ADİL DÜZEN İNSANLIK ANAYASASI
Süleyman Karagülle
1667 Okunma
20ANAYASA-GENEL HİZMET- 2-

 

 

 

 

ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER

VI

İLMİ  DAYANIŞMA

 

Arılar çok üstün kimyacıdırlar. Ürettikleri bal ile mumu biz bugün üretemiyoruz. Çok iyi inşaatçıdırlar, onların yaptıkları peteklerdeki ölçüler hatasızdır. Çok hassas saatleri, pusulaları ve coğrafi bilgileri vardır. Uçabiliyorlar. Ne var ki, onların on milyon yıl önce neleri varsa şimdi aynı şeyleri vardır. Hiçbir ilerleme ve gelişme kaydetmiş değildirler. Oysa ilk Adem yaratıldığında iki ayak üzerinde yürüyor; ama ne uçabiliyor ne de yüzebiliyordu. Zekasını çalıştırdı ve bugün uzaylarda dolaşıyor.

İlmi gelişmeler insanlığı da geliştiriyor. Gelişme demek farklılaşma ve işbölümüne gitme demektir. İnsanların yaptıkları işler çoğalıyor. İhtiyaçları değişiyor ve çoğalıyor. Herkes farklı iş yapıyor. Sonra değişik farklı araçlar birleşiyor, pek çok çeşit araç oluyor. İnsanlar onu seçerek kullanıyor. Toplu üretim yapıyor. Sonunda ferdi tüketim vardır. Ham madde giriyor, emek giriyor, proje giriyor, değişik makinalar giriyor; sonunda bir akış meydana geliyor. Bu akıştan insanlar yararlanıyor. Yani insanlar üretime katılıp eşyaları itiyor. Böylece eşyalarda bir akış meydana geliyor ve akıştan insanlar yararlanıyorlar. Hem kendilerini yaşatıyor, hem de bu çarkın çalışmasına katkıda bulunuyorlar.

Bir taraftan, bu çarkın bir yerinde gerek üretim gerekse tüketim bakımından çeşitlenme meydana geliyor. Aynı yerde çalışan insanlar aynı işi yapmıyor ve aynı malları kullanmıyor. Bu çeşitlilik gittikçe artmaktadır. Diğer taraftan, akışın çevresi büyüyor, tüm insanlık tek pazar veya tek saha haline gelmektedir. Senin ürettiğin bir parça tüm dünyayı dolaşabilmekte, dünyanın değişik yerlerinde üretilen maldan kişiler yararlanmaktadır. İnsanlığın nüfusu artmakta, çevre alanı gittikçe büyümektedir. İşte bu genel akış içinde iş yapabilmek ve bu akıştaki imkanlardan yararlanabilmek için bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Sağlıklı bilgiye sahip olmak gerekmektedir.

Bir taraftan genel bilgiye sahip olmalısın ki yaptığın işin tüm insanlığa yararlı olabilsin. Tüm insanlığın imkanlarından yararlanasın. Diğer taraftan bir insanın bütün bunları bilmesi ve öğrenmesi mümkün değildir. Size ne lazımsa onu derinlemesine bilmek zorunluğu vardır. İşte genel kapsamlı bilgi ile özel derinlemesine bilgi insanı iki çeşit bilgiye doğru götürecektir. Birisine “genel bilgi” veya “genel kültür” diyoruz. Diğerine de “özel bilgi” veya “özel kültür” denmektedir.

