerir. Son 5 yılın, 10 yılın, 20 yılın, 50 yılın ve 100 yılın projeleri her yıl değerlendirilir. Derecelerine göre onlara da ödüller verilir. Böylece değeri sonradan ortaya çıkan projeler de değerlenmiş olur. Bu değerlenmede onun getirdiği yarar da belirlenmiş olur. Meselâ, ampulü bulan Edisson bir asır içi değerlenmelere tâbi olmuş olacaktır.
Bu ödüllerin uygulamasında ilmî keşifler de yerlerini alırlar. Meselâ, bir kimse bir proje üretecek ama o projede bir ilmî keşiften yararlandırılacaktır. Meselâ, ampulü bulan kimse elektriğin teorisini yapan kimseden yaralanarak projesini üretecektir. O takdirde o buluştan yararlanan kimse ona bir bedel ödemek durumundadır. Bunun anlamı şudur. Proje bedeli takdir edilirken eskilerinin buluş payları düşülmüş olur. Dolayısıyla ampulü bulan kişinin ampuldeki payı ne ise onunla satın alınmış olacaktır. Ne var ki, bunun satışı farklı olacaktır. Orada ilmî buluşlara da yer verilecektir.
Araba misâlini ele alalım. Dizel arabasını bulan kişi benzin arabalarının hilâfına bir şey üretmiştir. Buji tertibatını kullanmadan motoru çalıştırmıştır. Bu buluş satın alındığında, dizeli bulana değerlendirilen ve pazarlıkla elde edilmiş değer verilir. Sonra bu motoru imal eden kimse satıştan bir proje payını öder. Ancak bu pay o proje yapanlara değil de, ileride proje yapacaklara gidecektir. Ne var ki, burada proje dışında ilmî buluşlar da sözkonusudur. Bu paydan ilmî buluşlara da paylar ayrılır. Yani, onunla ilmî buluşlar da satın alınır. İlmî buluşlar projeler gibi uygulanmadığı için onlardan bir gelir gelmemiş olur. Başka bir ifade ile proje gelirlerinden araştırma hizmetlerine de pay ayrılır.
Genel Hizmet Projemiz bir bilgisayar programı gibidir. Bir defa kurulup çalışmaya başladı mı, tıpkı bilgisayarlarda olduğu gibi süratli gelişmeler kaydedecektir. Bugün nasıl bilgisayarlar fizikî yapımızı etkilemiş bulunmakta ise, yarın Genel Hizmetler de sosyal yapımızı etkileyecektir. Kamu ve Genel Hizmetlere karşı yazılacak eserler ve uygulamalar gelecek nesli en az bilgisayarlar kadar meşgul edecektir. İnsanlık artık sporun peşinde değil, bilginin ve buluşun peşinde koşacaktır.
PROJE DİLİ
Tarihte ilk defa şekil dili doğmuştur. Orta Asya’dan gelen bir Türk kabilesi olan Sümerler, Mezopotamya’ya geldiklerinde yazıyı keşfettiler. Sümerlerin dili Türk dil grubuna benzemektedir. Göktürk alfabesinin yazılış şekli de çivi yazısına benzemektedir. Büyük bir ihtimalle Sümerler Mezopotamya’ya gelmeden önce yazı yazmayı bilmekte idiler. Ancak, göçebe halkı olduğu için yazıyı kalıcı bir şeye değil de yürüyüp giden şeylere yazıyorlardı. Başka bir deyişle, her topluluğun şekil yazısı vardır. Düşüncelerini çizerek göstermektedirler. Mezopotamya’daki gelişme, bu yazının tabletler üzerinde yazılmasıdır. Büyük bir ihtimalle Mezopotamya yerlileri de toprağı pişirmeyi biliyorlardı. Sümerler bu teknolojilerini kullanarak çivi yazısını geliştirdiler.
Mezopotamya yazısı Mısır, Hindistan ve Çin’e kadar yayıldı. Amerika yerlilerinin kullandığı ve hâlen okunamamış yazı dışındaki bütün yazılar hep Sümer yazısıdır. Başlangıçtan itibaren şekil yazısıdır. Şekil yazısının özelliği insanlığın ortak dili olmasıdır. Atın resmini yaparsanız, artık o attır. Bunu herkes bilir. Ne var ki, şekil yazısı zamanla o kadar değişti ki, harf yazısı gibi başkası bir şey anlamaz oldu. Çivi yazısının kaynağı olan Mezopotamya peygamberler ülkesidir. Nuh, Hud, Salih, Lut ve İbrahim peygamberler orada yetiştiler. O medeniyeti onlar kurdular. İlk harf yazısı da Filistin’de Tevrat’ın bulunduğu ülkede bulundu. Dünyaya Fenikeliler tarafından yayıldı. Ancak, asıl kaynağı İbranilerdir, Tevrat’tır. Harf yazısı sesleri ifade etmektedir. Ama anlamları taşımamaktadır.
Gelecek dünyada insanlık dört çeşit yazıyı kullanacaktır.
Harf Yazsısı: Kaynağı Filistin’dir. Yunanlılar geliştirmişlerdir. Lâtin, Grek, Kiril gibi değişik şekilleri vardır. Burada sesli harfler de sesiz harfler gibi ayrı harf sayılmaktadır. Matematik diline çok elverişli bir yazıdır.
Hareke Yazısı: Bu yazıda kısa sesli harfler harf sayılmaz, harflerin bir özelliği kabul edilir. Harflerin üzerine konan özel işaretlerle belirlenir. Arap yazısıdır, Kur’an yazısıdır. Mantık yazısı olmaya çok elverişlidir.
Hece Yazısı: Hecelerin birer işaretle gösterilmesidir. Hece dili olan Çince de gelişmiştir. Aynı dil grubunda olan dilleri benzer işaretle birleştirmekte ve yazı dili tüm halklar tarafından anlaşılır olmaktadır.
Şekil Yazısı: İlk yazı olmuş ve Mezopotamya, Mısır, Anadolu medeniyetleri bu yazılar üzerine kurulmuş olmakla beraber, bugün konuşma dilinde hiç kullanan kalmamıştır. Bununla beraber bugün yeni bir şekil dili doğmaktadır.
- Matematik yazısı uluslararası bir şekil yazısına dönüşmüştür. Sayılar ve değişken işlemler artık şekil yazısı ile yazılmaktadır. 3 dediğimizde biz “üç”, Araplar “selase”, Fransızlar “truva”, Ruslar “tri”, İranlılar “se” diye okumaktadırlar. Çarpma, bölme gibi işlem işaretleri de böyledir.
- Trafik işaretleri de şekil yazısına dönüşmüştür. Virajlar, duraklar, park yasakları, gidiş ve dönüş istikametleri hep insanlığın ortak yazısı olmuştur.
- Seslere konan harfler de şekil yazısına dönüşmüştür. Gerçi bugün hâlâ değişik harf yazıları kullanılmakta ise de, yaygın harf yazısı Lâtince ve Arapçadır.
- En önemli ortak yazı proje dilinde doğmaktadır. Artık proje yapanlar hep şekil dilini kullanmaktadırlar.
Projenin şekil dili resim tekniğine dayanmaktadır. Önden baktığımızda görünen şekil çizilmektedir. Bu gerçek görüşten farklıdır. Çünkü şekilleri biz merkezden görürüz. Ama kâğıda sonsuzdan bakıyormuş gibi çizeriz. Böylece o şekle yine merkezden baktığımızda cisme bakıyormuş gibi görünür. Ayrıca cismin değişik yerlerinin kesitini göstererek resim çizeriz. Geliştirilmiş bazı kurallar vardır. Görünmeyen çizgiler nokta nokta çizilir. Ölçü çizgileri ince yapılır.
Projede başvurulan ortak yazının başında üç boyutlu resimlerdir. Derinlemesine olan çizgiler eğik çizilerek şekil üç boyutlu içinde yerleştirilir. Ayrıca boyalandırılarak cismin üç boyutlu içinde görünmesini sağlarız. Bugün fotoğraf makinelerinden yararlanarak şekillerin düzlemde nasıl göründüğünü kolaylıkla bilebilmekteyiz. Çocuklara at ile atın resmini gösterdiğimizde tanıyabilmektedirler. Zaten insan yüzü satıhtan görmektedir.
Proje yapımında artık özel işaretler de kullanılmaya başlanmıştır. Meselâ, haritalarda yollar, dereler, yapılar, kentler ormanlıklar, denizler özel işaret ve renklerle ifade edilmektedir. Harita okuma tekniğini öğrenen kimse dilini bilmeden de okuyabilir ve anlar. Projeler için de aynı sistem gelişmiştir. Elektrik projesini yapanlar, elektrik parçalarına özel işaretler belirtmişlerdir. Böylece şekil dili hayatımıza girmeye başlamıştır.
Önemli olan şekil dilinin gelişmesi, değişmesi ve mekanizmasının kurulmasıdır. Şekil dilini tamamlamalıyız. Kur’an’daki köklere birer şekil koymalıyız. Arap yazısının harflerinden terkip edilmiş olabilir. Yine Kur’an’dan hareketle çekim kurallarına göre işaretler konur. Bugünkü Arap yazısının değişmiş şekli ortaya çıkacaktır. Kur’an esas alınacaktır. Bir şekil dili doğacaktır. Bu şekil dilini her topluluk kendi diliyle okuyabilecektir. Proje dili de ayrı bir şekilde geometri, izdüşüm ve kesitler bilgisine dayanarak gelişecektir. Çocuklarımız her dört yazıyı daha temel eğitimde öğrenmiş olacaklardır.
DEĞER ARALIKLARI
İnsan bir yüze uzaktan baktığında genel yapısını görür. İnce ayrıntıları göremez. Yüze yakından baktığında ince ayrıntıları görür, ama genel görünüşü kavrayamaz. Bir çarşının sokaklarını dolaşan kimse ev ev, kapı kapı ince ayrıntıları belirleyebilir. Bütün sokakları ezberlemiş olsa bile, sonra uçaktan baksa o kenti tanıyamaz. Ama uçaktan seyrettikçe kenti tanır ama ayrıntıları bilemez. İşte insan bir bakışta hatasız bir işlem yapamaz. Ya detaylara inmek ve genelden vazgeçmek zorundadır, ya da genele bakıp detaya inmekten vazgeçecektir. Bunu bir misalle anlatalım.
Bir kâğıdın üstüne noktaları serpiştirelim. Bu noktalar yakında iken ayrı ayrı görünürler. Belli bir mesafeye geldikten sonra noktalar arası mesafeler kaybolur, şekil bütün olarak görülür. Ortak bir renk alır. Ayrı noktalar ayrı ayrı renkte görünmez, tek renk olurlar. Demek ki, ya şeklin renginden vazgeçeceğiz, ya da noktanın renginden vazgeçeceğiz. Bir anda öldüğümüzde mutlaka birinden vazgeçeceğiz. Plânlamada bunun önemi hiçbir zaman yüzde yüz doğru bir değer ortaya konamaz. Daima yaklaşıklı değerler vermek zorundayız.
Yunanistan’da insanın kişi olarak kesin bilgilere sahip olacağı iddia edilmiştir. Oysa İslâmiyet kişinin kesin bilgiye sahip olmayacağını ortaya koydu ve kesinliği icmalarda aradı. Eğer tüm insanlığın aklı aynı şeyi doğru kabul ediyorsa, buna hata dememiz mümkün değildir. Çünkü ondan daha ileri bir bilgi yoktur. Bugünkü ilmî çalışmalar çok önemli buluşlara sahne olmuştur. Bilgide dört tane kusur vardı, eksiklik vardı. Bunlar 20. asrın buluşlarıdır.
- Bilgilerimiz nisbidir. Biz bir varlığa nereden bakıyorsak, o varlık oradan nasıl görünüyorsa, biz o varlığı öyle biliriz. Diğer tarafı hakkında bir şey iddia edemeyiz. Mesela, bir silindire üstten bakan ‘dairedir’ der, yandan bakan ‘dikdörtgendir’ der. Öyleyse biz varlıkları bize göründükleri kadarı ile biliriz, gerçek varlıklarını hiçbir zaman bilemeyiz. Bu eskiden beri filozofları meşgul eden bir konudur. Kelâmcılar da buna dayanarak Allah’ın zâtı bilinmez demişlerdir.
- Bilgilerimiz izafidir. Bu da algılayanın araçlarına bağlıdır. Gören kimse için portakal başkadır, kör için başkadır. İnsan dıştan gelen bilgileri kendi beyni içinde bir yere yerleştirir. Herkesin onu kavraması ve anlaması farklıdır. Dolayısıyla benim için böyle olan bir şey sizin için öyle değildir. Çünkü onu farklı gözlerle algıladık.
