ADİL DÜZEN İNSANLIK ANAYASASI
Süleyman Karagülle
1723 Okunma
24ANAYASA-GENEL HİZMET-6-

 

 

 

 

ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER

XVI

ULAŞIM HİZMETİ

Bedenimizde bir kalp vardır. Bu toplardamarlardan kanları toplar, sonra atardamarlardan pompalar. Bu kan dolaşımının görevi kanı bütün vücutta dolaştırmaktan ibarettir. Böylece ne sağlanır? Ne gerçekleşir? Bunu tam olarak anlayabilmemiz için de hücrelere dönelim. Hücrelerin her biri ayrı ayrı canlıdır. Her birinin kendisine has özel dünyası vardır. Her hücre bir şey üretir ve onu bedene verir. Bunları üretebilmesi için de bedenden birşeyler alır. Biz de böyle değil miyiz? Birşeyler yaparız, onu satarız, ihtiyaçlarımızı da alırız. Kimden? Bunu ülkemizden alırız ve ülkemize veririz. Her birimizin ürettikleri ayrıdır, her birimizin tükettikleri ayrıdır. Ama hepimiz ürettiklerimizi topluluğa verir, ihtiyacımızı da topluluktan alırız. İşte kan hücrelerin artıklarını, ürettiklerini kana verir, kendisine ihtiyacı olanı da kandan alır.

Acaba hücre bu alışverişi nasıl yapar? Kanın ortak bir bileşeni vardır. Yani içindeki maddeler belli bir seviyeyi korur. Kandaki bu seviyeleri koruması için vücutta gelişmiş mekanizmalar vardır. Normal olarak kandaki maddeler vücuttaki maddelerin benzeridir. Eğer hücre o malı üretiyorsa hücreden kana akış olacaktır. Eğer hücre o malı tüketiyorsa bu sefer kandan o hücreye akış olacaktır. Böylece hücreler ihtiyaçlarına göre maddeleri alıp verecektir. Peki, kalbin görevi nedir? Kalbin görevi kanı karıştırmaktan ibarettir. Yani bütün vücuttaki kanın aynı özelliği taşımasıdır. Bu hayat için çok önemlidir. Çünkü kalp durduğu zaman insan ölüyor. Yeryüzünde de hava akıntıları dursa kirlilikten dolayı hayat durur. Denizlerdeki hayat da denizdeki su akıntıları sayesinde varolmaktadır. Karadeniz’in derinliklerinde su akıntıları olmadığı için orada hayat da yoktur.

İlkel canlılarda bu alışveriş komşuluk ilişkisi içinde ikili olarak yapılır. Komşu fazla olan madde komşusuna verir, onda fazla ise onu alır. Gelişmiş canlılarda ise ortak borular vardır. Hücreler maddeleri onlara akıtır. Az olan maddeleri oradan alırlar. Damarlı bitkilerle solucanlarda durum böyledir. Oysa gelişmiş canlılarda, omurgalılarda kalp vardır. Kalp kanı damarlar içinde dolaştırır. Hücreler de kanla alışveriş yaparlar.

İnsan omurgalı hayvandır. En ileri yapıdaki memeliler cinsinden hayvandır. Bunların dört gözlü kalpleri vardır. Vücuttan kanı alır akciğere pompalarlar, akciğerden alıp vücuda pompalarlar.

Şimdi insan topluluklarına gelelim. İnsanlardan önce evrim canlı türlerinde oluyordu. İlk önce tek hücre olarak bir canlı yaratıldı. Bunun hem bitki gibi yeşilliği vardı ve güneş enerjisini uzvî enerjiye çeviriyordu, hem de suyun içinde kamçılarla yürüyebiliyordu. Zamanla bu hücre farklılaşarak evrimleşti. Önce bitki ve hayvanlar ayrıldı, sonra da değişe değişe milyarlara varan canlı türleri, hücre türleri oluştu. En son insan ortaya çıktı. Canlılardaki evrim durdu. Artık yeni tür meydana gelmiyor, aksine türler inkıraz ediyor. Oysa insanda sosyal evrim vardır.

İlk insan ayrı ayrı yaşayan bir canlı durumunda iken gittikçe evrimleşerek daha yüksek canlılar seviyesine ulaştı. Bugün topluluklar birer canlı durumundadır. Ne var ki, daha evrimini tamamlamış değildir. Evrim insan vücudu ile topluluk yapısı tam birbirine benzediği zaman tamamlanmış olacaktır. Önceleri devlet hiç yoktur. Onbin yıl önce yerleşik hayat başladıktan sonra devletler oluşmaya başladı. 20. yüzyılda ise artık yeryüzünde devletin olmadığı bir yer kalmamıştır. Ama henüz devletler tam merkezi canlı olma özelliğini iktisap etmemişlerdir. Ama gelecekte hep topluluklar birer canlı olacak şekilde birleşeceklerdir.

İnsan toplulukları ile canlının beden yapısı arasında bazı farklar olacaktır. O farkları gözümüzün önüne alarak nereye doğru gittiğimizi bilmemiz ve küreğimizi ona göre çekmemiz gerekir.

Zaman Kâinat içinde akan su gibidir. Biz bu denizin akıntısına doğru gitmekteyiz. Elimizde küreğimiz yok. Yani akıntıya karşı gelmemiz mümkün değildir. Ama elimizde dümenimiz var. Suyun içinde dilediğimiz tarafa geçer ve o istikamette ilerleriz. Ne ile karşılaşacağımızı biliriz. Ona göre tedbir alabiliriz.

İnsanlık nereye gidiyor? Evrim kanunları içinde ortak kan dolaşımı olan, ortak beyni olan bir varlığa doğru gidiyor. Burada önemli olan husus, diğer canlılardan farklı olarak iç içe canlıların oluşmasıdır. Nasıl insanın içinde hücre var, ama hücrelerin birliğinden büyük canlı oluşuyor. Birleşik beden ayrı canlıdır. Ama canlılardan oluşan bir canlıdır. Toplulukta da ocak, bucak, il, ülke ve insanlık iç içe böyle canlılardan oluşur. Bunların hepsinin merkez ocakları vardır. Ayrı birer canlıdırlar. Ama tüm insanlık da bir tek canlı olma yolundadır. Çağımızda henüz belirginleşmemiş olmakla beraber, zamanla oluşan müesseselerle buna doğru gidilmektedir. Bizim işletmemiz insanlığın ideal olarak varacağı düzeni ifade ediyor.

Biz bir işletmeyi ele alıyoruz. İşletmeyi bir insan bedeni gibi organize etmeye çalışıyoruz. Ama bu işletme yarın ocak sitesinin işletmesi de olacak, bucak sitesi oluşturulacak. İnsanlık gelecekte ideal bir yapıya kavuşacaktır. İnsanlar aile içinde yaşayacak, işletmelerde çalışacaklardır. Aileler ocaklar içinde olacak. İşletmeler ise bucakların semtlerinde olacaktır. Biz bu ocak ve bucak sitelerini kurduğumuz zaman, kalan kendiliğinden zamanla dünyayı saracaktır. İslâmiyet’in doğuşunda Arabistan’da devlet yoktu. Hz. Peygamber Medine Devleti’ni kurdu. Sonra genişledi. Bugün devletsiz toprak yoktur. Demek ki, bugünkü konumuz topluluklardaki kan dolaşımıdır. Ulaşım bu demektir. Batılılar bunu sermaye sorunu yapmaktadırlar. Biz ise ulaşım hizmet sorunudur, diyoruz. Çünkü ulaşımı firmalar ayrı ayrı yapamazlar. Sonra ülke toprakları topluluğundur. Onların tekeline verilerek sömürtülemez. Yollar kamunun olacak, herkes yararlanacaktır. Bizim bedenimizde de öyle değil mi? Kan dolaşımını kalp ve damarlar sağlamakta, hücreler kanla alışveriş yaparak yaşmaktadır.

 

ULAŞIM AĞI

İnsanlık tek bir canlı olacaktır. Ulaşım ağları ile yeryüzü birbirine bağlanacaktır. Bir kimse bir yerden kalkıp başka bir yere giderken hiçbir yol ücreti ödemeyecek, ayrıca yoldaki bütün ihtiyaçlar da bedelsiz karşılanacaktır. Bu insanların dolaşmaları için sağlanan sistemin benzeri İslâm dünyasında gerçekleştirilmişti. Yol boyunca kervansaraylar yapılıyordu. Bunlar askeri amaçla yapılıyordu. Savaş zamanında ordunun bir yerden diğer yere nakli için yapılıyordu. Devlet kervansaraylar ve yollar yapıyordu. Kervansarayı işletmeye veriyordu. Civardaki zirai gelirleri kervansarayı işletene veriyor, o da meselâ 100 develik kervanı barındırabiliyordu. Buraya gelen develer ve insanlar barınıyor, yiyip içiyor, temizleniyor, kendilerinin ve develerinin sağlığı korunuyor, arabaları tamir ediliyor. Bunun için kendilerinden ücret alınmıyordu. Böylece kervansaraylar savaş zamanında 100 atlık süvari birliklerini, barındırabiliyordu. Bu yaklaşık 30 kilometrede bir zincir şeklinde oluşuyor. Kervanlar konaklaya konaklaya gidebiliyordu.

Bu sistem insanlığa son derece yararlı işler sağlıyordu. İnsanlığı birbiriyle kaynaştırıyordu. Büyük dinler dinlerini yayabilmeleri için de bu kervansaray zincirlerine ihtiyaç görüyorlardı. Gelecekte de bütün yeryüzü böyle yol ağıyla örülecektir. Önce insanlık içinde bu ağ yolu kurulacaktır. Dünya üzerinde seçilecek kıta merkezleri olacaktır.

Kıtalar:

  1. Güney Amerika,
  2. Kuzey Amerika,
  3. Orta Avrasya,
  4. Çin,
  5. Hint,
  6. Adalar,
  7. Avrupa,
  8. Afrika.

Güney Amerika’dan başlayıp Kuzey Amerika’dan geçecek, Avrupa’dan dolaşarak Cebeli Tarık’tan Afrika’ya, oradan Mekke’ye gelinecek. Avustralya'dan başlayıp Çin, Hint, Mekke hattı çekilecek. Bu dış halkayı oluşturacaktır. Avrupa hattı İstanbul Boğazı’ndan, Türkiye’den geçip Mekke’ye birleşecektir. Hindistan’dan gelen hat da İran’dan Türkiye ile birleşecektir. Ayrıca Orta Asya hattı Hindistan hattına birleşecektir.

Bu kıta merkezlerini birleştiren yollar birer şerit olacaktır. Bu şeritler üzerinde bütün insanlar kendilerine vize, pasaport sorulmadan yerleşebilecekler ve iş yapabileceklerdir. Bunlar üzerinde kurulacak yollarla insanlar bedava seyahat etme imkânını bulacaklardır. Bu şerit üzerinde kurulmuş olan işyerlerinin gelirlerinden bu yol vakfı çalışacaktır. Yani, insanlar bedava dolaşıyorlar, ama buralardaki işyerlerinden de alışveriş yaptıkları için burası zengin oluyor. O halde burada para kazanan kimseler vergi verecektir. Bu vergi ile de bu yollar işletilecektir.

Üst işletmelerin gelirleri insanlığa ait olacaktır. Bu gelirlerle insanlığın 25 hizmeti yapılacaktır. Bu 25 hizmetten biri de ulaştırmadır. Bunun dışında insanlık pazarına sunulan her mal için bir İnsanlık Nakliye Payı alınır. O sayede bu  Nakliye Vakfı işlettirilir. Burada yapılacak taşımacılığın enerjisi yine tüm enerji üretim yerlerinden alınır. Bazı mallar İnsanlık Malları olacaktır. Yani o üretimden mutlaka insanlık için genel hizmet payı sözkonusu olacaktır. Enerji kaynağı bunlardandır. Enerji kaynağının başında elektrik enerjisi gelir. Ondan alınan beşte bir vergiden İnsanlığın Payı olacaktır. Sonra hayatın enerji kaynakları vardır. Bunlar odun ve sıvı yakıtlardır. Bunların da taşıma işleri bedelsiz yapılır ve yeryüzünde her yerde fiyatları aynı olur. Bunların yanında fosil yakıtlar vardır. Bunlar kömür ve petroldür. Gazdır. Bunların rezervleri bitmek üzeredir. Bunlar da canlı enerji kaynaklarındandır.

Ülke bir tek yolla, şeritle bu kıta merkez yoluna bağlanacaktır. Bu bağlantı yolu ülke yollarından olacaktır. Demek ki, İnsanlığı Hac Yolları ile birbirine bağlıyoruz. Her ülke bir hücre oluyor, bu damarlardan emiyor. Taşımacılık bedava olduğu için dünyadaki bütün ülkeler bu ana damarlarla birbirine bağlanmakta, adeta tek beden olmaktadır. Yani insanlığın tek ülke hâline gelebilmesi için bir ulaştırma vakfının tesisi gerekir. Bugün hiçbir şey olan kooperatifimiz yarın büyük bir şirket olacaktır. Yeryüzündeki Hac Yolu planlamasını yapacak ve halkın ortaklığı ile bu yolları tesis  edecektir. Hac Yolu Vakfı’nı kurabiliriz. Hıristiyanlar hacca kolay gelip gitmek için bize katılabilirler. Müslümanlar da bu yola katılabilirler. Hatta Hindularla Budistlerin hac merkezlerinden uğrayacağından onlar da yer alırlar. İnsanlığa medeniyetleri her zaman bâtıl da olsa dinler getirmiştir. Bundan sonra da dinler getirecektir. Dinler insanları inandırarak, ikna ederek iş yaptırmakta, bu da büyük başarılara sebep olmaktadır. İslâm dininde en büyük mâli ibadet olarak, biri yoksulu doyurmak, diğeri de ulaşım kabul edilmiştir. Özel okul kuran firmalara parklar peşkeş çekilirken, ülkemizde böyle bir teşebbüsümüz olsa ne halk ne de devlet karşı çıkmaz.

Ülke içinde de bölgeler vardır. Bu bölgeleri birleştiren yol şeritleri vardır. O ülke halkı bu bölge merkezlerine ve ülke yol şeritlerine serbestçe gelip yerleşebilir, ev edinir, işyeri edinebilir. Bu onun bir il sâkini olmasına mâni teşkil etmez. Kâinatta denge kanunu vardır. Her şey azami verimde dengelenir. Halkın bir kısmı bu kıta merkezlerine ve ülke yollarına kayar, kendi illerindeki özel yaşayış tarzlarını terk ederler, bir kısmı ise kendi özel yaşayışını sürdürmek için kendi illerinde kalırlar.

Bu ülke yolları da her şeyi ile vakıftır. Buralarda vatandaşlar veya vatandaşların dâvetlisi olan kimseler bedava seyahat edebilirler. Başka bir ülkeye girebilmek için o ülke vatandaşlarından birinin sizi konuk olarak dâvet etmesi gerekir. Bu dâvet zımnen olabileceği gibi, aynı dayanışma ortaklığında olan kimseler aksi bildirilmemiş ise dâvetli sayılırlar.

Ülke içi kervansaraylarda da konukların her türlü ihtiyaçları giderilmiş olur. Bunların gelirleri de devlet bütçesindeki genel hizmet vakıf fonlarından karşılanacaktır. Üreticiler ürettikleri mallarını dünya pazarlarında pazarlanmasını isterlerse ona göre fazla ulaşım payını verirler, ülke içinde yeterli görürlerse ona göre az ulaşım payını öderler.

Büyük işletmeler bölgelerde kurulur, o işletmelerin gelirleri ülkeye aittir. Bunun dışında bazı mallar ülke malları kabul edilir ve onlardan mutlaka devlet bütçesine gelir sağlanır. Enerji kaynakları insanlığın olduğu gibi, madenler de ülkeye aittir. Sınırlı olup istihsalle tükenen mallardan üretim yapan işletmelerin gelirleri devlete aittir. Bunların dayanıklı olması şarttır. Enerji gibi, üretilmesinin sınırlı oluşundan ziyade tüketildiği zaman arkası gelmiyorsa bu tür mallarda vergi insanlığa aittir.

İllerde ilçe merkezleri var ve bu ilçe yol şeritleri ile birbirine bağlanmışlardır. İlçe yollarının kenarları da meskun şeritlerle desteklenmiştir. Buraya il halkından isteyen kimseden izin almadan gelip yerleşebilir, üretim yapabilir. Orta işletmeler buralarda kurulur, orta işletmelerin gelirleri bunlara aittir. Maden tipi olmayan kum, çakıl, taş, çimento, tuğla gibi malzemeler buralarda işlenir.

Her bucakta semtler vardır. Bunlar da bucak yolları ile birbirine bağlanmıştır. Dolaşmak tamamen serbesttir. Mallar da bedava taşınır. Bunların gelirleri de bucak genel hizmetinden karşılanır. Burada üretim yapanlar ulaşım payı ile veya ülkeye veya insanlığa verebilirler.

Bütün bu yollar işletmeler arası yollardır. İşletmenin içinde de taşıma sözkonusudur. Bu tamamen işletme senetleri ile karşılanır. Bantlarla, raylı arabalarla, başka hatlarla eşya bir taraftan diğer tarafa akar. Sonunda ambarlara gelir ve girer. Hammadde ambarına bucak taşımacılığı getirir. Mamul madde ambarlarından alıp götürürler.

Taşımacılık işletmeciliği gelip gittiği gibi her ocağın bir deposu olacaktır. Tüm siparişler bu depolara bedava gelecek ve ocak içi taşımacılığı ile evlere gidecektir. Yani bucak taşımacılığı yalnız işletme ambarlarına uğramaz. Ocak ambarlarında uğrar. Taşıma ve gidip gelme bedava olduğu için gerek malların tanıtımı gerekse taşınması ek yük taşımadığı için hareket en yüksek dozajda devam edecektir.

Böylece tüm insanlık ana kanalla, sonra ülke, sonra il, sonra bucak damarlarla bağlanmış olacaktır. İşletme ve ocaklar kendi iç taşımacılığını yapacaklardır. Halk bu ulaşım ağından nasıl yararlanacaktır? Buraya hizmet verenler bu hizmeti nasıl yerine getireceklerdir? Elbette bu konularda çok önemli hususlardır. İşte ulaştırma hizmeti bunları düzenleyen bir proje geliştirmek zorundadır. Biz bu projeyi geliştiriyoruz. Gelecekte insanlar buraya gitmek zorundadır. Ne var ki, kim önce davranırsa gelecek dünyaya hizmet etme gücünü o bulmuş olacaktır.

Bizim kuracağımız işletmelerde ve sitelerde taşıma sorunu çözülmüş olmalıdır. Bugün değişik firmalar vardır. Her firmanın servisi vardır. Büyük israftır. Tabii ki bu yolcuların sırtından karşılanmaktadır. Maksatları, böyle servisi kuramayan firmaların devre dışı olmalarıdır. Oysa biz bir servis şebekesini oluşturacağız. Bu biletlere yüklenecektir. Ondan sonra onbeş dakikada her tarafa servisler kalkacaktır. Masraflar ortak fondan karşılanacaktır. İsterse bugün bunu her belediye uygulatabilir. Ne var ki, belediye yöneticileri kapitalist zihniyetindeki kimseler olduğu için her bakımdan rahat ve ekonomik olan bu sistemi uygulamıyorlar.

Her firma yazıhane açmış ve bir sürü insan çalıştırıyor. Oysa yeteri kadar yazıhane konur. Müşteriye alternatif sunulur, nereden almak isterse o firmadan alır. Fiyatlar serbest olup herkes ayrı fiyatı uygular. Araba yolda arıza yaparsa hemen her kasabada bekleyen imdat arabası gelir, yolcuları hemen alıp yerlerine götürür. Bugün cereyan eden olaylar gösteriyor ki, taşımacılıkta rekabet olmuyor. Yerine tekele gidiliyor. Yollardan para almak demek, insanların ancak paralı olanların iş yapması, gezmesi; diğerlerinin ise kaldıkları yerlerden sallanmamalı, mallarını satmamalı demektir. Bu hizmetleri yapan devlet elbette kendisine vergi alma hakkını tanır. Yoksa da bu hizmetleri paralı yaparsa o zaman ayrıca vergi alma ne için.

Genel hizmetin içine ulaştırmanın yer alması, ordunun da bu hizmetlerden yararlanması ve dolayısıyla ordunun da ayrıca bütçeye yük olmaması demektir. Ülke yollarını ordu işletecektir. İl yollarını jandarma işletecektir. Köy yollarını koruma işletecektir. Böylece onlar da hem koruma hizmetini yapar, hem de önemli hizmeti yaparak üretime katılmış olurlar.

 

ULAŞIM ÇEŞİTLERİ

İnsan vücudunu saran hemen her hücreye kadar ulaşan kan damarları ağı yanında, kan sistemi ağı vardır. Bu ağ maddî varlıkları taşımaktadır. Bunun yanında sinir ağı vardır. Bunlar da haberleri taşımaktadır. Elektrik sinyallerini taşımaktadır. Misal olarak ciğerden O2’yi yani oksijeni alıp hücrelere götüren kandır. Yahut bezden bir hormonu alıp tüm bedene yayan kandır. Buna karşılık ısının sıcaklık etkisini alıp beyne ulaştıran sinirdir. Beyinden kolun hareketini kaslara emreden sinir sistemidir. İkisi arasındaki fark, biri fizik ve kimya kanunlarına göre kandaki cisimcikleri taşımak içindir, diğeri de özel olarak kodlanmış 01 sayısal işaretlerini taşıyarak haber ulaştırmadır.

Topluluklarda da kan dolaşım sistemine yollar ve taşıma araçları tekabül etmektedir. Buna karşı sinir sistemine ise haberleşme tekabül etmektedir. Eskiden haberler de ancak ulaşım mekanizmalarıyla ve postalarla ulaşmaktadır. Bugün ise haberleşme araçları son derece ucuzlamıştır. İleride daha ucuzlayacak, maliyetleri azalacaktır. Kapitalizmin sömürü düzeni halkımıza ağır faturalar ödetmektedir. Ancak gerçekten maliyeti çok ucuzdur. Buna karşılık ulaşım maddenin taşınmasıdır. Daima büyük enerji harcayarak sağlanacaktır. Ucuz enerji kaynakları azalmaktadır. İnsanlar çoğalmaktadır. Taşıma ihtiyaçları artmaktadır. Dolayısıyla enerji taşıma maliyetlerinde zorluğa doğru gidilmektedir. Özel taşımacılığın yararları korunacak, ama toplu taşımacılık da gittikçe artacaktır. Yerleşme şekilleri öyle sağlanacaktır ki taşıma asgariye insin. Bu da insanların işyerlerine yakın oturması ile olacaktır. Oysa haberleşmede yakınlık sorun olmayacaktır.

Taşıma dediğimiz zaman katı, sıvı, gaz ve enerji olmak üzere birbirinden ayrılmaktadır. Katı deyince de insan taşımacılığı, eşya taşımacılığı, çöp taşımacılığı olarak bir bölünme sözkonusudur. Sıvı taşımacılığının başında içme, kullanma, sulama ve atık suların taşınması sözkonusudur. Petrol da sıvıdır. Gaz daha çok yakıt olarak taşınmaktadır. Havalandırma da gaz taşımacılığı içindedir. Enerji taşıma deyince biz elektriği kastetmiş oluyoruz. Sıcak suda sıvı taşımacılık içinde mütalaa edilmektedir.

Bu taşımacılıklar insan vücudunda damarlar aracılığı ile olmaktadır. Dünyada ise yollar ile gerçekleşmektedir. Çeşitli yol ağı oluşmuştur. Deniz, hava, kara ve demir yolları bugün yaygındır. Bu yol çeşitleri ileride de devam edecektir. En ucuz taşıma aracı deniz taşımacılığıdır. Süratli taşımada zorlanmaktadır. Ondan sonra demiryolları taşıma araçlarıdır. Buna halk kara boru demektedir. Deniz yollarında araba vapurları geliştirilmiştir. Demir yollarında henüz araba trenleri oluşmamıştır. Gelecekte bu tür araçlar oluşacaktır. Böylece karayollarının yükü azalacaktır.

Ondan sonra karayolları gelir. Karayollarının özelliği en çok kullanılabilir olması ve hava taşımacılığından ucuz olmasıdır. Petrol rezervleri sebebiyle ucuz taşıma imkânları sözkonusudur. Ancak bu rezervler bitmek üzeredir. Bir-iki asır sonra petrol ya hepten bitmiş olacaktır veya çok zor istihsal edecektir. Gemiler odun gibi katı yakıtı kullanabileceklerdir. Ama karada daha çok elektrikli taşıma araçları ucuz olacaktır.

En önemli taşıma araçları hava taşıma araçlarıdır. Henüz ekonomi tekellerin elinde olduğu için hava taşımacılık lüks durumdadır. İleride ise yolların yapılmasından ziyade hava taşımacılığı geliştirilecektir. Helikopterler yakın mesafelerde taksilerin yerlerini alacaktır. Bunun tekniği henüz tam gelişmiş değildir.

Bu taşıma biçimi alyuvarların taşıma şeklidir. Alyuvarlar damarlar içindedir, ama aynı zamanda kendileri de özel yükler yüklenerek taşımaktadırlar. Gelecekte deniz ve demir yolları otomobil ve helikopterleri taşıyacaktır. Çünkü bunların uzun zaman ayrı yol almaları israftır. Ama yakın yerlerde de bunlarla ulaşım sağlanacağı için, gelecekte eşyalar kamyonlara yüklenecek ama Ankara’ya kamyon trenle gidecek, İngiltere’ye gemiyle gidecektir. Bu araçlarda büyük hız ve güven sağlanacaktır.

Bunun dışında yeryüzü kirlenmektedir. Bu kirliliği mutlaka durdurmamız gerekmektedir. Bunun için yer yer arıtma tesislerinin kurulması, çöp ve pis suların toplanması, temiz olarak taşıma yollarına aktarılması gerekmektedir. Bu sistem insandaki lenf sistemine benzer bir ağ olacaktır. Canlılar nasıl kirlettiklerini temizliyorlarsa insanlar da arıtma merkezleri ve ağlarını kurmalıyız. Lenf damarları ve düğümleri bize örnek olacaktır.

Bugün Sibirya’dan buraya kadar gaz boruları döşenmektedir. İleride petrolün yerini gaz alacaktır. Çünkü gaz güneş enerjisinden elde edilebildiği gibi gaz bitki artıklarından da elde edilebilmektedir. Yer yüzünü bir gaz şebekesi saracaktır. Gaz üreticileri şebekeye gaz basacaklar ve tüketiciler de şebekeden gazlarını çekeceklerdir. Özel borular yerine bir boru ağı oluşacaktır. İnsanlık henüz bu sorununu çözmeye bile başlamamıştır.

Nihayet elektrik enerjisi bakır ve alüminyum hatlarla iletilmektedir. İnsan vücudunda haberleşmeyi sağlamak için sinir sistemi vardır. Ancak elektrik enerjisini taşıma mekanizması yoktur. Bazı balıklarda 110 voltluk elektrikle aydınlatma yapılmaktadır. Bugün intrerkonnekte şebekelerle yeryüzünde elektrik ağı kurulmaktadır. Bunlarda şu sistem gelişecektir. Enerjiyi üretenler elektriği şebekeye basacaklar, tüketenler oralardan çekecektir. Bütün bunlar Genel Hizmeti gerektiren bir sistemdir. Kur’an’da deniyor ki; Allah insanın bir karnında iki kap var etmedi. O halde bütün ortak toplama ve dağıtma sistemi daima tek merkezden ve tek ağ şebekesinden beslenecektir. Herkes üretecek ve tüketecek, ama bunların mübadelesi ise ortak bir yerde, pazarda olacaktır. Şebeke üretime ve tüketime karışmayacak sadece üreticilerle tüketicileri bir araya getirecektir. Buluşturacak ve mallarını taşıma imkânlarını bulacaktır.

 

TRAFİK SORUNU

Bugün yeryüzünün her yerinde trafik sorunu vardır. Bilhassa kara taşımacılığında trafik sorunu olmayan ülke yoktur. Arabaların park sorunu da trafik sorunu içindedir ve trafik sorunu kadar önemlidir. İnsanlığın bu sorunu çözmesi için çözüm yollarını üretmesi gerekir. Bugünün kapitalist düzeni bu sorunları çözme yerine üretme tarafıdır. Çünkü arabasını satacaktır, petrolünü satacaktır. Tekelleşen taşımacılık gittikçe sorun olmaktadır. Özel yollar tekelleşmeye götürdüğü gibi, arabalar da tekelleşmektedir. Hat sorunu çözülememektedir. Adil Düzen her sorunun çözümünü insanlığa öğretmektedir. Ne var ki, kulak veren var mı?

Trafik sorununun çözülmesi yollarına kısaca işaret edelim:

  1. Haberleşme bedava hâle getirilmeli, görüntülü hâle dönüşmeli ve insanlar gidip gelme yerine haberleşme ile bu sağlanmalıdır. İnsanlar en az seyahat yapma durumuna gelmelidirler.
  2. Mal senetleri çıkarılmalı, insanlar malları dolaştıracaklarına senetleri dolaştırmalıdırlar. Malların üreticiden tüketiciye ulaşması için en az yol izlemelidir. İndir - bindir, götür - getirler bitmelidir.
  3. Toplu taşımacılığa yönelinmeli, ancak araba vapuru ve araba trenleri sistemi geliştirilmelidir. Hem az yakıt yakılacak, hem sür’at kazanılacaktır.
  4. Planlamada işyerleri ile buralarda çalışan insanların meskenleri bir arada düşünülmeli, ruhsat verirken planlama buna göre yapılmalı. Açılış izni çalışanların mesken sorunları çözülmesi varsa verilmelidir.
  5. Merkezî yönetim yerine yerinden yönetim getirilmelidir. İnsanlar kendi işlerini yerinde çözmelidirler. Genel Hizmetler insanların ayağına götürülmelidir. Köylerden kasabalara yüzlerce hasta dolaşacağına, bir doktor bütün kasabanın bütün köylerini dolaşır.

Bakınız, burada yollar yapılıp trafik sorunu çözülsün demiyoruz. Yollar yapılsın, ama yolları yapmak trafik sorununu çözmez. Tam tersine yollar yapılıyor, araçlar veya serbest rekabet sebebiyle ucuzluyor. O zaman kişiler işyerleri yakınında oturmaktansa, uzakta köyden gelen komşusu ile oturmayı tercih ediyor ve bu sebeple yapılan yollar trafik sorununu azaltmıyor, aksine trafik sorununu çoğaltıyor.

R. Tayyip Erdoğan İstanbul’un su ve çöp sorununu çözdü. İstanbul halkının fiilî ve aklî duaları ile yağan yağmurlarla yapılan göllere doldu ve belki de İstanbul’un su sorunu asırlar için çözüldü. Çöp yerleri ise park yerlerine dönüştü. İstanbul’a yeşillik kattı. Ne var ki, gecekondu ve trafik sorununu çözemedi. Ecevit Hükümeti’nin krizi sebebiyle yollarda yürüyoruz. Yoksa İstanbul mefluç şehir durumundadır. Biz bu sorunu daha önce İstanbul Belediyesine takdim edilmek üzere bir rapor hâlinde hazırlamıştık. Çevremdeki insanlar, belediye deyince mideleri bulanıyor, onlarla temas bile etmek istemiyorlar. Onun için ilgililere verilmedi, verilemedi. Arkadaşlar intenette yayınlasalar iyi olur.