İnsanlar doğdukları andan itibaren bilgi almaya devam ederler, ölünceye kadar öğrenmek zorundadırlar. Bu bilgi edinmede daima iki şey ile karşılaşırlar. Genel bilgi edinerek kendi yerlerini insanlığın akışı içinde belirlemekte ve bulundukları yerde derinlemesine bilgi edinerek işlerini daha faydalı ve yararlı bir şekilde yapmaktadırlar. Bu öğrenme mekanizması tüm hayat boyunca devam etmelidir. Başka türlü yaşamak mümkün olmaz. Eskiden insan özel eğitim görür ve hayatı boyunca onunla yetinirdi. Oysa şimdi her gün yenilik olmaktadır. Yeni imkanlar ve araçlarla karşı karşıyayız. Ona göre her gün eğitim içinde olmamız gerekmektedir. Eskiden okuyacağımız kitaplar sınırlı idi. Bugün ise basın ve yayın o kadar çeşitlenmiş ve çoğalmış ki, değil bütün kitapları okumak, hayatımızda bilmemiz gereken kanunları hayatımızın içinde sadece okumamız mümkün değildir. Bir taraftan ilme olan ihtiyacımız artmıştır, diğer taraftan öğrenme güçlüğü de artmıştır.

 

TARİHTE İLİM DÖRT AŞAMA GEÇİRMİŞTİR:

  1. Görenek metodu ilk metot idi. Çocuklar büyüklerden gördüklerini öğreniyor ve bu bilgi onlara yetiyordu.
  2. Avcılık zamanında bu mümkün olmadı. Çünkü çocuklar ava gidemedi ve tedrisat dönemi başladı.
  3. Tarım döneminde komşulukta sınır davaları ve hukuk doğdu, bu durum tartışma dönemini getirdi.
  4. Nihayet ticaret döneminde tartışma yeterli olmadı. Deneme dönemi başladı. Tümden gelimin yanında tüme varım usûlü gelişti. Deneyerek ispatlama dönemi başladı.

Bugün yeni ilmi döneme geçilecektir. Bu örgütlü ve teşkilatlı ilmi dönemdir. Artık herkes herkesi bilemeyecek, bilen bilinecek ve ondan sorulup öğrenilecektir. Bilene ulaşmak için bir teşkilata ihtiyaç vardır. Bu teşkilatın adı “dayanışma ortaklığı”dır. Çünkü bilene ulaşacaksınız ama bileni siz tanımıyorsunuz, verdiği bilginin doğru olup olmadığını bilmiyorsunuz. O halde size bileni bulduracak ve onun doğru bildiğine kefil olacak bir teşkilata ihtiyaç vardır. Bu da “dayanışma ortaklığı”dır.

Önemli olan diğer bir husus, bilgiyi geçmiş nesilden gelecek nesle aktarabilmemiz için dile ihtiyaç vardır. Bilgiyi birbirimize aktarabilmemiz için ortak dile ihtiyaç vardır. Yani “ilim” demek “dil” demektir. Oysa insanlığın ve nesillerin ortak dili yoktur. Topluluklar farklı diller konuşurlar. Bütün dünya ile irtibata geçebilmemiz için tercümanlara ihtiyaç vardır. İlimde teşkilatlanma sadece bilgiliye ulaşmak için değil, bilgilinin söylediklerini anlamak için de gereklidir. “İlmi dayanışma ortaklığı” bu bakımdan gereklidir. O halde “deneme dönemi”nden sonra “sistematik ilim dönemi” gelecektir. Dayanışma ortaklıkları bunu sağlayacaklardır.

 

EHLİYET SORUNU:

Eskiden insanların bilgili olup olmadığına halk karar verirdi. Çünkü kişileri yakından tanır, uygulama ve yaşayışları ile onun bilgisi hakkında karar verirdi. Kendisini tanımasa bile kitabı ile kişinin ilmini ölçerdi. Bu sistem devletler için yeterli olmadı. Bunun için devletler özel okullar kurdular, yetiştirdikleri kimselere diplomalar verdiler ve bu suretle diplomalı alimler ortaya çıktı. Sonra doktorluk gibi bazı meslekler için diploma şartı getirildi. Bu gelişmeler tamamlanmadıkça halk ekonomisi kurulamaz. Bunun tamamlanması için artık sadece devlet memurları için değil, bütün çalışanlar için bir diplomalı ehliyet sistemi getirilmelidir. Bunu devlet yaparsa tekel olur ve istenen seviyeye gelmez. Bunu halk getirmelidir. Hizmet kooperatifleri kurulmalıdır. Hizmet kooperatifleri ortaklarına “teminatlı ehliyet” vermelidirler.