- Bilgilerimiz takribidir. Bunun boyu 1.90’dır derken; yaklaşık olarak 1.90’dır demiş oluyoruz. Yoksa gerçek boyunu kimse ölçemez ve bilemez. İşte projede en çok bu husus önem kazanır. Biz bir ölçü verdiğimiz zaman mutlaka bir aralık içinde vermiş oluruz. Taraflar kararlaştırmasalar bile o demektir. Çünkü gerçek ölçüyü kimse belirleyemez.
- Bilgilerimiz ihtimalidir. Biraz evvel 1.80 olan boyun biraz sonra kaç olduğunu bilemeyiz, belki değişmiştir. Böyle kabul edersek o zaman da hiçbir şey bilmiş olmayız. Değişme ihtimalini esas alırız. Ona göre projemiz bir ihtimaliyat içinde geçerlidir. Bunun anlamı nedir? Yüz ayakkabı diken biri yüzde birini bozmuş olabilir, farkına varılmadan karşı tarafa geçilmiş olabilir. İşte dolayısıyla sözünü yerine getirmeyi bir ihtimaliyat içinde kabul etmek zorundayız.
Proje üzerine konan ölçülerde alt ve üst aralıklar konur. Yani, bundan küçük olamaz, bundan büyük olamaz. Bu aralık ölçüleri azsa maliyetini yükseltir, çoksa kalitesini düşürür. O halde proje yapma demek, aynı zamanda bu aralık sınırlarını en ekonomik şekilde belirlemek gerekmektedir. Hesaplanması hayli zor olan bir olaydır. Deneyler, uygulamalar bunları ortaya konacaktır.
Bir projenin tam istenildiği seviyeye gelmesi için bir yetişme derecesini geçirmelidir. Uygulamalar sonunda çıkan aksaklıklar zamanla giderilerek ideal durum alacaktır. İşte o zaman tam verimli çalışma imkânı bulunacaktır. Bu durum olgunluk çağıdır. Ne var ki, bu uzun zaman devam edemez. Hayat şartlarının değişmesi ve ihtiyaçların değişmesi, sebebiyle yeni teknoloji doğar. Eski ürün piyasadan çekilmeye başlar. Buna da ancak yeni proje imkânları ile yeniden başlanır.
Böylece her projenin diğer varlıklar gibi doğması, gelişmesi, yaşaması, yaşlanması ve ölmesi vardır. Demek ki, bir taraftan projenin olgunlaşması için sabırla üzerinde durulması gerekir. Ama yaşlanıp işe yaramaz hâle gelince de toprağa verilmesi gerekir. Plânlama hizmetleri bunu yapan bir kuruluştur. Projeleri halk yapar, kamuya satar, kamu da onu işletmelere koyar ve üretim yapar. Üründen bir pay projeye verilir. Bu mekanizma ile hem herkesin ahlâkı korunur, hem de herkes bedelsiz yararlanma imkânını bulur. Bu projeleri uygulayanlar ise özel masraf ödemez. Bütün bu düzen acaba devletçe organize edilirse daha iyi olmaz mı? Olmaz, çünkü Türkiye’de böyle bir organizasyon var. Ama halk bunlardan yararlanmıyor. Akevler Kooperatifleri bu hizmetleri halk kuruluşları olarak organize etmelidir.
PLÂNLAMA VE EVRİM
Bir insanın oluş şeklini düşünelim. Baba tarafından gelen 22 kromozom ile anne tarafından gelen 22 eş kromozomlar insanın cinsiyet dışındaki özelliklerini oluşturur. Baba tarafından gelen X ile ana tarafından gelen X çiftleri kız çocuğunu oluşturur. Eğer baba tarafından X yerine Y kromozomu gelirse erkek çocuğu oluşturur. Bu bir hücredir. Bir insanın bütün özellikleri burada yazılıdır. Proje hâlindedir. Ama şimdilik realize olmamıştır.
Döllenmiş hücre ikiye ayrılır. Birbirine tamamen benzeyen bu hücreler yan yana olmazlarsa tamamen aynıdırlar ve aynı kalırlar. Birbirine komşu olunca hücreler farklılaşırlar ve işbölümü yaparlar. Hücrelerden biri hareketli hücreleri oluşturur, diğeri sabit hücreleri oluşturur. Hareketli hücre de bölününce, biri yaşama ile ilgili hareketli hücreleri oluşturur, diğeri ise çoğalma ile ilgili hücreleri oluşturur. Çoğalma ile ilgili hücreler de ikiye ayrılır. Biri cinsi hücreleri üretir, diğeri ise hormon salan hücreleri üretir. Yaşam ile ilgili hücreler de, biri taşıma işlerini yapan alyuvarlar ve diğeri de savunma işlerini yapan akyuvarları oluşturur. Buna karşılık sabit yapı hücreleri iç yapı ile ilgili hücreleri yaparlar ki, bunlar kas ve kemiklerdir. Bir de dış işler ile ilgili işleri yapan hücreler vardır ki, bunlar deri ve sinir hücreleridir.
Böylece oluş devam eder. Yavaş yavaş hücreler farklılaşırlar. Dikkati çeken husus, hücrelerin genetik yapısı projesi bozulmaz, sonuna kadar bütün hücreler aynı projeyi kullanırlar. Bizim buradan alacağımız ders nedir? Bir oluş projesi her şeyi ihtiva etmelidir. Proje bir bütün olmalıdır. Sadece herkes projenin kendi tarafını ele alıp uygulamalıdır. Gereksiz kalan genlerin ortadan kalkması, kromozomların yok olması gibi bir düşünce yerine, projenin bütün hücrelerde sonuna kadar korunması önemli tesbittir.
Allah bu yolu niçin seçmiştir? Çünkü bazı zamanlarda hücreler diğer doku hücre görevini görme zorunda da kalabilir. Bu bakımdan korunmuş olabilir. Bir başka sebep de, projede değişiklik yapıyı bozar. Proje her şeyi göstermelidir. Proje değişmemelidir. Sadece projeye göre uygulama değişik olmalıdır. Genel plânlamada kabul ettiğimiz bu ilke yani bir kentin projesi tadil edilemez. Ancak kent öldürülür, yerine yeni kent kurulur. İmar o zaman değişir, ilkesini getirmekle tabii kanunlara uymuş oluyoruz.
Şimdi evrimi tanımlayalım: Evrim, birbirine benzeyen ama aralarında işbölümü olmayan varlık yığınından birbirine benzemeyen ama aralarında işbölümünün doğduğu bir birliğe doğru ilerlemedir. Bir solucanı parçalarsanız iki solucan olur. Oysa insanı parçalarsanız ölür. Çünkü insan evrimleşmiş varlıktır. Projeler insandaki genlerdir. Kromozomdaki dizilerdir. Özellikleri nesilden nesile aktarır. Projelerdeki yenilik ise evrim kanunlarına tâbidir. Ne kadar zor iş! Bir taraftan eski yapıyı sürdürecek, böylece eski müktesebat korunacaktır. Diğer taraftan da değişiklikler yaparak evrimi gerçekleştireceksiniz. Demek ki, proje hizmetleri bu dengeyi sağlayan bir kuruluş olacaktır.
Bir taraftan eskiden yapılıp üretilmiş projeler korunmaktadır. Halka bedava sürülerek eski değerlerin hayatta gerçekleşmesini sağlamaktadır. Diğer taraftan yaşlanmış ve ömrünü doldurmuş projeleri kaldırıp yerine yeni projeler üretmektedir. Bu da evrim ve irs arasındaki dengenin sağlanması imkânını ortaya koymaktadır. Yeni projeler oluştururken diğer taraftan da eski projelerin gerçekleşmesi için çalışılmaktadır.
Bir arzda önce çeşitli bitkiler biter. Bitkiler büyüdükçe diğerleri yarıştan çekilir. Onlar çürüyüp diğer bitkilere gübre olur. Bir medeniyet oluşurken de önce çok çeşitli ve farklı projeler ortaya çıkar, zamanla uygulamadaki sonuçları ile başarılı olanlar gelişir, diğerleri ise ortadan kalkar. Bu çokluk zararlı değil, yararlıdır. Binlerce değişik projeler arasından sıyrılabilen en güçlü olandır. En sağlam olandır. Diğerleri olmasaydı bu projenin güçlü olduğu bilinemezdi. Serbest rekabet sağlanmıştır.
Üretilen projeler piyasadan çekilmelidir. Uygulama sahasını bulmamalıdır. Ancak geleceğe de bir hazine bırakmalıdır. Yani, uygulama imkânı bulunmamış olsa bile, gelecek neslin tetkiki için elde tutulmalıdır. Eskiden kitaplarda saklanan bu bilgiler şimdi bilgisayar hafızalarında saklanmaktadır. Daha küçük hacimlerde bilgiler yerleştirilebilmektedir. Böylece gelecekte günümüzün düşüncelerini ve çalışmalarını öğrenmek isteyenler rahatlıkla bize ulaşabileceklerdir. Bugün bir işe yaramayan değersiz görülen bir bilgi zamanla çok önem kazanır ve insanlığa hizmet eder. Bunun tipik misâli İbni Haldun’dur. İbni Haldun sosyal ilimlerin bir kitabını yazdı. Şimdi ayrı ayrı ilim hâline gelmiş bütün sosyal ilimlerden bahsetti. Bunları sekiz ilimde toplayabiliriz: Din, ilim, ekonomi ve yönetimdir. Bunlar medeniyet ilimleridir. Diğer taraftan dil, sanat, teknik ve hukuk ilimleri de önemli sosyal ilimlerdir. Bunları aldı ve teker teker inceledi. Ne var ki, İslâm âlemi ilgilenmedi. Ama sonra Avrupa’ya bu eser etki etti. Birçok ilimlerin ortaya çıkmasına vesile oldu. Çalışanların çalışmaları günümüzde değerlendirilmeyebilir. Ancak gelecek nesil ondan yararlanır. Çalışanların çocukları bu değerleri korumalıdırlar. Ne yazık ki, bugün henüz insanlık bu bilince ermemiştir. Öğrenme yerine ezberlemeyi yeğliyor.
PLÂNLAMA VE İMAR
Belli büyüklükte bir toprak ele alalım. Bunu bir ada farz edinir. Dışarıya bir şey satamıyor ve dışarıdan bir şey alamıyor. Bu ada üzerinde insanlar yaşıyorlar. Şimdi bir tanım yapalım. Bir insanın kendisini yaşatması için günde kaç saat çalışması gerekiyorsa o ülkenin imar durumunu gösterir. Bunu şöyle ifade edebiliriz. Çalışmak zorunda olduğu 24’ü, çalışmak zorunda olduğu saate bölersek bu o ülkenin imarını verir. Hiç çalışmadan bir insanın yaşaması sözkonusu olamaz. Hiç olmazsa yemek için vakit ayıracaktır.
Şimdi imar ile nüfus arasında bir ilişki kurabiliriz. Önce bir tek kişi varken imar sıfırdır. Sonra nüfus arttıkça imar da artar. Yani insan daha az saat çalışarak yaşama imkânını bulur. Nüfus sıklığı belli bir sayıya ulaşınca orada nüfus arttıkça ülkenin imarının artması düşmeye başlar. Nüfus çoğaldıkça insanlar daha çok çalışarak geçinmek zorunda kalırlar. İstenen bu kritik nüfusu artırmaktır. Yani, ülke daha çok nüfus besleyebilsin. Hedef, kaba ifade ile daha az emekle daha çok nüfusun beslenmesi istenir.
Yeryüzünün imarı Adem Peygamber ile başlar. İnsanlar toplayıcılık, avcılık, çobanlık, tarım, pazar mübadelesi, tüccar mübadelesi ve işçilik dönemlerinde hep yeryüzünün nüfusunu artırmışlardır. Şimdi de ortaklık dönemine geçiliyor. Yeryüzü daha çok nüfus besleyecek hâle gelecektir. Bu insanlığın çalışmalarını birbirine eklemesi suretiyle elde edilmiştir. Babalarının mirasına konan çocuklar onu daha da geliştirmeyi istediler ve ocaklarını yaşattılar.
Plânlamaya bunun için ihtiyaç vardır. Plân yaparsak herkes o plâna göre hareket eder, sonunda bir yapı ortaya çıkar, bir eser ortaya çıkar. Plânınız olmazsa herkes bildiği gibi yapar, sonra onlar bize yığın olur, külfet olur. Türkiye bugün plânsızlıktan çekmektedir. Batıdan gelen kredilerle Türkiye tarım döneminden sanayi dönemine geçti. Ne var ki, batılılar kredilerini azınlığa verdiler. Onları Türkiye’ye hâkim kılmak istediler. Onlar da bu kredilerini İstanbul’da, kısmen de Ankara ve İzmir’de kullandılar. Fabrikaları buralarda kurdular. Anadolu’da iş bulamayan halk bu fabrikalara taşındı. Kalacak yeri olmadığı için gecekondulara yerleşti. Şimdi İstanbul apartmanlı gecekondular şehridir.