İstanbul’un trafiğini çözmek için kısaca aşağıdaki tedbirler alınacaktır:

  1. İstanbul’da Boğaz’ın iki yakasında ana damarlar tesis edilmelidir. Gemi ve raylı taşımacılık bu iki ana arterde akmalıdır. İki ana damar da Marmara ve Karadeniz boğazlarında tesis edilmelidir. Şehre giren arabalar deniz veya demir toplu taşımacılığı bir uçtan diğer uca kadar gidebilmelidir. Bu taşımacılık bedava olmalıdır. İstanbul’un rantı bunun birkaç mislini finanse eder. Boğazlardan geçiş kılavuz gemilerle olacak ama bunlar da parasız olacaktır. Bu ana arterleri finanse eden vakıf kurulmalıdır. Bu vakfa diğer ülke devletler de tabii imkanlarla katılmalıdırlar.
  1. İstanbul 300 000’den az ve 1 000 000’dan fazla olmamak üzere vilâyetlere ayrılmalıdır. Her il de nüfusları 30 bin ile 100 bin arasında ilçelere ayrılmalıdır. İstanbul’da 15 civarında il olacaktır. 150 civarında da ilçe olacaktır. İller arası otobüsler çalışmalıdır. Otobüsler otobüs vakıf şirketlerine ait olmalı, bakım otobüs bakım şirketleri tarafından yapılmalıdır. Şoförler ise serbest şoförlerden oluşmalıdır. Şoför ve muavinlere taşıdıkları yolcu adedince bir pay verilmelidir. Hatlar mevcut olmalıdır. Ancak hatları belediye alıp satmalıdır. Kârsız alıp satmalıdır. Bedelini ise sıra numarasıyla tesbit etmelidir. Hattın şoförleri çoğaldıkça fiyatlar artırılmalı, azaldıkça çoğaltılmalıdır. Bütün biletler akbil ile çalışmalıdır.
  1. İl merkezlerinden ilçe merkezlerine minibüs hatları konmalıdır. Burada minibüsler çalışmalıdır. Minibüsler de vakıf şirketlerin olmalı, bakım vakıflarca yapılmalıdır. Sadece işletme hattı alınıp satılmalıdır. Şoförlerin sayısına ve hâsılaya bakarak hat bedelleri ayarlanmalıdır.
  2. Trafiği hafifletecek en önemli husus, çalışanların işyerlerine yakın yerlerde oturmalarıdır. Bunu sağlamak için de planlamada fabrikada çalışacakların işyerlerini belirlemekle mümkün olacaktır. Bu yerler o fabrikalarda çalışanlara kıdem tazminatı olarak temlik edilmelidir. İşyerini değiştirenlerin hakları da yeni işyerlerine intikal etmelidir. Oturma şartı getirilerek kirada ucuzluk sağlanmalıdır.
  3. Belediye dairesini satmak üzere değeri ile satın almalı ve aldığı fiyatla satmalıdır. Satana para değil başka yerde daire alma hakkı tanınmalıdır. Böylece herkes işyerine yakın daire edinmeye çalışır. Yapıların takdirini komisyonculara yaptırabilir. Bu komisyoncuları siyasi partiler seçer.
  4. Evi kiralamak isteyenler resmi komisyonculara kiralarla ve onlar halka kiralar. Komisyoncular topladıkları kiraları yalnız dairesi kiraya verilenlere değil de boş olan kimseler de bölüşürler. Kiralayanlar arasında bir yardımlaşma doğar. Bu da kişilerin işyerlerine yakın semtlerde oturmalarına imkan verir. Adil Düzen Partisi bu sorunları böyle çözmüş olacaktır.

 

KOOPERATİFTE ULAŞIM

Taşımacılık 25 hizmetten biridir. Yönetim kurulu üyelerinden biri taşıma sorumlusu olacaktır. Bu ulaşım hizmet sorumlusu on kadar ortak bulacaktır. Bunlar taşıma aracı firmasını oluşturacaklardır. Bu firmanın İstanbul’un bir yerinde merkezi olacaktır. Bu merkezde bilgisayar ve faks bulunacaktır. Burada taşıma ortaklarının kurucuları buraya haftada bir gün gelip nöbet tutacaklardır. Burası 24 saat açık olacaktır. Şöyle ki, burada bir yatacak yer bulunacak, kapı veya telefon zili çaldığı zaman uyanmış olacaktır.

Taşıma ortaklığı, gerek yolcu taşıyan gerekse yük taşıyan firmalarla temas kurarak onların araçlarının hareket saatlerini ve nakliye ücretlerini öğrenecektir. Kendileriyle anlaşma yapıp biletlerini sattığı veya yük bulduğu takdirde bir komisyon bedelini alacaklardır. Bu komisyon yolcunun daha fazla para vermesine sebep olmalıdır.

Taşıma ortaklığının göreceği hizmet, değişik firmaların durumlarını bilgisayarda işlemek ve durumlarına göre her zaman müşteriye en uygun taşıma veya ulaşım imkanlarını anlatma. Doğru bilgi verme. Hangi arabaların hangi saatlere kalktığını ve hangi arabaların nerelerden geçtiğini, arabaların modelleri hakkında bilgi sahibi olmadır. Müşteriye doğru bilgi vererek seçme imkânlarını sağlamaktır.

Arabaların yüklü olmadığı saatleri istatistiklerle tesbit ederek o saatte yolculuk yapacaklara tenzilat sağlama yolları araştırılmalıdır.

Garajdan kalkacak özel servisler arasında dayanışma sağlayabiliriz. Firmalarla anlaşma yapar, satılan bilet başına servis masrafını kooperatif alır. Yani kooperatif servis hizmetini değişik firmalara taahhüt eder. Bu satılan bilet üzerinden olacaktır. Bundan sonra servis arabalarla anlaşır. Onlara hatlar tahsis eder. Onlar taşıdığı yolcu başına değil gittiği kilometre başına ücret verir. Böylece her saatte her tarafa servis konmuş olur. Bu hem trafik sıkıntısını ortadan kaldırır, hem arabaların yıpranmasını, şoförlerin boş oturmalarını önler. Yani buradaki hedefimiz servis hizmetini azaltmak değil, servis hizmetini verimli hâle getirmektir. Daha sık saatlerde servis imkânı olsun, daha çok yerlere servis olsun. Ama masraflar artmasın. Çünkü araba dolu gidip gelsin.

Kooperatifimizin bu işi yapabilmesi için yolcu taşıyan firmalarla oturup tartışıp anlaşması gerekir. Gerçi birbirine rakip olan büyük firmalar bunu kabul etmeyeceklerdir. Ama küçük firmalar bu konuda birleşeceklerdir. Sonra büyük firmalar da aynı yola koyulacaklardır. Servisler üzerinde araştırma yapılması ve bu araştırma sonucu daha isabetli kararların alınması mümkün olur.

Kooperatifimiz hat alış ve satış komisyonculuğu da yapmalıdır. Hat şoförlerine hatlarını satıp satmayacaklarını sormalıdır, satış fiyatlarını öğrenmelidir. Tabii ki, bir hatta en ucuz hat satanın hattı satılacaktır. Bununla beraber değişik hatları satanların hatlarının karşılaştırılmasını hat alan şoföre yaptırmalıdır. Hat satın almak isteyenlerin adları yazılır. Satın alanın verebileceği azami fiyat belirlenir. Satın alıcı bir satın alma müddetini verir. O hattın şoförlerine duyurulur. Asgari bedelden satın almaya başlanır. Belli günlerden sonra fiyatlar yükseltilip azami sınıra çıkarılır. O arada satan çıkarsa o araba alınır. Aradaki kazancın beşte biri taşıma ortaklığının olur. Farksız satılırsa tamamı satanın olur. Komisyon alınmaz.

Araba satan için de aynı işlem yapılır. Satıcıya asgari fiyat alınır. Acelelik durumu değerlendirilir. Yüksek fiyatla satışa çıkarılır. İlan edilir. Yavaş yavaş azaltılır. Müşterinin çıktığı fiyatla satılır. Aradaki farkın beşte biri kooperatifin olur. Burada görülüyor ki ilân parasına ihtiyacımız vardır. Bu parayı da bir yayın organı ile anlaşarak sağlayabiliriz . Kooperatifimize gelen gelirin bir yüzdesini o gazete veya televizyon sahibine veririz.

Yolcu biletleri üzerinde yapacağımız hizmetlerin dışında taşımacılıkta da hizmetimiz olabilir. Taşımacılıkta arabaların bilhassa geri dönüşleri genellikle boş geçmektedir. Dönüş yükü bulunmadığı için tek taraflı boş gitmektedir. Aksi yönde akış sağlayacak tedbirler alınır. Dönüşler çok ucuz fiyatlara indirilir. Bu takdirde hangi malların o tarafa akacağı belirlenir. Böylece millî ekonomide denge oluşur. Hangi mevsimlerde ne tarafa boş arabaların gittiği bilgisayarda işlenir, o mevsimlerde aksi istikametlerde akışlar temin edilir.

Yurt içi taşımacılığın yanında yurt dışı taşımacılık da kooperatifçe organize edilmelidir. Bunun için bilgi, güven, kontrol sistemleri geliştirilmelidir. Yine bir misal olarak şunu söyleyebiliriz. Gümrük kapılarından geçerken çok sıkıntı çekilmektedir. Şoförler gümrük kapılarında günlerce beklemektedirler. Oysa bunların çoğu evrak üzerinde beklemedir. Gümrük kapılarında ortaklar bulunur. Onlara evrak fotokopileri daha önce ulaştırılır. Tüm işlemler daha önce hazırlanır. Araba geldiği zaman asıl evraklar üzerinde aktarma yapılır. Fiziki muayeneler de sağlanarak işler kolaylaştırılır. Rüşvet sistemi yerine, geçişten gümrüklerin yanında orada çalışanları ortak etme yoluna gidilir. Böylece yolsuzluk ortadan kalkar. Ama oralarda çalışanların da gelirlerinde darbe yapılmış olmaz. İktidar olursanız gümrüklerdeki rüşveti ortadan kaldıramazsınız. Kooperatif rüşveti kaldıramaz ama zararsız hâle getirir. Yolsuzlukları önler. Mevzileştirir. Gümrük şebekesine karşı şebeke kurar. Mağdur olanları korur.

 

TURİZM

Kooperatifin ulaştırmada yapabileceği pek çok şey arasında turizmi geliştirmedir. Bu geliştirmede en önemlisi “konuklaşma sistemi”ni getirmedir. Türklerde herkesin bir misafirhanesi vardır. Para ile kimse kimseyi konuk etmez. Ama misafir olarak hemen herkes konuk eder. Gazetede yine ilân edeceğiz. Kim dışarıya gidip gezmek istiyorsa bize adını yazdırsın. Kaç gün kendisi dışarıda konuk olursa, o kadar gün de kendisi dışarıdan geleni konuk edecektir.

Kendileri nasıl bir konuk olacaklarını bildireceklerdir. Karı koca, karı koca ve erkek çocuk, karı koca ve kız çocuk, erkek, kız, kadın gibi özellikleri olarak bildireceklerdir. Benzer şekilde nasıl bir konuk istediklerini de bildireceklerdir. Biz değişik ülkelerin yayın organları ile anlaşma yaparak veya teşkilat kurarak bu işleri yapabiliriz. Bu hususta Avrupa Millî Görüş Teşkilâtı ile işbirliği yapabiliriz. F. Gülen’in kolejleri ile işbirliği yapabiliriz Ahıskalılar Derneği ile işbirliği yapabiliriz. Böylece dünyadaki insanları Türkiye’ye getirir, Türkiye’deki insanları dünyaya göndeririz.

Böyle bir seyahatin birçok yararları olacaktır. İnsanlar ailece tanışacaklar, birbirlerinin kültür ve bilgilerinden yararlanacaklardır. Birbirlerine hediyeler verecek, böylece ekonomi bakımından malların tanınmasına yardımcı olacaklardır. Seyahat en ucuz bir şekilde gerçekleşmiş olacaktır.

Bu hususta turizm yolculukları yapabiliriz. Mesela, Türkiye’de misafir kabul eden 50 yolcumuz Kafkasya’ya gitmek isterse, Kafkasya’da da aynı derecede misafir bulduksa, otobüsle anlaşır ve 15 günlük bir seyahat düzenleyebiliriz. Bu seyahat zincirini daha da uzatmalıyız.

Daha ziyade Hac Yolu diye tanımladığımız güzergahları seçmeliyiz. Bu yollar üzerinde bizim ahşap evlerden misafirhaneler koymalıyız. Bu misafirhanelerde yatak dörder metrekarelik olmalıdır. 2*2’lik hücreler olmalıdır. Kadınlar için ayrı tuvalet ve banyo, erkekler için ayrı tuvalet ve banyo olmalıdır. Herkesin kendi yemeğini pişireceği ocaklar bulunmalıdır. Bu yerlerin mesafeleri 250 kilometre kadar olmalıdır. Her 250 kilometrede bir kervansaray olmalıdır. Buralarda aileleri ile şoförler oturmalıdır. Şoförler gelen arabayı götürüp diğer istasyonda bırakacak, oradan araba alıp dönecektir. Her gün bunu yapacaktır. Günde sekiz dokuz saat çalışmış olacaktır. Ama hep ailesinin yanında kalacaktır.

Bu sistemde araba asla durmayacak, değişik şoförlerle en süratli bir şekilde Londra’dan kalkıp Tokyo’ya ulaşacaktır. Aynı araba devam edip gidecektir. Yükler veya yolcular kentlerde inecek, bineceklerdir. Arabalara sandıklar içinde yüklenmiş eşyalar konacaktır. Gerek yolcu gerekse eşya insanlık içinde hareket etmiş olacaktır.

Güney Amerika’dan kalkan araba Bering Boğazı’ndan geçerek Avrupa’ya ulaşacaktır. Başka bir koldan Afrika’ya gidecektir. Hindistan, Çin, Okyanusya. Ücretler indi-bindi sistemi ile çalıştırılarak yakın yolcular uzak yolcuları finanse etmiş olurlar.

Bu şirketin oluşması önce bu güzergâhları ziyaret ederek oralarda ortak bulma ile olacaktır. Yani bunun için şimdilik uygun yerde arazi verilecek. Elektrik, su gibi tesisler oraya belediyece sağlanacak. Sonra orada basit proje yapılarak yatırıma başlanacak. Bunları oranın halkı yapacaktır. Sonra otobüs firmaları ile belediyeler anlaşarak buraya araba konması sağlanacak, daha sonra burada çalışacak şoförler bulunacaktır. Bütün bunlar için sermayeye gerek yoktur. İnsanların inanması gerekir. Bizimle bir gazetenin veya televizyonun ortak olması gerekir.

Böyle bir gazete, böyle bir televizyon ortak bulunur mu? Zordur, ancak imkânsız değildir. Bugün Türkiye’de başlangıçta beraber olduğumuz yeter sayıda televizyon ve gazetemiz var. Yeter sayıdan biraz fazla belediyelerimiz var. Bunlar kapitalizme karşıdırlar. Ama kapitalin esiridirler. Bizim sırtımıza ayak basarak oralara çıktılar, sonra bizleri unuttular. Allah da şimdi onları unutuyor. Yarın ben aranızda olmayabilirim. Sizler de bugün bunların sahip olduğu imkânlardan daha çoğuna sahip olacaksınız. Korkarım ki siz de bugün bunların Allah’ı unuttukları gibi siz de Allah’ı unutacaksınız. İyi bilin ki, Allah’ın size ihtiyacı yoktur. Onun vereceği cezaları savacak olan da yoktur.

Biz ne yapıyoruz?

Kur’an’ı okuyoruz. Oradan anladıklarımızı uygulamak istiyoruz. Sonra sevdiklerimizle bu Allah yolculuğumuzu paylaşmak istiyoruz. Karşılığında onlardan bir şey istemiyoruz. Bir de bakmışsınız ki çoğu, pek çoğu bize hasım kesilmiş, saldırıyor. Sebebini anlamakta güçlük çekiyoruz.

Ama Kur’an bize her zaman aydınlatıcı lambalar yakıyor:

“Siz onları seversiniz, onlar sizi sevmezler.” (Âl-i İmrân, 119)

Unutmamız gerekir ki, biz yukarıda söylediğimiz işleri yapmaya muktediriz. Çünkü Allah bizimle beraberdir. Biz vazifemizi yapamıyoruz. Kendimden biliyorum, yeter derecede kendimi bu hizmete veremiyorum. Hizmette ısrar edemiyorum. Allah’a tam inanıp putlardan uzaklaşamıyorum. O halde, biz önce kendimizi düzeltmeliyiz. Kendimiz cemaat olmalıyız. Her şeyimizi veren bir topluluk olmalıyız. Göreceksiniz, ondan sonra bütün sorunlar çözülecektir. İç ve dış sorunlar çözülecektir. Nasr Sûresi’nin sabrı ve istiğfarı içinde olmalıyız.

İstanbul’da bir yer bulup yerleşemedik. Bu işleri yapmaya da başlayamadık. Ama Allah bize daha iyi imkânlar hazırlamıştır. Onu aramamız için gerçekleşmiyor. Durmayıp her tarafa koşmalıyız. Allah’ın bize hazırladığı imkânı bulmalıyız. Olmuyorsa, olmamasının bir hikmeti vardır. Ya yeri yanlıştır, yahut zamanı yanlıştır.

 

SİGORTA

Gelişmiş dünyada en çok ihtiyaç duyulmuş olan müessese sigorta müessesesi olmuştur. Ortaya çıkmakta olan kazalar, tabii veya beşeri âfetler o kadar büyük zararlara sebebiyet vermektedir ki, buna maruz kalan kimse bunu taşıyamamaktadır. Yalnız kendisi ezilip gitmemekte, lastiği patlayan araba gibi tüm araba durmakta ve hayat aksamaktadır. Üretimin kollektif olması sebebiyle iş bulamayan veya yakınları olamayanlar aç kalmakta ve herkes hayatta endişe içinde bulunmaktadır. Bu husus bilhassa taşıt kazalarında daha çok ortaya çıkmaktadır. Kaza sebebiyle ortaya çıkan zararların telafisi, hastaların tedavisi, ölenlerin yakınları, arabanın tamiri, karşı arabanın hasarı o kadar ağır yük getirmektedir ki, sigortasız yola çıkma yasaklanmış bulunmaktadır.

Bununla beraber, arabaların sigortalanması çok ağır maddî yük getirmekte, bunları kimse taşıyamaz hal almaktadır. Türkiye gibi yoksul ülkelerde arabanın sigortalanması sembolik değerlere varmıştır. Sigortanın maddî külfetinden çok, kaza sonrasında bürokratik işlem, takdirlerdeki yolsuzluk ve rüşvet de bu sigorta müessesesini işlemez hâle getirmiştir. Bu sebepledir ki, rüşvet ve yolsuzluklarla uğraşmak istemeyen namuslu vatandaşlar, kanuni zorunluluk dışında bir sigortayı istememektedirler. Bu da onların iş hayatında başarısızlığa sebep olmaktadır.

Sigortada aidat sistemi başka zorluklar ortaya çıkarmıştır. Toplanan paranın değerlendirilmesi istismar konusu olmakta, onlar belli kimselerin servetlerini artırmalarına sebep olmaktadır. Sosyal sigortaların fonları iyi işletilebilse hiçbir zaman zarar etmez. Ama daima istismar konusu olmuştur. Adil Düzende hiçbir yolsuzluğun ceza ile önleneceğine inanılmamaktadır. Her ceza sadece yolsuzluğu artırır. Bülent Ulusu’nun bize söylediği bir sözü vardır: “Biz kaçakçılık cezasını artırdık. Bu sadece rüşvetin değerini yükseltti. Kaçakçılık arttı.” İşte bu sebepledir ki İslâmiyet’te bu tür sigortaya müsaade edilmez.

Yine batı sigortacılığının temelinde kapitalizm vardır. Zenginin korunması, yoksulun ezilmesi sistemi vardır. Aidatı veren sigortalanmakta, diğeri ise trafikten dahi yasaklanmaktadır. Tarım döneminde bu tekel oluşturma iyi sonuçlar vermemiştir. Çünkü halkın çoğu tarlada çalışıyor, az kısmı onları sömürerek geçiniyor, refaha gark oluyor, sermaye birikimi ile de sanayi gelişiyordu. Ne var ki, günümüzde artık kendi tarlasında çalışanların sayısı beşte, onda birlere kadar indi. Artık sömürülecek kesim onda birdir. Bu da yetmiyor. Başka bir sömürü imkânı da işçilik sistemidir. Herkes işçi olup sigortalandı. Patronlar onları sömürmeye başladı. Bu sefer üretim fazlalığı ve dengesizliği krizler yaratmaya başladı. Zaman zaman ülkelerde hattat dünyada büyük krizler oluşmaya başladı. Bu şartlar altında sigorta müesseseleri çökmeye başladı. Devlete yük edilmek istendi. Hâsılı, sitem çıkmazdadır. Bunu herkes biliyor.

Oysa İslâmiyet baştan beri getirdiği sistemlerde sigorta sistemini dayanışmaya dayatmıştır. Yani önce aidat verip sonra sigortadan yararlanma değil. Dayanışma ortaklığına katılanlar ortaya çıkan kazaları bölüşerek taksitle ödemektedirler. Bu sonradan ödeme şeklinde ortaya çıktığı için sermayenin istismarı sözkonusu olmamaktadır. Ortaklar herkesi kollamakta, kazaya sebebiyet vermemek için herkes ellerinden geleni yapmaktadır. Acaba kooperatifimiz bu sigorta sistemini nasıl uygulama imkânını bulacaktır?

Önce binek arabalarının sigortası araba satın alırken bir defaya mahsus alınmakta, sonra artık sigorta istenmemektedir. Bu suretle mesela arabalardan toplanan biner dolarla benzin istasyonları ve bunların yanında tamirhaneler kurulmakta, yedek parça satış yerleri hazırlanmaktadır. Binek arabalarının kaza yapmaları hâlinde bu sermayenin getirisi ile karşılanmaktadır. Bu bakım ve parça satış yerlerinde biriken sermaye nakit olarak stok edilmektedir. Bu stok arttıkça arabalardan alınacak ilk sigorta payı azaltılıp çoğaltılmaktadır. Bu sigorta vakıf şeklinde çalıştığı için araba satışlarıyla parça satışlarından gelen gelirlerin dışında vakıflara gelirlik sağlayarak herkesin ucuz bir şekilde sigortalanması sağlanmaktadır.

Gelir getiren arabalara ise yaptıkları işlerden bir aidat alınmaktadır. Yani bilet başına bir sigorta konmaktadır. İstanbul’daki halk otobüsleri ve minibüsçüler bu şekilde organize edilebilir. Nakliyeciler de yaptıkları nakliye veya kilometre başına bir aidat öderler. Böylece bunlardan gelen gelirlerle yine benzin istasyonu, bakım yerleri, parça satış yerleri, hatta parça imalâthaneleri kurulur. İleride araba imalat yerleri de kurulduğu zaman arabanın satış fiyatına onun sigortalanması da sağlanmış olur. Genel olarak parçalar satılır. İşçilik bedava yapılır. Kazalar da parçalar da satılmaz.

Bugün otobüslerin bazılarında yolcular sigortalanmaktadır. Bu tabii ki kapitalist sistemin gereğidir. Yani sigorta yapamayan firmalar elensin diye bu sistem getirilmiştir. Bu sınırlama hat satışlarındaki fiyatlarla yapılmaktadır. Bu suretle biriken bir sermaye oluşacaktır. Bu sermaye ile de benzin istasyonları, parça satış yerleri, araba imal yerleri ve bakım yerleri oluşturulacaktır.

Kişilerin meslekî dayanışma ortaklıklarında ise şoför kursları teminatlı ehliyet vermekte, diploma verdikleri şoförler aralarında dayanışma oluşturarak yapılmaktadır. Bu aidatları nakden veremeyenler taşımada çalıştırılarak ödettirilmektedir. Kooperatifimiz bu hususlarda çalışma yapmalı ve bu tür dayanışmalı sigortacılığı geliştirmelidir. Mesela, İstanbul Belediyesi bunları çok rahatlıkla organize edebilir. Ne var ki, iktidarda olanlar kendi yerlerini nasıl sağlama alacakları üzerinde duruyor, ama Allah da onların ellerinden bunları alıyor. Ortaklarımız başkanlıklara bağımsız olarak hazırlanmalıdırlar. Belediyeleri aldıktan ve buralarda uygulama yaptıktan sonra iktidara talip olunmalıdır. Deneyimsiz partilerin akıbeti ve ne gibi durumlara düştükleri açıkça görülmektedir.

 

TAŞIMADA KREDİLEŞME

Benzinin pahalılaşması zamanında komşular sıra ile arabalarla gitmeye başladılar. Üç-dört araba birleşti, o araba ile işyerine gittiler ve böylece birçok konudan yararlandılar. Önce masrafları azaldı. Trafik stresi yaşamaları yarıya indi. Şehir trafiği rahatladı. Arabalardan biri arıza yapınca o sonra nöbete girerek arabasız kalma sorunu çözüldü. İşte insanlar zora girince sorunlar çözülür olmaya başladı. Ne var ki, bu birkaç yakın kimse arasında ve hafızaya dayanan bir kredileşme olmuştur. Kooperatif bu tür arabaların listelerini alacak ve sefer yerlerini tertip edecektir. Sıraya koyacak, birbirini tanımayan ve bilmeyen kişiler de bu kredileşmeden yararlanacaktır. Bu yalnız trafik sorununu değil park sorununu da çözecektir.

Gelir vergisi sisteminde vergi, devletin parasını kullanmamızdan doğan bir sistemdir. Siz eğer nakit yerine trampa, takas sistemini getirirseniz vergi ortadan kalkar. O halde bu kredileşmede bugünkü mevzuat bunları yapanlara herhangi bir vergi yükümlülüğü getirmektedir. Mesela, ben sana 1000 dolar verir, bir sene sonra 1200 dolar alırsam, 100 dolarını devlete vergi vermek durumunda olurum. Çünkü bir o kadar kazandı. Oysa faizi ödeyen zarar etmiştir. Zarar eden devlete ayrıca vergi ödemiştir. Yani devlet çalışanı cezalandırmıştır. Bu uygulama işsizliği doğurmaktadır. Oysa kârdan vergi ödense kişi çalışır ve kazanırsa vergisini öder, kazanmazsa bir şey ödemez. Arabaların kiralanması da aynı sıkıntıyı doğurmaktadır. Oysa kredileşme yoluyla arabaların kullandırılması nakit artığı olmadığı için taraflar vergiyi ödememektedirler. Gerçi KDV mevzuatı taraflara vergi ödetir. Ama bu takas ücretlerinin ucuz tutulması ile bu da halledilir. 0 değerle takas sisteminin de kabul edilmesi gerekir. Çünkü ülke için çok büyük yararı vardır.

Kredileşme sistemi şehir otobüsçülüğünde de geçerli olmalıdır. Yolcusu az olan araba diğer arabaya yolcusunu katabilmelidir. Sonra onun yolcusunu da diğeri götürür. Fazla yolcusunu oraya verir. Bunun için arabalar arasında bir haberleşme olmalıdır. Otobüs biletleri satılan garajlarda kooperatifin böyle bir yeri ve bilgisayarı olmalıdır. Hangi arabaya hangilerinin ne bilet sattıkları bilgisayarda geçmelidir. Fazla yolcusu olan eksik yolcusu olana katabilmelidir. Ayrıca az yolcusu olan seferden çıkarılmalıdır. Bilet paraları aynen yolculuk yapılmış gibi satan firmaya ait olmalıdır. Yakıt parası ile amortisman kazanıldığı için ondan kooperatif pay almalıdır.

Şehirlerarası taşımacılıkta karşılaşılan başka bir sıkıntı da aktarmalarda beklemedir. Bir il merkezine varıp indiğiniz zaman orada vasıta bulamazsınız, beklersiniz. Sizin yabancı olduğunuzu bilince de sizi soymaya kalkışırlar. Dolayısıyla şehir taşımacılığı ile şehir merkezlerinden minibüs veya otobüslerle köylere taşımacılık hususunda bir koordineye ihtiyaç vardır. Bu da Türkiye’nin nerelerinde hangi saatte hangi arabalar kalkar? Bunun envanteri yapılmalıdır. Bunu yaptığımız zaman bir yolcu nereden nereye gidecekse, hangi saatlerde hareket ederse beklemeden konağına varabileceği bilgisi verilir. Oranın tarifeleri belirtilir, hatta bilet parası kooperatifçe tahsil edilir. Böylece kişi rahatlıkla istediği menzile ulaşır.

Yolculara arabada anket yapıyorlar. Bu yanlıştır. Yolculara anket bekleme saatlerinde yaptırılacaktır. Bundan önce yolculuk yaptığınız esnada karşılaştığınız sorunlar ve şikâyetler sorulacaktır. Bunu araba firmaları değil kooperatifimiz almalıdır. Bunları sınıflandırmalı ve kodlamalıdır. Sizin arabadan bu tür şikâyetler gelmiştir diye firmalara bu hususta bilgi verilmelidir. Bir firmanın arabalarından böyle şikâyetler çoğalırsa, kooperatif onunla ilişkiyi kesmeli, onun biletlerini satmamalı, kredileşmeden, dayanışmadan yaralandırılmamalıdır.

Artvin’in köyünden kalkan bir kimse Diyarbakır’ın bir köyüne gidiyorsa, hangi yolları takip edeceğini kooperatiften bilgi olarak alabilmelidir. Köyden telefonla öğrenebilmelidir. Köyden hangi arabayla çıkarsa gideceği yerin arabasına ulaşacağını önceden  bilecektir.

Bazı yerlerde araba ihtiyacı olduğu halde orada servis bulunmamaktadır. Mesela, İstanbul’dan Bandırma’ya gelen araba vapurundan indiğiniz zaman servis bulamıyor, saatlerce bekliyorsunuz. Oysa orada her vapur çıkışında Balıkesir-Bursa yoluna indirecek bir servis olmalıdır. Bir minibüs olmalıdır. Gelen yolcuları oraya indirecektir. Bu indirmeyi bedava yapacaktır. Oradan geçen arabaların servis hizmeti olmalıdır. O takdirde birçok arabalar Bursa’ya yolcu bırakıp oradan alabilir, Balıkesir’de yolcu bırakıp oradan alabilirler. Yolculuğun bu yoldan yapılmasından zaman kazanılır, ayrıca rahat edilir. Bunun gibi minibüs servislerinin nerelere konması gerektiği hususunda kooperatif araştırmalar yapar ve kendisine üye olan ama gelirleri az olan araçlara tavsiyelerde bulunur.

Buradan görülüyor ki, Genel Hizmetler öyle kuruluşlardır ki bunları hem devlet hem belediyeler organize edebilir. Ancak halk da doğrudan doğruya kooperatifleşerek, dernekleşerek bu hizmetleri yapma imkânı vardır.

İzmir’de 1967 yılında kurduğumuz Akevler Kooperatifi ile bu konularda araştırmalara başladık. Adil Düzen olarak siyasilere anlattık. Sonuç alamadık. Çünkü insanlar alıştıklarını bırakmıyorlar. Getirdiğiniz yenilikleri yapmıyorlar. Ama Allah Kâinatı evrim üzerinde kurmuştur. Yerinde sayanlar batıp giderler. Hayat yarıştan ibarettir. Yarıştan çekilenler yaşayamazlar. Yarışanlar ise kaybetseler bile varlıklarını sürdürürler. Bir futbol takımı oynuyorsa, yenilse de ayakta kalır. Çünkü yarış için yenilenin de olması gerekir. Ama yarıştan çekilirse o takım yok olur. İnsanlık yarış içindedir. Medeniyet yarışı içindedir. Mustafa Kemal bunun için; “Henüz işimiz bitmemiştir. Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız. Elimizde tuttuğumuz meş’ale müsbet ilimdir.” demiştir. Bugünkü tutucular, rahat etmek isteyenlerin hepsi batacaktır, gark olacaktır. İnkılâpçılar, ilericiler ise başarıya ulaşacaklardır. İlericilik demek, ilmin verilerine göre kötü eskiyi bırakıp iyi yeniyi almaktır. Milliyetçilik ise eski iyiyi korumaktır. Bunlar dengede olmalıdır.