Önce topluluğa uymak, topluluğun düzenini bozmamak için “resmi diploma” alma şartı getirilmelidir. Mesela, kişinin mühendislik yapabilmesi için Türkiye Cumhuriyetinde geçerli diplomayı alma şartı getirilmelidir. Ancak bunu kooperatifler yeterli görmeyip kendileri imtihan ederek kooperatif tarafından diplomasına güvence vermelidir. Diplomaya güvence vermelidir. “Bu kişi mühendistir. Yaptığı hesaplarda hata çıkarsa ben kefilim. Tazmin edeceğim.” demelidir. Böylece ben herhangi bir kişiyi istihdam ederken, dayanışma kooperatiflerince güvence verilmiş mühendisleri istihdam etmeliyim. Edersem işim sigortalanmış olur.

Burada kooperatif ne yapmış olur? Yetersiz kimselere diploma verenlerin diplomalarına güvence vermiyor, ama yeterli kimselere verilen diplomaları da güçlendirmiş oluyor. Bu da devletin düzenine katkıda bulunmaktadır. Bir de şu oluyor, devlet görevlileri yetkilerini kötüye kullanarak diploma vermiyorlar. Mesela, ‘başörtülüdür’ diye fakülteye almıyor. Kooperatif bunları da imtihan ederek ehliyet vermelidir. Ancak bunların mesleki faaliyette bulunmaları için devlet diploması olduğu halde kooperatifçe yetersiz görülen kimselerle bir arada çalıştırabilir. Biri diğerinin asistanı olur. Güvence kooperatifin diplomasına verilir. Devletin izni ise kooperatifçe güvence verilmeyen kimseye verilir. Ortak olarak mesleklerini icra ederler. Böylece bürokratların haksızlıklarını yine kooperatif giderir ve böylece devlete yine yardım etmiş olur.

Burada çıkan sorun şudur. Kooperatif adil ehliyet takdirini nasıl yapacaktır? Bir taraftan ortağını meslek sahibi yapacağı için diploma vermelidir. Ama diğer taraftan mesleğini hakkıyla yürütebilmesi için de diplomanın gerçek ehliyetliye verilmesi gerekir. Kooperatif bunu nasıl başaracaktır?

İşte biz bu ehliyet tevdiini yapabilmemiz için önce kooperatiflerin teşkilatlanmasını esas alacağız.

Kooperatifler 7 ile 20 kişi tarafından kurulur ve tescil edilir. Bu kooperatifler genellikle tüketim kooperatifleri olurlar.

Sonra 10 ile 100 arasında kooperatif birleşerek bir “Dayanışma Kooperatifi” kurarlar. Bunlar birlik değil kooperatiflerin kooperatifi olacaklardır. Bunu kooperatif başkanları kurarlar. Kooperatif başkanlığı yapanların bizim kooperatiften ayrıldıkları zaman o kooperatifin fahri başkanı olurlar. Eski başkanlar da merkez kooperatiflerinde üye olarak kalırlar. Merkez kooperatiflerin kararları kooperatifleri bağlamayacağı için bu tür çalışmanın hiçbir mahzuru yoktur.

Sonra dayanışma kooperatifleri birleşerek bir “Hizmet Kooperatifi”ni kurar. Sonra da hizmet kooperatifleri birleşerek “Danışma Kooperatifi”ni kurarlar. Ülkelerarası araştırma kooperatifleri kurulur. Danışma kooperatifleri birleşerek bir “Araştırma Kooperatifi”ni kurarlar.