Oysa o zamanın belediyesi sadece kâğıt üzerinde ve kurallarla İstanbul’u parselleseydi. Yollarını, kanallarını, parklarını, mesken sahalarını, sanayi sahalarını, ticaret yerlerini ve genel hizmet yerlerini ayırsaydı, bu gecekonducular bu parselasyon kurallarına uyar, gecekondularını onun içinde yaparlardı. İmkânları olduğunda da gecekondularını normal meskenlere çevirirlerdi. Belediye de zamanla alt yapısını tamamlardı. Böylece bir asır içinde İstanbul 20 milyonluk modern şehir olurdu.
Fabrikalara yer verirken, hemen fabrikaya yakın yerde orada çalışanlara da bir yer ayıracaktı. Böylece halk işyerlerine yakın yerlerde kalacak ve trafik sorunu olmayacaktı. Gecekondu sorunu olmayacaktı. Plânsız projesiz yola çıkan Türkiye dev borçlar altında ezilmektedir. Bugünkü 150 milyar dolar borç bu israfın mahsulüdür. Projenin başka yararı da olabilir. Biz şimdi 5*4’lük bir oda yapıyoruz. 3*4’lük oda, mutfak, banyo ve tuvaleti olacak. Bu odaya beş mikap kereste gitmektedir. Kavaktan bu 300 dolar etmektedir. İşçiliği de 300 dolar alabiliriz. Demek ki, 600 dolara bir odaya sahip olacaktır. İlk gelen işçi arsasına bunu koyacaktır. Altı ay sonra 600 dolar daha verecek ve ikinci odayı koyacaktır. 3000 dolara üç odalı, tuvaleti ve banyosu olan bir eve sahip olacaktır. Bu ev bütün gecekondu evlerinden daha sağlıklı olacaktır. Bu proje kamu tarafından yapılmış olacaktır.
İleride beton inşaat yapacağı zaman bu evi daha ucuz bir fiyatla yeni gelen satacaktır. Böylece mesken sorunu çok daha ucuz ve zararsız şekilde çözülecektir. Burada devlet sadece proje vermiştir. Projeye göre inşaat yaparsan elektrik ve suyu veririm demiştir. Gecekonducular bu evleri yapmaya başlayacaklardır. Bu sayede bunun sanayii doğacaktır. Bu da iş sahalarını açacaktır. Bir sektörün sanayisi doğunca kalitesi gittikçe artar, buna karşılık ucuzlamaya başlar. Bunun anlamı nedir? İnsanların yaşamaları için daha az emek harcamaları anlamına gelecektir.
Bu ahşap ev projesinin faydası bundan ibaret değildir. Bugün köylerde yaşayan birçok kimse kentlere taşınmayı istemektedir. Fırsat beklemektedir. Ya evlerini yapmıyor veya yaptığında orasını bırakıyor ve millî servet boşa gidiyor. Oysa köyünde böyle taşınabilir ahşap ev edinirse, yarın şehre gelirken evini de beraberinde getirecektir. Parselli arsa içine koyacak, şimdilik orada gününü geçirecektir, sonra onu satıp betonarme inşaat yapacaktır. Şantiye binaları ve dinlenme evleri hep bu mantık üzerinde olacaktır. Bu projelendirme işine kooperatif başlamalıdır. Tıp uygulamalar yapmalıdır. Böylece ülkenin kaderi değişecektir. Şimdi büyük yokluklar içinde ahşap ev projesini yürütmekteyiz. Maliyetleri büyük 12 000 dolar diyoruz. Oysa bunun maliyeti 6 000 dolar olabilir. Bundan daha kalitelisi böyle olabilir. Mesela, dışı kestane, içi kavak, bundan ucuz elde edilebilir, daha üstün vasıflı olabilir.
PLÂNLARIN MUHTEVASI
Plân veya proje yaptığımız zaman bütün gerekli bilgileri içermelidir. Yalnız bunların neler olduğu kolay kolay bilinmez. Proje yaptıktan sonra sorunlar çıkar. O sorunların birçoğu uygulayıcılar tarafından tamamlanır. İşletme esnasında sorunlar çıkar ve işletmeciler tarafından tamamlanır. Bakım esnasında sorun çıkar, bakımı yapanlar tarafından tamamlanır. Hayat böyle gelişmiştir, hâlen d e böyle gelişmektedir. Bizim buna ilâve edeceğimiz husus gerek imalâtçı, gerek işletmeci, gerekse bakımcılar tarafından yapılan tüm bu yeniliklerin projelendirilmesi gerekmektedir.
Uygulayıcılar tarafından yapılan değişiklikler plânlama hizmetlilerine haber verilerek yapılır. Plânlama hizmetlisi de bunu ek proje ile projelendirir. Böylece proje zamanla olgunlaşır ve tüm eksiklikler tamamlanmış olarak ortaya çıkar. Bu değişikliklerin kaydı ve muhafazası demirbaş kayıt hizmetlisine ait olacaktır. Şüphesiz bütün hizmetler belli usuller içinde değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirme sistemini uygulama esnasında düşünüp değerlendirmesini yapmalıyız. Şimdi bir sorun ortaya çıkmaktadır. Genel olarak bunları kimler düşünecektir? Meselâ, şimdi biz bu çalışmaları yapıyoruz. Diyelim ki, uzun çalışmalar sonunda kooperatifimiz kurulmuştur. 25 Genel Hizmet tamamlanmıştır. 25 ortak bulunmuştur. Bugün bu çalışanlar karşılığını alabileceklerdir. Bizim çalışma saatlerimiz değerlendirilecektir.
Önce esas kuralımızı söyleyelim. Bu çalışmalar proje çalışmasıdır. Arkadaşlar bir proje çalışmasını yapmaktadırlar. Bu çalışmalarla kurulmuş kooperatif gelişecektir. Belki ileride parti kurulacaktır. Her yönüyle büyük sonuçlar elde edilecektir. Bugün yapılan çalışmalar da kaybolup gitmiş olacaktır. Çünkü biz bu çalışmaları henüz kayda almış değiliz. Arkadaşlarımız bu çalışmaları değerlendirmeden çok, bu çalışmaları hobi olarak yapmaktadırlar. Çalışmalarımızın değerlenmesi için her şeyden önce çalışmaları kayda almamız gerekmektedir.
Her arkadaş kendi çalışmalarını bu kayıtlara alsın, eserler meydana gelsin, sonra bu eserler ortaya konsun. Bunlar kayda girsin. Sonra değerlendirilmeleri çok sonra başlayacak ve mümkün olacaktır. Şunu da kabul etmek gerekir ki, ileride Genel Hizmet veren bir kooperatif ortaya çıktığı zaman bütün bunlar çok basit olacaktır. Çalışan bir kooperatife, geliri olan bir kooperatife herkes katkıda bulunup karşılığını almak isteyecektir. Bu sayede tüm çalışmalar kayda geçmiş olacaktır. Bugün ise böyle bir yer yoktur. Kooperatifimiz de bunu yapacak duruma gelmiş değildir.
Bununla beraber bu çalışmaları yaptık ama sonuç elde edemdik, işler yarım kaldı ve çöktü. O zaman zaten bir şey elde edemeyeceğiz, bizim çalışmalarımız boşa gidecektir. O halde niçin böyle sonu belli olmayan bir çalışma içine girmiş bulunuyoruz. En büyük başarımız, bu seminerlerin devam etmesi ve eserlerin oluşmasıdır. Yazılı hâle gelmektedir. Bu büyük başarıdır. Bizim ikinci başarımız ise ortaklarımızı maddi zarara sokmamamız olmalıdır. Bu çok kolay değildir. İzmir Akevler’de biz büyük başarılar elde ettik. Ne var ki, bozuk düzende değerlendirip ortaklarımıza bir şey veremdik. Biz kendimizi de yoksulluktan kurtaramadık.
Parti çalışmalarını yaptık. Desteklediklerimiz büyük başarılara ulaştılar, birinci parti oldular. Belediyeleri yönetiyorlar. Şunu gördük ki, ilk günlerde büyük sıkıntılarla ve başarı için canları pahasına çalışanlar bu siyasi gücü elde ettiler. Benzer şekilde Risale-i Nûr şakirtleri de böyle oldular. Şimdi eskilerinin yerine yenileri gelmiş, nimetlerden yararlanıyorlar. İlk kuranlar, sâbikûnlar, evvelûnlar, mukarrebûnlar unutulmuş; sıkıntılar içinde dünyayı terk ediyorlar.
Bu durum ilâhi takdirdir. Hıristiyanlar en büyük zulmü ve sefaleti çektiler. 300 yıl onlara zulmettiler. Sonra Hıristiyanlığa yenildiler ve eski zalimler Hıristiyan oldular. Ne var ki, zülüm bitmedi, Hıristiyanlık adına zulüm devam etti. Sonra solcular bu zulme karşı direndiler. Ama sonunda eski zalimler solcu olup yine zulme solculuk adına devam ettiler. Şimdi sol yıkılmıştır, eski zalim solcular şimdi lâik oldular ve zulme lâiklik adına devam ediyorlar.
İnsanlık tarihi hep zulmedenlerin zulmüne karşı direnen hak sahipleri ile ilerlemektedir. İnsanlığa hakkı öğreten mü’minler iktidarı ellerinde tutamıyorlar, zalimlere kaptırıyorlar, yahut iktidar olunca zalim oluyorlar. Bunun sonu olmayacak mıdır? Şunu belirtelim ki; mü’minler Allah’a inanıyorlar. Cennete gidiyorlar. Zalimler ise cehenneme gideceklerdir. Mü’minlerin çalışması bu dünya çıkarı için değildir. Başka türlü bu sıkıntılara dayanmak mümkün değildir. Ama insanlık adım adım Adil Düzene gitmektedir. Zalimler yine varolacaklar, ama Adil Düzende zalimlerin değil adillerin borusu ötecektir. Zalimler adiller bozulduğu zaman ortaya çıkmaktadırlar. İnsanların adaletten ümitlerini kesip zulme teslim olmaları insanlığı yok eder. İnsanlıkta evrim o mazlumlar sayesinde olmaktadır.
Bizim duâmız; zâlim varlıklı olmaktan ise, mazlum yoksul olmayı tercih etmede Allah’ın bize yardımcı olmasıdır. Hâlimize sonsuz şükürler eder olmalıyız.
ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER XXIII
BAKIM HİZMETLERİ
ÇIKAR PARALELLİĞİ
Yeryüzünde düzen iki ana sisteme dayanır. Biri çıkar çatışmasıdır. Bir otlakta yayılan hayvanlar arasında çıkar çatışması vardır. Çünkü otlaklardan birini bir hayvan yerse diğerine bir şey kalmaz. Dolayısıyla aynı cinsten bir hayvan başka bir hayvanın rakibidir. Bu tam doğru değildir. Eğer hayvanların sayısı olması gerekenden fazla değilse, orada bir hayvanın diğer hayvana zararı yoktur. Çünkü artan çürüyüp gidecektir. Merada çok hayvan olmasının başka bir yararı daha vardır. Kurt gibi canavar hayvanlar sürüye saldırdıkları zaman bir tanesini kapıp götürürler, diğerleri kaçıp kurtulurlar. O halde her hayvanın kurtulma şansı sürüde fazla hayvanın bir arada olmasına bağlıdır. Bu sebepledir ki bir çok hayvanlar sürüler hâlinde yaşarlar. Balıklar, kuşlar sürü halinde dolaşmayı tercih ederler.
Yukarıda getirilen misalde çıkar paralelliği var, çıkar çatışması vardır. İnsan toplulukları da böyle farklı şekilde oluşmaktadır. Sosyal kuruluşları kurarken çıkar paralelliği üzerinde kurmalıyız. Genel Hizmet çıkar paralelliği üzerinde kurulur. İnsanların bir kısmı bundan hoşlanmazlar. Çıkar paralelliği demek nüfusun artması demektir. Sonunda dünya nimetlerinden gelen nüfusa pay verilmesi demektir. Dolayısıyla çıkar çatışması içinde nüfusun artması önlenmiş olur.