 

 

GEZİ ORTAKLIĞI SÖZLEŞMESİ

 

KURULUŞ

Madde 1- Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi oraklarına geziler tertip edecektir. Gayesi, ortaklarımızı dünya halkları ile tanıştırmak ve tüketim ihtiyaçlarının doğrudan onlarla yapılacak takas mallarla gidermek için zemin hazırlamak olacaktır.

 

YÖNTEM

Madde2- Geziye çıkacak ortaklar gittikleri yerlerde otelde kalmaktan ziyade oradaki ailelere misafir edilecekler, mukabilinde sonra onlar Türkiye’de misafir edilecektir. Kaç gün kendisi misafir olmuşsa, o kadar gün de kendisi misafir edecektir. Misafir kaldığı kimseyi misafir etme sözkonusu değildir.

 

ORTAKLIK

Madde 3- Gezi Ortaklığı aşağıdaki ortaklardan oluşacaktır:

  1. S.S. Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi: Kooperatif ortaklarından geziye katılmak isteyenleri tesbit edecek, onlardan avanslar alacak, muhasebesini tutacak, gerekli resmi muameleleri yapacaktır. Gezi onun adına tertip edilecektir.
  1. Medya Ortağı: Gazete veya televizyonda Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi’nin tertip ettiği geziyi şekli olarak halka anlatacak, onlardan kooperatife ortak olmalarını ve bu yolla bu geziye katılmalarını duyuracaktır.
  1. Araba Ortaklığı: Ortakları ve yükleri taşıyacak araç ile sürücülerini koyacak ve bunların yakıt dışındaki masraflarını karşılayacaktır.
  2. Sorumlu Ortak: Araba geziye çıkmadan önce güzergâhı gidip dolaşacak ve orda kalınacak misafir evlerini ayarlayacak, pasaport ve vize işlerini takip edecektir. Yolculuk esnasında resmi kontrollere o muhatap olacaktır.

 

PAYLAŞIM

Madde 4- Gezi, geziye katılanların katkıları ile karşılanacaktır. Bu masraflar avans olarak ortaklardan alınacaktır. Avans miktarları aşağıdaki şekilde tesbit edilmiştir:

  1. Kooperatif yolcu başına 20 dolar hizmet payını alacaktır.
  2. Medya ortaklığı yolcu başına 20 dolar alacaktır.
  3. Otobüs yolcu başına 20 dolar alacaktır.
  4. Sorumlu ortak yolcu başına 20 dolar alacaktır.

Bunun dışında yakıt, pasaport, vize, hediyeleşme masrafları ayrıca hesaplanıp baştan bildirilecektir.

 

HEDİYELEŞME

Madde 5- Arabanın bagajına karalaştırılacak hediyelik alınıp konacak, misafir olarak kalınan evin sahibesine hediye olarak verilecektir. Karşı hediyeler verirlerse misafir olanlara kalacaktır.

 

KAFİLE BAŞKANI

Madde 6- Kafile başkanı sorumlu ortaktır. Haksızlık da yapsa yolculuk esnasında talimatlarına uyulacaktır. Orada veya döndükten sonra hakemlere gidip tazminat isteyebilir.

 

HAKEMLİK

Madde 7- Çıkacak her türlü ihtilaflar tarafların seçeceği birer hakem ile hakemlerin seçtiği başhakem tarafından çözülecektir. Tescil mahkemesi İstanbul’dur.

 

EKSİK MADDELER

Madde 8- Bu mukavelede eksik olan maddeler Süleyman Karagülle tarafından doldurulup yürürlüğe sokulacaktır. Ortaklar hakemlere giderek bu kararı değiştirebilirler.

 

Kooperatif Başkanı        Medya Sahibi      Taşıt Sahibi Firma       Sorumlu Ortak

Lütfi HOCAOĞLU        

 

 

 

ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER

XVII

HABERLEŞME HİZMETİ

 

CANLILARDA HABERLEŞME

Bir asansöre bindiğiniz zaman hangi katta durmak İsterseniz o düğmeye basarsınız, asansör de o katta durur. Asansörü hareket ettiren ve durduran enerjidir. Bu enerjinin bu şekilde iş yapmasını sağlayan da onun için kurulmuş olan maddî yapıdır. Sizin düğmeye basmanızda bir enerji harcanmıştır. Ancak bu enerji son derece azdır. Asıl komuta sizin gönderdiğiniz dalgalarla olmaktadır. Siz hangi düğmeye basarsanız o düğmenin komuta ettiği bobin kapanır veya açılır. Asansör oraya geldiği zaman durur. Bu basit elektrik ve mekanik hareketlerle haberleşme tabiatta hemen hemen hiç kullanılmaz. Tabiatta bunun yerine dalga sistemleri kullanılır. Bunun için dalgaların özelliklerinden yararlanılır. Bunları şöyle sayabiliriz:

  1. Dalgalarda madde değil hareket iletilir. Suyun dalgaları hareket ederken su yerinde kalır. Suda yüzen insan dalga ile inip çıkar ama yerinde kalır. Bunun sağladığı yarar şudur. Çok az enerji ile çok uzaklara dalga gönderilir. Başka bir yararı da çok daha süratle iletilirler.
  2. Dalgaların başka özelliği, birbirine binerler ve biri diğerine mâni olmaz, yani yer işgal etmezler. Oysa maddî parçacıklar belli yönde giden maddelerle başka yönde giden maddelerin akışını bozarlar.
  3. Dalgalarda rezonans sebebiyle seçicilik mümkündür. Şimdi bizim bulunduğumuz yerde sonsuz dalgalar vardır. Ama gözümüz ve kulağımız yalnız bize yarayan dalgaları almaktadır. Televizyon ve radyo da böyledir. Yalnız belli dalgaları algılamaktadır. Frekans ayarı budur.
  4. Dalgaların dalga boylarını, yahut frekans sayısını değiştirerek istediğiniz mesajı gönderebilmektesiniz. Böylece buradan kalkan bir haber yoldakileri hiç rahatsız etmeden hedefe ulaştığında haberinizi ona götürmüş olmaktadır.

Genel olarak iki çeşit dalgalar vardır. Biri ileri-geri titreşen dalgadır. Yani yavaşlayıp hızlanarak ileten dalgalardır. Ses dalgaları böyledir. Diğeri ise enine dalgalardır. İlerlediği istikamette ileri, yukarı, aşağı veya sağa-sola hareket etmek suretiyle iletilen dalgalardır. Elektromanyetik dalgalar böyledir. Gazlar ve sıvılar ancak ileri-geri dalgaları iletebilmektedir. Bu sebeple boşlukta ses dalgaları yayılmaz. Enine dalgalar ise ancak katı cisimlerde iletilmektedir. Uzayda elektromanyetik dalgalar iletildiğine göre, demek ki boşluk katı bir cisimdir. Serttir. Hatta en sert bir vasattır.

Canlılar haberleşmede çeşitli araç kullanırlar. Bunlardan sıvı madde ile haberleşme yaparlar. İnsanın kanına salınan bir madde hücrelere bir duyuru olur. Kökler de topraklara sıvılar salarak onlara bazı duyurular yaparlar. Mesela, gelmekte olan hastalığı bildirir, tedbir almalarını isterler. Gazlarla da haberleşme sözkonusudur. Her bitkinin ve her hayvanın kendi has kokusu vardır. Bunlarla birbirlerine mesaj gönderirler. Biz burnumuz ile bize yarayan maddeleri hoş kokuları ile; bize yaramayan maddeleri de kötü kokuları ile anlarız.

Yiyeceklere önce bakarız. Onların bize gönderdikleri ışıkla onun tehlikeli olup olmadığına karar veririz. Elimizle ona göre tutarız veya tutmayız. Sonra koklarız. Hoşumuza gitmişse onu ağzımıza alırız. Tadı hoşumuza gitmişse ondan sonra çiğner yutarız. Yanılmışsak, midemiz onu kabul etmez, kusarız. Bağırsaklara girmişse, ishal olur, atarız. Kana karışmışsa terler, atarız; böbreklerden süzer atarız.

Canlılar gerek birbirlerini çekmek veya gerekse birilerinden korunmak için haberleşme araçlarını kullanırlar. Her canlı kendisini belirleyen bir sıvı, bir koku, bir renk yayınlar. Böylece özel haberleşme ile canlılar birbirleri ile ilişki kurmuş olur.

Gözümüzün gördüğü dalgalar elektromanyetik dalgalar olduğu gibi gözümüzle görmemekle beraber derimizle hissettiğimizde elektromanyetik dalgalardır. Bazı hayvanlar ısı dalgalarını görmek için kullanırlar. Yarasa ve bazı balıklar ses dalgalarını görme aracı olarak kullanırlar.

Gözümüze gelen ışık dalgaları, önce gözümüzde şekillenir, sonra beynimize elektrik dalgaları hâlinde ulaşır. Orada yeniden değerlendirilerek görüntü oluşturulur. Beyindeki görüntü bizim göz ağ tabakasında oluşan görüntü değildir. Televizyondaki gibi bir görüntüdür. Yanı çizgiseldir. Sayısaldır. Bu görüntü bâtınî dalgalarla ruha gönderilir. Ruh bunları bâtınî dalgalarla idrak eder. Bâtınî dalgaların mahiyeti hakkında bir bilgimiz yoktur. Yani, nasıl oluyor da bâtınî dalgalara dönüşüyor ve ruh bâtınî dalgaları nasıl algılıyor? Ayrıca ruhtan gelecek mesajlar da bâtınî dalgalarla beynimize gelmekte, zâhirî dalgalara çevrilmekte, oradan frekans modülasyonlu sayısal mesajlarla dudaklarımıza, parmaklarımıza veya kaslarımıza geçerek istenen hareket sağlanmaktadır.

Gerek madde gerekse mekân ve zamanın bâtınî boyutu olduğuna göre, bunların dönüşmesinde bir zorluk yoktur. Ancak henüz bâtınî dalgaları yakalayacak veya salıverecek makineler yapmış değiliz. İleride bunları yapmamamız için hiçbir sebep yoktur. Çünkü matematiğini biliyoruz. O zaman cin ve meleklerle, ruhlarla haberleşme imkânını bulmuş olacağız.

 

İNSAN ÜRÜNÜ ARAÇLAR

İnsanlar, ilk günden bugüne kadar haberleşme araçlarını geliştirmek istemişlerdir. İnsanın hayalinde daima hızla gidebilme ve uçma arzusu yani taşıma araçları sahibi olma isteği yatmıştır. Bunun dışında da haberleşme isteği vardır. Bunun için tarih boyunca buluşlar içinde olmuştur. Bunun için zamanla keşiflerde bulunmuştur.

  1. İlk insan haberleşmeyi dil ile başarmıştır. Dil hayvanlarda da var. Ne var ki, insan dilini geliştirmektedir. Böylece evrimi sağlamakta, buna karşılık hayvanlar kendi dillerini geliştirememektedir. Aynı kelimeleri ve cümleleri hep aynı anlamda kullanmaktadırlar. Kuşların, balıkların, böceklerin birbirleri ile konuştuklarını çok iyi bilmekteyiz. Ama daha henüz dillerini çözmüş değiliz. İleride çözebileceğiz ve onlarla konuşacağız. Hayvan su istiyorum diyecek, biz de şuraya git, orada su var diyeceğiz. Hayvanlarla kuracağımız böyle diyaloglar insanların hayvanlardan, hayvanların insanlardan yararlanacağını ifade edecektir. Bu bilgileri verirken bugün ilmin ulaştığı seviyeleri ve Kur’an’ın haber verdiklerini dile getirerek söylüyoruz. İnsanlar ölüme çare bulamayacaklar. İnsanlar canlıyı var edemeyeceklerdir. Ama canlılarla irtibatlarını geliştireceklerdir.
  2. İlk insan haberleşmeyi işaretlerle yapmıştır. El, kol, baş hareketleri ile birbirlerine birşeyler anlatmışlardır. Çehre insanın ruhunu bugün de aksettiren başlıca araçtır. Ayrıca giydikleri elbise ile kadın veya erkek olduklarını, koydukları taşlarla işgal anlaşmalarını göstermişlerdir. Bu konuda birçok kelime bugün dilimizin içinde hâlâ yaşamaktadır.
  3. Bundan sonra en önemli gelişme olarak yazıyı bulmuşlardır. Yazı tamamen haberleşme aracı olmuştur. Bu buluş insanlıkta büyük değişme sağlamıştır. Çünkü bu sayede bir taraftan uzaktaki ülkelere mesajlar gönderebilmişler, diğer taraftan gelecek nesillere de haberler bırakmışlardır. Yazının icadı ile posta teşkilâtı oluşmuştur. Önce özel ulaklar mektupları taşımış, ama sonra posta teşkilâtı oluşmuştur. Hatta çok süratli haberleşme için atlar kullanılmıştır. Seyis atına biner, eline paketi alır, koşturur. At yorulunca başka seyis koşarken paketi alır, bir menzil de o götürürdü. Böylece kısa zamanda yirmi otuz kilometre giden atlardan yararlanarak haberler kısa zamanda yerlerine ulaştırılıyordu. Bilhassa savaşta bunun önemi vardır.
  4. Bu arada tepelerde ışık yakıp söndürerek haberleşme sistemi de geliştirilmişti. Mors alfabesine benzer sistemle meramlar çok kısa zamanda cepheye ulaştırılabiliyordu. Böylece insanlardaki haberleşme tutkusu zamanla gelişmiş ve günümüze kadar gelmiştir.

Bugün ise insanlar ulaşım sorunları ile haberleşme sorunlarını tamamen farklı bir şekilde çözmüşlerdir. Ulaşım sorunlarını ateşle hareket eden araçları bulmakla çözmüşlerdir. Kur’an bunları bildirmektedir. Denizdeki gemiler, havadaki uçaklar, karadaki tekerlekli arabalar, kara ve demir yolları ile daha öncekilerden çok farklı şekilde çözülmüştür. Üçüncü bin yıla giderken teknik sorunları çözmüş bulunuyoruz. Haberleşmeyi de telli veya telsiz elektromanyetik dalgalarla çözmüş bulunmaktadır. Bugün istediğimiz haberi istediğimiz yere saniyeden kısa zamanda ulaştırabiliyoruz. Bunun için telli veya telsiz haberleşme araçlarını kullanıyoruz. Uzayın derinliklerinden bile haberler alabiliyoruz. 3000 inci yıla girerken insanlık bu sorunlarını da çözmüş bulunmaktadır.

Şimdi çözülmesi gereken sorunlar nelerdir. Şüphesiz teknik ilerleme devam edecektir, daha hızlı ve daha ekonomik tesisler ve haberleşmeler sağlanacaktır. Bu alanda gelişmeler olacaktır. Ancak bu gelişmelerde çok büyük sıçrama beklenmemelidir. Bu tabii seyrini sürdürecektir.

Ulaşımda ve haberleşmede karşımıza çıkan sorun teknik sorun değildir. Bunu 19. ve 20. yüzyıl çözmüştür. Bizim asıl sorunumuz bu araçların kullanılması ve işletilmesi hususunda karşılaştığımız ekonomik sorunlardır. Tekel sermaye kendi çıkarları uğruna birçok imkanlardan halkın yararlanmasını önlemektedir. Telekom’un tekelleşmesindeki gaye de budur. Sorun çözülüp insanlar kendi aralarında kolayca haberleşmesinler, aksi halde bizim merkezin hâkimiyeti ortadan kalkar, diyorlar. Ulaşımda ve haberleşmede karşılaştığımız ikinci sorun da hukuki sorundur. İktidarları ellerinde bulunduran yöneticiler, radyo dalgalarını satıyorlar, hat çekmelerine imkan vermiyorlar. İşletmelere koydukları ağır vergilerle halkın ulaşım ve haberleşme sistemlerinden yararlanmasını önlüyorlar. Böylece dev bir sorunla karşı karşıyayız. Ekonomik ve hukuki sorunlar.

Adil Düzen kurduğu kooperatiflerle bu sorunu çözecektir. Basit bir şekilde çözecektir. Bunun için önce Marketler Zincirini kuracaktır. Bu marketler zincirini kurabilmesi için Ahşap Ev Sitelerini oluşturacaktır. Bu yolla insanlık sömürü sermayesinden kurtulmuş olacaktır. Bu merkezî yönetimle değil de, halkın oluşturacağı sistemlerle başarılı olacaktır. Biz 30 yıl önce yeni şeyler söyledik. Bugünkü Türkiye oluştu. Biz yapmadık Ama uygulayıcılar yaptılar. Bu söylediklerimizi bizim yapmamız gerekmez. Bunları okuyanlar harekete geçecek ve bizi hatırlamak bile istemeyecek, ama bizim dediklerimizi yapacaklardır. Maksadımız dünyalık olmadığı için bundan rahatsızlık duymadık, duymayacağız. Bugün bize “başardık!” diye caka satanlar, dün bu uğurda çalışanların mirasçısı olduklarını bir gün öğreneceklerdir. Yarın sizlerin çalışmalarınızdan yararlananlar, size cephe alıp görüşmek bile istemeyebilirler. Ama siz Allah’a inanıyorsunuz. Karşılığını onlardan beklemeyecek ve çalışmalarınıza devam edeceksiniz.

 

ULAŞIMDA VE HABERLEŞMEDE EKOMOMİK SORUN

  1. Bir numaralı sorun tekel sorunudur. Gerek ulaşımda gerekse haberleşmede yollara ihtiyaç vardır. Bu yollar sınırlıdır. Ankara iler İstanbul arasına on tane özel yol yapamazsınız. Çünkü hem çok pahalı olur, hem çok yer işgal eder. Belki Ankara - İstanbul bunu kaldırır ama, iller arası yollar ve sokaklar on tane olamaz. Haberleşmede de benzer olay vardır. İstediğiniz kadar kablolar döşenemez. Frekanslar ise sınırlıdır. Dolayısıyla ister istemez tekel sözkonusudur. Bu tekeli devlete verirseniz, devlet halkı sömürüyor, üstelik yeteri kadar hizmet vermiyor. Özel sektöre verirseniz, bu sefer firmalar sömürüyor, üstelik sadece zengin sınıfa hizmet veriyor. Bu bakımdan bugün ulaşımda ve haberleşmede büyük teknik imkanlar mevcut olmakla beraber, tekel olan ulaşım ve haberleşme sorunu çözülemiyor.
  2. Tesislerde tekeller oluşunca işletmeler de tekel olma durumundadır. Mesela, Ankara ile İstanbul yolunu büyük bir şirket inşa ederse, bu şirket bugün bunların işletmesini kendisi yapmıyor, çünkü başka yollar inşa ediyor ve gücünü orada harcıyor. Oysa yarın yeni yollar bitince bu kendi yollarını da kendisi işletecek, yani kendi arabalarını koyacak ve biletleri kendisi kesecektir. Demiryolları böyle değil midir? Yarın karayolları, denizyolları, havayolları böyle tekel olacak, ya devlet ya da özel sektör tekeli olacaktır. Bu da bu hizmetlerin ya kötü yapılmasına veya yalnız zenginlere yapılmasına neden olacaktır.
  3. Bugün yol işletmelerinde kullanılan enerji yakıttır. Bu yakıt tekellerin elindedir. Yol yapmaya, işletmeleri devralmaya gerek kalmadan bile yakıtlara yapılacak zamlarla işletmeleri mefluç hâle getirebilirsiniz. Dolayısıyla dünyadaki sektör tekeli gittikçe devlet tekeline dönüşecektir. İnsanlık dünyada tek devlet hâlinde dev şirketlerle yani devlet şirketleri ile yönetilecektir. Bugün birçok ekonomist bunun hesabını yapıyor. Bugün ekonomiyi ellerinde tutan büyük Amerikan Yahudi sermayesi bunu görmekte ve insanlığı tek devlete götürmeye ve ekonomik yoldan yönetmeyi tasarlamaktadır. Özelleştirme furyası buradan başlamıştır. Yani devletlerin ekonomik güçlerini ellerinden alacaktır. Sonra hepsini kendi merkezi firmalarına aldıracak ve ekonomik yoldan dünyayı tek devlet olarak yönetecektir. Hâkimiyetini kurmuş olacaktır.
  4. Ucuz haberleşme ve ucuz ulaşım insanların birbirlerine gitme ve gelmelerini kolaylaştırır ve insanlığı halk olarak kalkındırır. Sonra merkezi sermaye buna hâkim olamaz. Bu sebeple, mevcut gümrükler, vizeler, pasaportlar, ağır vergiler, faizler ve enflasyonlar insanların haberleşmelerini ve taşınmalarını zorlaştırmaktadır.

Gerek ulaşımda gerekse haberleşmede böyle çok ağır engellerle karşı karşıya bulunuyoruz. İnsanlık bunun savaşını vermelidir. Verecektir de. Allah Kâinatı, yeryüzünü bir-iki sermayedarın sömürü ve emir aracı olarak var etmemiştir. Bunlara belli zamana kadar mühlet vermekte, o zamandan sonra onları yeni adil düzenlerle yok etmektedir. Bu onların izniyle olmamaktadır. Allah’ın iradesiyle olmaktadır. Bu bakımdan tereddütsüz söylüyorum, bu projeleri başarıya ulaşamayacaktır. Belki birkaç yıl bu hedeflerine varmış gibi görünürler, ama hedeflerine ulaşmalarına imkân yoktur.

Bu sömürücü sermayeye burada söyleyeceğim birkaç söz vardır. Bunları ben söylemiyorum. Kendilerinin inandığı Tevrat söylüyor, ve Kur’an da onlara hatırlatıyor. Bugünkü medeniyet Yahudilerin sömürü sermayesine borçludur. Ama Yahudi sömürü sermayesi de bunu Kur’an’ın getirdiği hak düzenin Avrupa’da yarattığı inkılâplara borçludur. Geçmiş geçmiştir, onların yaptıklarından siz değil onlar sorumludur. Siz de şimdi yaptıklarınızdan sorumlusunuz. Artık sömürü düzeni yıkılmaktadır. Siz isteseniz de istemeseniz de o yıkılacaktır. Çünkü insanlar gerek teknik imkânları ile gerekse bilgileri ile onu yıkacak güce erişmişlerdir. Çünkü Allah böyle istiyor. Çünkü tarihte de bu hep böyle olmuştur. Zulüm hiçbir zaman payidar olmamıştır.

O halde siz ne yapacaksınız? Adil Düzende de sizin çok büyük hizmetiniz olacaktır. Sömürü yoluyla değil, hizmet yoluyla o insanlarla birlikte yaşama imkânınız vardır. Biz bunları sizin temsilciniz Üzeyir Garih ile görüşmek istedik, görüşmedi,. Bir gün Üzeyir Garih’in başına bir felaket gelirse, bunun bizimle görüşmeyi reddettiği için olduğuna inanabilirsiniz. Çünkü Firavun bile Musa ile görüştü. Onun için binlerce yıl ayakta kaldılar. Bugünün tüm inanmış ve inanmamış kimseler Firavun’dan daha firavundurlar, onun için ömürleri birkaç sene içinde eriyip gitmektedir. Biz bunları söylerken kendiliğimizden söylemiyoruz. İlim söylüyor, Tevrat, İncil ve Kur’an söylüyor. Söylediklerimizde hatalar vardır, o hatalar bizimdir. Onun karşılığı kulakları tıkamak değil, doğru sözlere kulak vermektir. Bizi dinlemiyorlar diye üzülüyoruz, ama aslında sevinmeliyiz. Çünkü bu hainlerin ecelleri yaklaştı demektir. Ama biz o hainleri insan olarak sevdiğimiz için üzülüyoruz. Biz anlatıyoruz. Sesimizi boğanlar ilk boğulanlar olacaklardır. Bunları yalnız sermaye sahiplerine söylemiyorum. Allah’ı ve mü’minleri kandırıp Allah adına para toplayıp da sonra bu sömürücü sermaye kanallarına akıtanlara da söylüyorum. Allah’a onlar için dua ediyorum. İstemiyorum ki yıkılsınlar, istemiyorum ki çöksünler. Çünkü yıllarca beraber savaştığımız düşmanlarımıza fırsat veriyorlar, ama elimizden şimdilik başka bir şey gelmemektedir.

 

DEVLET VEYA ÖZEL SEKTÖRÜ NASIL YIKARIZ

Burada sözlerimi hemen kulağınıza küpe edin. Biz ne özel sektörü ne de devleti yıkıyoruz. Sadece onların tekelini yıkıyoruz ve yıkacağız. Şimdiye kadar 33 yılda çok büyük adımlar attık, bundan sonra da atacağız. Belki de 33 yıl sonra tekeller yıkılacaktır. Can çekişen tekelin cenazesi kılınmış ve kalkmış olacaktır. Krallıklar nasıl ortadan kalktı ise, patronluklar da ortadan kalkacak, yeryüzüne şeriat yani hak ve hukuk hâkim olacaktır. Halk kendisi üretip kendisi tüketecektir. Yönetim var olacak, adaletin tesisi için; sermaye var olacak, uluslararası ticaret için. Bunlar halka hükmetmeyecek, bunlar halka hizmet edecektir. Adil Düzen budur.

Devlet tekeli olsun, özel tekel olsun, onu nasıl yıkarız? Şimdi onun üzerinde duralım.

Şurasını belirtmek isterim ki, ne devletin içinde görev alan, ne de özel sermaye içinde olan kimseler toptan tekelin savunucularıdır. Onların içinde çok insaflı, inanmış, adil düşünen kimseler vardır. Dolayısıyla girişeceğimiz savaşta tüm devleti karşımızda bulmayacağız, tüm sermayeyi de karşımızda bulmayacağız. Görevlilerin çoğu bizim yanımızda yer alacaklar, sermaye sahiplerinin çoğu bizim yanımızda yer alacaklardır. En önemlisi, Allah bizim yanımızda olacak ve bizi koruyacaktır. İbrahim ve cemaatini, Musa ve cemaatini, İsa ve cemaatini, Muhammed ve cemaatini korumadı mı? Mağaranın kenarına gelenler içeri girmeyip döndüler. Deniz Firavun’u boğdu. Ateş İbrahim’i yakmadı. O Allah’ın öldüğünü mü sanıyorsunuz. O Allah vardır ve biz eğer O’nun yolunda olursak bizi de onlar gibi korur. Nuh Peygamberi tufandan kurtardığı gibi bizi de sosyal tufandan kurtarır. Yeter ki sosyal gemiyi inşa edelim.

Şimdi, tekeller nasıl yıkılacak, onun formülünü ortaya koyalım.

  1. Tekellerin yıkılması için birinci şart, küçük sermayeler birleşip kooperatifler kurmalı ve bu kooperatifler genel hizmetler vermelidir. Böylece tekele karşı tek güç oluşturmalıyız.
  2. Kooperatifler ve firmalar hükmetmemeli, tam tersine onlara hizmet vermelidir. Biliyorum, zorlukları var. Çünkü kayıt dışı çalışıyorlar. Kooperatife giremezler, çünkü o zaman kayıt içine girmiş olacaklar ve batacaklar. Biz 1967 yılında kurduğumuz kooperatifte bütün bu sorunları çözmüş bulunuyoruz. Yalan yazmıyoruz, muhasebeyi tam yapıyoruz. Ama mevzuatın imkanlarından yararlanarak verginin altında da ezilmiyoruz. Bunu kooperatifimiz çözmüş bulunmaktadır.
  3. Mala – Mal Marketleri kuracaklar, bu sayede sömürücü sermayenin icat ettiği karşılıksız paranın baskısından kendilerini koruyacaklardır. Merkez bankaları ile oynamaları ve hortumlamalar bunlara etki etmeyecektir. Çünkü fiyatlar karşılıksız paraya göre değil, mallara göre oluşacaktır. Bu tekelin sonunu getirir.
  4. Dinlenme siteleri kurulmalıdır. Bu sitelerde halkımız kendisini güvene almalıdır. Çünkü şehirler bugün çok tehlikelidir. İçme sularına karıştırılan bir zehir tüm İstanbul halkını bir günde öldürebilir. Yahut içme sularına karıştırılan bir virüs tüm İstanbul halkını yerlere serebilir. Elektriğini keserseniz İstanbul’da hayat kalmaz. Birkaç yerde yolun ve geçitlerin tahribi ile bağırsakları düğümlenen bir hasta hâline döneriz. Sömürücü sermaye bunun için yeryüzünde güçler oluşturmuştur, mafyalar oluşturmuştur. Ülkelerarası savaş çıkarmakta, çıkaramazsa ülkeler içi saboteler başlamaktadır. Henüz bu teşkilâtı tamamlamış değildir. Vakit kaybetmeden tedbir almalıyız.

Bizim ülkemizde planlı şehirleşme olmadığı için bu tür hareketlere karşı şehrin içinde direnme gücümüz yoktur. Ama halkımız köylülükten geldiği için eğer birer dönümlük yerlerde kurulmuş dinlenme evlerine çekilirse, orada inek besler, tavuk besler, sebze yetiştirir, meyve yetiştirir, hayatını sürdürür. Bu siteler arası kara ulaşımı yerine helikopter ulaşımını geliştirmeliyiz. Bitki artıklarını helikopter yakıtı olarak üretecek teknolojiyi geliştirmeliyiz. Böylece, oralardan sağlayacağımız irtibatlarla hazırlıklı olmalıyız. Ordumuz da kendisini buna göre hazırlamalıdır.

Bizim söylediklerimizi senaryo diye vasıflandıran gâfil veya hainler olacaktır. Ama düşünün ki, Türkiye bütçesinin yarısını orduya harcıyor. Niçin? Amerika bundan fazlasını harcıyor. Niçin? Savaş için değil mi? Şimdi herhangi bir ordu İstanbul’a gelip de askerlerini niye gömsün? Söylediğimiz basit imkânlarla Türkiye’yi çökertme varken, niçin onu kullansın? Düşmanlarımız böyle bir şey yapmazlar diyorsak, ordumuzu niçin besliyoruz? O zaman ordumuzu terhis edelim de o imkânlarımızı başka işlerde kullanalım. Demek ki savaş tehlikesini bekliyoruz. O halde düşmanın saldıracağı cepheleri belirleyip savunmamız gerekmez mi? Savaşın temel kuralı, düşmanı beklemediği yerden vurmaktır. İstiklâl Savaşı’nı biz bununla kazandık. Düşmanı beklemediği yerden vurduk. Irak’ta Iraklılar beklemedikleri yerden, çölden vuruldular. O halde düşman kim ise bizim en zayıf noktamızı bulup vuracaktır. Bu da kentlerimizin savunmasız hâlini bildiği için oradan vuracaktır. Bu dış düşman olabilir, bu iç düşman olabilir. Bunları bilip ona göre hazırlıklı olmalıdır. Unutmamak gerekir ki, sivil savunma askeri savunma kadar önemlidir.