Böyle bir teşkilatlanmada tüketim kooperatifleri ocaklarda, hizmet kooperatifleri bucaklarda, dayanışma ortaklıkları illerde, araştırma kooperatifi Ankara’da veya İstanbul’da kurulur.

Kooperatifleri teşkilatlandırmada 30 ile 100 arası kişi bir ocak, 3000 ile 10000 arası kişi bir bucak, 300 000 ile 1 000 000 arası kişi bir il, 30 milyon ile 100 milyon arası kişi bir ülke kabul edilir. İleride ülkelerarası kooperatif de kurabilir.

Dayanışma kooperatiflerinin köylerde, hizmet kooperatiflerinin ilçelerde, danışma kooperatiflerinin bölgelerde ve araştırma kooperatiflerinin kıtalarda temsilcileri olacaktır.

Şimdi bu kooperatiflerin devlet nezdinde hükmü nedir?

Bu kooperatifler devlet için sadece birer kooperatiftirler. Her biri ayrı ayrı birer kooperatiftir. Bu kooperatifler şimdilik birer tane kurulacaklardır. Oysa bucakta, ilde ve ülkede bu kooperatiflerin sayısı beşten az olmayacak, yirmiden fazla olmayacaktır. İleride Adil Düzen makroda da kabul edildiği zaman bu kooperatifler mesleki teşekküller olacaktır. Yani mesleki kuruluşların devlet nezdindeki temsilcilik haklarını elde edeceklerdir. İşte Adil Düzen böyle halk tarafından serbestlik içinde, mevzuat içinde oluşturulmuş kuruluşlar sonra halk tarafından benimsenir ve güçlenirse siyasi güçler oy kaygısı ile zaten bütün yetkilerini o kuruluşlara verirler. İşte bu demokratik oluştur. Merkezden atanan veya görevlendirilen kimseler halk kuruluşu olmadığı için demokratlığı sadece sözden ibaret olmaktadır.

Türkiye’de siyasi partilerin büyük güçleri vardır. Çünkü halkın oluşturduğu güçlerdir. Oysa odaların, sendikaların adları var, kendileri yok. Odaların hükmü olmadığı içindir ki birer dernek olan TÜSİAD ve MÜSİAD da etkili olmaktadır. Sendikalar da tam teşkilatlanmadıkları ve baskı içinde faaliyet gösteremedikleri için etkisizdirler.  

Şimdi bundan sonra kullanacağım kelimelerde tüketim, dayanışma, hizmet, danışma ve merkez sözleri ile bu hiyerarşik kooperatifleri kastedeceğiz. Kooperatifler birliği değil, kooperatiflerdir. Ancak özel hizmetleri olan kooperatiflerdir.

Şimdi ehliyetler nerelerde verilecektir? Önce onu tesbit edelim.

Tüketim kooperatiflerinde her üye eşit oya sahiptir ve üyeler arasında herhangi bir ehliyet dağılımı yoktur.

Dayanışma kooperatiflerinde üyeler, başlangıç ve temel ehliyetli olmak üzere iki sınıfa ayrılırlar. Bunların kooperatifteki temsil kabiliyetleri aynıdır. Hepsi kooperatife üyedirler. Ancak ilmi sınıflamada halk ikiye ayrılmaktadır. Yarısına başlangıç, yarısına temel ehliyet verilir. (Nüfusun üçte birine.)

Bir dayanışma kooperatifinde 10’a yakın ilmi dayanışma temsilciliği vardır. Üyelerin en az yirmide birinin ilmi temsilciliğini almış olan kimse dayanışma kooperatifinde ilmi dayanışma sorumlusudur. Aynı sorumluya ortak olan kooperatif ortakları ilmi bir hatadan dolayı tazminat ödemek durumunda olurlarsa aynı sorumlunun temsilciliğini kabul eden ortaklar bölüşerek öderler. İşte ehliyetteki güvence bunun üzerinde kurulur.