Ucuz araba üretildiğini, bakımın ucuz olduğunu düşünelim. O zaman ne olacak? Herkes araba alacak, sonunda trafik tıkanacak, eski zenginler rahat gidemeyecektir. O halde araba pahalı olmalıdır. Bakımı masraflı olmalıdır ki arabası olanlar rahatsız olmasın. İşte batının dünya görüşü budur. İslâmiyet’in dünya görüşü bundan tamamen farklıdır. Allah’ın arzı geniştir. Yeter ki siz çalışıp çoğalın, emeğinizle zorlukları yenin. Şöyle ki, bugün tarımdan elde edilen sonuç çok farklıdır. Köyler terk edilmiş, halk kentlere taşınmış, tarlalar ekilmiyor. Eğer çokluk kötü bir şey olsaydı halk kentlerden köylere kayardı. Türkiye’nin nüfusu bugün çok azdır. Ne zaman Türkiye’nin dağı-taşı ekilir ve boş yer kalmaz, sulama, gübreleme, ilaçlama, tohum, klima gibi teknolojiden sonuna kadar yararlanılır da bundan fazla nüfusu besleyemez hal alırsa, işte o zaman çıkar çatışması başlayabilir. Halbuki bugünkü teknoloji ile Türkiye 500 milyon insanı besler. Bugün Türkiye’de nüfus yoğunluğu 100 civarında, oysa Avrupa’nın sık bölgelerinde ve Çin’de bu sıklık 500’ü bulur. Demek ki, daha beş misli nüfusu besleyebiliriz demektir.
İslâmiyet kendi temel mantığını burada da bırakmaz. Bu 500 milyon bugünkü teknoloji ile böyledir. Nüfusumuz artar, o nüfus araştırma yaparsa teknoloji gelişir ve Türkiye daha çok nüfusu besleyebilir. Biz denizlerde daha avcılık dönemindeyiz, henüz çobanlık dönemine bile geçmiş değiliz. Denizlerde tarım dönemine geçtiğimizde yeryüzü nüfusunu en az üç-dört misli artırabilir. İmkânlar burada da sınırlı değildir. Güneş etrafında uydu tarlalar yapar, istediğimiz kadar ürün elde edebiliriz. Yeter ki teknolojimiz gelişsin. Güneşin çevresini doldurabilmemiz için milyonlarca senelere ihtiyacımız olacaktır. Yaşama imkanı daha da devam ediyor. Hidrojeni helyuma çevirir, yine uzayda güneşsiz yaşayabiliriz.
Demek oluyor ki, çıkar çatışmasına değil, çıkar paralelliğine dayalı bir düzen kurmamız gerekir. Bugünkü bakım sistemi çıkar çatışmasına dayanır. Kendi içinde çelişkilidir. Tamir ve bakımını iyi yaparsa tamirci aç kalır. Onun için tamirci bir tarafını yaparken diğer tarafını bozar. Artık seni hayatı boyunca sağar. Bunu avukatlar da böyle yapar, doktorlar da böyle yapar. Öğretmenler için de aynı şey sözkonusudur.
İşte Adil Düzende bunun için bakım serbest rekabete dayalı olarak kurulamaz. Çünkü bakımını yapacağız derken makineleri tahrip ederler. Bu iş üreticilere de uygun gelir. Çünkü onlar da yeni araba satarlar. Bu ise insanlık için israf olur. Öyle bir bakım sistemini kurmalıyız ki israf olmasın. Çıkar paralelliği doğsun. Üreticiler arasında rekabet olsun. Bu rekabet araba bakıcılarının deney ve kontrolü ile sağlanabilir.
Her türlü araçların ve cihazların, hatta yapıların bakımı bakım firmaları tarafından tekeffül edilecektir. Bunlar bozulduğu zaman işçiliklerini bedel almadan yapacaklardır. Parça parasını vereceklerdir. İyi bakım yapar, iyi parça kullanırlarsa makine sık sık bozulmaz, yapı sık sık bozulmaz, onlar işçilikten kurtulmuş olurlar. Kişiler kendi makinelerinin bakıcılarını kendileri seçeceği için yine serbest rekabet devam etmektedir. Ayrıca, parça mübayaası bakıcılarla birlikte mal sahipleri tarafından yapıldığı için parça imalatçıları arasında da rekabet devam etmektedir. Mal sahipleri arabalarını ne kadar iyi kullanırlarsa parça masrafları o kadar az olacağı için de onların masrafları da devam etmektedir.
Bakım hizmetleri hizmet verdikleri araçlar sayısınca veya kişiler sayısınca karşılığını alacaklardır. Hizmetleri bilgi vermek ve parça değiştirmek şeklinde olacaktır. Sigorta değiştirmek, asansörün bakımını yapmak ve benzeri birçok işlerin bakımını sahiplerine öğreteceklerdir. Bakım hizmetini verenler, bakım işçisinden ziyade bakım öğreticisi olacaklardır. Bakımda kendileri işçilik yapmayıp başkasına yaptıranlar işçilik bedellerini öderler. Orada iş bellidir. İşin kontrolünü yapan vardır.
BAKIM TEKNOLOJİSİ
Bir binanın inşaatı veya makinanın yapılması sırasında bakımım kolay olması, bozulmaların az olması şeklinde dizayn edilmesi gerekmektedir. Projeyi yapanlarla makinaları üretenler aynı tekel firmalar olunca güttükleri hedef budur. Bir aracın bakımı kendi servislerince yapılsın, belli zaman sonra araç tamir edilemez hal alsın, bakım masrafları çok olsun ve yenisini almayı tercih etsin. Böylece kendi sürümünü çoğaltsın. Kapitalizmin temeli buna dayanmaktadır. Plan ve proje hizmetlerinde gördük ki, plan ve proje Genel Hizmet içinde yapılmalıdır. Üreticilerin dışında araştırmacı ve hesapçılar yapmalıdır. Projeler uygulama getirdikçe proje kuruluşuna gelir gelsin. Çok proje değil de çok uygulama geliri sağlasın. Tip projeler aynı derecede gelir getirsin. Böylece sorunlar projecilerce çıkar paralelliği içinde çözülsün.
Bir bina yapalım. Bunun bakımı sözkonusu olacaktır. Elektrik, su, pis su, gaz, baca gibi kullanılırken bozulan, değiştirmeleri ve bakımı yapılacak işler vardır. Havalandırma, badana-boya, temizlik, çöp gibi sorunları vardır. Proje öyle yapılmalıdır ki bakım hizmetlisinin göstermesiyle bunların bakımı ev sahipleri tarafından yapılabilmelidir. Araçların, makinelerin kullanılması ile yapılacak bakım israf olacaktır. İnsanlar değişik araçlar kullanacaklardır. Kendi kullandıkları araçların temizlik ve bakımlarını kendileri yapmalıdırlar. İşbölümü yapacağız diye kendileri değil de başkalarına yaptırmaya kalkışırlarsa, bunun altından çıkılamaz. Ne var ki, bu işin kendileri tarafından yapılabilmesi için yeterli bilgi yanında yeterli pratikliği de olmalıdır.
Elektriğin lambasını değiştirebilmeli, sigortayı takabilmeli, akan musluğa lastik koyabilmeli, süpürgenin torbasını değiştirebilmelidir. Bunun için her evde standart takım bulundurulmalıdır. O evin bakımını yüklenen hizmetliler bunu onlara sağlamalıdır. Yangın gibi âfet zamanlarında da herkes görevi yüklenmelidir. İtfaiye gelsin söndürsün, denmemelidir. Acil müdahale eğitimini hizmetliler kişilere vermelidirler. Göstermeli ve uygulatmalıdırlar.
Bakım hizmeti verenler binlerce makina ve âletle karşılaşacaklar, sorunlarla karşılaşacaklar. Bunları nereden bilecekler? Her evin ve işyerinin bakım hizmetli sorumlusu olacaktır. Hizmet verdiği yerlerde yeni makine geldi mi, proje hizmetlisinden onun talimatını isteyecektir. Gerekli bilgiyi ilçedeki bakım görevlisinden alıp öğrenecektir. Bakım görevlisi bilmezse, o makinanın yapısını bilebilen diğer hizmet görevlileri ile istişare edip öğrenecektir. Onlarla da bu sorunu çözemezse, bölgedeki bakım mütehassıslarına sorup yeterli bilgi alacaktır. Onlar da bilmezse, kıta merkezindeki bakım araştırmacılarından bilgi temin edilecektir.
Bakım talimatlarında görülen eksikler ve yanlışlar tesbit edildikçe proje hizmetlilerine duyurulacak ve yenilenmeleri sağlanacaktır. Eskiden bunlar için kitaplar basılıyor, masraflar oluyordu. Halbuki şimdi bunlar bilgisayarda yer alır ve disket olarak verilir. Yapılan herhangi değişme programda gerçekleştirilir. Böylece çok kolay ve basit bir şekilde talimatların yenilenmesi sağlanacaktır. Canlılarla cansızlar arasındaki fark budur. Kendilerini otokontrol ile yenileme. Genel Hizmet bunu sağlayacaktır. İnsanlık bilgisayardan önce statik bir durumda kendisini zor yenileyebilir durumda idi. Oysa bundan sonra bilgisayar takviyeli Genel Hizmetlerle canlı olacak ve her zaman kendisini yenileyebilecektir.
Tarihte yeni proje ile insanlığa çıkan çok az oluşlar vardır. İlk sosyal proje Tevrat’tır. Hâlâ insanlığa hâkimdir. Hâlâ oradan ders alan İsrailoğulları dünya ticaretini ellerinde tutuyor ve 20 milyon nüfusları ile 6 milyarı yönetiyorlar. Bu Tevrat’ın en büyük mucizesi değil midir? Tevrat burada insanlara belli hizmetlerin nasıl yapılacağın öğretmiştir. Sosyal proje sunmuştur. İkinci ve daha büyük sosyal düzenleme adımını Kur’an atmıştır. Bir yarım bin yıldır insanlığı bugünkü medeniyete ulaştırmıştır. Şimdi de bize bunları yazdırmaktadır. Gelecek bin yılın projesini yaptırmaktadır.
Cengiz Han’ın askeri bir proje uygulaması yaptığı ve bununla bütün dünyaya hâkim olduğu söylenmektedir.
Burada ifrat ve tefrit düşüncelere temas etmek zorundayız. Kimi diyor ki; sosyal mühendislik olmaz, insan eşya değildir. Hesap-kitaba uymaz. Kimi diyor k; insanlar da tabiatın bir parçasıdır. Projeler yapalım. Kişileri bir tuğla parçası gibi duvarlara yerleştirelim. Oysa bunların ikisi de ifrat ve tefrittir. İnsanda eşyada olmayan irade vardır ama aynı zamanda eşyadır. O halde projeleri yapacağız, ama inşaatçısı biz olmayacağız. Halk kendi istekleri ve arzuları ile projeye göre yerlerini alacaklardır, böylece sosyal makine doğacaktır. Proje var ama uygulayıcısı halkın kendi öz iradeleridir. Onun için sosyal projelerin yapılması çok zordur. Halka beğendirmek gerekmektedir. Adil Düzen bu sebeple makrodan başlamaz. Halktan başlar. İşletmelerden başlar. Uygulamadan proje de oluşmaz. Proje yapacaksınız, uygulayacaksınız, sonra yeniden proje yapacaksınız ve uygulayacaksınız. Biz 1967’de kurduğumuz Akevler’de ilk uygulamayı yaptık. Bunu makroda dünyaya duyurduk. Şimdi bu yazılarımızla ikinci projeyi yapıyoruz. Gelecek 33 yılda üçte bir asırda da sizler uygulayacaksınız. O zaman sizler daha üstün yeni proje hazırlayacak ve gelecek nesle bırakacaksınız.
PARÇA ÜRETİMİ
İlk sanayi doğarken bir kişi mesela bir otomobil üretecekse, fabrikayı kurar, ham maddeyi alır, bütün parçaları işler ve arabayı piyasaya sürerdi. Teknoloji geliştikçe, zaman ilerledikçe, bilgi arttıkça yavaş yavaş işbölümü ortaya çıktı. Birbirine uyan parçalar yapılmaya başlandı. İlk parça herhalde lastik olmuştur. Zamanla ortak parçalar arttı ve makina imalatı yerine parça imalatına geçildi. İşte bundan sonra artık bir makine yapan fabrika olmayacaktır. Otomobil projesi olacaktır. Mesela, Akevler bir otomobil projesini yaptırabilir. Bu proje mevcut otomobil projelerinden üstün olmalıdır. Bu üstünlük kullandığı ölçüleri ikili sisteme göre yapmış olabilir. Ahşap evde bunu denedik. Sonra projeleri imalatçılara dağıtarak parça siparişini verir. Yurt içi ve yurt dışı imalat yerlerinde bunu imal ettirir. İhaleyi kendisi yapar. Yani parça fiyatını başlangıçta ucuz yapar, sonra artırır, yeter stok ortaya çıktı mı fiyatı düşürür ve imalat durur. Sonra parçaları monte edeceklere parçaları satar ve monte edilmiş büyük parçalar alır. Onları da satar ve mamul otomobiller alır. Böylece otomobil fabrikası için bir ilk sermaye, sonra da bunu çalıştıran bir organizasyona ihtiyaç vardır.