 

HABERLEŞMEDE GÜVEN

Özel haberleşmede gizlilik anayasalara girmiştir. Kur’an’da da “tecessüs etmeyiniz” denmiş, başkaların gizliliklerine muttali olmayı haram kılmıştır. Ancak tecessüs edene bir ceza tayin etmemiştir. Bu bakımdan özel haberlere ittila haramdır. Ancak yasaktır denemez. Yasak olsa bile, idamlık cezası olmasa gerek. Ancak asıl tehlikeli olan, haberleşmelerde yanıltma önemlidir. Bugünkü teknoloji ile gerekli tedbir alınmayan hatlara her zaman girilebilir, monte edilmiş ses bantları ile istediği haber yayınlanabilir. Bu da insanları helâke götürebilir. Hele savaş zamanlarında, baskınlar sırasında, zelzele ve başka zamanlarda haberleşme son derece kötü bir hal alabilir. Bu sebeple haberleşmede bazı güvenlik tedbirlerimiz olmalıdır.

Bunun için her türlü özel mesajlar özel kuryelerle gönderilmelidir. Askerliği düşünelim. Askerlik teşkilatında bir komutan vardır. O komutanın emrinde on kişi bulunur. Ancak on kişi ile doğrudan haberleşmez. Her biri için bir kuryesi vardır. Emirler o kurye aracılığı ile iletilir. Böylece Silahlı Kuvvetler 10’a yakın ordudan, bir ordu 10’a yakın tümenden, bir tümen 10’a yakın alaydan, bir alay 10’a yakın bölükten, bir bölük 10’a yakın mangadan ve bir manga 10’a yakın erden oluşur. Kuvvet komutanlıkları, kolordular, tugaylar, taburlar, takımlar ve timler üçlü irtibatı sağlayan ara kuruluşlardır. Komutan emri yazılı olarak verse bile, kurye ile gönderir. Allah da kitapları peygamberler aracılığı ile göndermiştir. Bu sistem askerlikte geçerli olduğu gibi, kendi aramızda da geçerli olmalıdır. Yazışmalarımızı posta yerine özel kuryelerle göndermeliyiz. Bunun için de teşkilatımız olmalıdır.

Genel Hizmetler arasındaki bir kuruluş da tebliğ kuruluşudur. Haberleşme tebliğ kuruluşu ile olmalıdır. Burada önemli olan husus, hep birbirini tanıyanlar silsilesi ile haberler gitmelidir. Bu savaş veya karışıklık zamanlarında son derece önemlidir. Bugün askerlikte parola kullanılmakta ise de, parola hiçbir zaman yeterli güven sağlamıyor. Güvenin birinci garantörü tarafların tanıdığı ve güvendiği kuryedir. Özel kuryelerle desteklenen haberleşme güvenli olur.

Haberleşmede ikinci garanti ise bir telefonla görüşme veya fakslaşma yapıldıktan sonra başka telefonla telefon edene ulaşmadır. Mesela, bir arkadaşın size telefon etti ve “Hemen buraya gel.” dedi. Sen de sesini dinledin, tanıdın, ama gene güvenemezsin. Yahut tanımadığın bir kimse telefon etti. Siz döneceksiniz ve başka bir telefonla ona ulaşıp sormanız gerekir. Bunun için de merkezi bir telefonlaşma sistemimiz olmalıdır. Yani herkes bir haber hizmetçisi olan kimseye bağlanmalıdır. Onun sesini tanıyabilmeli ve başka telefondan arayabilmelidir. Böylece bir haberin sağlığını tahkik onun aracılığı ile yapılmalıdır. O haberci de bölgedeki habercilere bağlanır. O da kıta merkezindeki habercilere bağlanır. Bunlar birbirlerini tanıyan kimselerdir. İşte size herhangi bir faks geldi mi, siz onu ilçedeki haber hizmetlisine, o da bölgedeki haber hizmetlisine, o da muhataptaki ilçedeki hizmetliye, o da muhataba ulaşır ve teyidini alır. Bu yolla güvenlik sağlanmış olur.

Güvenliğin başka bir yolu da şebeke sistemdir. Semtler arası ilişkiler ağ şeklinde olur. Yani iki semt arasındaki ilişki tek hatla değil, gerektiğinde dolambaçlı olsa da değişik hatlarla sağlanır. Bölgeler arası haberleşme de böyledir. Kıtalar arası haberleşmeler de öyledir. Kanallardan veya yollardan biri tahrip edilse bile, diğer ilişki yolları bâki kalır. Tabii, ek ekonomik yük getirse de, güvenlik bakımından gereklidir. Bu sadece güvenlik için değil, mesela hatların veya santralların bakımı için de sözkonusu olur. O zaman başka yollardan yararlanılmış olur.

Aktarmalı haberleşme de çok önemli rol oynar. Birbirine yakın olan yerler, telli veya telsiz imkanlarıyla komşularına haberlerini aktarırlar. Bunun başka mânâsı, komşular birbirini tanırlar. Her zaman birbirlerine işleri düşer. Ben mesajımı komşuma, komşum da onun komşusuna ulaştırır. Bu belki biraz zaman alır, ama tehlikeli zamanlarda bundan yararlanılır. İşte bizim kooperatif ortaklarımız arasında böyle bir haberleşme sistemini kurabiliriz. Bize maliyetleri ucuz olsun diye birkaç kilometre ile konuşan telsiz telefonları alırız. Komşuları birbirine haberdar ederek en uzak yere kadar ulaşabiliriz. Bunun için telsizlerin aktarıcı vasıtası olabilir. Aktarıcılık dijital olabilir. Böylece direkt konuşmayı sağlayabiliriz.

Mevcut haberleşme ağından elbette yararlanmamız gerekmektedir. Ancak bunların bizim için çok mahzurları vardır. Bir savaş zamanlarında bunlardan mahrum edilmiş olabiliriz. Sonra masrafları çok fazladır. Halbuki biz ucuz haberleşme yollarını arıyoruz. Sonra da güven taşımamaktadır. Bu tür haberleşme sistemi orduda mutlaka vardır. Bu hususta gelişen imkanlardan yararlanmamız gerekir. Bu tür telefonları üretme teknolojisini geliştirmemiz gerekir. Haberleşme sistemi ucuz ve görüntülü hâle geldiğinde birçok taşınmalara gerek kalmayacak, işlerin çoğu yerinde halledilecektir. Bu hususta çalışan özel firmalarla kooperatif ilişki kurup özel telefonlar imal ettirmelidir.

 

YENİ HABERLEŞME AĞI

Bugün tekellerin elinde bulunan uzaydan haberleşme ağı sömürü aracıdır. Ayrıca da son derece güvensizdir. Çünkü bunlar belli dalgada elektromanyetik dalgalar yayınlar. Ayarladığınız bir füze gidip yapışır ve berhava olur. Kimin tarafından yapıldığını dahi bilmenize imkan kalmaz. Bugün bu tür teknoloji tekelde olduğu ve kendisi güveni sarsmak istemediği için bir tehlike arz etmiyor. Oysa dünya tekeli oluşmayacaktır. Oluşsa bile, dünya tekeli ülkelere hâkim olamayacaktır. Uzaya füze göndermek sanıldığı kadar zor bir iş değildir. Basit hidrojen gazı teknolojisini bilen bunu başarır. Yasaklar hiçbir zaman sonuç alamamıştır. Tahrip edici mikroplar her zaman olacaktır. Sonra istiklâline meraklı halklar çıkacak ve kendilerini savunacaklardır. Tahrip edici silahlar onları yıldırtamayacaktır. Dünya tek devlet fikri hayaldir, aldatıcıdır. O halde, Türkiye uzay haberleşmesine güvenerek hayatını kuramaz.

Ülkemizde aktarıcı antenler kurup telsiz haberleşme ağı kurulur. Halka karşılıksız hizmet verilebilir. Genel Hizmetlere harcananlar sanılır ki devlet bütçesine yük getirir. Bunu bir misalle anlatmaya çalışalım. Bir yayla düşünelim. Burası yoldan elli kilometre uzaktadır. Halkın üretimi kente ulaştırması mümkün değildir. Onun için buradaki kaynaklardan yararlanılamıyor. Mesela, burada çok güzel alabalıkçılık yapılır; yapılmıyor. Çayırlıklar biçilerek otlar değerlendirilir. Buralarda tarım yapılır, ürün elde edilir. Buraya devlet bedava yol yapmış olacaktır. Ama burada yapılacak üretimden alacağı bir yıllık vergi belki yarısını amorti edecektir. Ondan sonra hep oradan gelir gelecektir. Bu gelir sadece devlete gelen bütçe değildir. Oradaki üretim kadar kısmen ülkenin imkânları da artacaktır. Kısmen de nüfusu artacaktır. Bunlar devlete yarın hep gelir getirecek, ordusuna asker besleyecektir. O halde devlet kamu hizmetlerini yaparken kârlı işler yapmaktadır.

Şimdi bu yolu pahalı yaptığını farz edelim. Beş yılda amorti edeceğim diye buradan gelip geçenden vergi almaya başlasa, eğer o yerdeki maliyetler yeterli değilse üretim duracak, halk üretim yapmayacaktır. Çünkü bu zaten artık değer üretimi idi. Halk kahvelerde vakit geçirecek, devlete hiçbir gelir getirmeyecek, dağlardaki tabii imkanlar da boşu boşuna akıp gidecektir. Haberleşeme ve ulaşımda da durum böyledir. Basit telefon paraları yüzünden küçük işletmeler boş oturacak, sonunda o emek boşa gitmiş olacaktır. Oysa haberleşme ve taşımayı bedava yaparsak, bütün vatandaşlar iş bulmuş ve hareket olmuş olur. Bu sebeplerden dolayıdır ki ulaşım ve haberleşme İslâmiyet’te kamu vakıfları tarafından bedava yapılır.

Yapılacak aktarıcılar kamuya hiçbir yük getirmez. Oysa bu haberleşmeyi parasız hâle getirir ve ülkenin gelişmesini sağlar, trafiği tıkanıklıktan kurtarır. Bunun dışında yine devletin yapacağı çok basit hizmetler vardır. Yapılan yol ve sokak kenarlarında 50 santim derinliğinde, 20 santim eninde beton kanallar bırakılır. Bunun maliyeti sıfırdır. Koyacak bir kalıpta dökülürken ortaya çıkar. Üstü de beton kapakla kapanır. Sonra arı peteği gibi kablo askıları yapılır ve yerleştirilir. Kaldırıp çıkarılır, bakımı yapılabilir. Döşenir. İsteyenlere buralara özel kabloları yerleştirme izni verilir. Böylece özel hatlı şebekeler tesis edilir. Bugün haberleşme santrallerini tesis etmek son derece kolaydır. Cebimizdeki hesap makinesine 1000 abonelik haberleşme santralını yükleyebiliriz. Böylece özel sektörün ötesinde özel haberleşme ağları kurulur.

Mala - Mal Marketleri müşterilerine özel telefon hatları çeker. Bu çok basit bir tesistir. Müşterilerle alışveriş için bu hatlardan yararlanır. Müşteriler birbirleri ile de bu hatlardan yararlanırlar, böylece mağaza halkın emrinde olur, halk da mağazaların emrinde olur. Sonra İstanbul’da mağazalar arasında da özel hat çekilir. Böylece ülke içinde haberleşme bedava hâline gelmiş olabilir. İşte bizim önerdiğimiz, Mala - Mal Mağazaları halkın Adil Düzene göre örgütlenmesi demektir. Böylece sömürü düzenine karşı konması demektir. Mala - Mal Mağazaları büyük sermayenin zararına değildir. Yararınadır. Çünkü büyük sermaye de ithal edeceği mallarını bu mağazalarda satmış olacaktır. İhraç edeceği mallarını da bu mağazalardan almış olacaktır. Sadece tekel oluşturup sömürmeye son verilmiş olacaktır.

Uluslararası haberleşme de aynı şekilde kablolar döşenerek sağlanabilir. Böyle merkezi santraller değil de, semt, ilçe, bölge ve kıtalararası hatlarla bu haberleşmeler güvenli şekilde sağlanır. Demek ki haberleşmeleri dört kanal üzerinde yapacağız. Uzay yayını, hava yayını, aktarmalı haberleşme ve kablolu haberleşme. Bunu devletin yapması, PTT’nin yapması ve halka bedava sunması en uygun bir sistemdir. Ne var ki, böyle bir şeye kalkışan bir yöneticimiz soluğu belki de hapishanede alır, yahut Adnan Menderes gibi idam sehpasında alır. Çünkü henüz halkımız, görevlilerimiz, yöneticilerimiz uyanmış değildirler. Düşmanlarımızın elinde silahlar vardır.

  1. Milliyetçi! Senin suçun hazır; ırkçısın, faşistsin!
  2. Müslüman! Senin suçun hazır; gericisin, anti lâiksin!
  3. Solcu isen yine suçun hazır; komünistsin, anarşistsin!
  4. Liberalsen yine suçun hazır; hırsızsın, hortumcusun!

İşte ulusumuz bu basit oyunları anlamıyor, hep oyuna geliyor ve kendisine hizmet edenleri asıyor, indiriyor. Bunların hiç mi suçları yok? Var, var ama onları işletmişlerdir. Onları yanlış yapmaya zorlamışlardır, yanıltmışlardır veya komplo kurmuşlardır. Onun için iktidarda olanlar yapamıyor. Biz halk olarak yapacağız. Öncü olanlar bu sahada sıkıntı çekeceklerdir. Ne var ki, tarih böyle yazıldı, böyle yazılmaya devam edecektir. Cesareti olanlar bu hizmete soyunsunlar.

 

KOOPERATİF HABERLEŞME TEŞKİLATI

Diğer 24 hizmette olduğu gibi bu hizmetin de yönetim kurulunda sorumlu olacaktır. Sorumlunun görevi 10’a yakın haberleşme hizmetlisini bulmaktır. Bunların haftada bir defa toplanarak haberleşme hususunda çalışmalar yapmalarıdır. Haberleşme hizmetleri üzerinde çalışmalar yapmalarıdır. Bu çalışma hem fikrî çalışma olacaktır, hem de fiilî çalışma olacaktır.

Bu çalışanlar, çalışma saatlerini yazıp muhasebeye vereceklerdir. Biz bugün nasıl burada toplantıyı yaptığımızda defterimize kimlerin geldiğini yazıyorsak, her hizmet grubu da kendi toplantılarını defterlerine yazacaklardır. Ayrıca başka herhangi bir hizmet yapan olursa, onlar da hizmetlerini yazacaklardır. Bunlar az veya çok ellerinden geldiği nisbette nakdi katkıda bulunacaklardır. Bu katkıları kooperatife sermaye katkısı olacaktır.

Hizmetlilerin bu hizmetleri muhasebeye geçecektir. İleride kooperatifimiz büyür, başarıya doğru gittiğinde kimin ne katkıda bulunduğu yazılmış olacaktır. Bu yeni tip ortaklık gelecek bin yılı düzenleyecek ortaklıktır. Peygamberlere değil de ilme dayalı bir ortaklık olmak üzere ilk olacaktır. Elbette yaklaşık her bin yılda bir tamamen daha gelişmiş yeni üretim biçimleri ortaya çıkacaktır. O yeni düzenleme de bizim yaptığımız gibi Kur’an’ı o günkü ilimlerin ve teknolojinin ulaştığı imkanlarla olacaktır. Ancak onlar ilk olmayacaklardır. Biz ise bizi yönlendiren bir peygamber olmadan, sadece müsbet ilme dayalı olarak oluşturmakta olduğumuz yeni bir işletme tipi bakımından ilk olacağız.

Her ilk hatalıdır, ilkeldir. Bizim de hatalarımız ve ilkelliklerimiz ileri derecede olacaktır. Bunu asgariye indirmemiz için sabırla ve teenni ile çalışmamız gerekmektedir. İşlerin acele olarak olmamasından sıkılmamalıyız. Yazılı hâle getiriyoruz. Bu bile bizim için büyük başarıdır. Bedenen buraya hizmet verenlerin ücretleri çok büyük olacaktır. Mâlen destekleyenler olmasa bu faaliyetimizi gösteremezdik. Allah’tan duam, onları daha bu dünyada me’cur etmesidir.

Bu katkılar birikecek ve kooperatifin bir maliyeti olacaktır. Sonra kooperatif kurulduktan sonra yavaş yavaş hizmet fonuna nakit gelmeye başlayacaktır. Yahut, ahşap ev gibi, arsa gibi değişik imkanları olacaktır. Bu değişik imkanları sonra bölüşeceklerdir. Bu bölüşme şöyle olacaktır. Önce ilklere, öncülere, sâbıklara bir öncelik tanımamız için formüller geliştirmeliyiz. Sorumlu, hizmetli ortaklar buldukça kendisine bir pay verilecektir. Geçmiş saatlere ek olacaktır. Eğer hizmetli kendisi yeni bir arkadaş bulursa bu pay ona yazılacak, ancak beşte biri sorumluya ait olacaktır. Bunun dışında her yıl eski hizmetlilere bir pay ilave edilecektir. Bu pay tüm hizmetlerin mesela yüzde beşi veya onu olacaktır.

Nakit olarak veya taşınmaz ortaklığı olarak gelen değerler mevcut geçmiş hizmetlere bölünecek ve her hizmetin nakit olarak payı olacaktır. Bu payı bu şekliyle şimdi alıp gidenin hizmet sermayesindeki payı da azalacaktır. Şimdi almayıp da ileride bırakanların nakdi paylarını artırmış olacaklardır. Burada şunu belirtelim ki, savaş ganimet için yapılmaz, ama ganimet helâldir. Savaşa katılanlarca paylaşılır. Bizim bu hizmetlere katılanlar şimdi hemen karşılığını bekleyerek katılmayacaklardır. Ama uzun zaman sonra bunun meyvelerini alacaklardır. Bizim İzmir’de yaptığımız hata, bu çalışmaları yazmayışımız olmuştur. Şimdi mevcut olan imkanlarda kimlerin ne payı olduğunu bilemiyoruz. Tabii ki Allah biliyor, onlar me’cur edilecektir. Ancak biz bilemiyoruz.

Benim arkadaşlarımdan istediğim, kendi çalışmalarını yazmaları, kooperatife vermeleri; ayrıca kimleri çalıştırıyorlarsa onları da yazıp kooperatife vermeleridir. Kayda geçmeyen hiçbir kuruşun kimseden alınmaması, kimsenin hizmetinin de heder edilmemesi gerekir. Ülkemizde kayıtlardan herkes kaçınıyor. Çünkü kayıtlı ekonomi kişileri çökertiyor. Bunlar batılıların dünyayı sömürmek için geliştirdikleri formüllerdir. Böylece hesapsız kitapsız yani mukavelesiz bıraktıkları işletmelerin iki yakası bir araya gelememektedir. Biz bu kayıtları yapacak, ama bu kayıtların altında ezilmeyeceğiz de. Bunun yolunu bulduğumuz zaman başarılı olacağız. İzmir’deki Akevler Kooperatifinde bu yol bulunmuştur. Çünkü kanunlar batıdan tercüme edilmiştir. Yararlanmayı bildikten sonra kötü değildir. Devlet görevlileri de bizim gibi insandır, hepsi kötü değildir. Zamanla doğru uygulamalar da vardır.

Her  kooperatif ortağının bir haberleşme hizmetlisi olacaktır. Diğer ortağa ulaştırmak istediği haberi bu ortağa yazılı verecektir. O dosyada saklanacaktır. Karşı tarafa faks veya e-mail aracılığı ile ulaştırılmış olacaktır. Karşı taraftan da teyit alınacaktır. Böylece güvenli haberleşme olacaktır. Banda alınan ses veya kayıtlar bilgisayar aracılığı ile karşı tarafa çok kısa zamanda ulaşılabileceği için ucuzluk sağlanacaktır. Ayrıca mektuplar yerine doldurulmuş disketlerle gönderilen mektuplar da ucuzluk ve kolaylık sağlayacaktır. Bunlar için kuryeler kullanılacaktır. Haberleşme hizmeti üzerinde çalışma yapılmalıdır. Bu haberleşmeden doğacak işlemlerden hizmet payı alınacaktır. Yani aracılık, komisyonculuk yapılacaktır. Bu hizmet bir işletme halinde de kurulmuş olabilir. Genel hizmetler okunmalı, ortaklarımız ne yapabiliriz diye düşünmeli, kooperatif yönetim kurulunda görüşülmeli, uygulamaya geçilmelidir.

 

ÜLKEDE HİZMET TEMSİLCİLERİ

Burada haftada bir toplanıp sohbet yapıyoruz. Bu sohbetlerimizi yazılı hâle getiriyoruz. Bunları diskete geçiriyoruz. Şimdi yeni bir sistem geliştirmeliyiz. Herkesin mutlaka bir bilgisayar edinmesi gerekir. Birkaç dolarla bu bilgisayar elde edilebilir. Bilgisayarı açıp kapamayı da her birimiz öğrenmeliyiz. Açıp okumayı bilmemiz gerekir. Herkesin iki disketi olacaktır. Her hafta buraya geldiği zaman bir disketi alıp götürecek, bir disketi de getirecektir. Bu dersi götürecektir.

Şimdi iş bölümümüzü yapmaya başlıyoruz:

  1. Buraya gelen arkadaşlar hafta içinde yazı hazırlayabilirler. Bir haberi yükleyebilirler. İsteklerini yükleyebilirler. Cuma günleri buraya gelince bu disketler Reşat Erol’a verilecektir. Süleyman Karagülle de şimdi olduğu gibi Kur’an Matematiği üzerinde çalışmalar yapmaya devam edecektir. Buraya gelen yazılar Reşat Erol’a verilecektir.
  2. Reşat Erol diğerlerinin yazılarını aynen, Süleyman Karagülle’nin yazısını ise redakte ettikten sonra diskete yükleyecektir. 10 arkadaşın disketine yükleyecektir. Böylece on disket buraya gelecektir.
  3. Her arkadaş, komşulardan birini bulacak, ailece evlerde okuyacaklardır. Bir hafta birinin, bir hafta diğerinin evinde okunacaktır. Bu arkadaşlar çoğalacak ve 10 kişi kadar olacaklardır. Değişik kimselerin evlerinde haftalık toplantılar yapacaklardır. Çaydan başka herhangi bir ikram sözkonusu olmayacaktır.
  4. Burada olduğu gibi, orası da merkez hâline gelecektir. Disketler merkez olacak ve İstanbul’un değişik semtlerinde böyle bilgisayarlı sohbetler oluşturulacaktır.

Önce İstanbul’da böyle bir teşkilat oluşturmamız gerekmektedir. İstanbul’da böyle on yerimiz olacaktır. Her semtte bir arkadaşımız böyle bir çalışmayı başlatmaya çalışacaktır. Yani haftada bir gün buraya gelecek ve haftada bir gün de evinde böyle sohbet başlatacaktır. Bu sohbetler kooperatif adına yapılacaktır. Hepsi halka açık olacaktır. Her zaman her sohbet isteyen kimseye bilgisayardan verilecektir.

İstanbul’da 10 merkez oluşturduktan sonra onlar 10’ar merkez oluşturacaklardır. Onlar da 10’ar merkez oluşturacaklardır. İstanbul ve civarı 1000 merkez olacaktır. Bu ortak haberleşme merkezidir. İleride her merkez yurt içinde böyle birer haberleşme merkezini kurmuş olacaktır. Bu haberleşme ilçesi İstanbul’daki haberleşme merkezinin kardeşi olacaktır. Böylece tüm Türkiye ile bir ağ oluşturmuş oluruz. Yarın her ilçeden dünyanın her yerinde birer haberleşme merkezini kurmasını isteyeceğiz. Böylece İstanbul’un bütün dünya ile ilişkisi doğacaktır.

Şimdilik bu haberleşme ağını biz bilgisayar disketleri ile yapacağız. İleride başka türlü bir haberleşme ağına dönebilir. Burada asıl mesele güvenilir bir haberleşme ağını dünya üzerinde kurmamızdır. İnsanlık içinde böyle 10 kadar haberleşme ağı kurulacaktır. İnsanlık emniyetli bir şekilde birbirleri ile ilişkiye girmiş olacaktır.

Burada çözeceğimiz sorun disketleri ulaştırma sorunudur. İstanbul içinde bu disketlere akşam sohbetlerinde ulaşılacaktır. Yani üç kademede gerçekleşecektir. İlk kademede kendilerine yakın yerler bu disketleri toplayacaklardır. İkinci kademede bundan sonraki toplantılar olan merkezimize ulaşacaktır. Taşra  ile ilişkilerde ise her ile otobüs girmektedir. Biz bölgelere disketleri göndeririz. Bölgeler de kendi illerinde bunları gönderir.

Ülkeler arasında da uçak seferleri vardır. Özel kargo olarak bu ilişkiler sağlanabilir. Hava alanında bekleseniz, giden kişilerden birine katsanız, götürür; oradan da biri alır. Bunun felce uğradığını ve başaramadığınızı farz edelim. Komşu bölgelere biz ulaştırırız, onlar da komşularına ulaştırır. Böylece her tarafa ulaşmış oluruz. İleride kurye teşkilatımız olacak, ileride telli ve telsiz kanallarımız olacaktır. En iptidai şartlar içinde çalışmaya başlamalıyız. İleride teknik imkanlarımızı geliştirmeliyiz. Hiçbir zaman iptidai yaşayışımızı unutmamalıyız.

Böyle bir haberleşme sadece disket haberleşmesi olmayacak, aynı zamanda elçilik haberleşmesi olacaktır. Bir konuyu eğer ortaklarımıza duyurmak istiyorsak, yazılı olduğu gibi şifahi olarak da hatırlatır ve cevaplarını bekleriz. Taşra merkezlerde değerlendirmeler yapılır. Oradaki haberler orada değerlendirilip gereği yapılır. Görülüyor ki, kooperatif sadece haberleri taşıma ağını kurmaktadır. Hangi haberlerin taşınacağı üzerinde durmamaktadır. Eğer yarın sitelerimizi ve marketlerimizi kurarsak, o zaman bu haberleşme mekanizması günlük olarak işleyecektir. Haberler özetlenerek her akşam yatsıdan önce okunacaktır.

 

MARKETLERDE HABERLEŞME

Adil Düzenin temel ilkesi hizmetleri ayağa götürmedir. Bunu sadece halkımızın rahat etmesi, müşteri kazanma amacıyla yapmaktayız. Her şeyin en ekonomik olanı yapılmalıdır. Bugün bir şey lazım olan kimse kalkıyor, mağazaya gidiyor, bakkala gidiyor veya çarşıya gidiyor. Kendisi alışveriş yapıp geliyor. Bu kadar insanın çarşıya gidip gelmesi zaman kaybıdır. İnsan emeğinin tüketilmesidir. Bunların hepsinin ayrı ayrı arabalar tutup taşıması da yine israftır. Piyasada biz haberleşme ve ulaşım hizmetlerini kurduğumuzda bu kadar emek ve araç tasarruf edilecektir. Bu tasarruf edilen emekle insanlar daha fazla yatırım yapacaklar, daha fazla üretim yapacaklar ve ülkemiz gelişecektir. Ülkemiz daha çok insanı daha uzun ömürde yaşatacak şekle gelecektir. Bu da bizim asıl amacımızdır.

Diğer taraftan artan zamanlarını insanlar kültür faaliyetlerine ayıracak, daha gelişmiş insan olacaklar, insanın evrimine daha çok hizmet edeceklerdir. Yani bedenen daha sağlıklı olduğu gibi beyince de daha üstün vasıflı olacaklardır. Halkın zamanlarını boşaltmadan okullar açmak israftan başka bir şey değildir. Zamanı boşaltmak için de genel hizmet şarttır.

Marketlerimizin olduğu yerlerde haberleşme hizmetini veren teşkilatımız olacaktır. Bunlar öğrenci olabilir, yaşlılar olabilir, sakatlar olabilir . Evlere gidip diyalog kuran kimseler olması yeterlidir. Bu habercilerimiz haftada bir ev ziyareti yapacaklar, verecekleri bir haberleri varsa bildireceklerdir. Uzun oturmayacak, kısaca söylemek istediklerini söyleyeceklerdir. Diğer taraftan da onların söylemek istedikleri bir şey varsa onları dinleyeceklerdir. Böylece marketimizde çevremizin tüm haberleri yer alacaktır. Sorarak kaynağından her şey öğrenilecektir.

Bu habercilerimiz marketlerde satılan malların fiyatları hakkında bilgi vereceklerdir. Sipariş etmek istedikleri malları sipariş vereceklerdir. İsterlerse malları istedikleri zaman gezip mağazada göreceklerdir. Ama onlardan görmüş olsun olmasın siparişleri alacaklardır. Bunları getirip mağazalara verecek, mağazalar da bunları paketleyecek, ertesi gün veya akşamları evlere götürüp dağıtacaklardır. Bu dağıtmada ileride kapıcılardan yararlanılmış olur. Onlara da pay verilir. Hatta kapıcı parasından bu yolla hane halkı kurtulmuş olur. Başka bir ifade ile imkanı olanlar daha fazla kapıcı parasına katılmış olurlar.

Bunun dışında kişiye evde bir şey gerekmiştir. Bunun adını bile bilmemektedir. Bana böyle bir şey gerekiyor diyecek. Mesela, camı cama yapıştıran bir malzeme gerekiyor diyecektir. Şimdi bizim haberleşme mekanizmamız çalışacak, merkezimize kadar gelerek diskette bunu soracağız. Şifahi olarak soracağız. Gelen bilgileri habercimize ulaştıracağız. Habercimiz gidecek, soran kişiye bilgi verecek, o da tercihini bildirecek, sipariş yoluyla o mal o kişiye ulaşmış olacaktır.

Burada önemli olan husus, bunun için kişi bir bedel ödemeyecektir. Çünkü Genel Hizmet payından market müşterilerine hem bedelsiz haberleşme imkanını sağlayacak, hem de taşıma hizmetini sağlayacaktır. Yani kişi mağazaya gidip kendisi alsa o fiyatla alacaktır. Böyle bir teşkilatın ne kadar kolaylık sağlayacağı aşikârdır. Okumak için Anadolu’ya gelen insanlar vardır. Bunlar yurtlarda ikamet etmektedir. Bu vakıflar bizimle işbirliği yapsalar bu teşkilatı çok kolay kurarız. Markete de gerek yoktur. Gençlere görev veririz. Evlere gidip siparişler alırlar. Sonra bir dağıtım ağımız olur, onlara dağıttırırız. Toptan alacağımız için de yaptıracağımız tenzilat ile taşıma ve haberleşme masraflarını karşılarız.

İşte Allah adına vakıflar kurup kendilerinin refahından başka bir şey düşünmeyenler, bizden rahatsız edeceğiz diye kaçanlar, hüsrana mahkumdurlar. Bunlar başaramayacaklardır. Kim bizim burada anlattıklarımıza sahip çıkarsa gelecek onların olacaktır. Bunları ben söylemiyorum. Bunları Kur’an söylüyor, bunları ilim söylüyor. İlk söylendiği zaman sözlerimiz garip gelir. Ama zamanla o garip sözlere insanlık tavanda olsa kerhen de olsa uymaktadırlar.

Bizim bugün söylediklerimizi özel sektörler yapıyor, başaramıyor. Cep telefonları ile bu iş sağlanmak isteniyor. Cep telefonları gençler için sükse olmuştur. Bakıyorum, sokaklarda yürürken hep konuşuyorlar. Ama sonra ailelerinin evlerine icra dayanıyor. Benzer  şekilde internetle görüşmeler alıp yürümüş, ama bedel ödenemeyince ailelerin telefonları kesiliyor. Kapitalizm bu sorunları 22 Şubatta çözdüğü gibi çözer. Sosyalizmde de durum farklı değildir. Sorunları ancak halk çözecek, kendisi çözecek, Adil Düzenle çözecektir. Çünkü doğru olan tektir. O doğruyu çoklu sistem içinde arayacağız. Doğru tektir ama bulma yolu tek değildir. Çokluk hedefte değil yollarda olacaktır. Hedef ufuk gibidir. Varılamaz. Bir ufka ulaşırsın, karşı ufuk çıkar karşınıza . Demek ki devamlı olarak doğru yol aranacak. Bulunacak, ama hedef bitmediği için arama da bitmeyecek, çoğulculuk da bitmeyecek.