Bir dayanışma ortaklığında ortaklarının en az yirmide birinin sorumluluğunu kabul ettiği kimse orta ehliyetli olur. Bunun ilk öğrenimini yapmış olması şarttır. Bir ilde en az on orta ehliyetlinin ilmi temsilciliğini kabul etmiş kimse yüksek ehliyetlidir. Bunun yüksek tahsil yapmış olması şarttır. Ülkede en az on yüksek ehliyetlinin ilmi temsilcisi olan kimse üstün ehliyetlidir. Bunun akademik kariyer yapmış olması şartı yoktur. Çünkü ülkemizde bir mesleğin icrası için böyle bir şart aranmamaktadır.

Böylece oluşan üstün ehliyetliler imtihan yaparak tüm ortak sayısının binde birine yüksek ehliyet verirler. Onlar da il içinde imtihan ederek yüzde birine orta ehliyet verirler. Onlar da bucak içinde onda birine ilk ehliyet verirler. Ocak içinde üçte birine (üyelerin yarısına) temel ehliyet verirler. Bu ehliyetler ortakların bakmakla yükümlü olduğu kimselerin sayısına göre verilir.

Tekrar hatırlatalım ki, bu ehliyetler devletin verdiği resmi ehliyetleri güvenceye alma anlamındadır. Yani ortaklar mesleklerini icra ederken bilgisizlikten dolayı bir zarar verirlerse bu zarara aynı ilmi dayanışma sorumlusunun temsilciliğini kabul edenler aralarında bölüşerek taksitle öderler. Bunların içinde resmi diploması olmayanlar, mesleklerini yürütebilmek için yanlarında resmi diploması olan ama kooperatifin güvencesini almayan ortak kimselerle çalışmak zorundadırlar.

Temsilci olmayan ehliyetliler kooperatif içinde mesleki faaliyette bulunabilirler. Ancak ortakları kooperatif içinde temsil edemezler. Oysa temsilci ehliyetliler kooperatif içinde ortakları temsil ederler ve temsil ettikleri sayısınca söz sahibidirler.

Tüketim kooperatifinde ilk ehliyetliler yönetici olurlar. Biri kadın, biri erkek, biri de onların seçtiği kadın veya erkek olmak üzere üç kişiden oluşur.

Dayanışma kooperatiflerinde temsilciler 5 ile 20 arasındadırlar. 10 orta ehliyetliden oluşur.

Hizmet kooperatiflerinde temsilciler 5 ile 20 arasındadır. Yüksek ehliyetlilerden oluşur.

Danışma kooperatiflerinde temsilciler 5 ile 20 arasındadır. Üstün ehliyetlilerden oluşur.

Kooperatiflerin yönetim kurulları üç kişiden oluşur. Başkan, muhasip ve katipten oluşur. Diğerleri yedektir.

Yönetim kurulu toplantıları yedeklerle birlikte toplanır. Kararlar ya ittifakla alınır, yahut başkan ve bir yardımcısının imzası ile alınır. İstişare tüm hazır olan üyelerle yapılır.

Yönetim kurulu üyeleri temsilcilerin sıralaması usûlü ile seçilirler. Bütün temsilci üyeler yönetimde sıraya sahip olurlar. Birincisi başkan, ikincisi muhasip, üçüncüsü katip olur. Yöneticilikten biri boşandığında yedekler sırası ile görev almış olurlar. Seçimin mevcut mevzuata uyması için her temsilcinin temsilciliği ayrı ayrı oylanır. Ekseriyetin kabulü ile temsilcilik kesinleşir. Bir sorumlunun temsilciliği kabul edilmezse o sorumlunun temsilciliği sona erer. O temsil ettiği kimseleri isterse yeni bir temsilciye aktarır, isterse diğerlerine bölüştürür. Ancak kongrenin ekseriyeti ile onaylanan temsilci sayısı yediden aşağı düşerse kooperatif fesholur.