Mesela, bu işi Emin Otomotiv çok kolaylıkla ve rahatlıkla yapabilir. Kendi sermayesi olmasa bile adı vardır. Böyle bir teşebbüse giriştiğinde sermaye ortaklığını kurmuş olur. Kendileri ile yaptığımız görüşmelerde sadece saygı ile dinlediler. Ona da şükrediyoruz. Oysa bizimle işbirliğine girselerdi, Adil Düzenin ilk firmasını kurma fırsatını yakalayacaklardı, sâbikundan olma şerefine nâil olacaklardı...
Batı sömürü sermayesi ile işbirliği içine giren ehl-i tarikat ve ehl-i siyaset bize sırtını çevirmiş, maalesef uçuruma doğru gidiyorlar. Biz yazmaya ve yapmaya devam edeceğiz. Göreceksiniz, Allah bize bir gün yardım edecektir. İnsanlardan ve meleklerden beklemediğimiz yardımı ihsan edecektir. İnsanlık sosyal tufandan başka bir yolla kurtulamaz.
Eskiden makine imalatı vardı.
Bundan sonra parça imalatı olacaktır, diyorum.
Bu söz de eksiktir. Şimdi, bir parçayı bir imalatçı yapıyor. Gelecekte, bir parça üzerinde on-yirmi işlem varsa on-yirmi ayrı kişi yapacaktır. Kişi yapacaktır, diyorum; firma yapacaktır demiyorum. Şimdi kişiler parçayı kendi makinelerinde işlemektedirler. Oysa gelecekte usta yapmak istediği bir işi akşamleyin bilgisayara bakarak karar verecek. Hangisi kârlı ise o işi yarın yapmaya karar verecektir. Yarı mamul maddesini gece internette satın alacak, makineyi gece internette kiralayacak, mamul maddeyi gece internette satacaktır. Yarın ne kazanacağını akşama hesaplamış olacaktır. Sabahleyin kalkıp ambarından işleyeceği parçayı alacak, kiraladığı tezgaha gidip o gün işleyecek, akşama da işlediği parçayı başka ambara teslim edecektir.
Bizim böyle bir dünyayı kurmamız için sanıldığı gibi herhangi bir fabrika kurmamız, herhangi bir usta yetiştirmemize gerek yoktur. Sadece Genel Hizmet verecek bir teşkilât kurmamız gerekir. Bunun için de Ömer Faruk Boztepe ile temaslar kurduk. Yine bizimle görüştükleri için Allah onlardan razı olsun ama, sonra batılıların fikir esiri olmuş ehl-i siyaset ve ehl-i tarikat nedeniyle önerimiz reddedildi...
Bunları sizlere yazıyorum. Bu tür tebliğ teşebbüslerinde bulunacak ve reddedileceksiniz. Ama yılmadan yolunuza devam edeceksiniz.
Aynı ehl-i tarikat ve ehl-i siyasetin gafleti sebebiyle Ümraniye ve Üsküdar Belediye Başkanları ile yaptığımız görüşmeler de neticesiz kalmıştır...
Sizler yılmamalısınız. Tebliğe ve dâvete devam etmelisiniz.
Bugün Türkiye’de inşaat yerinde teker teker tuğlalar dizilerek yapılmaktadır. Oysa, gelişmiş inşaatta parça imalatı yapılıp yerinde monte yoluna gidilmektedir. Yani inşaatta parça imalatına geçilmiştir.
Yol ihaleleri yapılmakta. Büyük yolsuzlukların kaynağı olan yol inşaatı Adil Düzende çok basit bir şekilde yapılmaktadır. Önce yolun projesi yapılmaktadır. Sonra 500’er, hatta 100’er metre olarak ihaleye çıkarılmaktadır. Hafriyat ihalesi yapılmaktadır. Bir yere kim önce başlarsa orasını o almaktadır. Böylece belki Doğu Karadeniz Otoyolu bir-iki ay içinde hafredilmiş olacaktı. Kayalıklar ve tüneller vakit alacaktır. Sonra aynı şekilde stabilize halka verilir. Ondan sonra asfalt biraz uzun kilometreler arası olarak yaptırılır.
Buradan anlatmak istediğim, gelecekte her türlü ihale halka yapılacak. Bir dozer işçisi, akşam internete bakacak, nerede hafriyat işi var, görecek ve bulacak. Projede ne tür hafriyat var? Hangi dozer boş? O yeri kapatacak, dozeri kiralayacak, ertesi gün sabah namazını kıldıktan sonra “Bismillah” deyip iş başına dozeri ile gelecek ve o gün akşama kadar çalışıp akşamleyin kontrolörlere işi teslim edecektir. Belki bir haftalık, belki bir aylık işi birden alabilecektir.
Şimdi imalatın parça üzerinde yapılması bize ne kolaylık sağlayacaktır? Bugün parça fiyatları gerçek maliyetin birkaç mislidir. Yani arabayı 5 bin dolara alıyorsan, parçaları toplasan 20 bin dolar tutacaktır. Oysa, parça sanayiinde parça fiyatı değişmeyecektir. Parça yenileme araba yenilemenin aynı değerde olacaktır. Bu da insanlık ekonomisinde çok büyük tasarruf sağlayacak ve israfı önleyecektir. Marx’ın insanlara zorla yaptırdığı işleri biz serbest rekabet içinde halka kendi istekleri ile yaptırmış olacağız. Kapitalistler kendileri dışındaki fikirlere “şeriatçı” derler, “komünist” derler ve körletmeye çalışırlar. Sizlere “komünist” deyip korkuturlar. Asla korkmayın. “Eğer bu komünistlikse” diyecekseniz “ve bu da iyi ise, o zaman komünistlik iyidir!” diyeceksiniz. Siz bunun adını değil kendisini tartışın diyeceksiniz.
ESKİ PARÇALAR
İlk canlı yaratıldığı zaman temiz suyun içine kondu. Sudan aldığı gıdalarla beslenmeye başladı. Besin artıklarını suya atınca orası kirlendi ve yer değiştirdi. Pislik bütün suları doldurunca yaşam imkanı kalmadı. O zaman canlılar ikiye ayrıldılar. Bir kısmı güneşten aldıkları enerji ile yeni canlılar oluşturdular, bir kısmı da kirlenen çevreyi temizlemeye başladılar. Üreticilere bitki, temizleyenlere hayvan dendi. Bugün biz hâlâ üretiyoruz. Bunun sayesinde sanayi gelişti ama, daha sanayinin ortaya çıkardığı kirliliği temizleyecek sanayi doğmadı. Yani, hâlâ nebat döneminde yaşıyoruz. Daha hayvanlar dönemine geçemedik. Onun içindir ki, dört büyük tufandan biri de çevre kirliliğidir.
Adil Düzen işletmeleri çevre kirliliğini önleyen işletmeler olacaktır.
Bir üretimin projesini yaptığımız zaman iki şeyi birlikte düşünmeliyiz. Ham maddemiz ne olacaktır? Mümkün olduğu kadar başka bir mamulün artığı veya eskimişi olmalıdır. Taze kaynaklara dayanarak üretim yapmamalıyız. Mesela, döküm fabrikasını kurarken filizden demir elde etme yerine eski makinaların hurdalarını kurmayı hedeflememiz gerekir. Sonra, öyle bir atıklar vermeliyiz ki başka sanayi onu kendisine ham madde yapsın. Çevreyi kirletecek herhangi atığımız olmamalıdır.
Henüz teknolojimiz yeteri kadar gelişmiş değildir. Bazı artıkları bugün değerlendiremiyoruz. Eğer bu madde kirlilik yapıyorsa onu suya, toprağa, havaya salmamalıyız. Onu bir çukur açıp depo etmeliyiz. Proje üretenler onları değerlendirmeyi düşünmelidirler. Önemli başka bir husus da, eskimiş makinelerin veya parçaların değerlendirilmesidir. Bugün bunlar atılmaktadır. Kıymetsiz olduğu için sokakları kirletmektedir. Yeni parça takma yerine parçaların tamiri ile uğraşılmaktadır. Önce parçaların kolay değiştirilebilmeleri gerekir. Parçaların parçalarının da ona göre projelendirilmesi gerekir. Ama parçaların sokaklara atılmaması için parçaları satın alan ve onları parçalayan firmalar da oluşmalıdır. Mesela, bir otobüs hurda haline gelmişse onu bir hurdacı alacak, sökecek, parçalayacak, aynı cins ham maddeyi içeren hurdaları onu değerlendiren imalatçıya verecektir. Mesela, motor saran usta kesip çıkardığı bakırı bu teli imal eden bakır fabrikasına verecektir. Bakır fabrikası bunu tel haline getirip piyasaya sürecektir. Burada zayi olan teli saran emaye olacaktır. O emayeyi de eritip tekrar kullanılacak hâle getiren teknoloji geliştirilmelidir. Yakıp havaya atılmamalıdır.
Böylece sanayi hammaddesi devamlı olarak dolaşacaktır. Arada zayiat olacaktır. İşte o zayiat taze kaynaklarla doldurulacaktır. Bu dönüşte bölüşüm öyle yapılmalıdır ki taze madde en az harcansın. Bunu sağlamak için vergilendirme ve kredilendirme öyle yapılmalıdır ki bu taze kaynağın tüketilmesi önlensin. Önce taze kaynaklar vergilendirmede esas olmalıdır. Mesela, filizden üretilen demirin beşte biri, hatta yarısı devletin olmalıdır. Kredilendirme ise üretime göre olmalıdır. Yani, demir çubuk üreten fabrikalara stoklarına göre kredi verilmelidir. Böylece hurda sirkülasyonu geliştirilmiş olur.
Yarı mamul ambarları oluşturulup mamullere doğru akış nasıl projelendirilip ambar stoklarına fiyatlandırma yapılacaksa, aynı şekilde hurda saflaştırma ambarları oluşturulup kontrollerle parçalar değerlendirilmelidir. Yani, ambardaki stok seviyesi arttığı zaman bu sefer fiyat düşürülmelidir. Böylece akış sağlanmalıdır. Eski parçalardan yeni parçalar üretmeyi ucuz kılacak vergilendirme ve kredilendirme yapılmalıdır. Genel Hizmet paylarının onlardan alınmaması ile ama Genel Hizmetin verilmesi ile bu sağlandığı gibi, o parçaların nakitle kredilendirilmesi ile de bu sağlanır.
Genel Hizmet payı üründen beşte bir olarak alınmaktadır. Bu tür eski maddeleri parçalayanlardan hiç alınmayacaktır. Ama buraya hizmet verenlere başka yerin Genel Hizmet payı verilecektir. Mesela, kanalizasyon sularını arıtan tesisler temizlenmiş suları satacaklardır. Bu sular sulamada kullanılacaktır. Bir de tabii sular sulamada kullanılacaktır. Genel Hizmet tabii sulardan %50 alınacak ama arıtılmış sulardan Genel Hizmet payı alınmayacaktır. Böylece suyun arıtılması temiz sularla desteklenmiş olacaktır.
Tabii su havzalarına kredi verilmeyecek ama arıtılmış su stoklarına kredi verilecektir. Krediler faizsiz olup değerlendirildiği zaman tahsil edileceği için üreticiler devamlı su tasfiyesini yapacaklar, kirli suya ihtiyaç olmasa da depolayacaklardır. Verilen krediler stok seviyesine göre düşürülecektir. Tabii su stoklarının stok kredi değerleri düşük tutulduğu halde, artık suların stok kredi değerleri artık suların miktarına göre yüksek tutulacaktır.
Böylece bütün parçaların ve atık maddelerin değeri olacak ve herkes parçaları ve atıkları satacaktır. Bu sayede çevre kirliliği önlenecek ve madde dolaşımı kıyamete kadar devam edecektir. Yoksa çevre kirliliği devam edecek ve böylece yeryüzü cansız bir küreye dönüşecektir. “Adil Düzen gelecek, tufanla veya tufansız gelecek.” sözü bunun için doğrudur. Biz bu yazılarımızla insanlığı bu tufandan kurtarmak istiyoruz.
Çevre vakıfları var. Bizimle hiç ilgilenmiyorlar. Talep ettiğimiz randevlara cevap vermiyorlar. Çünkü samimi değiller.
MAKİNALARIN BAKIMI
Bakımın türleri vardır.
Ev eşyası bakımı: Üretim yapmayan özel kişilere ait tüm araçların bakımı bu bakım grubuna girer.
Meskenlerin bakımı: Gelir getirmeyen özel mülkiyete ait taşınmazların bakımıdır.