 

MEDYADAN YARARLANMA

Bundan önceki konuşmamızda uluslararası ulaşımdan söz etmiştim. Konuklama ile ilgili görüşümü ortaklarımız beğenmediler. Kimsenin kimseyi misafir etmeyeceğini söylediler. Burada bazı hususlara işaret etmemiz gerekmektedir. Bunların başında hayatımızda her türlü sıkıntılara alışmalıyız. Hep temiz yerde, hep rahat yerde yaşamanın yanında; sıkıntılar içinde, zorluklar içinde yaşamaya da alışmamız gerekmektedir. Çok rahat, çok iyi, çok lüks hayata kendimizi ve çocuklarımızı alıştırmamalıyız. Çünkü Allah böyle kimselerde hastalıklar oluşturmaktadır. Vücutları dayanamamaktadır. Nesilleri yok olmaktadır. Batının bugünkü sorunu nedir? Nüfus azlığı. Çünkü halkını müreffeh kılmaktadır. Batılılar Sovyetleri bunun için yıktılar. Sovyetlerde Hıristiyan nüfus azalıyor, Müslüman nüfus çoğalıyordu. Çünkü Müslüman kadınları evlilik dışı ilişkiler kurmuyordu. Müslüman kadınlar içki ve uyuşturucu maddeleri kullanmıyordu. Müslüman erkekler Rus kadınları ile zevk hayatı yaşarken; Müslüman kadınlar bir taraftan çocuk doğuruyor, beş altı tane çocuk büyütüyor, diğer taraftan resmi yerde çalışıyor, bu yetmiyormuş gibi ayrıca dışarıda ek iş yapıp aileyi geçindiriyor. Hatta çocuk yaptığı yıllarda kocalarının rakı parasını da sağlıyor. Sonra erkekler evden kovuluyor, onların da canına minnet, Ruslarla yaşamakta rahat ediyor.

İşte bu sebepledir ki, Müslüman nüfusu artıyor, Hıristiyan nüfusu azalıyor. Rahat hayat kişilerin sağlığını rahatsız ediyor. O halde kendimizi sıkıntılardan kaçırmamaya çalışmalıyız. Bu bir. İkincisi yoksulları, fakirleri aşağı görüp onlardan kaçmamalı, ayrı bir hayat sürmemeliyiz. Sınıflar oluşmamalıdır. Zenginler ayrı yerde, yoksullar ayrı yerde namaz kılmıyor. Kendimizi Müslüman olmayanlardan da tecrit etmemeliyiz. Onlarla beraber yaşamalı, onları da düşünmeliyiz. Böylece biz İslâmiyet’i yaymış oluruz. Otellere gidip ayrı ayrı odalarda yaşama yerine, yolculukta bir handa hep birlikte olma yolunu tutmalıyız. Hac bizim için örnek olmalıdır.

Tokyo ile Londra arasında bir köprü kurmalıyız. Buralarda her yerde Türkçe konuşan ve bilen halk vardır. Güzergah üzerinde kendimize belli köyler seçmeliyiz. Oraya götürüp bizim Ahşap Evleri koymalıyız. Hangi köy bize bedelsiz ev koymamıza izin verirse oraya o evleri koymalıyız. Bu evlerde odalar bulunmalıdır. Dörder metrekarelik odalar yeterlidir. 50 kişilik bir araba için demek ki 200 metrekarelik bir yere gerek vardır. Geçiş yerleri, yemek, tuvalet, banyo yerleri ile 400 metrekarelik bir yer. Biz 100 metrekarelik yeri 10 bin dolara mal ederiz. Şimdi Tokyo ile Londra arasında böyle yerler kurmayı düşünelim. 20 000 kilometrelik bir yer düşünüyoruz. 250 kilometrede bir konaklayacağız. 80 konaklık yerimiz olacaktır. Her konak 50 bin dolara mal olursa, dört milyon dolarla bahsettiğimiz yolu kapatmış oluruz.

Ne var ki, böyle bir işe başlamamız için önce konaklama yoluyla başlayacağız. Yahut otel kullanarak başlayacağız, talip arttıkça kazanacağız ve bu hizmetleri yerine getireceğiz. Bir şeyi hemen düşünmemeliyiz. Bizim hayatımızda yapacağımız bir hedefimiz olmalıdır. Biz başlamalıyız. O kendi kendini amorti edecektir. Gelişecektir. Belki istediğimiz hedefe 100 yıl sonra varılır. Bunun için turizm işlerine başlamalıyız. Denemeliyiz. Denemeden, uğraşmadan bir şey olmaz; denemeliyiz. Siz arkadaşlar sayesinde bunları yazıyorum. Siz de değerlendiriyorsunuz. Buraya gelip giderler. Bundan sıkılmayınız. Onlar bizim için ileride yapacaklarımıza ortak olacaklardır.

Bu turizm şirketini oluşturduğumuz zaman eğer devamlı yolcumuz olursa artık devamlı bizim yolcularımızı taşıyan arabalarımız olur. Bu kara yolcu taşımacılığını dünyaya yayabiliriz. Sonra yük taşımacılığına da geçebiliriz. Böylece dünyanın her yerinde bin kadar konaklama merkezimiz olur. İşte bunlar aynı zamanda bizim haberleşme merkezlerimiz olur. Karada sür’at temini için yerli halktan olan şoförler kullanırız. Şoförümüz bulunduğu kentten arabayı alır götürür, geri getirir. Kendisi ailesinin yanında kalır. Araba durmadan yola devam eder. Yolcular isterlerse iner, orada kalır, ertesi gün veya daha sonraki arabalara binerler. Böylece iş seyahati ile gezi seyahati birleşmiş olur.

Haberleşme merkezimiz bu seyahatlere yolcu bulur. Yani bir taraftan ulaştırma haberleşmeyi destekler, diğer taraftan haberleşme ulaştırmayı destekler. Seyahat Kur’an’da ibadetlerin başında sayılmıştır. Hac ibadeti ise bütün insanlığa emredilmiştir. Namaz, oruç, zekât mü’minlere farz iken, Hac bütün nâsa farzdır. İşte halkı sömüren ve yoran bir hac teşkilatı değil de, halka hizmet eden ama bu seyahatta Mala - Mal Pazarları oluşturan bir kuruluşa ihtiyacımız vardır. 20. yüzyıla kadar bunları yapmamız mümkün değildi. Çünkü o zaman iş veya seyahat hürriyeti yoktur. Birinci ve İkinci Cihan Savaşı insanlara yeteri kadar ders verdi. Tüm ülkeler açıldı. Daha açılacak devletler istese de istemese de daha da açılacak. Sömürü dünyası, tekel dünyası sona eriyor. İnsanlık baskısız bir dünya ile karşı karşıyadır. Şimdi bize düşen bu serbestlikten yararlanmamızdır. Bizim nesil bu hürriyeti size hazırladı, sizin de bundan yararlanmanız gerekir. Halkı hortumlama heveslilerinin hevesleri de kursaklarında kalacaktır.

 

 

ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER

XVIII

UYARI HİZMETİ

 

İnsanlar doğar, gelişir, yaşlanır ve ölür. İnsan anne rahminde cenin olmaya başladıktan sonra yetiştirilmektedir. Annenin beslenmesi, sağlık durumu, davranışları, sesler, hatta seyrettiği manzaralar, hep çocuğa etki etmektedir. Çünkü insan, mesela zihninde bir olay düşünürken, mesela bir roman yazarken yahut okurken beyninde birtakım elektrikî devreler oluşur, o devreler  sinir sistemleri vasıtasıyla tüm hücrelere iletilir. Hücreler aldıkları etkilere karşı cevap verirler. Birtakım maddeler salarlar. Bu sayede tüm bedende değişiklik olur. Yani beden bir bütündür. Ağıza alınan bir lokma veya teneffüs edilen bir hava, duyulan sesler, ışık, gözde görünmese de hep insana etki etmektedir. O etkiler vücudun her tarafında değişiklik yapmaktadır.

Çocuk anne karnında iken annenin kanı ile beslenmektedir. Çocuğun hücrelerine anneden gelen sinirler de annenin sinirleri ile irtibat kurmaktadır. Dolayısıyla çocuk annenin davranışları ve yaşayışları ile eğitilmektedir. Ona göre bedeni oluşmaktadır. İnsan bedeni öyle yaratılmıştır ki çevreye intibak etsin. Ne kadar erken yaşta etkilere maruz kalırsa o kadar ona karşı davranışlarını ayarlayabilmektedir. Çocukta anne karnında aldığı tesirler doğduktan sonra da devam etmektedir. Hatta ondan doğan çocuklara da intikal etmektedir. Bu bakımdan çocuk üzerinde annenin etkisi babadan daha çok olmaktadır. Çünkü çocuk baba karnında büyümemektedir.

Baba da anne gibi çocuk üzerinde etkili olmaktadır. Genetik etki bakımından baba ile anne eşit durumdadırlar. Çünkü insandaki 46 genin yarısı anneden, yarısı babadan gelmektedir. Y kromozomu X kromozomundan küçüktür. Dolayısıyla daha az etkili olmaktadır. Ancak Y kromozomu yalnız babadan alındığı için nesep yalnız baba tarafından belirlenmektedir. On nesil önce ataların sayısı 1024 kadardır. Ancak bunların içinde benim atalarım sadece 48’dir. Diğerlerinin genleri bana ulaşmamıştır. 1000 atadan benim atalarımın kim olduğunu bilmek de mümkün değildir. Oysa Y kromozomu sadece baba ve onların babalarından geleceği için nesep kesin olarak tesbit edilebilmektedir. Bunun dışında cinsi ilişki kurulurken sadece erkek hücre anne karnına girmemektedir. Aynı zamanda menideki hormonlar da anne karnına iletilmektedir. Böylece kocanın da çocuk üzerinde etkisi devam etmektedir. Hamile kadın üzerinde evlilik bunun için meşru görülmemiştir.

Evlilik dışı ilişkiler bu sebeple kötü sonuçlar doğurmaktadır. Erkek hücrelerdeki genlere uygun hormonlar salınmakta, bununla anne bedeni şekillendirilmektedir. Oysa değişik erkeklerle temas eden kadının bedeninde uyumsuz maddeler ortaya çıkabilmekte ve bozuk nesil ortaya çıkmaktadır. Bunun başka zararı kimlikleri belli olmayan kişiler kardeş olabilir, hatta ana-oğul veya baba-kız olabilir. Bu sebepledir ki gizli cinsi ilişkiler İslâmiyet’te yasaklanmıştır. Sorun hep çocuğun sağlığı ve oluşumudur. İslâmiyet’te evlenme ve boşanma çok rahattır. Basit bir akitle evlilik tamamlanmış olur. Boşanma da öyledir. Ancak serbest cinsi ilişkiler yasaktır ve yasak olmayan cinsi ilişki bir akittir.

Batıda evlilik, serbest olan cinsi ilişkileri yasaklamaktadır. Yani eşler başkaları ile cinsi ilişki kurmayacaklarını taahhüt ederler. İslâmiyet’te ise yasak olan serbest cinsi ilişkileri yükümlü kılan bir anlaşmadır. Haramı helal yapan anlaşmadır. Kadın kendi bedenini çocuk yetiştirmede erkeğe ortak etmekte, erkek de ona hizmet vermektedir. Erkek kadından hormonlar almadığı halde, kadın erkekten hormonlar alarak bedeni değişmekte ve kocasına benzemektedir. Hele hamile kaldıktan sonra çocuk da babadan gelen genlerle hayati faaliyet göstermekte ve böylece kadın adeta kısmen erkek genleri yaşamaya başlamaktadır. Kadının bedeni iki ayrı erkek suyuyla ihtilat ederse, canlılardaki seçicilik özelliğinden beden harabeye dönmektedir. Bu yalnız  insanlarla ilgili bir olay değildir. Tüm canlılarda döllenmede tek erkeğe doğru inhisar vardır. Erkek balık önce bir başka erkek balığın spermlerinin olup olmadığına bakar, çevreyi bekler. Başka balıkları sokmaz. Yeter zaman geçtikten sonra, artık başka balıkların spermleri helak olduğu zaman oraya bir dişiyi çeker ve orada yumurtlatır. Sonra kendisi de spermleri akıtır. Balıklar böyle döllenir.

Canlıların temel kuralı, birbirine benzeme ve aynı zamanda farklılaşmadır. Bakınız, birbirimize ne kadar benziyoruz, ama birbirimizden ne kadar da farklıyız. Çocuk dünyaya geldikten sonra çevreye benzeme ve çevre içinde farklılaşma dengesi hayatın sonuna kadar devam eder. İnsan çevrenin etkisindedir ve çevreye de her zaman etki etmektedir. Gaz veya su içinde moleküller devamlı hareket ederler. Çarpışırlar, birbirine etki ederler. Bunun gibi insanlar da devamlı etkileşme içindedirler. Bu etkileşme döllendiği tarihten başlar, ölünceye kadar devam eder. İnsan topluluğu sosyal yapıya sahiptir. Sorunlarını teşkilatlanma ile çözecektir. Bunun için bu etkileşmeyi sistemli hâle getiren bir müesseseye ihtiyaç vardır. Bu bir tür eğitim müessesesidir. Bunun için geliştirilmiş müesseselere biz “Genel Hizmet” diyoruz. Genel Hizmet ile kamu hizmeti arasındaki fark şudur. Genel hizmette sadece hizmet vardır. Zorlama yoktur. Kamu hizmetinde ise zorlama sözkonusudur. Genel Hizmette yalnız hukuk düzeni vardır. Kamu hizmetinde gerektiğinde askeri düzen de geçerlidir. Adil Düzende Genel Hizmetlileri ile kamu hizmetlileri birleştirilmiştir. İkisini aynı kimseler yapar. Usuller farklıdır.

 

UYARI TEŞKİLATI VE DİN

Dinde temel kural, dinde zorlama yoktur. İnsandaki sevgi melekesi ile din oluşmuştur. Halk kendilerini var eden bir varlığa inanır. Onu temsil eden kimseyi kendisine dini dayanışma sorumlusu olarak seçer. O da onlara hizmet eder. Hizmeti onları düşünmek, onları dayanışma içine sokmak, aralarında yardımlaşmayı sağlamaktır. Dini sorumlu cemaatını tanır, cemaat da onu tanır. İnanmış insanlar bir araya gelerek inançlarını yaşatmaya çalışırlar.

Siyasette de birbirlerine dayanışma vardır. Ancak siyasette bir araya gelip caydırıcı güç oluşturma ve dış saldırılara karşı  savunmayı sağlamaktır. Siyasetin esası zordur. Dışa karşı zordur. İçte de uymayan olursa ona karşı da zor kullanmadır. İşte Adil Düzen ile diğer düzenler arasındaki fark, içteki kimseyi topluluk dışına atmadıkça zor kullanılmaz. Önce hakem kararı ve başkan kararı ile kişi topluluk dışına çıkarılır, yahut kendisi çıkar, ondan sonra zor kullanılır. Batı düzeninde ise vatandaşa karşı da dışlanmadan zor kullanılır. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te hapishane yoktur. Kuvvet düzeninde vardır.

Dinde zorlama yoktur, uyarı vardır. Yani yanlış yapan, hata eden ve unutan kimselere zorlamdan hatırlatma vardır. Bu hatırlatmalar sayesinde kişi eğitilmektedir. Yani ona çevre şartları öğretilmektedir. Ona yol gösterilmektedir. Diğer taraftan da böylece kişileri zorlamadan topluluğa uyulmasında hizmet sağlanmaktadır. Ne var ki, bu hizmet her zaman bir baskıya ve zora dönebilir. O halde, bu hizmet kırıcı olabilir. Bu hizmetin başkanlar veya dini sorumlular tarafından yapılması, dini sorumlular ile başkanların saygınlığını yitirmelerine sebep olabilir. Buna meydan vermemek için dini dayanışma sorumlularının denetiminde bir uyarı teşkilatı kurulur. Bunlar semtlerde, ilçelerde, bölgelerde ve kıta merkezlerinde ikamet ederler. Orada uyarılar yaparlar.

20. asırda insanlık sanayi dönemine geçip gelişince sorunları çözmediler. Dünyada gizli haber alma teşkilatı kuruldu. Bunlar haber topluyor, gelecek tehlikelere karşı tedbir alıyor. Haber alabilmek için topluluklar içine ajanlar sokuluyor. Kişiler onlardan gözüküyor ve haber topluyor. Böylece gizli istihbarat ağı kuruluyor. Bunlar sadece haber almıyor, aynı zamanda girdikleri topluluğu yönlendiriyor. Onlara haberler götürüyor. Maddi destek sağlayarak onlara hâkim oluyor. Hatta sivrilerek liderliğe kadar yükseliyor. Kurtarıcı dahi olabiliyor.

Demek ki, bugün halk için kanser kadar, AIDS kadar tehlikeli hastalık hâline dönüşmüş gizli istihbarat örgütleri sadece insanların kötülüğünden dolayı oluşmuş bir teşkilat değildir. İnsanlığın sbayı dönemine geçişi ile ortaya çıkan sorunları çözmek için kuvvet medeniyetinde düşünülen bir örgüttür. Yeraltı faaliyettir. Bu sefer yeraltı faaliyetini denetlemek için karşı örgütün kurulması gerekir. Bu da mafya teşkilâtıdır. CIA ve MAFYA aynı kaynaktan beslenen, birbirini denetim altına alan kuruluşlardır. Bunların ikisi de yeraltı kuruluşları olduğu için yeraltında anlaşır, bu sefer kendileri asıl güçlere hâkim olur. Bugün Amerika böyle bir durumdadır. Amerika’da CIA ile MAFYA yeraltında anlaşmış ve devlete hâkim hâle gelmiştir. Sermaye ipin ucunu kaybetmektedir. Bunun için gerek CIA gerekse MAFYA tasfiye tehdidi ile karşı karşıya getirilmiştir. Bunu dış ülkeler de deniyor ve gözdağı veriyorlar. Uslu durun, yoksa İtalya’da ve Türkiye’de olanlar sizin de başınıza gelir, deniyor.

Burada şunu bilelim ki, artık Hak Medeniyeti doğmaktadır. Gelecekte insanlığı ne gizli devlet örgütleri ne de ona karşı oluşmuş illegal mafya teşkilâtı yönetecektir. İnsanlığı Adil Düzendeki hizmetler yönetecektir. Gizli haber alma siyasi gücün emrindedir. Askerlikte, savaşlarda düşmanlara karşı bu tür teşkilat her zaman var olacaktır. Ama insanlar hep savaş düzeninde değil, genel olarak barış düzeninde yaşayacaklardır. Savaş istisnai olacaktır, barış için olacaktır. İslâmiyet’te en büyük ibadet barış için savaştır. Buna “cihat” denir. Uyarı teşkilatı dinin emrindedir. Uyarı hem teşkilat olarak hem de görev olarak açıktır. Zorlama yapılmadan uyarılacaktır. Uyarıcılar görev yaparken herhangi bir baskı sözkonusu olursa, onu uyarma da dini sorumlulara aittir. Dini sorumlular bucak, il, ülke ve insanlık (Mekke) merkezlerinde oturur. Uyarıcılar ise bunlara bağlı ve bunların denetiminde semt, ilçe, bölge ve kıta merkezlerinde bulunur. Bunlar halkı uyarırlar.

Hizmetlerden bir kısmı dayanışma sorumluları tarafından sıralama usûlü ile seçilir. Yani hangi hizmetlinin hangi dayanışma tarafından atandığı sözkonusu olmaz. Uyarıcılar ise doğrudan dini sorumluların ayrı ayrı denetiminde ve yönetimindedirler. Devamlı olarak ikili ilişkilerdedirler. Halkı rahatsız eden davranışlar içinde olurlarsa halk bunları bağlı bulunduğu dini sorumlularına şikâyet eder. O da uyarıcıları uyarır. Gerekeli görürse görevden alır. Uyarıcılar uyarı formasını giyerek dolaşırlar. Hangi dini sorumlusunun uyarıcısı olduğu da bu forma ile bilinmiş olur. Uyarıda değişik dinler arasında dayanışma ve yarışma da sağlanmış olur. Yani birbirlerine tanıklık ederler.

 

UYARI KAYITLARI

Gelişmiş topluluklarda her şey yazıya, kayda dayanır. Gerek kamu gerekse genel hizmetlerde kayda geçmeyen ve yazılmayan bir şey hizmet sayılmaz. Kamu ile ilgili her hareket, her davranış mutlaka kaydedilmelidir. Neyin nerede nasıl kaydedildiği de bilinmelidir. Bunun için oluşturduğumuz evrak, zimmet, envanter ve demirbaş kayıtları sözkonusudur. Bunlar kaydedilmektedir. Diğer hizmetler kayıt işlerini tutmazlar. Sadece tanzim ettikleri belgeleri buralara gönderirler. Hangi dosyalara gireceğini da yine bunlar belirlerler. Yahut halk kendisi belgeleri tanzim eder. Nerelere girmesini isterse, kimin dosyasına girmesini isterse o dosyalar oraya gider. Kayıt hizmetlerinden yararlanarak bilgi edinir.

Uyarıcılar da uyarılarını yaparken belge tanzim ederler ve bu belgeyi bilhassa evrak kaydına gönderirler. Kişilerin dosyasına bu kayıtlar girer. Eğer kişiler hitap etmeden bir yerdeki halka hitaben bir uyarı yapılmışsa o yerin envanterine veya ortaklığının dosyasına girer. Bu suretle oluşmuş uyarılar aynı zamanda halkın davranışlarının da istatistiğini verir. Topluluğun nereye gittiğini ve nasıl bir hal aldığını da bilmemize imkan sağlar. Bu kayıtların icmalleri ileride o dönemi tanıtmış olur. Arkasından gelenler de sosyal kanunların ortaya çıkmasını sağlar.

Uyarılan kimse kişi olabilir. Doğrudan kişilere hitap edilmiş olur. Bu da tebliğ mahiyetindedir. Kişinin dosyasına girer. Artık kişi; ben bunu bilmiyordum, unuttum, haberim yoktu, diyemez. Çünkü dosyasına girmiştir. Ne var ki, kişi kendi dosyasını da her zaman alıp bakamaz. Dosyasını takip edip kendisine gelen uyarıların hatırlatılması gerekir. Bunu da uyarı hizmetlileri yaparlar. Kişi kendisine ilçe merkezinde bir uyarı hizmetlisini seçer. Bu uyarı hizmetlisi kendisini uyarı hizmetlisi seçenlerin dosyalarını muntazaman kontrol eder. Daha doğrusu bilgisayara yükler. Günü gelince bilgisayar onu sıralar ve kimlerin ne hususlarda uyarılacaklarını bildirir.

Bugün büyük kişilerin ve firmaların böyle uyarıcıları vardır. Onlar maaşla tuttukları kimselere bu hizmetleri gördürmektedirler. Oysa halk ve küçük müteşebbislerin bunları yaptıracak imkanlara sahip değildirler. Kapitalist ve sosyalistler de zaten bunu istiyorlar. Kendi kendine yaşayamayacak durumda olan insan onlara esir olsun, onlar onu karın tokluğuna çalıştırsınlar. Onlara göre bu kötü bir şey değildir. Evet, karın tokluğuna çalışacaklar, ama karınlarını bol bol doyuracaklar, refah içinde olacaklardır. Çünkü üretilen nereye gitsin? Oysa serbest olanların karnı doymayacak veya karınları birbirine geçecektir. Köle olup refah içinde yaşamak mı? Yoksa hür olup açlık çekmek mi? Hangisi iyi?

İlkokulda bize kurtla köpek hikâyesini anlatmışlardır. Köpeğin refahından ise kurdun hürriyetini seçen yazar bize hürriyeti tavsiye ediyordu. Şimdi Adil Düzen ne diyor? Adil Düzen diyor ki; öyle düzen getirelim ki, orada hem refah olsun hem de hürriyet olsun. Bu mümkün değildir, diyorlar. Bunun mümkün olduğunu insanlık görecektir. Adil Düzeni kabul etmeyen topluluklar yalnız hürriyeti kaybetmekle kalmayacak, aynı zamanda refahı da kaybedeceklerdir. Oysa Adil Düzeni kabul eden topluluklar hürriyetin yanında refahı da sağlayacaklardır. Hatta diğer topluluklarda hürriyetin adı var, refahın da hayali var. Oysa Adil Düzende hem refah hem de hürriyetin gerçeği vardır.

Peki, hem refahı hem de hürriyeti nasıl sağlayacağız? İşte bunu sağlayan genel hizmetlerdir. Genel Hizmet demek, vücudun hizmetini sağlayan organizasyondur demektir. Böylece ortak hizmetler görülünce herkes hür hâle gelir. Hürriyetini kullanma imkanına sahip olur. Anayasamızda hep hak ve hürriyetler, hak ve hürriyetler diye bir arada zikrediliyor. Yani hak ile hürriyet birlikte olmalıdır. Seyahat hürriyeti yetmez, seyahat hakkı da olmalıdır. İşte tüm bu hizmetlerin sağlanması için önce kayıtların gerçekleşmesi gerekmektedir. Kayıtların muhafazası için evrak, zimmet, envanter ve demirbaş kayıtları tutan kayıt hizmetleri vardır. Ancak bu kayıtlara girecek şeyler ise hizmetlilerin hizmetleri olacaktır. Onlar hizmetlerini yaparken kaydedecekler ve kayıtlar da kayıt hizmetlileri tarafından muhafaza edilecektir.

Kişi bir uyarıda bulunuyorsa uyarı hizmetlisine uyarı mektubunu verecek, o da muhatabın uyarıcısına verecek ve bu uyaranın ve uyarılanın dosyasına girecektir. Bu mekanizmanın özelliği, bunların hepsinin resmi belge oluşu başka bir kayda gerek kalmayacaktır. Mesela, bir kimse mahkemeye bu mekanizma ile çağrılacak, günü gelmiş alacak bu mekanizma ile istenecek, evlilik teklifleri resmen bu mekanizmalarla istenecek. Davalar bu mekanizmalarla açılacaktır. İkametgah veya adres yerine uyarıcısına ulaşma yeterli olacaktır. Kişi nerede ise uyarıcısını haberdar etmiş olacaktır. Uyarıcı her zaman kişiye ulaşabilecektir. Bugün gelişmiş olan cep telefonları gelecekte Adil Düzende parasız olacak ve herkesin cebinde veya ceketinin yakasında dikilmiş olacaktır. Cep telefonunun uyarısı her zaman açık olacaktır. Onu kişi kapatamayacaktır. Görülüyor ki, İslâmiyet asıl bundan sonra uygulanabilecek bir müessese olacaktır. Adrese değil uyarıcıya tebliğ.

 

HERKESİ UYARMA

Her dini kuruluşun hayat anlayışı vardır. Bunların bu anlayışlarını halka ulaştırma ve dinlerine çağırma sorumlulukları ve yetkileri bulunmaktadır. Yeni hayatın kaynağı budur. İlerlemenin kaynağı budur. Bu birçok zamanlarda insanlara çok acayip gelebilir. Ancak evrim böyle gerçekleşir. Dün statiktir, değişme olmaz, gelişme olmaz. Onun için dünya işleri ile din işleri birbirinden ayrılmalıdır gibi sözler saçmalıktan ibarettir. Hiçbir yerinde durmaz. Her şey doğar, gelişir, yaşlanır ve ölür. Tüm din ve mezhepler için bu böyledir. Ne var ki, nasıl bir erik ağacı  büyür, yaşlanır ve ölürse; sosyal kuruluşlar da böyledir. Doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Ancak erik ağaçları nasıl köklerinden yeni fideler bitirirse, topluluklar da böyledir. Osmanlı İmparatorluğu dağıldı. Bugün perişan halde küçük büyük devletler oluştu. Ancak bunlardan toparlananlar olabilir. Osmanlı coğrafyasında güçlü millî devletler oluşabilir.

Romanya, Macaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk, Bulgaristan ve Yunanistan, Kafkasya, Arabistan, Mısır, Libya ile Cezayir, Tunus, Fas ayrı ayrı millî devletler olabilir. Türkiye ile birlikte bunlar on devlet olacaktır. Bunların yapısı değişmekle beraber Osmanlı özelliğini taşıyacaktır. Dinler de böyledir. Bu sebepledir ki dinler büyüdükçe bölünür ve mezhepler oluşur. Göçebe döneminin gereği olan kabile dinleri yerlerini tarım döneminin büyük dinlerine terk etmiştir. İmparatorluklar gibi dinler de tüm insanlık içinde yayılmışlardır. Artık sanayi dönemi dinlerine geçilecektir. Sanayi dinleri ister istemez değişeceklerdir. Değişemeyen, çağa ayak uyduramayanlar silinip gideceklerdir. Yeni dinler şu özellikleri taşıyacaklardır.

  1. Dinler başta ilmîleşeceklerdir. İnanışlarını ve ibadetlerini müsbet ilmin ışığı altında değiştireceklerdir veya geliştireceklerdir. Müsbet ilme aykırı inanışları ve davranışları tasfiye etmeyen dinler mü’minlerini kaybedecek, nüfusları azalacak, zamanla hayattan çekileceklerdir. Bugün Müslümanlar müsbet ilmin verilerine uymadıkları için ibadetleri yapan cemaatlerini azaltmışlardır. Bunlar basit gibi görünürlerse de toplulukları geri bırakmışlardır. Bunları şöyle sayabiliriz.
  1. Kadınları cemaatten uzak tutmuşlardır. Bunu daha çok savaş toplumu olan Türkler yapmıştır. Kadınlar mescide gelmeyince çocuklar da gelmedi. Sonra çocuklar büyüdüklerinde onları namaza alıştırmak son derece zor oldu. Böylece cemaatla namaz terk edildi. Daha sonra da ayrı ayrı kılmaktan da vazgeçildi. Kurtuluş, kadınlı ve çocuklu ibadete dönmekle olacaktır.
  2. Sünnetler, zikirler, dualar ilave edildi. Namaz kılmak zorlaştı. Bu sebeple namazlar terk edildi. Böylece İslâmiyet öğrenilemediği için diğer ibadetlerin ve muamelenin de İslâmiyet’ten çıkmasına sebep oldu. Çare, toplu ibadetler kısa olmalı ve yalnız farzlar yerine getirilmelidir.
  3. Ücretli imamlar, vaizler icat edildi. Bunların başka işleri olmadığı için ayinleri çoğalttılar, halktan koptular, halk da dinden koptu. Dinî dayanışma sorumlularının başka sosyal fonksiyonları olmalıdır. İbadetleri uzatmakta vakitleri ve yararları olmamalıdır.
  4. Namazlarda cem olayını kaldırdılar. Namaz vakitleri mesai saatlerini tanzim içindir. Oysa, şimdi namazlar mesai saatleri ile çelişir hal almıştır. Halk namazları bırakmıştır. Zekât kamu gelirleridir. Şimdi ise zekât zenginlerin fakirlere bir lutfu gibi gelmeye başlamıştır. Vergi zekattan sayılmaz olmuştur. Bu da Müslümanların ekonomilerini sarsmıştır.
  5. Çorap üzerine mesh gibi kolaylık varken bu kaldırılmış, yerine beş defa ayakkabı çıkarılıp mesh zorluğu getirilmiştir. Bununla da ibadetlerin terkine sebep olunmuştur.
  6. Duaların ve uyarıların her topluluk için kendi dilleri ile olması gerektiği halde, halk anlamadığı dua ve kıraatleri yapmıştır. Din ilimden uzaklaşmıştır. Duygulara da hitap edemez olmuştur.
  7. Mescitler görüşme ve danışma yerleri iken, artık oraları kutsallaştırılmıştır! İnsanlar oralara sadece giriyor ve çıkıyorlar. Ne için girdiklerini ve ne için çıktıklarını bilmiyorlar. Mescit sohbet yeri olmayınca, kahveler kumar yeri olmuştur. Bunu baskılı saltanat rejimleri buraya götürmüşlerdir.
  8. Avrupa’da papalık, İslâmiyet’te ise şeyhülislâmlık gibi uydurulmuş merkezî teşkilat halk ile din adamlarının arasını açmıştır. Halk din adamlarından nefrete başlamış, dolayısıyla dinden de nefret eder olmuşlardır.
  9. Tarım döneminin zarureti içinde bir toplulukta bir din adamı bulunur ve halk dinini seçtikten sonra din adamını seçemez olmuştur. Böylece tek din adamına bağlılık, üstelik dünya işerine de karışmayan bir din adamına bağlılık insanları dinden uzaklaştırmıştır.
  10. Nihayet yeni ihtiyaçlar yeni çözümler gerektirir. İçtihat ve icma müesseseleri bu yenilikleri yapar. İçtihat kapısı kapatılınca İslâmiyet yeni hayata uyamaz olmuştur. Bu sebeple bugün din son plana çekilmiş bulunmaktadır.