Kooperatiflerin teşkilatlanmasında temel nokta ehliyettir. Ocak ve bucaklar bütün ehliyetlilerin katılması ile kurulur. Yani her ortak hem bucağın hem de ocağın ortağıdır. Kongrelere doğrudan katılırlar. Oylarını eşit şartlar içinde kullanırlar. Sadece yönetime seçilmek için yeter sayıda kimsenin dayanışma sorumlusu olmak gerekir. Bu orta ehliyetlilerin mesleki faaliyeti göstermeleri gerekmediği için resmi diplomalı olmaları gerekmez. Resmi diploma mesleki faaliyetlerde gerekmektedir. Öyleyse ehliyeti aşağıdaki şekilde belirlememiz gerekmektedir.

 

EHLİYETLER:

Temsil Ehliyeti: Yeter sayıda kimseleri ilmen temsil etmekle elde edilir. Diploma gerekmez.

Faaliyet Ehliyeti: Resmi diploma sahibi olmak ve temsil ehliyetlilerin de güvencesini almakla sağlanır. Resmi diploması olmayanlar ancak resmi diplomalı ile ortak çalışabilirler. Bunlardan cezai sorumluluk resmi diplomalıya ait olacaktır. Mali sorumluluk kooperatif ehliyetlilerine ait olacaktır.

 

EHLİYETLERİN ANLAMI:

Her 7 yaşını dolduran ve akıl hastası olmayan kimse “başlangıç ehliyeti”ne sahiptir. Çocuğun aklının yerinde olduğu hususunda velisi karar verecektir. 18 yaşını doldurmayan kimseler kooperatife ortak olmadıkları için bunların adları bunlara bakmakla mükellef olan kimsenin sahifesinde kaydedilir. Bunların haklarını velileri korur. Bunlar kooperatifi yönetmede oy kullanamazlar. Seçemez ve seçilemezler, ancak bunların da kooperatif dayanışması içinde yerleri vardır. Bunlar da kooperatif içinde bir iş yaparlarsa ücret istihkak ederler, bunlar da bilgisizlikten bir zarar iras ederlerse dayanışma ortaklıklarınca yararlanılır. Bunlar ancak bir temel ehliyetlinin yanında ve onun nezaretinde iş yapabilirler. Çıraklık yaparlar. Bunlar kendi başlarına bir işe başlayamaz ve kendi başlarına bu işleri de sürdüremezler. Bunlar aldıkları ücretin beşte birini kendilerine nezaret eden temel ehliyetliye verirler.

Her 10 yaşını dolduran kimse “temel ehliyetli” olabilir. Bunlar kendi başlarına bir işe başlayamazlar. Ama verilen bir işi kendi başlarına sürdürürler. İş bitti mi yeni iş bir ilk ehliyetli tarafından kendilerine verilir  İşleri bitirirler. Bunlar aldıkları ücretlerin beşte birini kendilerine iş veren ilk ehliyetliye öderler. Bu iş verme veya nezaret etme belli bir iş yerinde belli bir kimse tarafından değil, akşam üstü veya sabah erkenden nerede iş bulurlarsa orada o işi alırlar. Ehliyetleri vardır. Ehliyetleri güvencededir. İş yapamayacakları korkusu yoktur. Tabii ki bu sistemin çalışması için ne kadar sıkı bir muhasebeye ihtiyaç olduğu aşikârdır. Her akşam o gün kimin işini yapmışlarsa kaydedilir. Sonra muhasebede hafta sonunda kime ne düştüğü belirlenmiş olur.

Her 15 yaşını dolduran “ilk ehliyetli” olabilir. İlk ehliyetlinin yapabileceği herhangi bir iş için bir orta ehliyetliden izin alması gerekir. Onun fetvaları ile amel eder. İlk ehliyetli izinli olduğu işlerde kendi başına işe başlayabilir ve devam ettirebilir. Temel ehliyetlilere iş verebilir.

Başlangıç ehliyetli “çırak”tır. Temel ehliyetli “işçi”dir. İlk ehliyetli “kalfa”dır.