Altyapı bakımı: Sokak, yol ve benzerlerinin bakımını içermektedir.
İşyerlerinin bakımı: Tarlalar , fabrikalar ve diğer işyerlerinin bakımı.
Tesislerin bakımı: Üretim yerlerinin bakımı.
Okul, mescit ve vakıf yerleri: Bunlar gelir getirmeyen kamunun yararlandığı yerlerdir.
Fabrikalardaki makinalar genellikle özel makinalardır. Her makinanın bakımı o makina üzerinde ustalık istemektedir. Değişik firmaların değişik şekilde monte etmiş olmaları ve sökülüp takılmaları hakkındaki bilgisizlik, makina parçalarının ayarlarını bilmeme gibi sorunlar vardır. Bunun için her işyerinde orada çalışanlardan o makinelere bakma öğretilir. O makinanın bakımını yapan kimse bakım temsilcisi hükmündedir. Devamlı olarak bakım görevlisi ile temastadır. O makinenin ayarını yapmak, bakımını yapmak, arızaları gidermek ona aittir. Aynı işyerinde başka işler de yapan bu kişi bunu devamlı çalışır halde tutar. Mesai saatleri dışında makinelerin bakım ve ayarını yapar. Yedek makina varsa yedekleri daima hazır bulundurur. Arıza olduğu zaman onu giderir.
Bakım temsilcisinin gideremediği arızları bakım görevlisi giderir. Bakım görevlisi kendisinden ziyade işbirliği yaptığı diğer hizmetlilere veya bakım ustalarına gidertir. O ustaların ücretlerini bakım hizmetlisi ödemiş olur. Bu makinelerin bakımında parça ve bakım malzemesi makine sahibine aittir. Sadece bakım işçiliği bakım temsilcisi tarafından yapılır.
Makineden yapılan işe göre genel üründen bir pay alınır. Diyelim ki, otomobil fabrikasında bir cıvata makinesi vardır. Bunun bakımını fabrikada bir usta yüklendi. O makinede işlenen cıvata sayısınca otomobil olarak bir bakım payı vardır. Bu aynı zamanda Genel Hizmet payıdır. Bu bakım payının yarısı o makineye bakan ustaya verilir. Bunun beşte biri bakım görevlisine aittir.
Makina çalışırken kendisi çalışmamakta, ama gelir elde etmektedir. Makina çalışmazken kendisi bakım yapmakta ama bu çalışmadan dolayı bir şey almamaktadır. İşte böylece çıkar paralelliği sağlanmış bulunmaktadır. Bakım hizmetlisi ister ki makine en az arıza yapsın ve zaman kaybetmesin, bakım hizmetlisi ister ki makine en çok iş yapsın ki benim payım fazla olsun. İşte biz bu dengeyi buluyorsak Kur’an’ın emrini yerine getirmiş oluyoruz. Kur’an diyor ki, dengeyi kurunuz. Dengeyi nasıl kuracağımızı da bize öğretiyor. İçtihatla kurunuz diyor. İçtihadı dört delile dayandırın ve sorunlarınızı ilimle çözünüz diyor. Görülüyor ki, Kur’an bize yol gösteriyor, prensipler vazediyor ama sorunları bize çözdürüyor, kendisi çözmüyor. Bundan sonra kitap gelmeyecek diyen bir kitabın böyle hükümler ihtiva etmesi bir mucize değil midir? İnsanlık hâlâ ekseriyet demokrasisi içinde sürünürken, İslâmiyet’in içtihat demokrasisini getirmesi, bunu 1400 yıl önce getirmesi, insanlığın yeni anlaması, hâlâ da uygulamamsı; Kur’an’ın Allah sözü olduğuna yeter delil değil midir?
Eski parça kullanıldığı taktirde verim düşer, bakım işçiliği artar. Yeni parça kullanıldığı zaman da bu sefer maliyet yükselir. Parça başına masraf artar. Parça başına masraf, düşen verimin ve bakım zamanının hesaba katılması ve hangisi kârlı ise o yapılmalıdır. Yani, yeni parça daha kârlı ise o alınmalı, eski parça ile çalışma daha kârlı ise o yapılmalıdır. Buna çıkar paralelliği içinde denge bulmalıyız.
Bu sorun bakım hizmetlisinin alacağı puana bağlı olacaktır. Şöyle ki, genel olarak hizmet verdiği firmalara gelen bakım işçiliği payını esas alırsak, daha az parça kullanarak bakım yapanın parça masrafları işçilik payına nisbet edilecektir. Böylece daha çok parça kullanmadan uzak kalmaya çalışacaktır. Diyelim ki, bir araba bakımını yapıyoruz. Parça değişimini yaptığımız zaman kilometre başına harcayacağı yakıt binde bire düşsün. Diğer taraftan bakım olarak da yılda diyelim on saat daha az işçilik gerektirsin. İşte parça değişiminin bize sağladığı pay bu olacaktır. Benzinin azalması sahibine kâr sağlayacak, bakım işçiliği ise bakım yapana kâr sağlayacaktır. Başarısını ancak arabanın yaptığı kilometre ve harcadığı yakıtla ölçebiliriz. Ne kadar çok kilometre yapmışsa ve ne kadar az yakıt yapmışsa bakım payı onunla ölçülecektir. Ayrıca, bu arada yaptığı parça değişimi masrafları da menfi bir etki yapacaktır. Şöyle diyelim, parça masrafı ile yakıt masrafını toplarsak genel masrafı elde ederiz. Yaptığı kilometre pozitif, bu masraflar negatif tesir yaparak bir bakım işçilik payını takdir edebiliriz. Enerji kullananların bakımı böyledir. Oysa tarla ve binaların bakımı bu yolla ölçülemez. Onlarda da üretim miktarı ile içinde yaşayan nüfus esas alınır. Bakımı iyi yapılan binalar kiralamada tercih olunur. Hâsılı, bakım ücretini takdir ederken dikkat edeceğimiz husus, az arıza yapması, üstün verimle çalışması, iletme masrafları ile bakım parça masraflarının asgari olması esas alınacaktır. Buna göre bilgisayar programlanacak ve makine bakım hizmetini yüklenen onu alacaktır.
MESKENLERİN BAKIMI
Binaların zelzeleye mukavim olması gerekmektedir. Ancak buna eldeki imkanlar kadar riayet etmemiz gerekmektedir. Çok ağır şartlar koyarsak o binalar inşa edilemez, halk sefalet içinde kalır ve bundan dolayı nüfus azalır, refah düşer. Öyle bir nisbet koymalıyız ki nüfus ve refah azami olsun. Bunun için yeni bir tanım getirmeliyiz. İstenen nüfus sayısının azami olması değil, istenen yaş toplamının azami olmasıdır. Yani, biz insanların yaşlarına göre fiyat biçiyoruz ve bunu artırmaya çalışıyoruz. Bu ortalama yaşı artırmakla sağlanabilir, bu nüfusu çoğaltmakla sağlanabilir.
Meskenlerden istediğimiz garanti bu özelliği sağlamasıdır. Diyelim ki, elli senede zelzele oluyor ve bizim tüm nüfusumuzu yok ediyorsa, yıllık olarak bizim nüfusumuzu ellide bir azaltıyor demektir. Getirdiğimiz inşaat yükü o kadar olmalıdır ki nüfus artışını 50’de birden aşağı indirmemelidir. Bütün bunlar sosyalistlerin veya kapitalistlerin yaptığı gibi merkezi planlama ve hesapla olmaz. Bunun için geliştirdiğimiz mesken binalarının bakım sistemini ele alalım.
Her ilçede 10 kişiye yakın bakım hizmetlisi vardır. Bunlar aynı zamanda ilçe komisyoncularıdır. Bunlara kamu kredisi verilmiştir. Yapısını satmak isteyen bunlara satar, bunlar da müşterilere satarlar. Bunlar %2.5 komisyon alırlar. Bu alıp satılan binaların tüm geçmiş dosyalarında vardır. Projeleri vardır. Proje kontrolleri vardır. Sonradan tahribatsız muayeneler vardır. Bakım hizmetlileri bunları dosyalarında tetkik ederek değer verirler. Aralarında rekabet mevcut olduğu için halk mağdur olmaz. Ama bilen kimselerin kontrolünden geçeceği için de zayıflıklarına göre değer biçilir. Binaya bir sağlamlık katsayısı verilir. Bu bina kaç derece zelzeleye dayanır diye tesbit edilir. Bunu bakım hizmetlileri satın alırken takdir ederler. Satarken de müşterilerine bunu bildirirler. Böylece aynı zamanda o binayı o büyüklükteki zelzeleye karşı sigortalarlar. Daha küçük zelzelede yıkılırsa tazmin ederler, daha büyük zelzelede tazmin etmezler.
Bakım hizmetlileri ayrıca kiraya vermek isteyen kimselerin yapılarını değerlendirir ve ona göre fiyatlandırırlar. Aynı kira bedeliyle kiralarlar. Oturanlara karşı da aynı değeri ile sigortalamış olurlar. O büyüklükteki zelzelede bir hasar görse tazmin ederler. Daha büyük zelzelede tazmin etmezler. Halk isterse fazla kira verir ve daha büyük zelzeleye dayanıklı binalara yerleşir, isterse tehlikeyi göze alarak daha az güvenli yapılarda oturur. Bakım hizmetlileri topladıkları kiralarla önce bütün evlerin bakımını yaparlar. Sonra kendi %2.5’luk paylarını alırlar. Kalanını da kiraya verilmiş olsun olmasın bütün ev sahiplerine bölüştürürler.
Böylece görülüyor ki, bakım hizmeti önce meskenlerin bakımı hususunda bir ortaklık oluşturuyor, dayanışma oluşturuyor, sigorta yapıyor. Sonra da kiraya verebilenlerle kiraya veremeyenler arasındaki kira bölüşme dayanışması sağlanmaktadır. Komisyoncular arasında rekabet sözkonusu olduğu için de serbest piyasa korunmaktadır. Böyle bir ortaklık İstanbul’da hemen kurulabilir. Boş olan evler üzerinde pazarlık yapılarak kiralanır. Sonra gelenlere aynı bedelle kiraya verilir. Bu kira bütün ev sahiplerine bölüştürülür.
Bu sistemin sağladığı yararlar arasında, mal sahibi ile kiracısı arasındaki didişme de ortadan kalkar. Kiracılara mal sahipleri muhatap olmazlar, hizmetliler muhatap olurlar. Diğer taraftan kiraya vermek serbest pazarlıkla olacaktır, ama kiralamada pazarlık olmayacaktır. Kiracı bakım hizmetlilerine uğrayıp evlerden bilgi alacak, fiyatları öğrenecek, kendisine en uygun olanı kiralamış olacaktır. Bakım hizmetlisi ile pazarlık yapmayacaktır.
Bir mahallede daima kiralanmamış ev bulunacaktır. Bu sebeple oraya taşınacak kimse ev bulma sıkıntısı içinde olmayacaktır. Sadece pahalı kiralamak durumunda olacaktır. Bu da o mahallenin kiralarını yükseltecek, yahut oradan göç varsa düşürecektir. Böylece kira bedelleri serbest arz ve talebe bağlı olacaktır. Kira ödeyemeyen kimselerle ev sahibi değil, komisyoncu uğraşacaktır. Halk huzur içinde olacaktır. İşi ihtisas sahibi yapmış olacaktır.
Kirayı ödeyemeyen kimse iflas edecek, borçlanma ehliyetini kaybedecektir. Başka mülkü yoksa bu kişi evden çıkarılmayacaktır. Bunların kiraları genel kira gelirlerinden karşılanacaktır. Eski kiralarını ödemekle de itibarı iade edilecektir. Böylece kira veremeyen kimse dışarıda kalmayacaktır. Kiraları yükselen mahallerde yeni yatırımlar olacak, buna karşılık kiraları düşen yerlere ise başka yerden göçler olacaktır. Böylece mesken dengesi sağlanmış olacaktır. Ayrıca burada evi olanlar rahatlıkla kiraya verebilecek, gittikleri semtte rahatlıkla kiralayabileceklerdir. Bu sayede yerleşme ve dağılma en uygun şekilde gerçekleşecektir. Bu durum trafik sorununu çözecek, çevre kirliliğini önlemede büyük katkısı olacaktır. Kişiler arsa alıp inşaat yapma yerine, inşaat şirketlerinden yeter derecede hisse sahibi olduktan sonra, istedikleri yerden bakım hizmetlilerinden keselerine göre ev alacaklardır. Bunun yanında arsa alanlar da olacaktır. Bu katlı binadan ahşap villa tipi olacaktır. Burada kendi boş vakitlerini değerlendirerek özel mülkiyet zevkini tadacaktır.