Görülüyor ki, son ve mükemmel din olan İslâmiyet bile tahrif edilmiş ve çığırından çıkmıştır. Diğer dinlerde ise bu olaylar bin yıl önce oluşmuştur. Bugün insanlık fetret devrindedir. Yeni arayış içindedir. Dünyanın her yerinde yeniden yapılaşma feryatları yükseliyor. Ama o yapılacak yenilik nedir? Onu söyleyen yok. İşte gelecekte dinler ilmileşecektir. İslâmiyet de yeniden kendisini toparlayacaktır. İslâmiyet’in diğerlerinden farkı vardır. İslâmiyet için asla dönmek yeterlidir.

  1. Dinler tarihi açısından meseleye bakıldığında, dinler mezhep kavgalarını bırakıp birbirleri ile diyalog içine gireceklerdir. Eski dinlerin devamı ama yeni mezhepler oluşacaktır. Yani Sünnilik, Şiilik, Hanefilik, Şafiilik ortadan kalkacak; Katolik, Protestan, Ortodoks kavgaları bitecektir. Yerine yeniden yine bu adları kullanarak mezhepler oluşacaktır. Bunlar dinî dayanışma ortaklıkları olacaktır. Bunları yaşayan kişiler kuracaktır. Meselâ, Hanefi Gülen mezhebi, Şii Humeyni mezhebi gibi mezhepler oluşacaktır. Bu mezhepler arasında üst seviyede diyalog olacak, cemaatler ise kendi dayanışmaları içinde faaliyet göstereceklerdir.
  1. Dinler devlet yönetiminde etkili olacaklardır. Yani lâiklik, dinde zorlama yoktur, devlet yönetiminde müsbet ilim hâkimdir. Dinler müntesipleri nisbetinde devlet yönetiminde kendi sahalarında etkili olacaklardır. Bir din veya mezhep diğer din ve mezheplere hâkim olmayacaktır. Tüm dinler birleşip de ilme, idareye, ekonomiye hâkim olamayacaklardır. Yani her sahada olduğu gibi dinde de tekel olmayacaktır.
  2. Eskiden her topluluğun kendi dini vardı. Şimdi ise bir topluluk içinde birçok dinler yaşayacak, bir din de değişik topluluklar içinde bulunacaktır.

İşte dinlerde meydana gelecek bu yeniliklerle dinler kendi inanç ve düşüncelerini halka götürmek zorundadırlar. Bu götürme ikili ilişkiler içinde olacaktır. Ziyaretler yapılacak ve halk cemaatlerine çağrılacaktır. Bu şu sonucu doğurmaktadır. Uyarıcılar halkı uyarmalıdırlar. Kendilerinin hizmet vermediği kimseleri uyarmalıdırlar. Onlarla ikili ilişkiler kurmalıdırlar. Bu konuda topluluklar son derece hassastırlar. Bir milletvekili diğer bir milletvekili ile görüşemez. Karşı tarafla ilişki kuramaz. Bir tarikat mensubu başka tarikat mensupları ile ilişki kuramazlar. Çünkü o zaman cemaatlerinden dışlanırlar. Toplulukta bunun için denge kurulmalıdır.

İşte bunun için yeni bir müessese geliştirmek zorundayız. Değişik uyarıcılar kendi cemaati dışında görüşme imkanını bulmalıdırlar. Bunun mekanizması da birlikte uyarma mekanizmasıdır. Değişik uyarılar bir araya gelir ve cemaatlerini de bir araya getirirler. Uyarıcılar konularını tartışırlar. Müntesipleri de seyreder. Bunları dinler, böylece halk değişik mezhepleri de öğrenmiş olur. Uyarıcıların başka bir görevi de reklamcılık olacaktır.

Bunun dışında, kişinin yanlış hareket ettiğini gören bir uyarıcı kim olursa olsun onu uyarır. Kaydeder ve dosyasına girer. Yani uyarıcı oraya girmeyen kişiyi uyarır. Trafik hatasını yapan kişiyi uyarır. Belge tanzim ederek uyarılan kimsenin dosyasına gönderir. Bu kişiye tebliğ edilir. Kişi cevap verir. Bu da dosyada kalır. Bunlara ceza verilmez. Ancak bu uyarılar meslekî dayanışma sorumlusuna da ulaştırılır. Gerekirse meslekî dayanışma güvencesini keser. Karar meslekî dayanışma sorumlusuna ait olacaktır.

Bu uyarılar halktan da gelebilir. Halkta herhangi bir şekilde usulsüzlük ve yanlışlık gören kimse hemen belgeyi doldurur ve kendi uyarıcısına ulaştırılır. Mesela, gemide sigara içtiğini gören kimseyi tanıyorsa içeni uyarmaz, gemi personelini uyarmaz, ama onlar hakkında tanzim ettiği belgeyi kendi uyarıcısına verir. Uyarıcı uygun görürse gemi kaptanını uyarır, sigara içeni uyarır. Bu yolla tüm halk tüm halkın denetleyicisi durumuna girer. Bu uyarıların cezası yoktur. Bu uyarılardan dayanışma sorumluları haberdar olur. Bu uyarılardan ocak ve bucak başkanları haberdar edilir.

Bucak ve ocak başkanlarının yetkileri, hiç sebep de olmazsa sakinlerini ocak ve bucak dışına çıkarma yetkisidir, yani sürme yetkisidir. Ocak ve bucak başkanları kişilere hiçbir zorlama yapamazlar. Ancak kurallara uymayanları bucak veya ocaklarından sürebilirler. İşte bu uyarıcıların uyarıları başkanlara yardımcı olur. Kişi o topluluktan sürülür. Uyarıcı görevlileri ilçelerde otururlar. Semtlerdeki temsilciler aracılığı ile elde ettikleri bilgileri uyarı aracı yaparlar. Kötü davranan kişiyi sürmeyen bucak başkanlarını da uyarırlar.

İl merkez bucağı başkanı, il merkezi ve ilçe merkezi bucaklarından sürme yetkisi vardır. İlçe yöneticileri il başkanlarından yetki alarak sürebilirler. Bunlar ilin diğer bucaklarına gidebilirler, bunlar ilin dışına çıkabilirler. Bunlar bu seyahatlerini transit yapabilirler. Seyahat halinde askeri düzen uygulanır. Geminin içinde de askeri düzen vardır. Ancak seyahat bittikten sonra orada işlenen fiillerden dolayı hukuki sorumluluk vardır. Savaş hâli ile olağanüstü hal arasında bu fark vardır. Savaş hallerinde işlenmiş fiillerden dolayı hukuk düzeni sorgulaması yapılamaz. Galip gelen komutan ne derse hüküm odur. Yanlışlık düzeltilebilir. Ama suçlama yapılamaz. Olağanüstü hallerde ise askerlikte olduğu gibi emirlere aynen uyulur. Ancak olağanüstü haller kalktığında o davranışlar muhakeme edilir ve eğer olağanüstü hallerinde bir yetki aşması olmuşsa cezalandırılabilir. Toplu yönetimlerde başkanların yetkileri olağanüstü hâle benzer. Olağanüstü halde genişletme yapılır. Bir toplantıda başkan bir şey söylediğinde başkan isterse toplantıyı terk etmelidir. Kavga olursa, başkan yaralanırsa veya ölürse, karşı tarafa kısas uygulanır. Başkana ise yalnız diyet ödetilir. Onu da akilesi öder. Başkan cemaatinin uyarıcısıdır.

 

ORTAKLIKTA UYARI

Kur’an’da; “Asra yemin olsun.” deniyor. Bu asır marifedir. Özel bir asır olmalıdır. Tarihte iki defa özel asır yaşanmıştır. Birincisi, Nuh Peygamber zamanının asrıdır. İnsanlar göçebe döneminden yerleşik dönemine geçmişlerdir. İkincisi ise asrımızdır. Asrımızda tarım döneminden sanayi dönemine geçilmiştir. Kur’an bu sûre ile asrımıza bakmaktadır. Bundan sonra belki de böyle birçok zaman gelecektir. İnsanlar denizlerde yaşamaya başlayınca bu sanayi dönemi düzeni de değişecektir. İnsanlar göklere açılınca yine denizler dönemi de oralarda uygulanmayacaktır. Orada güneş enerjisinden dayanışarak yararlanacaklar. Savaş yerine dayanışma olacaktır. Güneş çevresini de terk edip uzaya açılınca hidrojen enerjisinden yararlanarak yaşayacaklar. Oradaki düzeni tasarlayamıyoruz bile. Çünkü nasıl bir üretim çeşidi olacaktır, bilemiyoruz.

Bu sûrenin bize öğrettiği hakkı ve sabrı tavsiye etmektir. Hakkın ve sabrın tavsiyesi birbirinin uyarılmasından ibarettir. Kâinatı yok etmeye götüren sosyal tufandan daha önceleri bahsetmiştik.

Tekrar edelim:

  1. Hava, su, toprak ve hayat kirlenmesini doğurmaktadır.
  2. Doğum kontrolü, serbest cinsi ilişki, sosyal güvenlik ve tedavi tababeti ile kitle imha savaşları nesli dejenere etmektedir
  3. Kimyasal, biyolojik, atom şua ve tahrip edici silahlar yeryüzünü uçuruma götürmektedir.
  4. Rüşvet, iş, bürokrasi ve silah mafyaları insanlığı anarşiye götürmektedir.

Faiz enflasyonu, enflasyon işsizliği, işsizlik açılığı, açlık borcu, borç yolsuzluğu, yolsuzluk rüşveti, rüşvet baskıyı, baskı isyanı çağırır ve dünya kan gölüne doğru yol alıyor.

İşte Kur’an; İnsanlık sanayi dönemine geçiş zamanında hüsran içindedir, diye yemin ediyor. Yemin ne kadar doğru. Bundan kurtuluş için dört ilaç getiriyor. İman etmek, amel-i sâlih işlemek, hakkı tavsiye etmek ve sabrı tavsiye etmek. İşte uyarı hizmetleri bu sabrı tavsiye etmek ve hakkı tavsiye etmektir. Şimdi Kur’an’ın bu haberlerini değerlendirelim:

  1. Biz Akevler Kooperatiflerini kurmakla îman ettik. Çünkü dayanışma içine girdik. Birbirimize dayanmaya söz verdik.
  2. Biz haftalık toplantılara katılıyor, bütçemizin elverdiği nisbette maddî katkıda bulunuyor ve ahşap evler yapılmasında faaliyete devam ediyoruz. Market çalışmalarımız vardır.
  3. Şimdi ise sıra hakkı tavsiyeleşmeye gelmiş bulunmaktadır. Birbirimize hakkı tavsiye edeceğiz. Bir uyarı teşkilatını kuracağız.
  4. Sabrı tavsiyeye daha sıra gelmedi. Sabrı tavsiye edeceğimiz arkadaşlarımız var. Bunlar kimlerdir? Bize katıldıkları halde, mâlen ve bedenen katkıda bulundukları halde, bizim başarımızdan ümitlerini keserek ayrılan arkadaşlarımız vardır. Toplantılara katılmıyorlar ya da maddî destekte bulunmuyorlar veya hiçbirisini yapmıyorlar. Bunlara gidip “sabırlı olun” diyebilmemiz için bizim sabırlı olmamız gerekmektedir. Biz sabretmeliyiz. Bir işi başa çıkarmalıyız. Ondan sonra; “Bakınız, biz sabrettik, başardık. Siz de sabredin, birlikte daha büyük başarılara ulaşırız.” diyeceğiz. İşte o arkadaşlarımız, şimdi bizden uzak duran arkadaşlarımız yarın bize tamamen katılacaklar, katkılarını yenileyecekler veya buradaki hesaplarını kesmek isteyeceklerdir. Hazırlıklı olmalıyız. Onların haklarını vermeliyiz.

Ben şahsen bu kardeşlerimizin haklarını âhirete götürmemek için son derece titiz davranıyorum. Taksiye binmiyorum, lokantada yemek yemiyorum, otelde yatmıyorum. Asgari imkanlarla geçiniyorum. Mescitteki saillere hiç tasaddukta bulunmuyorum. Sizlere bazı tavsiyelerim olacaktır. İçinizde en çok sıkıntı çekecek ben olmalıyım. Ama ondan sonra da bu yolda kim daha yakınsa onlar da sıkıntıları göze almalıdır. Yarın benim terimi alacak kimse de benim gibi sıkıntı içinde olmalıdır. Ama arkadaşlarımız da başkanlarını yalnız bırakmamalıdırlar.

Buraya devamlı gelemeyen, ortaklık katkısını sürdüremeyen ama bizim başarılarımız için destekte bulunan kardeşlerimiz vardır. Bunların desteğiyle biz başarılı olacağız. Bunların desteğinin devamı için biz fedakârlıklarda bulunma durumunda olmalıyız. Bizim bu işe inandığımızı, gerekirse canımızı bile bu uğurda vereceğimizi görmeleri gerekir. Bu uğurda gemileri yakanlar olmadıkça başarı sözkonusu değildir. Yaşım gereği benim gemileri yakmamı yeterli görmüyorum. Her biriniz hazırlıklar içine girmeye çalışınız. Sonra da artık bu yolda kendinizi veriniz. Biz büyük bir yolculuğa çıktık. Karınca misali yaya gidiyoruz. Kabe’ye nasıl varacağız? Unutmayın ki, karıncalar da kanatlanır ve uçarlar. Belki bu bizim hayatımızda olmayacaktır. Ama biz başlatacağız, başkaları tamamlayacak. İnsanlar para ve mal için çalışıyorlar, iktidar ve şöhret için çalışıyorlar da; biz neden cennet için, âhiret için, bizi yaratan Rabb’imizin rızası için çalışmayalım. Onlar bu dünyanın çilesini aldatıcı bu dünya için çekiyorlar da, biz neden âhiretin çilesini bu dünyada çekmekten kaçınalım? Uyarı teşkilâtımızı kurmalıyız.

Biz kooperatifin üyeleri olarak birbirine hakkı tavsiye eden kimseler olmalıyız. Bunun için ne yapmalıyız? İşte arkadaşların bu hususta kendilerini hazırlamaları gerekir. İnsan her şeyden önce kendisini denetim altına almalı ve hakkı tavsiye etmelidir. Ondan sonra da arkadaşlarına hakkı tavsiye etmelidir. Bunun için geliştireceğimiz metotlar vardır:

  1. İnsan önce bir şey araştırmalı ve onun ilmini yapmalı. İçtihat yapmalı. Sonra onu kendisi uygulamalıdır. Sonra da arkadaşlarını yaptığı şeyin doğru olduğuna inandırmalıdır. Ondan sonra hakkı tavsiyeye sıra gelir. İnsan bilmediğini yapmamalı, yapmadığını söylememeli, ikna edemediği kimseyi dâvet etmemelidir.
  2. Bu uyarılar toplantılarda yapılmalıdır. Çünkü Kur’an’da; “Tavsiyeleşirler.” diyor. Bunun için ilerleme olmuyorsa, sebeplerini araştırmalılar, düşünmeliler, kendilerine göre tahliller ve çözümler getirmelidirler. Herkes hafta sonunda birer sahifelik notla gelmelidir. On kişi isek, on sahifelik bir uyarı dergisi oluşacak demektir. Biliyorum, işiniz çok, meşguliyetiniz çok. Ama bir deneyin, göreceksiniz ki, siz bu yola giderseniz işleriniz kolaylaşacaktır. Allah size yardım edecektir. İşleriniz bozulmayacak, düzelecektir. Bu ayırdığınız vakit Allah için ayırdığınız vakittir. Kimse namaz kıldığı için fakir olmamıştır. Tam tersine, namaz kılanlar zenginleşmişlerdir. Buraya gelip o kâğıdı ister okursunuz, ister anlatırsınız. Ama burada konuşacaklarınızı yazılı hâle getiriniz. Bir sahifelik metin olsun. Ben on sahife yazmalıyım, sizler birer sahife yamalısınız. Her türlü özel veya genel uyarılar buralarda yer almalıdır.
  3. Her birinizin mutlaka bilgisayarı ve disketleri olmalıdır. Biz bu sahifeleri birleştirip birbirimize vermeliyiz. Burada söylenmeyenleri orada okuyabilmeliyiz. Bize karşı tevcih edilen tavsiyelere reflekslerle cevap vermemeliyiz, bir hafta düşünüp ertesi haftada yer vermeliyiz. İşte böylece birbirimizi uyarmış oluruz.
  4. Genel görüş ve düşüncelerin dışında biz birbirimizi şahsen de uyarmalıyız. Mesela, ben bir şeyi yanlış yapıyorsam uyarmalısınız. Böylece olaylar yazılı hâle gelir. Ben de kendi görüşümü yazarım. Bunlar dosyada kalır. Gelecek günlerde bunları okur, yararlanırız. Bunun için sanıldığı gibi böyle uzun masraflara gerek yoktur. Yazılı hâle getireceksiniz. Disketlere geçirerek birbirimizin disketine aktarmalıyız.

Çağ gelişiyor, yeni ihtiyaçlar zaruret hâlini alıyor. Eskiden evlerin içinde tuvalet zorunluğu yoktu. Kırlara açılıp tuvalet yapılırdı. Yahut bahçede tuvalet olurdu. Bugün ise buna imkan yoktur. Her evde tuvalet olmalıdır. Su olmalı, elektrik olmalı. Bunlar olmazsa hayat olmaz. Buzdolabı ve televizyon artık evlerin zaruri ihtiyaçları hâline gelmiştir. Bilgisayar da böyledir. Yüz veya iki yüz dolarlık bilgisayarı mutlaka edinmeniz gerekir. En iptidai bilgisayar bizim işimizi görür. Gelecekte böyle olacaktır. Bugün olduğu gibi komple bilgisayarlar yerine sadece kayıt edici ve okuyucu, yazıcı bilgisayarımız olacaktır. İşlemci bilgisayarlar ise merkezlerde olacaktır.

Bu araya gelmeye devam eden arkadaşların evlerinde mutlaka bilgisayarları olmalıdır. Kullanmayı bilmeyenlere Koba’ya geldiklerinde kendilerine Cumartesi günleri öğleden sonra gösterilebilir. Bilgisayara girme, yazma ve çıkma basittir. Kalanlar zamanla öğrenilir. Herkes kendisini haftada bir sahife yazı yazmaya alıştırsın. Her gün üç-dört satır da yazılabilir. Aklınıza gelenleri sıralayın. Sonra herkes on sahifeyi okumaya kendisini alıştırsın. Bu yazılarım okunuyor mu, okunmuyor mu? Bilemiyorum. Gelmeyen arkadaşlar mutlaka okusun, diyoruz. Okuyan var mı, yok mu? Bilemiyorum. Okunmalıdır.

Daha önce haberleşme hizmetinde izah ettiğimiz gibi; uyarı hizmetinde de bilgisayara ve diskete ihtiyacımız vardır. Artık bugün olduğu gibi uzun uzun gazeteler basılmayacaktır. İsteyen istediği gazeteyi alacak ve disketine çekecek. Sonra onu okuyacaktır. Hatlar da uzun uzun meşgul edilmeyecektir. Şifreli girmelerin yerini şifresiz girmeler alacaktır. Ancak onun tehlikeli olduğunu sizlere daha önce belirtmiştim. Uyarı teşkilatımız bu -hususta da yardımcı olacaktır.

Uyarıların bir kısmı gizli olabilir. Yani yalnız ilgili arkadaşın disketine aktarılır. Bunun için yeni teknik geliştirilebilir. Kişinin adını yazarsın. Onun gizli dosyasına aktarırsın. Gizli dosyayı artık o açabilir. Onu artık sen de açamazsın. Bu işlem diskette de yapılabilir. Bu sayede özel uyarılar gelir, ben onu okurum. Bu hakkı tavsiye işi daha da kapsamlı hâle gelir. Bana gelen gizli dosyayı açabilirim. Ben açabilirim. Yahut benim şifre verdiğim kimse açabilir. Şifre her zaman değiştirilebilir. Tekrar gizlenebilir.

Birbirimizi uyarmanın şart olduğu Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Bunların yazılı hâle getirilmesi uyarının sürekliliğini ifade edecektir. Karşılıklı uyarılar vardır. Ben seni, sen beni uyarırsın. Zaman kimin haklı olduğunu ortaya çıkarır. Böylece haklı olanın dediğine gelinir. Sistem böyle düzelir. İçimizde bir uyarı sorumlusu olacaktır. O da kooperatifin işlerini takip edecek, yapılmayanlar hususunda uyarılarda bulunacaktır. Bunun için bir uyarı defteri tutulacaktır. Bunlar sıkıntılı işlerdir, ama bizi bin yıllık medeniyete bu sıkıntılar, bu çileler, bu çalışmalar hazırlayacaktır. Kooperatifin işleri eksik kalmamalıdır. Uyarı gerekmektedir.

 

KOOPERATİFTE UYARI GÖREVLİSİ

Diğer 24 hizmette olduğu gibi kooperatifin uyarı hizmetini yüklenen bir kurucumuz olacaktır. Bu kurucumuz on kadar uyarı hizmeti yapan ortak bulacaktır. Haftada bir gün kendi aralarında toplanıp uyarı hizmetleri üzerinde çalışacaklardır. Hizmet sorumlusu ise bir gün onların toplantısında başkanlık yapacak, bir gün de buraya gelip bu toplantılara katılacaktır. Böylece kooperatifimizin merkezi bunlar kurulduğunda kuruluşunu tamamlamış olacaktır. Şimdi haftada bir gün bir genel hizmeti anlatıyorum. Bu bittikten sonra ise haftada bir gün bir genel hizmeti kurmuş olacağız. Bunun için bir işe başlamalıyız. Bir market açmalıyız. Marketimizde gençleri çalıştırmaya başlamalıyız. Marketlerden gelen genel hizmet gelirleri ile imtihan edip öğrencileri almalıyız. Yani onlar bir taraftan okuyacak, diğer taraftan markette çalışacaktır. Yani genel hizmeti yapacaktır. O halde 250 öğrenciye burs bulduğumuz taktirde bu işi tamamlamış oluruz. Peki, bursu nasıl bulacağız? Mesela, uyarı hizmetini alan kurucumuz İstanbul’u dolaşacak, bir öğrenciye yıl boyu burs vermeyi kabul edecektir. Mesela, biz bu yazın bu yönde bir faaliyet gösterebiliriz. Böylece temin ettiğimiz 250 burs için bir yurt temin edebiliriz. Birçok boş binalar vardır. Onlardan ucuz bir şekilde kiralarız.

İşte bu yolla 25 hizmetin eğitimine başlarız. 250 elemanımızın hizmetine geçebiliriz. Bunu yapabilmemiz için etkili kimseleri ziyaret etmemiz ve onları ikna etmemiz gerekir. Önce burada bunlara inanmış 25 kişi olacaktır. Sonra o 25 kişi yola çıkıp İstanbul’da onar kişiye burs veren zenginleri ayarlayacaktır. Biz imtihan açacağız. İmtihanı kazanan öğrencilerden biri bunlardan birini seçecektir. Bursu karz-ı hasen olarak altın değeri üzerinden verecektir. Bursiyer kazanırsa ona ödeyecektir. Yani burslu okuyan bir kişiyi burslu okutmuş olacaktır. Biz marketimizi kurar, markette bunlara genel hizmet verirsek ve bu genel hizmet yeteri kadar gelir getirirse, bu burs başka öğrenciye intikal ettirilir. Böylece okuma sorununu da çözmüş oluruz.

Uyarı hizmetlileri ne yapacaklardır?

Önce bu hizmetlerini bedava yapmaya başlayacaklardır. Bugün kişiler özel kalem veya sekreter bulunduruyorlar. Onlar günlük işleri takip ediyor. Randevuları o veriyor. İşleri o ayarlıyor. Sonunda özel kalemler orayı yönetmiş oluyor. Oysa küçük müteşebbislerin veya halkın böyle takipçileri yoktur. Onun için hiçbiri iş yapamıyor, korku içinde sinmiş bulunuyorlar. Oysa, bir mahalleye gidip; sizin takip etmek istediğiniz işleri biz takip edelim, diyeceğiz. Bazı kanuni takip işleri vardır. Önce elektrik, su, gaz, telefon ve benzeri ödentiler vardır. Bize vekâlet verin, bunları biz öğrenelim ve biz takip edelim, diyelim. Banka ile bir ilişkiniz varsa bunları biz takip edelim. Ödemeler kayıtlara geçsin. İleride gerektiğinde biz tanıklık yapalım. Ayrıca davetiyeleri biz kaydedelim. Hâsılı, sizin işlerinizle ilgilenelim. Siz kaydettirin, biz takip edelim, diyelim.

Böylece müessesemiz karşılıksız olarak bu hizmetleri vermeye başlar, halk yavaş yavaş bu hizmetlere alışır, biz de bu hizmetleri öğreniriz. Halkımıza bunları bedava yaparız. Şimdilik burslu öğrencilere bunları yaptırırız. Hizmet verdiklerimizden bir şey istemeyiz. Bakınız, kooperatifimizin kongresi yapılacak, yapan yok, yapmalıyız. Ben takip etmemeliyim. Ben yapmamalıyım. Siz beni haberdar etmeden yapmalısınız. Sonra bu hizmetleri işletmelere götürmeliyiz. İşte o hizmetlerden kişi yararlanıyorsa belli zaman sonra kendilerinden cirodan bir yüzde isteriz. Normal olarak Genel Hizmet cironun % 2.5 yani zekât kadar kabul etsek, her hizmete binde bir düşecektir. Cironun binde biriyle bu hizmetleri vermiş olabiliriz. Bu onun birçok masraflarının tasarrufuna sebep olur.

Genel Hizmeti veren ortaklarımız hizmetlerini yazarlar. Eskilerle yeniler arasında fark oluşsun amacı ile bu hizmetler ayda yüzde yarım artırılır. Yanı eski hizmet verenler geç almakla daha fazla almış olurlar. Bu bir faiz değildir. Çünkü burada artan para değil, hizmetin değeridir. Yani eski hizmetliler yeni hizmetlilere bu değeri ile satıyorlar. Mallarda böyle artırma faizdir. Ama yapılarda yıpranma sözkonusu olduğu için kira meşrudur. Eski çalışanlar karşılığını şimdi almayarak gideceklere katkıda bulunmaktadırlar. Bunun dengelenmesi için de bu eskilerin artan payları katkılarının iki mislinden fazla olmamalıdır. Yani eski emeklerin daha çok sayılması %100’ünü geçmemelidir. Bunun hesabı da aylık artış payının düşürülmesi ile sağlanır. Yani eğer o gün çalışanların payları ile artan paylar eşit hâle gelmişse artık eski çalışanlara bir üstünlük tanınmaz. Yani bekletmeye gerek görülmez. Başka bir ifade ile eskilerin çalışması verimsiz geçmiş demektir. Daha fazla değerlendirmeye gerek yoktur. Eski hesap dondurulur. Bundan sonra katkıda bulunanlar değerlenmeye alınırlar. Eskiler ayrılmaya teşvik olunur.

Biz bir kooperatif kurduk, 25 hizmeti de aynı kooperatif içinde düşünüyoruz. Ama bu hizmetlerden her biri için ayrı kooperatif kurulabilir. Kooperatifimiz bu kooperatiflerin kooperatifi olabilir. Sabırla çalışmaya devam ettiğiniz takdirde mutlaka başarıya ulaşılacaktır. Hedefimiz büyüktür. Ama biz küçük olarak uygulamaya koyulduk. Bizdeki hulus, bizdeki samimiyet sonunda bizi başarıya götürecektir. Bizim nesil inanarak işe koyuldu. Bugün başarıları gören nesildir. Dinde, siyasette, ilimde ve işte bizim neslin inananları hep başarıya ulaşmış, tepede olmuşlardır.

 

ÖĞRENCİ BAŞINA YURT ÜCRETİ

İstanbul on milyon insanın yaşadığı bir yerdir. İstanbul’da her türlü imkanlar vardır. Dolaşıp uygun yerler aranabilir. Boş olan yerlerden bize Adil Düzene göre kiraya verenler olabilir. Biz bu ortaklığa dâvet ederken insanlara Adil Düzeni de anlatmış, uyarı hizmetimizi de yapmış oluruz. Allah’ın bize emrettiği uyarı hizmetimizi de yerine getirmiş oluruz. Biz ne kadar çok menfi cevap alırsak o kadar çok uyarı hizmetinde bulunmuş ve tebliğimizi yapmış oluruz. O halde menfi cevaplar bizi sıkmamalıdır. Tam tersine, sabrımızın ölçüsünü gösterdiğimiz için sevinmeliyiz.

Uyarı görevimiz başlamıştır. Kur’an’ın yorumunda bunları açıkça ifade etmiş bulunuyoruz. Mülk sahipleri mülklerini sabit kira ile vermemelidirler. Bu faizdir. Faiz demek, birinin zarar etmesi ihtimali varken, diğerinin mutlaka kâr etmesidir. Bir işyeri kiralanamaz, çünkü zarar etme ihtimali vardır. Bir üretici işçi çalıştırılamaz, çünkü orada zarar vardır. Ama bir oturma evi kiralanabilir. Çünkü orada zarar sözkonusu değildir. Bir berber icarlanabilir, çünkü orada zarar sözkonusu değildir. Bunu iyice öğrenmeniz gerekir. Ondan sonra da kendinize bir iş edinip devamlı olarak dolaşıp o işe ortak aramalısınız. Ortak bulamadık diye üzülmemelisiniz. Biz hizmetimizi ifa ediyoruz diye yolumuza devam etmeliyiz.

Bu bir uyarı hizmetidir. Bu arada insanlar düşünürler, birbirleriyle görüşürler, konuşurlar, tartışırlar ve zamanla başlarına musibetler gelince o söylediklerinizi hatırlarlar. Bu sözler sizi onlardan soğutabilir, bir daha sizinle görüşmek istemeyebilirler. Bugün bizim için durum budur. İnsanlar görüşmekten hoşlanmıyor. Çünkü suçlu olduklarını biliyorlar. Doktoru dinlemekle iyileşeceklerini sanıyorlar  Oysa doktor hasta etmiyor, doktor hastalığı haber veriyor. Reçete yazıyor. Onlar dilsiz, sağır ve kördürler, diyor. Parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar, diyor. Oysa, yine işitiyorlar.