İŞYERLERİNİN BAKIMI
Bir kazanç yerinde girdiler vardır, çıktılar vardır. Çıktılardan bir kısmı kazanırken diğerleri zarar ediyorsa bu işletme faizli işletmedir. Burada sadece o işletmeden çıktı üzerinde durulmaktadır. Elde edilen ürün bölüşüldükten sonra o ürünün kâr veya zarar etmesinin fazla ilgisi yoktur. Bir ahşap ev işletmesini düşünelim. Buraya insanlar arsalarını koyarlar, malzemesini koyarlar, emeklerini koyarlar ve altyapısını koyarlar. Sonra da yapılan villayı dörde bölüşürler. Herkes kendi payını satarak kâr veya zarar eder. Orası ayrı ama işletmeye katıldıkları zaman kimse zarar etmez. Çünkü sonunda para değil de ürün paylaşılıyor. Serbest pazarlıkla bir mal satın almış olmaktalar. Kimi emek vermiş, kimi tesis vermiş, kimi ham madde vermiştir.
Böyle yapılmayıp herkes kendi girdilerini işletmeye satar, işletme nakit öder. Sonunda üretir, onu piyasada pazarlar, kâr veya zarar ederse bu faizdir. Çünkü buraya girmiş olan tesis kazanmıştır, çalışanlar ücret alarak kazanmışlardır, sermaye sahibi bedelini alarak kazanmıştır. Sermaye koyan da faizini almış ve kazanmıştır. Peki, zarar eden kim? Müteşebbis. Hiçbir şeyi koymayan ve hiçbir şeyi almayan kimse zarar etmiştir. Borcunu ödeyememiştir. Kendisini de çevresini de batırmıştır. Onun içindir ki, tesis de işletme de sabit kira almaz, üründen pay alırlar. Yahut cirodan pay alırlar. Bir okul işletmesinde ürün olmadığı için o işletmede harcanan miktardan paylarını alırlar.
Alınan tesis payının bir kısmı yapı bakımına verilmiş olur. Bu yapı bakımının parça ve malzemesi alınır, kalan kısım da ihale edilerek bakımı yaptırılır. Bu kiraları toplayan, sonra da o tesislerin bakımını yapan bakım hizmetlileridir. Kira paylarından bir kısmını bakım payı olarak alırlar. Bakım malzemesi yapı sahiplerinin payından düşülür, işçilik ise bakım hizmeti tarafından yapılır.
Bir yapı ve içindeki tesisler projeye göre inşa edilir. Proje plan hizmetleri tarafından yapılmış veya yaptırılmış olur. Müteahhitlik belgesi olanlar, resmi ücretle işçi bulabilirlerse inşaat yaparlar. Hem işçilik kredisi hem de malzeme kredisi verilir. Bina borçlandırılır. Binanın hisse senetleri satılırsa müteahhitlerin kredileri açılmış olur. Böylece biten yapılar hisse senetleri sahiplerinin temsilcileri tarafından kiraya verilir. Hisse 20’den az ise mülk sahipleri doğrudan doğruya kiraya verirler. Değilse, en az beş, en çok yirmi temsilciyi atarlar. Onlar tesisi işletmeye kiralarlar.
Gelen kira miktarı aralarında kararlaştırılır. Tesis çalışmaya başlayınca gelen kiralarla malzeme alarak bakım yaptırırlar. İşçilik Genel Hizmet karşılığıdır. Kalan kısım ise bankada nakit olarak yatar. Ortakların ellerinde bulundurdukları pay belgelerinin değeri gittikçe artar. Sonra pay belgelerini kısmen de olsa satar ve kullanırlar. Paraları olunca tekrar alırlar.
Pay senetlerinin fiyatları öyle ayarlanır ki, hepsi iade edilince tesisi kamu almış olur. Alıcısı arttıkça hisse senetlerinin değeri de gittikçe artırılır. Bu değer maliyet değeridir. Cari fiyat ise arz ve talebe bağlıdır. Bütün senetler iade edildiği zaman tesisler amorti olup ömürlerini doldurmuş olur. Senetler satılmaya devam ettikçe kârlı yatırımdan herkes kazanmış olacaktır.
Kamu hisse senetlerini alıp satacaktır. Kâr koymayacaktır. Bunun dışında satın aldığı hisse senetlerinin kiralarına da katılmayacaktır. Piyasada tek senet kalsa bütün kirayı alacaktır. Yani, tesis kira vermeden çalışacaktır demektir. Bu da işletmenin sonuna kadar çalıştırılmaması, israf edilmemesini temin edecektir.
Bakım cirodan pay alacağı için tesis sahiplerinin payları azalacak ama bakıcıların payları azalmayacaktır. Eski tesislerin bakımı zor olacaktır. Belki hiçbir Genel Hizmetli böyle bir tesisin bakımını kabul etmeyecektir. Fabrika o zaman durur, fabrikanın kirası gelmez olur. O zaman da tüm senetler iade edilmiş olur. Böylece tesis tasfiye edilmiş olur. Demek ki, tesislerin kal edilmesi yani hizmet dışına çıkarılması, bakıcıların bakım sorumluluğunu yüklenmemeleri ile başlamış olur.
Araçların bakımı da benzer şekilde yapılır. Araçların bakımı bakım hizmetine aittir. Parçalar araba sahiplerince, bakım ise bakım hizmeti tarafından yapılacaktır. Hatlar alınıp satılacaktır. Tüm arz ve talebi karşılayacak şekilde fiyat uygulaması yapılacaktır. Her zaman o yolda açık hat olacaktır. Hattın çoğalması fiyatını yükseltecektir. Azalması düşürecektir. Yolun bakımı da yine o yoldan gelip-geçen arabalar sayısına göre olacaktır. Yol parasız olacaktır. Ancak arabaların gelip-geçmesi sayısınca yol bakım payı verilecektir. Görülüyor ki, işletme bakımından Adil Düzen koyu bir kapitalist, yararlanma bakımından da koyu sosyalist olarak ortaya çıkar. Adil Düzenin temel kuralı şudur. İstihsalde özel mülkiyet, istihlâkte kamu mülkiyeti esastır. İstihsal serbest piyasa ile değerlendirilir. Kişilere satın alma gücü ise ihtiyaçlara göre verilir. Fiyatlara ve ücretlere müdahale edilmez, kredi ve sosyal yardım ihtiyaçlara göre dağıtılır.
EV ALETLERİ BAKIMI
İlk insanın yaratıldığı günden günümüze kadar insanlar hayatlarını yanlarında bulundukları aletlerle yapmışlardır. İlk aletler ağaçtan yapı olan sopa benzeri aletler olmuştur. Hemen arkasından taş, bıçak ve baltalar kullanılmaya başlanmıştır. Ateşin yakılması da önemeli sorun oluşturmuştur. Zaman ilerledikçe aletler değişik isimlerde gelişti.
- Meskenlerde kullanılan aletler.
- İşyerlerinde kullanılan aletler.
- Taşıma gibi hem mesken hem işyerinde kullanılan aletler.
- Özel işlerde mesela yazmada kullanılan aletler.
Bunların yapılması kadar bakımı ve öğretilmesi her zaman sorun olmuştur. İlk zamanlarda bu hep dayanışma ve yardımlaşmada kullanırlar.
Bugün ev aletleri dediğimiz araçların bakımı ayrı bir önem arz etmektedir. Evin zaruri ihtiyaçları içinde bakıma ihtiyaç duyulmayan araçlar vardır. Kap-kacak, giyim aletleri, dolap ve benzeri araçlar için bir bakım sözkonusu olmayacaktır. Ama evlere gelen su, elektrik, gaz, telefon, anten gibi araçlar vardır. Bunları bakımı gerekmektedir. Ayrıca televizyon, bilgisayar, çamaşır makinası, buzdolabı, bulaşık makinesi, binek arabası, klima tesisleri, asansör tesisleri gibi bakıma muhtaç eşya mevcuttur.
Bunların çoğu elektrik harcamaktadır. O halde bir evin harcadığı elektrik ve su saatlerine göre bunları harcayan araçlar için bakımın ücreti verilir. Elektrikle çalışma cihazlarının bakımını yapan elektrikçi, sonunda kullanılan elektrik kadar bakım payını alacaktır. Pis su ve kullanma suyu için bakım karşılığı kullanma su saatine göre ödenecektir. Kaloriferin bakım masrafları yakıt miktarı ile ölçülecektir. Hâsılı, her bakım hizmetine bir bakım payı bulunacaktır. Ayrıca bakım hizmetini verenler her konuda kişilerin danışmanı olduğu için de nüfus sayısına göre bir pay alacaklardır.
Elektrikle genel hizmet payı ödeme sistemi tesislere de getirilir. Her parçayı ayrı ayrı ölçüp onların kayıtlarını takip etme yerine, bir çimento fabrikasında harcanan enerji ve gaz miktarı ile o fabrikanın ne kadar çimento ürettiği hesaplanabilir. Bunun için talimatlar hazırlanır. Ölçülen elektrik veya gaz veya su miktarı ile işletme vergilendirilir ve genel hizmet payı alınır. Herkese eşit imkanlar uygulanacağı için herhangi bir dengesizlik söz konusu olmaz.
Genel Hizmet Payı sarf edilen elektrik veya gaz üzerinden olunca, bakım payı da genel olarak oralardan hesaplanır. Kişilerin makineleri kullanmaları ayrı ayrı kiralandırılmayabilir. Bu takdirde ustalara makineleri kullanma payı verilir. Bu da genel katkıları kadar olur. O pay kuponları ile makineleri kirasız kullanırlar. Böylece az kullanılan makinelerle çok kullanılan makine, yedek makineler arasında bir dayanışma meydana gelmiş olur. Bakıcılar ise makinelerin çalışır durumda bulunmalarına göre de paylaşabilirler. Yani az üreten makine de çok pay almış olur. Yeter ki işler halde ayarlı tutulsun.
Bir fabrika bir ev aletini imal ettiği zaman, onun ömrünü takdir eder. Proje bunu takdir etmiştir. Toplam bakım masrafları da onun üzerine yüklenilerek makine satılır. Yani makinanın bakım işçiliği peşin ödenmiş olur. Bunu böyle düşünmeyip de bugün imal edilip satılanlara bugün çalışmakta olan makinaların bakım işçiliği de yüklenmiş olur. Böylece ücreti arttıkça bakım payı da artar. İyi bakım bunu düşürür. Yani, iyi bakım yapanlar daha az kazanmış olacaklardır. Bu çıkar paralelliğine aykırıdır. O halde şeriat bu çözüme izin vermez. Bakım yapanların makine ömrünü uzatmaya çalışmaları için bir tesir bulmak zorundayız. Bunu şöyle ifade edebiliriz. Bir makinanın kira payları ile amortismanı ayrılır. Bu ana paradır. İlk sermaye sahipleri bunu bitirdikten sonra sermaye kâra geçmiş olacaktır. Bunu şöyle hesaplıyoruz. Bir makine diyelim ki yüz pay senedine ulaştı. Bir bakım payı ayrıldı. Bu pay normal bir paydır. Şimdi hisse senetleri fazla satıldı. Bu demektir ki makine yenidir, verimi iyidir. Bunun bakımı kolaydır. O halde bakım yüzdesi düşük tutulacaktır. Hem çok üretim yapıyor, hem bakımı azdır, hem de ürün pahalıdır demektir. Oysa senetler maliyetin altında bir sayıda satmaya başlarsa bu tesis yaşlanmıştır, geliri azdır, bakımı çoktur demektir. Bunlarda bakım payı artırılacaktır. Bakım hizmetlileri yeni tesislerden daha az pay eski tesislerden daha fazla pay alacakları için eski tesislerin bakımını yapmayı tercih edecekler ve ellerinde bulunan eski tesislerin ellerinde kalması için daha özen göstereceklerdir.
Adil Düzen devamlı sosyal denge sorunlarını çözen bir düzendir. Bunun için sorunları çözüp alışmak gerekir. Biz bu yazılarımızda bu denge sorunlarına misaller vermekteyiz. Görülen şudur ki, insanlar metodu öğrendikten ve üzerinde çalıştıktan sonra çok zor sorunlarını dahi çözmektedirler. Bilgisayar alıp Qbasik programlarda sorunları çözme egzersizi yaparsanız, bu fıkhi sorunlarınızı da çözme imkanını bulursunuz. Hatta orada genel işletme kurar, o işletmede bunları uygular ve çalışıp çalışmadığını görürsünüz. Her zaman söylediğimi tekrar edeyim. Gelecek dünyası bürokrat ve işçiliğin yerini hizmet ortaklıkları alacaktır.