Nasıl namaz kılmak farzsa, zekât vermek farzsa, oruç tutmak farzsa, hacca gitmek farzsa; cihat da farzdır. İslâm’ın şartı beş değil mi? Bu bir cihattır. Cihadın ilk adımı şehadet kelimesidir. Bilirim, bildiririm demektir. Ondan sonra İslâmiyet’i anlatmaktır. Siz İslâmiyet’i nasıl anlatacaksınız? Ancak bir iş kurarsınız, o işte sorunlar çıkar, o sorunlar vesilesiyle görüşmeler yaparsınız. İslâmiyet böyle öğrenilir. Biz İzmir’de Akevler’i kurmasaydık Adil Düzen ortaya çıkar mıydı? Biz İstanbul’da bir işyeri kurmasaydık, her hafta buraya gelip gider miydim? Sizler her hafta buraya toplanır mıydınız? Sonra İstanbul’u dolaşır, bunları anlatabilir miydik?

Evet, biz Ahşap Ev Ortaklığı’nı kurmalıydık, kurduk. Başarısı için sonuna kadar çalışmalıyız. En küçük ihmal göstermemeliyiz. Market için son gayretimizi sarf etmeliyiz. Ama unutmayalım ki sonuç bizim elimizde değildir. Günü gelmemişse başarıya ulaşamayız. Hatalarımızı düzeltemezsek başarıya ulaşamayız. Ama başarıya ulaşmasak bile biz yine sevabımızı alırız, ücretimizi alırız. Görüşmeler yapıyoruz. Sonuç yok. Bunlar bizi usandırmaktadır. Usandırmamalıdır. Bize karşı alınmış cephe vardır. Her görüşme dalga dalga birbirine ulaşıyor. Bunların hesabını onlar vereceklerdir.

Demek ki, uyarının yolu iş yapmaktır. İş yaparken sorunlarla karşılaşırsınız. Tebliğ imkanı size doğar. Biz İzmir’de bir kredi ve yardımlaşma kooperatifini kurduk. Ortaklarımızdan ortağı bulundukları bir şirketi bugünkü deyimle hortumlayanlar bizi de çarpmak istediler. Biz bunlarla hukuk savaşına giriştik. Onlar her yolu denediler. Bizi Devlet Güvenlik Mahkemesine bile şikayet ettiler. Biz şeriata göre kooperatifi idare ediyoruz diye şikâyet ettiler! İlk soruşturma yapan savcı takipsizlik kararını verdi. Akşamleyin baskı yaptılar. Ertesi gün beni aradı ve yeniden İslâmiyet ve Günümüzün Meseleleri kitabından dolayı soruşturma yaptı. Sonunda tutuklamak üzere mahkemeye sevk etti. Bir hakim albay sorgulama yaptı. Ben dışarıdan duyulacak şekilde mahkemeye saldırdım. Siz eşkıyalarla bir olmuş bizimle uğraşıyorsunuz, dedim. Hakim beni serbest bıraktı. Dışarıya çıktığımda arkadaşlarım, o kadar ne bağırıyordun, dediler. Kitap yargılandı. Ama o da 163’üncü maddenin kalkması ile serbest bırakıldı. Askeri yargıç serbest bıraktı. Sivil yargıçlar mahkum ettiler. Allah ise kitabı da beraat ettirdi.

İslâmiyet ve Günümüzün Meseleleri adlı kitabımı okuyunuz, ne utanç verici karar verilmek istendiğini görünüz. Gelecek dünyada Allah’a inanmayanlarda adalet olamayacağını bu belgelerle tarih yazacaktır. Ateizm insanlığa zulüm getirmiştir. İnsanlar Allah yerine yöneticilerden korkmaya başlamışlardır. Hiçbir güç ve dayanakları kalmamıştır. Oysa Allah’a inanan kimse Allah’a hesap vereceğini bilir. Onun için adil karar verir. Çünkü öldüğünde şehit olur. Savaş şehidinden çok üstün durumdadır. Çünkü savaş şehidi, ya ölmek ya öldürmek zorundadır. Oysa yargı şehidi güce itaat edip uysa saadetler içinde yaşar. Ama adil karar verirse ölebilir. Bunu kim niçin yapacaktır? Ancak Allah’a inanan yapar. Başkaları da yapar mı, diyorlar. Yapsınlar da görelim. Hiç ben yapıyorum diyen var mı?

 

ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER

XIX

ARAŞTIRMA HİZMETİ

 

İnsanlar ilk yaratıldıklarında sorunları, çoğalıp meyve yetiştiren yerleri insanlarla meskun etme olmuştur. Daha sonraki sorun ise tüm karaları, adalar dahil meskun hâle getirmek olmuştur. Bunu avcılık döneminde başardılar. Çobanlık döneminde tüm bitkilerin yapraklarından yararlanma yollarını buldular. Hayvanları aracı olarak kullandılar. Tarım döneminde yeryüzünün bitki örtüsünü kendi isteklerine göre değiştirdiler. Sonra pazar döneminde insanlar işbölümü yaparak üretimi artırdılar. Tüccar mübadelesi döneminde ise tüm dünya tek pazar hâline geldi. Sanayi döneminde insan emeğinin yerini makinelerin kullandığı tabii enerjiler yer aldı. İnsanlık bir yere doğru gidiyor. Daha çok insanı daha müreffeh bir şekilde yaşatma istikametinde ilerlemektedir. Bu evrimi insanlar hep bilgi ile gerçekleştirdiler. Meyvelikler yetmez olunca, bir de soğuklar gelip mevcut meyvelerini kurutunca, insanlar doğum kontrolü ile meşgul olmadılar, yeni geçim imkanları aradılar ve buldular, çobanlık dönemine geçtiler. Bir gün geldi ki avlanacak av kalmadı. Yine doğum kontrolü yapıp nesillerini kısırlaştırmadılar. Bu sefer çobanlık dönemine geçtiler. Meralar bitince tarım dönemine geçtiler. Nüfus artıp yetmeyince, pazar mübadelesi, tüccar mübadelesi ve işçilik dönemlerine girdiler. Bu buluşlar neyi sağladı? Bu buluşlar nüfusun en az on misli artmasına imkan verdi. Sanayi dönemine geçmeden önce nüfus 500 bin iken, bugün 6 milyardır.  

İşte insanlardaki bu evrim bitecek mi? Hayır. Daha da gelişecektir. Gelecek bin yıl içinde insanlık Adil Düzene geçecektir. “Herkese Aş ve Herkese İş” imkânı sağlanacaktır. Böylece çok daha fazla insanın yaşamasına imkan doğacaktır. Ondan sonra denizlerde kentler kurulacak, bambaşka bir yaşam tarzı doğacaktır. Balinalar gibi denizlerdeki mikro organizmaları yiyerek yaşayacağız. Yine ilerleme bitecek mi? Hayır. Göklere açılacak, doğrudan güneş enerjisinden üretim yaparak geçineceğiz. Dünya bizim sayfiyemiz olacaktır. Daha sonra ne olacak? Uzaya açılacak ve hidrojen enerjisinden yararlanarak yaşayacağız.

Bu sebepledir ki insanlık araştırma merkezlerini oluşturmak durumundadır. Araştırmalar yapmak zorundadır. Bu araştırma sadece bir devletin, bir ulusun yapacağı iş değildir. Bunun için tüm insanlığın katkıda bulunması gerekmektedir. Eskiden merkezi yönetimler oluşur, bunlar taşradan vergi alırlar, bu vergiyi araştırmak için kullanırlar. Hedefleri de savaşlarda düşmanları yenmek olmuştur. Bütün buluşlar hep savaş hazırlıkları içinde olmuştur. Bu bakımdan savaş insanlık için en büyük nimet olmuştur. Eğer ilk insanlar doğum kontrolü haplarını bulsaydı, şimdi birkaç yüz bin kişi olarak Nil veya Fırat kenarlarında meyve toplayan zavallı bir canlı türü olurduk.

Bununla beraber savaşlar araştırmak için yeterli olmamaktadır. Nüfusumuz arttı. Tabii imkanlar yetmedi. Birbirimizi boğazlayacağımıza, bu savaş imkanlarını araştırmalara yöneltmemiz gerekmektedir. Böylece savaşlar disipline edilebilir. Birleşmiş Milletler silahlı güce sahip olmalıdırlar. Kendileri dünyayı bir kolluk kuvvetinin baskısı içine almalıdır. Savaş kendi kuralları içinde devam etsin. İsteyenler savaşsın, isteyenler korunsun. Ama Birleşmiş Milletler cehaletle savaşmalıdır. Yani araştırmalar yapmalıdır. Bugün daha çok geri bir durumdayız. Sanayi inkılâbı çevremizi kirletiyor. Daha önce anlattığımız çevre kirliliği, insan neslinin dejenerasyonu, tahrip edici silahlar ve anarşi çevremizde kol geziyor, bunlara çare bulsunlar. Savaş ise bunların olmaması için bir sigortadır. Savaş olmayan ülkelerde anarşi hortlar.

Bu araştırma sadece merkezde belli kimselere inhisar etmemelidir. Her insan kendisine bir araştırmayı hobi yapmalıdır. Ömrü boyunca onunla uğraşmalı ve kendisini orada yetiştirmelidir. Onları yazılı hâle getirip insanlığın yararına sunmalıdır. Tüm insanlık onun araştırmalarını değerlendirebilmelidir. Kendisi diğer araştırma sonuçlarından yararlanma imkanını sağlamalıyız. Burada Adil Düzenin açık ifadesi şudur. Üretim yapma, eşya üretme için en çok zaman ayırmalıyız. Gelişme böyle olabilir. Türkiye gibi 12 milyon insanı işsiz bırakırsan o ülke ancak çökebilir.

Üretim dışında kalan zamanları spor gibi verimsiz ve gereksiz işlerde harcama yerine, araştırmaya ayırmak gerekir. İlme ve eğitime ayırmak gerekir. Ne var ki, bu araştırma ve ilmin oluşabilmesi ancak Adil Düzenin önerdiği Genel Hizmetler içinde olabilir. 25 Genel Hizmetten biri de araştırmadır. Araştırmaya insanlar kendi çalıştıklarını satarak yararlanırlar. Diğer taraftan da kendisine gerekli olan bilgileri de alırlar. Araştırma sonuçları tüm insanlığa sunulur. Buluşlar belli firmaların inhisarında olmaz. İnsanlık bütün olarak araştırmalardan yararlanmalıdır. Genel Hizmet gelirlerinin yirmibeşte biri araştırmalara ayrılır. Kamu bunları satın alır. Halkın hizmetine sunar. Karşılıksız sunar.

 

ARAŞTIRMA KONULARI

Araştırmaların sistemli bir şekilde yapılması gerekir. Kişiler araştırma konularını kendileri seçeceklerdir. Ancak, konuları ortaya ilmen koymak gerekmektedir. Böylece bir tarla kazır gibi cehaleti birden tedavi imkanını bulabiliriz. Kendimize bir araştırma konusunu seçmeliyiz. Artık konu üzerinde hayatımızı tamamlamalıyız. Bunları şu şekilde tasnif edebiliriz.

Astronomik Araştırma: Gökyüzü yeryüzü gibi koordinatlarla ayrılmış bulunmaktadır. Kendimiz bir bölgeyi seçeriz. Orasını devamlı olarak gözetim altına alırız. Önce sıradaki yıldızları tesbit ederiz. Onları yakından tanırız. Onların parlak ışıkları ve renkleri üzerinde dururuz. Bunları tesbit ederiz. Bunlarda değişmeler olup olmadığını araştırırız. Zaman ilerledikçe daha hassas ölçü aletleri bulunur. Biz onlarla ölçülerimizi yenileriz. Yıldızların parlaklık ve ışık rengi dışında bir de uzaklıkları ile ilgili mesafeleri bulmaya çalışırız. Demek ki bizim bölgemizde mevcut yıldızların parlaklık, renk, uzaklık ve değişmeler incelenir. Bu bölgeden geçen diğer uzay cisimleri gözlenir. Bunun dışında güneş, ay, gezegenler, suni uydular, yıldız kaymaları, kuyruklu yıldızlar gibi cisimlerde astronomik incelemelerin kaynağı olur. İnsanlık ilk ilmi araştırmalara gökten başlamıştır.

Atmosferik incelemeler de önemli inceleme konusudur. Yine belli bir yer seçilir ve oradaki hava şartları üzerinde araştırmalar yapılır. Başta sıcaklık ölçülür. Günün saatlerine göre, yılın günlerine göre sıcaklıklar ölçülür, kaydedilir. Bu husustaki bilgiler onları değerlendirecek ilim adamlarının emrine verilmiş olur. Sonra yağan yağmur miktarı ve şekli belirlenir. Yine gün ve saatlere göre alınan yağmur miktarı kaydedilir. Kişi bir yer seçer, orada devamlı yağmur ölçer, ölçme yaparak kaydeder. Rüzgarın esiş istikameti, şiddeti ve yönü belirlenmelidir. Bunlar kayda geçmelidir. Bunun dışında, eğer dere kenarında bulunuyorsa suyun akış debisi de tesbit edilebilir. Böylece parça parça yapılan değerlendirmeler coğrafyayı oluşturur.

Yine bir bölge seçilerek orada bulunan maddelerin yüzdeleri derinliklerine göre tesbit edilir. Oralarda bulunan bitkilerin ve hayvanların adları ve miktarları, azalmaları ve çoğalmaları kayda alınmış olur. Orada yaşayan insan ırkları hakkında da bilgi edinilir. Bu tür istatistiklerle çevre tanınır. Oraya gidecek insan onlar hakkında bilgiler alır. Petrol araştırmaları bugün olduğu gibi tekel firmaların sömürmesi için kullanılmayacaktır. O yerin özelliğini tesbit edinmeyi hobi edinen kimselerin sondajları ile bulunacaktır. Gerek tabii gerek zirai canlıların istatistiği böylece gerçekten yapılmış olacaktır.

Bir canlı alınır, mesela bitkilerden bir şey alınır , yahut hayvanlardan bir şey alınır, yahut insanların icat edip kullandıkları makinalardan bir şey alınır, yahut üretilen kimyasal maddelerden bir şey alınır. Bunlar hakkında hayat boyunca bilgi toplanır, onlar kayda geçer, böylece o canlı hakkında ihtisas kesp edilir. İnsanlığın yararına sunulur. Bunlar hakkında bir bilgi edinmek istiyorsak, bunlara başvururuz.

Yaşayan veya tarih boyunca yaşamış insanlar konu olarak seçilir. Onun hayatı, düşünceleri, eserleri, yaptıkları kaydedilir. Böylece bu neslin bir insanını gelecek nesle tanıtmış oluruz. Bunun dışında bir başka kavmin bir ferdini tanıtmakla o topluluğu tanıtmış olur. İnsan kendisini de seçip bu anlatmayı yapar. Bunun için günlük hatıra defteri tutulmalıdır. Yahut bu evrak hizmetinden temin edilmelidir. Tarih ancak bu tür kayıtların oluşması ile tutulmuş olur. Çağlar arası mukayese de buna göre yapılır.

İnsanlar birtakım eserler üretirler, yazarlar yahut bestelerler. Bunlar toplulukta temayüz ederler. Ne var ki, bunların çoğu yok olup gider. Oysa çevremizde böyle bir kimse varsa, onun eserlerini esas alıp tanıtımını yaparız. Özetleriz. Başka kitaplarla mukayese ederiz. Bu yalnız yaşayanlar için değil de, geçmişten bir kimse seçilir ve onun üzerine araştırmalar yapılır. Zaten tarih bilinci böyle doğar. Tarihte yaşamış kimselerin hayatı ele alınarak onun incelemesi ile çağı incelenmiş olur.

Bunun dışında ekonomik mal harekatı ile insan harekatı da araştırmada önemli yer tutar. Mesela, İstanbul’un karşı yakasında oturup işi öbür yakada olan insan ne kadardır? Bunların trafik aksamalarındaki rolü nedir? Bunu inceleyebilmemiz için her apartmanda oturan kimse bunları belirler. Bu kayıtlar tüm sosyal ve ekonomik harekatın kaynağı olur. Herkes kendisine hayatta bir konu seçmelidir ve bu konu üzerinde hobi çalışmasını yapmalıdır. Tabii ki aynı veya yakın konularda çalışan insanlar bu çalışmalarda yakın ilişki içinde olmalıdırlar.

 

ARAŞTIRMA TEŞKİLATI

Çağımızda kölelik devrinin kalıntısı bir anlayışla insanlar, yönetici ve yönetilen diye ikiye ayrılmakta, kamu hizmetleri yöneticilere verilmektedir. Gittikçe artan kamu hizmetleri görevli sınıfını büyütmüş ve bir taraftan işlerin içinden çıkılamaz olmuş, diğer taraftan bunların kamu bütçesine olan yükü kadar ağır olmuştur ki, halk bunu taşıyamaz hâle gelmiştir. Bürokratik engeller ve ağır vergi yükü üretimi azaltmıştır. Üretim azalınca kamu gelirleri azalmaya gitmiş, oysa işsiz kalan insanlar kamuda görev alma yarışına gitmişlerdir. Bu da büsbütün kamu hizmetlerini aksatır olmuştur. Buna çare olarak sosyalizm düşünülmüş ama başarıya ulaşılamamıştır. Kapitalizm de başarı içinde değildir. Bunun tek çözümü vardır, o da Adil Düzendir. Bunun için kabul edeceğimiz bazı ilkeler vardır.

  1. Önce halk yönetici veya yönetilen diye sınıflara ayrılmayacaktır. Ehliyetine göre herkes kamu hizmetine her zaman katılabilecektir. Sadece objektif kurallarla belirlenmiş ehliyete sahip olma kamu hizmetini görme bakımından şart olacaktır. Ondan sonra herkes kamu hizmetini görecektir.
  2. Maaşlı kamu hizmetlileri yerine, kamu hizmeti gören kimseler vardır. Gördükleri hizmet karşılığı ücret alırlar. Hizmet görmedikleri zaman da hiçbir şey almazlar. Geçimlerini ise “Herkese İş - Herkese Aş Mekanizması” içinde herkes gibi sağlarlar. Herkese iş nasıl temin edilecektir? İşverenlere iş verme kredisi, çalışanlara da çalışma kredisi verilecek ve bu kredilerini ancak çalışanlara işverenler birleştikleri zaman alabileceklerdir. Mal mübayaa eden herkese sonsuz kredi verilecektir. Yani üretim var, kredi de var. Bu enflasyon doğurmaz. Bu işsiz kimseyi bırakmaz.
  3. Kamu hizmetlileri ile genel hizmetliler birleştirilecektir. Yani avukatla hakem aynı kimse olacaktır. Muhasiple maliyeci aynı kimse olacaktır. Doktorla sağlık görevlisi aynı kimse olacaktır. Kamu hizmetleri de serbest meslek sahipleri tarafından yapılacaktır. Bunlar her zaman başka işler de yapabilecektir.
  4. Nihayet kamu ve genel hizmetlileri halk kendileri seçecek, ama bu hizmetlilerin ücretleri kamu gelirlerinden karşılanacaktır. Kamu ve genel hizmetten elde ettikleri gelir ek gelir mahiyetinde olacaktır.

Kamu ve genel hizmetler ile ilgili bu esas kriterleri koyduktan sonra da araştırmalar için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bunun temelinde herkes araştırıcı olacaktır. Kendisine bir araştırma konusunu seçecek, o konuda çalışmaya başlayacaktır. Kendisi bu çalışmaları yaparken semtinde bir araştırma temsilcisinden yardım alarak yapacaktır. Bu yardım temsilcisine soracağı sorularla başlayacaktır. Bunun için önce gerekli bilgileri toplayacaktır. Bu bilgilere ihtiyaç hâsıl olunca kendi araştırma temsilcisinden isteyecektir. Ondan sonra kendisine gerekli araçları talep edecektir. Bunu ilçedeki görevli tarafından araştırma vakfından sağlayacaktır.

İlçe merkezindeki araştırma görevlisi ile birlikte araştırma konusunun projesini hazırlayacaklardır. Bu proje klasik olabilir. Yani standart proje olabilir. Mesela, bu bir suyun debisini ölçme hizmeti olabilir. O takdirde projesi hazır olduğu için araştırma görevlisi buna bu projeyi verecek ve çalışma şeklini öğretecektir. Eğer araştırma konusu yeni proje gerektiriyorsa araştırma görevlisi bölgeye başvuracak, o hususta proje yapılmasını isteyecektir. Böylece araştırmacı proje yapma sıkıntısından kurtulmuş olacaktır. Bu projede araştırmacının arzuları yer alacaktır.

Bölgedeki araştırma danışmanı eğer projeyi yapabiliyorsa, projeyi yapacaktır. Yapamıyorsa, kıta merkezindeki araştırmacıları ile istişare edecektir. Böylece araştırma konusunun projesi bütün ilmi verilerle desteklenmiş olacaktır. Araştırma konusunda bilgiler toplanırken, ilçedeki araştırma görevlileri ki, bunlar on kadardır, birbirleri ile danışırlar. Birbirlerine yardım ederler. Çünkü araştırmadaki başarı tüm insanlığın başarısı olacaktır. İnsanlar o sayede ilerleyeceklerdir. Ayrıca aynı ildeki diğer araştırmacılarla da il başkanları aracılığı ile irtibat kurabilir. Onlardan da bilgi alabilirler.

Bölgedeki araştırma danışmanları hem birbirleri ile danışabilir, hem de ülke araştırma bakanlığı aracılığı ile diğer bölgelerdeki ülke danışmanlarından bilgi alabilirler. Bu insanlık araştırma bakanlığına kadar böyle bağlanır. Konu üzerinde kimlerin çalıştığı bilinmediği için gerektiğinde en uzak kimse ile doğrudan haberleşme sağlanabilir. Bütün araştırmalar Arapçaya çevrilir, Arapçadan da ulusal dillere çevrilir. Bunlar basın hizmeti ile gerçekleşir. İnsanlık birbirleri ile akortlu bir şekilde cehaletle mücadele eder. İlmi ile çok ileri bir duruma yükselir. Bugün biliyoruz ki ilmin ve teknolojinin sonu yoktur.

 

ARAŞTIRMA GİDERLERİ

Araştırma mevcut kamu hizmetleri içinde ve kamu vakıflarınca yapılır. Yani ayrı bir araştırma yerleri yerine hizmet veren vakıflar içinde araştırma yapılır. Mesela, hayvanlar üzerinde araştırma hayvan sağlığı merkezlerinde yapılır. Bitkiler üzerinde araştırma bitki sağlığı merkezlerinde yapılır. Makineler üzerinde araştırma bakım tamir hizmetlerinin yapıldığı yerlerde yapılır. İstenen şey mevcut imkanlardan azami şekilde yararlanmadır. Bunun sağlayacak kamu hizmetleridir. Biz ulaştırmayı neden kamuya yaptırıyoruz. Bir kişi bir arabanın yolunu işgal etmesin, bir kişi bir arabanın yakıtını yakmasın, insanlığın malını heder etmesin ve çevreyi kirletmesin. İşte kamu hizmetleri veren vakıflar da ondan yararlanan herkese kamu hizmeti versin istiyoruz. Bu nasıl sağlanacaktır?

Önce kamu hizmeti veren çeşitli vakıf yerleri kurulur. Bunların ne olacağını bilmek ve kestirmek mümkün değildir. Zamanla bunlar kurulacak, gelişecek, yaşlanacak ve ölecektir. Bazı vakıflar birleştirilecek, bazı vakıflar bölünecek, yenileri ihdas edilecektir. Şüphesiz bu yeni vakıfların kurulup işletilmesi de bir araştırma konusudur. Bu-husus kamu bütçesi yapılırken bütçeye konan miktarlarla yerine getirilir. Şöyle ki, bunların yapı ve tesisleri altyapı giderleri içinde yer alırlar. Kamu toprakları halka devredilirken kendilerine toprak bedeli alınır ve bununla altyapı yapılır. İşte bu altyapı vakıfların yapı ve tesisleri de vardır.

Vakıf tcsislerinin işletilmesi için iki yol seçilmiştir. Bir, her yıl kamu bütçesinden buralara pay ayrılır ve cari giderler bunlar tarafından karşılanır. Ayrıca bir vakıf kurulurken o vakfa bir de gelir sağlanır. Mesela, bir fabrikanın pay senetleri verilir. Fabrikanın kira payından vakfa düşen kısım gelirlik olur. Unutmamak gerekir ki, insanlık tarih boyunca elde ettikleri birikimlerle buraya gelmiştir. Yani her şeyin oluşması için zamana ihtiyaç vardır. Biz vakıf kuracak, ama o vakfa yıllar içinde gelirlik yerler yapacağız. Böylece gelecek nesil birçok vakıf hizmetleri ile karşı karşıya gelecektir. Diyelim ki, bugün cep telefonları sermayenin sömürüsü aracı olmuştur. Ancak gelecekte cep telefonu vakfı kurulacak ve herkesin bir cep telefonu olacaktır. Bu kişinin kendisine doğduğunda bedava verilecek, belli konuşmayı da parasız yapabilecektir. Daha fazla konuşmalar için ücret ödeyecektir. Bu belli konuşma sayısı da zamanla vakıf güçlendikçe artacaktır.

Şimdi böylece değişik konularda değişik vakıflar kurulacak ve ilgililer o vakfın imkanlarından yararlanacaktır. Vakıflardan yararlanma yetkisi hizmet görevlilerine verilecektir. Hizmet görevlilerine vakıftan yararlanma kuponları verilecek, onlar istedikleri yerden istedikleri kimseleri yararlandıracaklardır. Demek ki, vakıftan yararlandırma hakkı kamu ve genel hizmetlilere verilmiştir. Bunun miktarı hizmet görevlileri hizmetlisi olarak seçen halkın sayısı ile orantılı olacaktır. Halk arasında vakıf imkanlarını bölüştürme ise hizmetlilere ait olacaktır. Böylece adil bir şekilde bölüşülmüş olur. Adaletsizlik yapan hizmetlisini halk terk eder. Böylece tasfiye edilmiş olur. Adil olma yarışı başlar.

İşte araştırma görevlileri de bu vakıflardan yararlanma imkanına sahip bulunmaktadırlar. Acaba bir araştırmacı herhangi bir vakıftan nasıl yararlanacaktır. Bu da bir araştırma konusudur. Neyi yapmak istediğini belirler, ona göre proje yapar ve projeye göre araştırmasını yapar. Tabii ki bu araştırmayı yapabilmesi için vakfa bir şeyler öder. Genel olarak kabul edilen ilke şudur. Araştırmacı vakıf yöneticileri ile pazarlık yaparak hizmet üzerinde anlaşır. Tabii ki vakıf en çok bedel isteyecek, araştırmacı da en az bedel vermeye çalışacaktır. Denge böylece sağlanacaktır. Hizmetin şekli ile mahiyeti vakıf yöneticileri ile hizmetliler arasında anlaşarak belirlenecektir. Görülüyor ki, araştırmada standart kural konmuyor, her zaman şartlar ve isteklere göre araştırmanın şekli belirlenmiş olacaktır. Araştırma budur.

Esasen vakfın yönetim kurulu o vakıftan yararlanan hizmetliler tarafından oluşturulmaktadır. Vakfın yöneticisi ise ilgili bakan tarafından atanmaktadır. Vakfın yönetimi ise meclisin ilgili şûra üyeleri tarafından denetlenmektedir. Herhangi bir yanlış karar veya haksız hareket meclisin ilgili şûra üyesi tarafından hakemlere gidilmektedir. Böylece kamu hizmetleri tam bir denge içinde çalışmaktadır. Araştırma hizmetleri yapılırken karşılaşılan bir terslik olursa yargı yolu daima açık olacaktır. Araştırma yapmak isteyen temin edebileceği imkanları kendi araştırma görevlisinden isteyecek ve o sayede araştırmasını yapacaktır. Hiçbir şey sonsuz değildir. İnsan mevcut olan imkanları en iyi şekilde değerlendiren kimsedir. Araştırma konuları ve bütçeye bunlar için ayrılacak fonlar ilgili şûralar tarafından bütçelere konur. Bu hususta görev ilmî şûra üyeleri tarafından araştırmacılara verilir.

 

YARIŞMALAR

Adil Düzende araştırmaların başında yarışmalar gelmektedir. Bu yarışmalar ilmî şûra üyeleri tarafından tertiplenmektedir. Bütçeye yarışma fonları konmakta, bunların kullanılması da araştırma şûrası üyeleri tarafından yönlendirilmektedir. Araştırma konusu böylece belirlenmiş bulunmaktadır. Bununla beraber, araştırma yaptırmak isteyen diğer siyasî, dinî veya meslekî şûra üyeleri de araştırma hizmetlilerine araştırma yaptırabilmektedirler. Halktan masraflarını karşılamak üzere bir konuda araştırılmasını isteyebilir. Ne var ki, araştırma konusu bir ihtira beratı kaynağı olmaz. Bunlar için ayrılmış orta fon vardır. Yıl içinde onlar bu fon bölüştürülerek kamu malı olur.

Bunu bir örnekle açıklayalım. Diyelim ki, vatandaşın bir elindeki imkanı kullanarak araştırma hizmetinden güneş enerjisinden hidrojen elde etme üzerinde bir araştırma yapıldı. Araştırma sonuçlandı ve sorun çözüldü. Araştırmacı bu sonuçlarla yıl sonu araştırma yarışlarına katılır ve derece alır. Aldığı bu derece ile ya kazanmış ya da zarar etmiş olur. Ne var ki, başarılı yarışmacılar buluşları ile gelecek yıllarda da yarışmaya katılma hakkını elde ederler, ileride de bu hizmetlerinden dolayı ek gelir sağlayabilirler.

Araştırmanın gelirleri sadece kamu bütçeleri değildir. Aynı zamanda araştırma vakıflarının gelirlik payları vardır. Yani üretimden bir telif hakkı alınır, bu telif hakkı araştırmacı vakıfların giderleri içinde bu yarışmalarda kullanılır. Kimi araştırmaların konuları sermaye sahipleri tarafından belirlenir. Yıl sonunda araştırma yarışmalarına katılırlar. Başarılı olan buluş sahipleri ileriki yıllarda da yarışmalara katılma hakkına sahip olurlar. Bu husus sadece teknik araştırmalar münhasır değildir. Her türlü yarışmalar araştırma hizmetleri tarafından tertip edilir.

Yarışma konusu temsilcileri tarafından hizmet verdikleri kimselere duyurular, onlara çalışmalarında yardımcı olurlar. Daktilo ve proje gibi hizmetlerini verirler. Böylece hazırlanan proje hizmetli tarafından uygun görülmesi halinde yarışmaya katılmış olur. Eğer sınırlama yapılmış ise her hizmetliye belli sayıda proje ile katılma imkanı sağlanır ve ilk eleme hizmet görevlileri tarafından yapılır. Bir hizmetlinin yarışmacıları başarılı olmuş ancak kontenjan müsait değilse diğer hizmetlilerden ödünç alarak daha fazla yarışmacıyı yarışmaya sokabilirler.

Yarışma projeleri yarışmacılara dağıtılır. Onlar diğer projeleri de inceleyerek bir sıralama yaparlar. Bu sıralamada sıraların tersleri alınarak toplanır. Böylece bir projenin aldığı derece bulunur. Buna proje derecesi yahut telif derecesi denir. Konan ödülün beşte ikisi buna göre bölüştürülür. Bir de bir kimsenin projelere verdiği sıraların sapma dereceleri bulunur. Böylece yarışmacının takdir derecesi ortaya çıkar. Ortak sıralama ile kişinin sıralaması arasındaki farkların kareleri alınmak ve yarışanları sayısı ile bir fazlasına bölmek ve kare kökü almak suretiyle bulunur. Buna takdir sapması denir. Takdir sapmalarının en az olmasına göre sıralama yapılır. Buna da yarışmacı sırası veya tersine takdir derecesi denir. Ödülün beşte ikisi de buna göre bölüştürülür.     

Bundan sonra üç kişilik bir komite oluşturulur ve bunlar yarışmacıların eserlerini birleştirip tek metin haline getirirler. Bu komite şunlardan oluşur. Bunlardan biri telifte birinci gelen kimsedir. Diğeri takdirde birinci gelen kimsedir. Üçüncüsü ise bunların anlaşarak seçtiği kimsedir ki, bu yarışmaya katılmış da olmayabilir. Ödülün beşte birini de bunlar bölüşür. Yarısını yeni seçilen alır. Diğer ikisi de yarısını bölüşürler. Yarışmacı katılanlardan seçilmiş ise o zaman eşit bölüşürler.

Yarışmanın sonunda ortaya çıkan ortak metin kollektiftir. Çünkü bütün tartışmacıların takdirleri ile seçilen bir heyet tarafından bütün çalışmalar birleştirilerek ortak proje oluşmuştur. Bu projeye esas proje denmektedir. Bu projenin en önemli hususiyeti uygulama projesinin buna dayanmış olmasıdır. Uygulama projesinin nasıl yapılacağı bu projede yer alır. Maliyetinin ne olacağı bu projede hesaplanır. Ondan sonra bu uygulama projesi ihale edilir. Yani ön proje, esas proje yarışma yoluyla belirlenir. Ondan sonra uygulama projesi ihale edilir. Böylece uygulama projesi ortaya konur. Sonra da bu proje uygulanır ve sonuç elde edilir.

Demek ki araştırma dört safhada gerçekleşir. Birinci safhada projenin konusunu ortaya koyar, varış hedefini gösterir. Sonra ön proje yarışması ile proje tamamlanır. Sonra uygulama projesinin ihalesi olur. Sonra projeye göre imalata geçilir. Böylece elde edilen proje araştırma hizmeti tarafından satın alınmış olur. Halkın hizmetine sunulur. Bir kimse tek başına bu dört safhasını da gerçekleştirmiş olabilir. Onlar da yıl sonunda yine yarışmalarla değerlendirilerek araştırma vakfınca satın alınmış olur.

 

ARAŞTIRMA SONUÇLARINDAN YARARLANMA

Ufka baktığımızda sırtın üstünde göğün yere değdiğini sanırız. Oraya vardığımızda başka ufuk ortaya çıkar ve öyle devam eder. Göğe baktığımızda dünya duruyor, gök dönüyor sanırız. Oysa gök yerinde durmakta, biz dönmekteyiz. Çevremize baktığımızda dünya düzdür sanırız. Oysa dünya yuvarlaktır. Suya baktığımızda birbirine bitişik bir kitle sanırız. Oysa su moleküllerden oluşmaktadır. Aralarında çok uzun mesafeler vardır. Bütün bunlar insanın görünüşe kapılması, görünüşte yanılmasıdır. Bu yanılma topluluklarda çok daha fazladır ve etkili görünür.

  1. Aileyi korumak için boşanmayı zorlaştırır, bir takım engeller koyarız. Oysa boşanma zorlaşınca evlilikler azalır. Boşanmadan daha çok kişileri eşsiz bırakır. Boşanmanın zorlaşması karı-koca arasında kavgaları artırır. Taraflar boşanma korkusu duymadıkça üstlerine daha rahat varırlar ve eşler arasında dayanılmaz huzursuzluklar doğar. Oysa boşanma kolaylığı bir taraftan evliliği teşvik eder, daha çok aile kurulmuş olur, diğer taraftan eşler boşanma korkusu ile birbirine daha saygılı olurlar.
  2. İşçilere fazla ücret verdiğimizde daha çok işçi bulacağımız sanırız. Oysa işçiler daha fazla ücret alınca daha fazla gün çalışmaya başlar. Çünkü aldıkları ücret kendilerine yetmektedir. Bu da işçiliği azaltır. Oysa ücretleri düşük tutarsak, geçinmek için herkes çalışmak zorunda kalır ve mesai saatleri artacağından emek artar.
  3. Bir devlet fazla vergi koyarsa gelirini artıracağını sanır. Oysa vergi artınca işletmeler zarar etmeye başlar ve piyasadan çekilir, işsizlik artar, millî hâsıla düşmeye başlar ve kamu payı da azalır. Artan vergi nisbetleri bütçe gelirlerini düşürür.
  4. Faiz kişilerin piyasaya parayı süreceklerini, dolayısıyla üretimi artıracağı sanılır. Oysa faiz fiyatları artırır. Tüketicinin elinden satın alma gücünü azaltır, sonunda yok eder. Böylece üreticiler satacak yer bulamazlar, üretim durur. Ekonomik kriz doğar. Oysa faizsiz kredi verilirse üreticilerle tüketiciler arasında fiyat farkını düşürür. Halk faiz beklentisi olmadığı için paralarını bankaya yatırır, sonunda üretim artar. Artan üretimden kamu payı da artmış olur.
  5. Savaş insanların görünüşte ölümlerine sebep olur. Oysa savaş insanlıkta seleksiyon yapar, daha gelişmiş ve daha çok nüfuslu insanlığa götürür. İki cihan savaşı insanlığın nüfusunu azaltmadı, aksine çoğalttı.

İşte böyle çelişkili düşüncenin başında buluş hakları gelir. Biz insanlara buluş haklarını tanımazsak kimse buluş yapmaz ve insan geri kalmış olur. Oysa buluş hakları diye bir şey tanınınca, önce buluş sahipleri bu haklarını tekellere çok ucuz bir şekilde satmaktadırlar. Tekeller de onlardan yararlanma yerine başkalarını yararlandırmama ilkesini güderler. Böylece insanlık buluşlardan uzun zaman yararlanamaz olur. Bugün enerji kaynakları petrol şirketlerinin tekelindedir. Alternatif hidrojen gazı üretiminden yararlandırmaktadırlar. Birçok konularda tekeller oluşturarak buluşlardan yararlanma imkanı ortadan kalkmaktadır. Hatlı kanallar ve internete getirilmek istenen yasaklarla hep buluşları önlemek veya buluşlardan insanlığı yararlandırmamak yolu tutulur.

Bu sebepledir ki Adil Düzende telif hakları kamu tarafından ödenmekte, halkın hizmetine ise bedava sunulmaktadır. Bunun için oluşmuş vakıflar halktan buluşları satın almaktadır. İşletmeler ise bu buluşlardan bedava yararlanmaktadırlar. Her işletmenin bir araştırma hizmetlisi vardır. İşletme bir konuda araştırma yapılmasını isterse araştırma hizmetlisine başvurur, o da hazır uygulanacak bir çözüm varsa onu uygulatır. Yoksa, bölgedeki mütehassısa proje hazırlatır. O da çözemezse, kıtalardaki araştırmacılara başvurur. Araştırma görevlileri ve dayanışma hizmetlileri sorunları birlikte çözmeye çalışırlar.  Böylece çözülür.

İşletmeler üretimden pay verirler. Bu da onlara kullandırılan  buluş haklarının bedeli olur. Biz işletmeye götürdüğümüzde işletmede üretim artacak, sonra da kamu payı dolayısıyla araştırma gelirleri de artmış olacaktır. O halde işletmeden buluş payını istemek, sonunda işletmeleri yeni buluşları uygulamaktan kaçırtır. Üretim düşer, millî hâsıla azalır. Dolayısıyla araştırma hizmet payı da azalmış olur. Buluş payı istemek yerine genel hizmet içinde buluşları uygulamada yardımcı olmayı genel hizmet yüklenmelidir. Çünkü yenilik yapmak son derece zordur. Herkes alıştığını ve bildiğini yapmak ister. Bu sayede yeni sıkıntılarla karşılaşmaz. Oysa yenilik birtakım yeni sorunlar çıkarır, bu da zaman ve nakit kaybına sebep olur. Bu sebeple kimse yenilik yapmak istemez. Bunu ancak çok büyük firmalar, sırf rekabetlerini korumak için yaparlar. O da sonunda tekele varır ve o yarış da biter. Sosyalist ülkeler bunun için yerinde saydılar.

 

YENİLİĞE TEŞVİK

Bir toplulukta yeniliğin getirilmesi son derece zordur. Genel olarak yenilik kendilerini daha aşağı kimseler olarak kabul eden halkın üstün kabul ettiği halkları taklit etmesi ile gerçekleşmektedir. Bu üstünlük çeşitli sebeplerle ortaya çıkar. Bunun için bazı kanunlar vardır.

i) Topluluk topluluklara uyar, kişi topluluklara etki edemez. Ancak kişi topluluk oluşturabilir, ondan sonra topluluğa etki eder. Tek başına kişinin yazıları, konuşmaları toplulukları değiştirmez. Topluluk ise ilmî, dinî, meslekî veya siyasî kuruluşlar olabilir.

  1. Topluluk bir konuda diğerlerinden üstün hâle gelmelidir. Bu inançlarda olabilir, servette olabilir, güçte olabilir veya ilimde olabilir. Topluluk diğerlerinden üstün vasıflar almalıdır. Bununla çevreye etki eder.
  2. Yenilik bir dirençle karşılaşmalı, o direnci yenmelidir. Modalarda olduğu gibi dirençsiz kabul edilen şeyler dirençsiz yok olup giderler. Adil Düzen moda hareketlerine karşı olmamakla beraber, moda yoluyla toplulukların gelişeceğine inanmaz.
  3. Yenilik yapanlar hayatlarında hep mağdur olurlar. Yeniliklerden sonra gelenler yararlanırlar.

İnsanlığın geçmişte çok yavaş ilerlemesinin sebebi bunlardır. Bu sebepledir ki yenilikleri topluluğa getirmek için sosyal müesseseler kurmalıyız. Bu sosyal müesseseler topluluklardır ve ancak bu topluluklar sürekli olarak yenilik sağlarlar.

Temel ilke ocak, bucak, il ve ülke şeklindeki örgütlenmedir. Yenilik önce bir aşirette yani ocakta başlar, sonra bir kabile onu benimser, daha sonra ile yayılır, sonuna ülke içinde kabul görür. En sonunda tüm insanlık benimsemiş olur. Bunun için yerinden yönetimi kabul etmemiz gerekir. Her ocak ve bucak bir uygulama merkezi olmalıdır.

Diyelim ki, televizyonlu telefon yaptık. Yani, bunun projesi yapıldı. Yarışma usûlü ile başlayıp sonunda ihale ile denemesi biten bir televizyonlu telefon ortaya çıktı. Bu projenin ilk olması gerekmez. Değişik bir proje olarak ortaya çıktı. Şimdi bunu piyasaya kabul ettirmemiz gerekir. Önce bir bucak halkına bu telefonları bir sene kullanmak üzere veririz. 1000 kadar üretiriz. Bir sene sonra onlardan telefonları iade etmelerini veya satın almalarını isteriz. Satın alanların sayısı bize bir maliyet çıkartır. Bu satışı da şöyle yapmalıyız.

Burada maliyet fiyatı ile telefonu alanın yüzdesi bize üretim miktarını belirtir. Geri aldığımız telefonlarla bu üretimi on misline çıkarır, ülkenin tüm bölgelerine aynı şekilde götürürüz. Bedava kullanma müddetini kısaltabiliriz. Ondan sonra tüm dünyada böyle siteler oluştururuz. İşte böylece televizyonlu telefonu yaygınlaştırmış oluruz. Sorun yine bunu kim finanse edecektir?

İşte projesi yapılmış ve örneği üretilmiş bir araç konusunda firmanın yukarıdaki hizmetlere talip olması, bunu bucak, il, ülke veya insanlık çapında yapması için müteşebbislere kredi verilir. Kredi şöyle verilir. Sen bunu imal et ve sat. Satamazsan, ben alıyorum. Böylece müteşebbis eğer imal eder satarsa ve işletmesini yerleştirirse, aldığı krediyi iade edecektir. Sözkonusu deneme devlete bir maliyet yüklemez. Tam tersine, bu malın pazarlanması ile kamu gelirleri gelecektir. Satamazsa, deneme boşa gitmiş sayılmaz, deneme olmuştur, başarılamayacağı öğrenilmiştir. Halkın bunu tutmadığı anlaşılmıştır. Bu mamul ile denemeye devam edilecektir. Yahut devletin ambarlarında telefonlar bekleyecektir.

İşletmenin genel hizmeti yani tanıtılması, reklamı ve diğer hizmetleri hepten parasız yapıldığı için müteşebbise bir yün yüklemeyecektir. Sadece müteşebbis kredisini burada kullanmış olacaktır. Başarırsa kredisi artırılacaktır. Başaramazsa kredisi düşürülecektir. Böylece yenilik topluluklara sokulmuş olacaktır. Müteşebbisler başardıkları teşebbüsün bir kuruculuk hissesine sahip olacaktır. O işletmenin ürettiği mallardan kuruculuk paylarını alacaklardır.

Piyasada tutunmuş bir malın ikinci defa tekrar imalatına başlanması müteşebbisi rahatsız etmemelidir. Çünkü o teşebbüsü kendi sermayesi ile değil, topluluğun sermayesi ile yapmıştır, genel hizmetini de kamu yapmıştır. Kendisi ise ilk olma özelliğini elde etmiştir. İlk olan daima ileridedir. Sonra gelen onu yakalayamaz. Bu sebeple ilk olanlara başka bir mükafat vermeye gerek yoktur. Batı bugün teknikte ileridir. Bu avantajı ile zaten dünyayı sömürecektir. Onun pazarlarına kimse giremeyecektir. Ayrıca telif hakları, lisans hakları ile onları korumaya gerek yoktur. Böyle haklar insanlığı geri bırakır. Demek ki, piyasa denemesi verilen kredi olacaktır. Krediyi ödememesi halinde firmanın kredisi düşürülecektir. Ama satamadığı malları devlete vermesi ile krediden kurtulacaktır. Bu sistemi bir adım ileride selem sistemi çözecektir.

 

KOOPERATİFTE ARAŞTIRMA

Viyana Bozgunundan sonra Türkiye batıya karşı üstünlüğünü kaybettiğini anlamış ve bu üstünlüğün sebebinin batıdaki teknik gelişmelerden ileri geldiğini kavramıştır. 19. asrın başlarından itibaren Türkiye batılılaşma yoluna koyulmuştur. Burada yapılan eksiklikler vardır.

  1. Türkiye Batılılaşacak, ama sonra da Batıyı yenecektir. Batıya rağmen batılılaşma harekâtı hatalı bir hareketti.
  2. Batıllılaşma harekâtı halk tarafından değil de yöneticilerden bir dayatma şeklinde geliyordu. Bu batılılaşmayı hızlandırmamış, aksine geciktirmiştir. Hâlâ devlet baskısı batılılaşmayı zorlaştırmaktadır.
  3. Batılılaşma ilmî araştırmalara dayanmamakta, sadece birtakım müesseseleri görünüşleri ile kopya etme cihetine gidilmiş, asla başarıya ulaşılamamıştır.
  4. Batılılaşma hep askerlerin güdümünde olmuş, hep güçlü ordu amaçlı olmuştur. Bunda başarıya da ulaşılmıştır. Ancak sosyal yapısı ve ekonomisi ile batılılaşılamamıştır.

1960’lara geldiğimizde Türkiye’de dört görüş çatışma hâlinde idi. CHP sosyalist olarak batılılaşacaktı. Bu bir tür nasyonal sosyalizm idi. DP’ye göre, her şeyi ile batılılaşılacaktı ve yanlarında yer alacaktı. Türkler Macarlar gibi eriyip gideceklerdi. MHP’ye göre ise Türkiye ırkçı olarak batılılaşacaktır. MSP’ye göre, Türkiye İslâm kalarak batılılaşacaktır. Bunların hepsi hatalı idi. Çünkü bir ulus başka bir medeniyete katılarak orada başarı gösteremez. Bir millet geri kalmışlığını ancak sentez yaparak ileri gidebilir. Yani, kendi eski değerleri ile kendisinin geri kaldığı bir medeniyet arasında sentez yaparak başarılı olur. Türkler İslâm Medeniyetine Çinin, Hindin ve Bizansın medeniyetleri ile kendi göçer medeniyetlerini İslâmiyet ile sentez ederek başarılı oldular. Batılılar kendi medeniyetleri ile İslâmiyet’i sentez ederek başarılı oldular. Taklitçiler hiçbir zaman başarılı olamazlar.

Bu gerçeği gören İzmir’deki okumuşlar birleşerek 1967’de Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi’ni kurdular. Bu çalışmaları aşağıdaki ilkelere dayandırdılar:

  1. Kooperatifimiz hem câri mevzuata uyacak, mevzuata aykırı hareket etmeyecek, hem de İslâm şeriatına uyacaktır. Yeraltı faaliyetlerine girişilmeyecektir.
  2. Kooperatifimiz müsbet ilmin verilerine göre örgütlenecek ve ona göre iş yapacaktır.
  3. Kooperatifimiz Kur’an’ın öğretileri içinde faaliyet gösterecektir.
  4. Kooperatifimizin gayesi, kimseyi zarara sokmadan araştırmalar yapmaktır. Doğu ile batıyı sentez etmektir. Bunu aynı zamanda uygulayarak göstermektir.

Bu faaliyetler başlangıçta Fethullah Gülen ve Necmettin Erbakan ile birlikte yapılmış, ama sonra onların cari sistem içinde başarıya ulaşma hevesleri sebebiyle ayrılık ortaya çıkmıştır. Bugün onların çalışmaları ile bizim çalışmalarımız arasında irtibat kopmuştur.

Akevler görmüştür ki;

Türk halkı son 33 yıl içinde büyük hamle yapmıştır. Batı ile doğunun sentezi ilerlemesinde büyük başarılar sağlamıştır.

F. Gülen dünyanın en güçlü modern dinî kuruluşunu kurmuştur.

N. Erbakan dünyanın en güçlü modern siyasi partisini kurmuştur.

Anadolu sermayesi dünyanın en güçlü halk ekonomisini oluşturmuştur.

Akevler de dünyanın en ileri Adil Düzen Sistemini ortaya koymuştur.

Bunlarda mevcut olan eksiklikler şunlardır. F. Gülen, N. Erbakan ve Haşim Bayram Adil Düzene doğru batı taklitçiliği içinde ilerlemişler, büyümüşler; ama hepsi çökmektedir. Akevler ise batı modeli dışında kaldığı için gelişememiştir. Küçük kalmıştır. İşte bu durumda Akevler kurucuları yeni denemelere girişmişlerdir. İstanbul’da iki kooperatif kurmuşlar, yeni ve genç arkadaşları ile 30 yıllık araştırmanın sonunda elde ettikleri sonuçları uygulama doğrultusunda adımlar atıyorlar.

  1. “Kur’an Matematiği” adlı seminerlerle doğu-batı sentezi demek olan Adil Düzeni işliyorlar. Bu hususta seminerler yapıyorlar. İnternette yayınlıyorlar. Yazılı metinler oluşuyor. Kur’an üzerinde müsbet ilim ile çalışma İstanbul’da ve İzmir’de devam etmektedir.
  2. Kirliliğe ve çarpık şehirleşmeye karşı geliştirmekte oldukları Ahşap Ev Modeli üzerinde çalışmalar devam ediyor. 50 000 dolardan fazla ortakların katkıları ile masraflar yapılmıştır. Hâlen iki ev üzerinde yapılan çalışmalardan ikincisi monte edilmiştir. Ayrıca bu hususta gerekli makineler, işçiler ve işyeri temin edilmiştir. Araştırmalara devam edilmektedir.
  3. İstanbul’da Mala-Mal Marketi Çalışmaları yapılmış, bu husustaki kompitür programı tamamlanmış, teoriler oluşmuş, sözleşmeler yazılı hâle gelmiştir. Bu konuda İstanbullular yardım etmemişlerdir. Görüşmelerimizin sonunda yeraltı örgütleri harekete geçmekte ve başarmamız engellenmektedir. Kendileri inandık deyip Allah’ı ve mü’minleri kandıran bâzı kimseler bizim için engel oluşturmaktadırlar. Biz bunu kendi eksikliğimizden dolayı Allah’ın bizi koruması şeklinde anlıyor ve kendimizi düzeltmekle meşgul bulunuyoruz.
  4. En önemli teşebbüsümüz, bilhassa Kooperatifin Genel Hizmet teşebbüsleridir. 25 Genel Hizmeti tamamlamak üzereyiz. Sonra bu hizmetler için 25 sorumlu bulacağız. Sonra her sorumlu 10 hizmetli bulacak, böylece kooperatifimiz tam mânâsı ile teşkilâtlanmış olacaktır.

İşte bu 25 hizmetten biri de “Araştırma Hizmetleri”dir. Bir kurcumuz araştırma hizmetlerini üzerine alacaktır. 10 araştırmacı bulacaktır. Böylece araştırma hizmetimiz başlayacaktır. Araştırma yapan her kim olursa kooperatifimize ortak olacak, buluşlarını kooperatife satacaktır. Ne var ki, bu satış sadece kooperatife kullandırma hakkını verecek, başkalarının kullanmasını engellemeyecektir. Bu buluşların değeri altın-gram olarak araştırmacı hizmetlileri tarafından belirlenecektir. Her araştırma hizmetlisinin altın-gram kredisi olacak, onunla araştırmacıların buluşlarını satın alacaktır.

Bu buluşlar kooperatifin bilgisayarına girecek ve orada saklanacaktır. Kademe kademe oluşturulacaktır. Yani, yarışmayı açma, yarışma, proje ihalesi, örnek üretim. Bundan sonra onu isteyen müteşebbisler uygulayacaklardır. Bütün bunlarla ileride uygulanacak projeler ortaya çıkacaktır. Bu projeler sayesinde Akevler’in standartları oluşacaktır. Bu standart ve buluşlar ileride uygulama alanlarını bulacaktır.

Bu projelerin mutlaka yeni bilgileri ihtiva etmesi gerekmektedir. Yeni ve eski bilgileri içerse bile, proje yeni olacaktır. Bunların mutlaka teknik sahada olmaları da gerekmez. İnsanlar eskiden beri işleri projesiz yapmaktadırlar. Zaman zaman projeli ve hesaplı işlere başlanmıştır. Ancak hâlâ ülkemizde imal edilen bir makinanın veya parçanın teknik projesi yoktur. Prospektüs nedir? Şimdi bu araştırmalarda nelerin projelendirileceği hususunu sıralamakta yarar vardır.

i) İlmî araştırmalar, başta dil araştırmalarla doğacaktır. Bu araştırmalar Arapça ve Türkçe üzerinde yoğunlaştırılacaktır. Kur’an’ın Türkçeye tercümesi ve bugünkü ilmî terminolojinin Kur’an’da geçen köklere dayandırılması çalışmalarına başlanmış bulunmaktadır. Bu hususta gerek İstanbul’da gerekse İzmir’de çalışma yapılmaktadır. Bundan sonra en önemli ilim usûl ilmidir. Bu hususta da çalışmalar yapılmaktadır. Bunlar eserlere dönüşecek ve bilgisayarlara geçecektir. Bunlar hep araştırmadır.

  1. En önemli ikinci çalışma bilgisayar çalışmalarıdır, programların hazırlanmakta olmasıdır. Çalışan insanların azlığı sebebiyle fazla gelişmemiştir. Ancak bilgi bakımından çalışmaya temelden başlanmıştır. Bu hususta ortak bir dil oluşturmamız, hepimizin o dil üzerinden yürümemiz gerekecektir. Basit programlardan işe başlayıp geliştirmemiz gerekmektedir.
  2. Yasa taslakları. Bu çok önemli çalışmalar üzerinde en çok yazılar yazılmıştır. Ancak henüz sistemli olarak yasaları metinleştirmiş değiliz. Başta Anayasada olmak üzere metinleşmeye başlamamız gerekir. Anayasa deyince, sadece devletle ilgili bir yasa olmayacaktır. İnsanlığın örgütlenmesi ve işletmelerin bu örgütlenmede alacakları yer ele alınacaktır. İlmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıklarının metinlerini hazırlamalıyız. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık kuruluşlarını içeren bir yasa taslağını hazırlamalıyız. Genel hizmetleri içeren yasalar hazırlamalıyız. Nihayet çeşitli sözleşmelerle ortaklıkların örnek sözleşmeleri araştırmalarımızda yer almalıdır.
  3. Tarih boyunca insanların birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen bir ilim vardır. Bu kanunlardır. Bugün mevcut temel kanunlar vardır. Bu kanunlar Türkiye’de yürürlüktedir. Adil Düzenin bu kanunlar hakkındaki görüşleri nelerdir? Birer metinle topluluğa sunmalıyız.

Başta Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu ele alınmalıdır. Yahut Fıkıh Kitapları yeniden yazılmalıdır. Medeni Kanun’un yanında, Hukuk Usûlü Muhakemeleri Mevzuatını da ele almalıyız.

Medeni Kanun’un eki olan Ticaret Kanunu ele alınmalıdır. Bunlardaki hükümler Adil Düzen gözü ile kritik edilmelidir. Ticaret Mahkemeleri muhakeme  farklılıkları ele alınmalıdır.

Yine Medeni Kanun’un bir eki olan İş Kanunu ele alınıp Adil Düzene göre ifadelendirilmelidir.

Medeni Kanun eki kabul edilen Sosyal Güvenlik Mevzuatı ele alınmalıdır. Sosyal Güvenlik Medeni Kanun’un eki değildir.

Vergi Kanunları ele alınıp Adil Düzene göre düzenlenmeli, metinler hâline getirilmelidir. Tabii bu meyanda kamu alacaklıları ile ilgili kanunlar, icra-iflas kanunları hep ele alınıp örnekler verilmelidir.

Medeni Hukuktan başka ikinci mevzuat ise ceza hukukunda görülür. Bunları da şu şekilde özetleyebiliriz.

Ceza Kanunu,

Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu,

Kolluk kuvvetleri ve polis teşkilatı ve görevleri ile ilgili kanunlar,

Mahalli idareler ve belediye teşkilâtı, belediye zabıtası,

Askeri mükellefiyet ve askeri iç hizmetler talimatı,

Teknik projeler. Standartlar talimatı.

Buradan görülüyor ki, pek çok araştırma konuları bizi bekliyor. Bunlar Adil Düzene göre incelenmelidir. Bir sistem içinde yer almalıdır. Adil Düzenin dayandığı varsayımlar. Bunlar şunlardır:

  1. Ekonomide halk ekonomisine dayanır. Yani, tekelsiz ekonomidir. Dolayısıyla faizsiz ekonomidir. Bir zümrenin diğer zümreyi sömürmediği bir ekonomidir.
  2. Sosyal yapı aileye dayanır. Kadın-erkek ilişkisini açıklık ve sözleşme ilkesine dayandıran, her türlü gizli ve yakınlar arasındaki ilişkileri kabul etmeyen bir düzenleme olacaktır. Çocukları aileler büyütecektir. Onların eğitimi de onlara aittir. Devlet ve kamu kuruluşları ailelere ve kişilere yardımcı olacaklar, onlara hizmet edeceklerdir.
  3. İçtihat ve mahalli icma müesseseleri demek olan yerinden yönetim sistemi esas alınacaktır. Kamu hâkim değil hâdim olacaktır. Merkezler taşralara hizmet edecektir. Taşra kendi kendisini yönetecektir. Merkez taşradakilerin temsilcileri tarafından oluşturulacak ve yalnız kendi merkezlerini yöneteceklerdir.
  4. Ekonomik işletmelerin her biri bağımsız kuruluşlar olacaktır. Kamu bunlara hizmet edecek, karşılığında kamu payı alacaktır. Onlara karışmayacak ve yönetmeyecektir.

Bu ilkeler içinde mevzuatın tamamen ele alınıp projelendirilmesi gerekmektedir. Önce küçük işletmelerde uygulanmaya başlanmalıdır. Sonra işletmeler büyümelidir. Yoksa birden büyük işletmeler Adil Düzene göre kurulamaz. Önce ocaklar, sonra bucaklar Adil Düzene göre işler hâle getirilmelidir. İl, devlet ve insanlık içinde Adil Düzen sonra yayılmalıdır.

Bütün bu hazırlıklarını kim yapacaktır? Elbette merkezi yönetimler bu işleri yapacak durumda değildirler. Çünkü onlar makroda iş yaparlar. Büyük sermayelerden de böyle bir teşebbüsü desteklemeleri elbette beklenmeyecektir. O halde bunları kim yapacaktır? İşte bunları Allah’a inanan mü’min kişiler yapacaklardır. Kooperatif içinde araştırma hizmetine mü’minler katılacaktır. Onlar çalışacaklar ve bu eserleri meydana getireceklerdir.

Mü’minler bu çalışmalarını bir ortaklık içinde yapacaklardır. Bugün kazanmayı düşünmeyecek, gelecek yıllarda kazanmayı düşüneceklerdir. Yaptıklarını yazacaklar, muhasebeye vereceklerdir. Bunlar değerlendirilecektir. İleride kendileri ve çocukları bu çalışmalardan bu dünyada yararlanacaklardır. Bundan başka âhirette ise daha büyük mükâfata mazhar olacaklardır.

Araştırmacılara kooperatif altın-gram olarak bir kredi tanıyacak. Üretilen her türlü araştırmalar bu araştırma hizmetleri tarafından satın alınacaktır. Şimdilik onların defterlerinde alacak olarak yazılacaktır. İleride ise bu araştırmalardan elde edilen sonuçlar uygulanmaya başlanacaktır. İşletmeler kurulacak, siteler kurulacak ve genel hizmet gelirleri gelecektir. Bu genel hizmet gelirlerinden şimdi katkıda bulunanlar yararlanmaya başlayacaklardır. Biz hazır olduğumuzda hiç belli olmaz, bir kuruluş veya ülke; “Buyurun, bizde bunları uygulayın.” derler, o zaman bu inkılâp daha erken gerçekleşir. Biz hazır olmalıyız. Biz talip değil, biz matlup olmalıyız.

Hiç şüphe etmeden şunu söyleyebilirim ki, Adil Düzen mutlaka yeryüzünde hâkim olacaktır. Kanla da olsa, kansız da olsa, hâkim olacaktır. Allah kendi evrimini mutlaka tamamlayacaktır. Ancak, unutmayalım ki, kanı Adil Düzenciler akıtmayacak, tam tersine zâlim düzenciler birbirlerini yiyeceklerdir. İç ve dış savaşlar yeryüzünü kan gölüne çevirecektir. Ne zaman insanlar Adil Düzeni kabul ederlerse o zaman yeryüzüne barış gelecektir. Bunun için biz insanlığı sosyal tufandan korumak için çalışıyoruz. Bu görevimizi yerine getiriyoruz.

İstiyoruz ki, yeryüzü kan gölüne dönmeden, insan nesli birkaç aileye inmeden, insanlık Adil Düzeni kabul etsin ve kurtulsun. Göz göre göre insanlık uçuruma doğru gidiyor. Kur’an düzeni dışında bir kurtuluşun olmadığı Kur’an’da yazılıdır. Bundan önce gelenler bunun haberini verdiler. Bedüuzzaman’ın uyarıları hep bunlarla doludur. Şimdi ise biz o günleri yaşamaktayız. Bunu yalnız Türkiye beklemiyor, tüm insanlık bu uçuruma doğru gitmektedir.

Tek ilaç Adil Düzendir. Zâlim düzen

 

 



© 2024 - Akevler