ARABA BAKIM ORTAKLIĞI
Piyasadan eski bir araba alacağız. Bu araba 1000 ile 2000 dolar arasında olacaktır. Buna 1000 ile 2000 dolarlık parça değiştireceğiz. Bakımını yaptığımız arabayı yenileyecek ve satacağız. Diyelim ki, işçiliğimiz parça fiyatı kadar olacaktır. Prensibimiz böyle olmalıdır. Yani araba parası, parça parası, sonra da parça parası kadar işçilik parası.
Böylece yenilediğimiz arabayı eski araba ile değiştireceğiz. Kişi artık elden çıkaracağı arabasını getirdiğinde, bizim araba ile onun arabasını değiştireceğiz, bunu pazarlıkla yapacağız.
Bunun için bizim bir yerimiz olmalıdır. Rafları bulunmalıdır. Eski arabayı tamamen sökmeliyiz, parçalara ayırmalıyız, raflara yerleştirmeliyiz. Onları temizleyip kontrol etmeliyiz. Onlardan işe yarayanları bir tarafa, işe yaramayanları bir tarafa koymalıyız. Sonra yeni parçalar almalıyız. Aldığımız parçalara verdiğimiz paradan elimizdeki eski parçaların değerlerini düşmeliyiz. İşçiliğimiz bu kadar olmalıdır.
Köylerde oturanlar zaten işleri vardır ve yaşıyorlar. Onlar günlük iş yaparlar. İş bulduklarında çalışırlar, bulmadıklarında kendi işlerini yaparlar. Bu sebeple bu araba bakım atölyesini bir köyde yapmalıyız. Arabanın yenilenmesini yaptığımızda onu araba pazarına çıkarıp satmalıyız. Böylece bir araba işini yaptıktan sonra onun parası ile başka araba almalıyız. Onu da böylece yenileyip pazarda satmalıyız.
Bakınız, bu küçük iş, basit iş başlangıçta bir gelir getirmez. Ama biz üç senedir KOBA’da çalışıyoruz. Bir gelir getirmiyor, buna dayanıyoruz. Sabrediyoruz. Ama o işte sabretmiyoruz. Oysa ki basit bir işe girip onu başarmamız gerekir.
Bu araba tamir işini başka türlü geliştireceğiz. Araba satanlara diyeceğiz ki; bak, biz araba tamiri yapıp satıyoruz. Gelin şu arabanızı yenileyelim. Siz bir fiyat koyun. Biz de parçaları alalım. Parça değeri kadar işçiliğimiz olsun. Sonra birlikte satalım. Satalım, kârı bölüşelim, diyelim. Bu suretle bir ileri adımda işe başlamış oluruz.
Kendimizin tamirini yaptığımız arabaların bakımını da yükleniriz. Arabası bozulduğu zaman bize getirir. Biz onu tamire alırız. Onun yerine kendisine kullanmak üzere bizim yedek arabamızı veririz. Bakım ücretini aylık bir aidat olarak alırız. Sadece parça parasını isteriz. Böylece biz Adil Düzene göre bir bakım ortaklığını kurmuş oluruz. Yani, artık biz bakımı çok sağlam yaparız ki sık sık bakıma bize gelmesin diye.
Böylece gelen arabalar çoğalırsa, parça kullanmamız artarsa, biz parçaların projesini yapar, Türk sanayisine parça yaptırmaya başlarız. Böylece Türk sanayisi araba parçalarını imal etmeye başlar. Zamanla parça imalat adedini çoğaltabiliriz. Batı bir hile yapıyor. Görevlilere rüşvet veriyor, yasalar çıkartıyor. Öyle yapıyor ki, siz Türkiye’de araba üretemezsiniz. Ürettiğiniz bir arabanın plakasını alamazsınız. Böylece sanayii elinde tutuyor. Biz de arabaların bakımını yapar, böylece eski plakaların ömrünü uzatarak sömürücülere karşı direniriz. Bir gün güçlendiğimiz zaman bu gerçekleri siyasilerimize anlatma imkanını bulur ve kendi arabamızı parça imalatı esasına göre kendimiz üretiriz.
Allah insanlara akıl vermiştir. İlim vermiştir. Onunla saldıranlar saldırır, sömürenler sömürür. Ama eğer karşı taraf da akıl kullanırsa bir şey yapamaz. Onu yener. Bunun için yapacağımız şey mevcut mevzuata uyarak kendimize yol açmaktır. Mevzuata karşı gelirsek devletimizi yıkarız. Mevzuata yeniden yorum yapmazsak çökeriz. Mevzuatı yorumlayacak, onun yararlı noktalarını yakalayıp kendimize öylece hayat hakkını bulacağız.
Bu bakım firmaları asansör bakımı, buzdolabı bakımı gibi değişik firmalar şeklinde organize olabiliriz. Sorunumuz cemaatleşmedir. Yeter sayıya ulaşmamızdır. Bu sayıyı nasıl bulacağız? Bu sayı sabırla bulunacak. Varlığımızı sürdürür çalışmalarımızda ısrar edersek, mutlaka bizim gibi düşünen insanlara ulaşacağız. Onlarla bu Adil Düzen ortaklıklarını kurmaya başlayacak veya bunlarla işbirliği yapacağız.
Topluluk bilgiye inanmazsa gördüğüne inanır. Biz de şimdilik bir şey gösteremediğimiz için kimse inanmıyor. Yanımızda kimse yoktur. Ama çalışmalarımız herkes tarafından bilinmektedir. Bizden uyuzlu imiş gibi kaçıyorlar. Bir gün uyuza yakalanacaklar, kurtulmak için bize geleceklerdir. Çünkü biz uyuzlu değiliz. Biz uyuzluları tedavi ediyoruz. Biz otuz-kırk yıl önce faaliyete geçtiğimizde aynı sıkıntılarla karşılaştık. Sabrettik ve başardık. Bugün yeniden sıkıntı içindeyiz, sabredersek yine başarılacaktır. Ancak sizlerden ricamız bizi okumaya veya bize katkıda bulunmaya gayret etmenizdir. İnsanların önünde o kadar bâtıl var, yanlışlar var ki, bizi okumaya vakitleri yoktur. Ama sorun binlerce yanlış içinde bir tane doğruyu bulmaktır. Onu bulanlar başarır, diğerleri çöküp gider. Eğer bugün uygulayamıyorsak bilemediğimiz için uygulayamıyoruz. Onun için bilmeye çalışmalıyız.
AKEVLERDE BAKIM HİZMETİ
Akevler’de eğitim amacıyla firmalar oluşturulur ve orada yapılan denemelerle Genel Hizmet sözleşmeleri hazırlanır. Yoksa, Akevler bizzat uygulama kooperatifi değildir. Akevler’in gayesi mevcut olan firmaları tedrici bir şekilde Adil Düzene sokmaktır. Bu tedricilik için takip edilmesi istenen yol şöyledir.
- Önce herhangi bir işletme kurulacaktır. Bunun için şimdilik seçtiğimiz işletme ahşap ev işletmesi ile market işletmesidir. Bunlar üzerindeki çalışmalarda yavaşlama olmuştur. Bunun başlıca kaynağı ekonomik krizdir. Beklenen tersidir. Yani ekonomik krizlerde ortaklarımız faaliyetlerini bu tarafa çevirmeleri gerekirken tersini yapmışlardır. Faaliyetlerini imkanlarının altına indirmişlerdir. Bu biz kurucuların imtihanıdır. Bu durumda zorluklara dayanıp dayanamayacağımız imtihanını geçirmekteyiz.
- Kuracağımız bir veya iki işletmede genel hizmetleri yapmaya başlamalıyız. Kendimize genel hizmetlerimizi vermeliyiz. Bu suretle genel hizmet yapacak güce ulaşmalıyız. Bugün bu güçte değiliz. Bizden genel hizmet isteseler de biz verecek hâle gelmiş değiliz.
- Kendimize yaptığımız genel hizmetleri bütünüyle gerçekleştirdikten sonra firmalara kısmi olarak genel hizmetler vermeye başlamalıyız. Mesela, imalat firmalarının veya araba sahibi firmaların bakımını yapabiliriz. Böylece piyasa bizim bakım hizmetlerinden yararlanmaya başlar.
- Firmalar bizim hizmetten memnun olarak bütün hizmetlerini bize yaptırmaya başlarlar. İşte böylece firmalar arasında birlik sağlamış oluruz.
Bundan sonra ne olacaktır? Bizim genel hizmet kooperatifi başarıya ulaştığında bize katılmak istemeyen ama genel hizmet veren kooperatifler oluşmaya başlayacaktır. Bunlar kooperatif de olmayabilir. Vakıf, dernek veya şirket olabilir. Bu kurulan hizmet kooperatifleri tamamen bizim statümüze göre çalışmayabilir. Kendileri başka statü yaparlar. Ona göre teşkilatlanırlar. Ancak bir şey mutlaka olacaktır. Genel hizmet firmaları oluşacaktır ve bu firmalar bizim saydığımız 25 genel hizmetleri yapmaya başlayacaklardır.
Böyle bir teşkilatlanma insanlığı Adil Düzene doğru götürecektir. Yani, tekeller kalkacaktır. Organize olmuş serbest piyasalar doğacaktır. İşletmeler parayı değil de kendi işletme senetlerini kullanacaklardır. Enflasyon olsa da etkisini kaybetmiş olacaktır. Borçlanan devletler yıkılacaktır. Halk ise borçlardan kurtulmuş olacaktır. Kurulacak yeni devletler artık borçlanmayacaklardır. Faiz düzeni kalkacaktır. Halk artık faizle iş yapmayacaktır.
Adil Düzene halk tarafından geçilmiş olacaktır. Devletler halktaki bu değişmeyi benimseyecek ve yeniden yapılanacaklar veya direnecek, yok olacaklardır. Bunlar kehanet değildir. Kur’an’ın ve ilmin verileridir. Bizim işimiz bu olacaklar üzerinde hayaller kurmak değildir. Bizim yapacağımız yapabildiğimizi yapmak ve duyurabildiğimiz kadar duyurmaktır.
Biz şimdi 25 hizmeti yüklenen 25 kurucu bulmak durumundayız. Onlar da onar hizmetli bulacaklardır. Bunlar ne yapacaklar? Bunlar her hizmet için ayrı bir sözleşme hazırlayacaklardır. Bu hizmete ortak aramaya çıkacak, insanlara anlatacaklardır. Bunları kabul edeceklerini ümit ederek değil, onlara ortaklık şartlarını anlatırken hizmet ortaklığını anlatmış oluruz.
Bu meyanda bakım hizmet sorumluluğunu bir arkadaşımız yüklenecektir. Bu hizmeti iyice öğrenecek. Sözleşmesini yapacak. Önce hizmetlileri bulmaya çalışacak. Sonra o hizmetliler hizmet ortaklarını arayacaklardır. Bir konu seçilecek, onun üzerinde durulacak. Sonra başarsın başarılmasın, başka konu bulunup onun üzerinde durulacak. Böylece bakım hizmet ortaklığı İstanbul halkına duyurulacaktır.
Bunu başarmamız için semtlerde temsilcilerimiz olacaktır. Teşkilatlanmalıyız. Bu teşkilatı kurabilmemiz için bir parti kurmamız gerekebilir. Parti iktidara talip parti değil; tebliğ partisi, tanışma partisi mahiyetinde olmalıdır. Parti şeklinde teşkilatlanmak daha kolay görülüyor. Çünkü insanlar küçük işleri bırakmış, büyük hayaller peşine koşmaya başlamışlardır. Onların bu heveslerini değerlendirmemiz gerekir.
Bizim bu işleri yapabilmemiz için bir basın organı ile anlaşmamız gerekir. Basından sorumlu arkadaş bir program yapıp bu organların sorumlularını dolaşıp anlatacaktır. Kimse bizimle işbirliği yapmayabilir. Ancak biz tebliğimizi yapmış oluruz. Ne var ki, bu tür ilişkileri yüklenen arkadaşlar irtibatı tebliğ tamamlanmadan kesmektedirler. Oysa, tebliğde ısrarlı olmalıyız. Bu hizmetle ilgili yazılarımı yazarken neler yapmamız gerektiğini anlatıyorum. Okuyan herkes kendisine bir pay çıkarmalı, ben ne yapabilirim deyip harekete geçmelidir. Bu hususta gençlerden katılanlar olacaktır. Onlardan bu hizmetlere inananlar çıkacaklardır. Şimdi gençleri tarikat ve siyasiler ele almış, şeytanla bir olmuşlar, bizden uzak tutuyorlar. Ama bir gün Allah tarikatlarını da siyasetlerini de yıkacaktır. O zaman gençler serbest kalacak ve Allah için bizimle yardımlaşmaya başlayacaklardır.