Askerlikte de er başlangıç ehliyetlidir. Erbaşlar temel ehliyetlidirler, Astsubaylar ilk ehliyetlidirler. Burada görülüyor ki, kooperatif içinde bir fabrikada hiyerarşik sınıflama mevcuttur. Bir ordudaki gibi rütbelendirme vardır. Ne var ki, bugünkü fabrikalarda merkezi yönetim vardır. İşveren ve iş tutan hür değildir. Merkezi yönetime bağlıdırlar. Oysa kooperatifte bu tamamen serbest anlaşmalara bağlıdır. İş olduğu zaman bu mekanizmalar çalışır ve işe göre bu bağlantılar vardır. Kolaylıkla her gün hatta her saat değişebilir. Tüm hareketler muhasebeye geçirilir. Yani halk ekonomisinde de bürokratik bir bağlantı sözkonusudur. Ancak kişiler her zaman işlerini değiştirebildikleri için hürriyet korunmuştur. İşleri kişiler değil projeler yürütür. Yani herkes projeye göre iş yapmak zorundadır.

Orta ehliyetliler” yapılmış projeyi okuyup uygulatma ehliyetinde olanlardır. Bunlar kendileri proje yapamaz, projede değişiklik de yapamaz. Mevcut proje aynen uygulanır. Projede olacak aksaklıklar onlara ait değildir. Ama projenin uygulamasında doğacak sorumluluklar kendilerine aittir. Projenin yorumlanması da kendileri tarafından yapılmaz. Anlaşılmayan hususlarda “yüksek ehliyetliler”den ilgili müşavirlere sorar, onların yorumlaması ve talimatı ile uygulama yapılır. Bir işin yürümesi için onu takip eden bir sorumlunun da olması gerekmektedir. Bu o işi yapmayı taahhüt eden kimsedir. Onu yapanı bulup sözleşme yapmak ona aittir. Genellikle bunlar ilk ehliyetli kimselerdir. Onlar temel ehliyetli ve başlangıç ehliyetliyi bulup işleri yaptırırlar. Orta ehliyetlilerin görevi bu ilk ehliyetlilere proje uygulamasında müşavirlik yapmaktır.

Yüksek ehliyetliler” proje yapan kimselerdir. Birkaç mütehassıs birlikte çalışarak proje hazırlarlar. Herkesin sorumluluğu kendisine ait olur. Ancak projede birliğin sağlanması için bir baş sorumlunun olması gerekir. Bunun için baş sorumlu ile sorumlu o konuda anlaşırlarsa projede ilerleme sağlanır. Proje yapılıp bittikten sonra altına imzalar atılınca artık hüküm projenindir. Müellifler değişiklik yapamazlar. Proje tadilatı yeni proje yapmakla mümkün olur. Eski proje tamamlanır. Yahut durdurulur. Yapılanlar tesbit edilerek yeniden proje yapılır. Tabii deneme projeleri bunun dışındadır. Bizim söylediğimiz seri imalat projeleridir. Yüksek ehliyetliler projelerini yaparken üstün ehliyetlilerden birinin usûlüne göre proje yaparlar. Bir projede değişik kimselerin usûlü uygulanamaz. Yine deneme projeleri bu usûlün dışındadır.

Üstün ehliyetliler” ilmi çalışma yaparak projelerin nasıl yapılacağı hususunda talimat çıkarırlar. Yüksek ehliyetliler bir projede bunlardan birinin talimatnamesini uygularlar. Kooperatifin kefaletinde inşa edilen ve kooperatif tarafından teminat altına alınan tüm işler böyle projelendirilmiş olmalıdır. Kooperatif bu işe basitten başlamalı ve yavaş yavaş geliştirmelidir. Bunun için iki işi esas almıştır. Biri, ahşap evler yapacaktır. Diğeri ise, market kuracaktır. İki işi de birden götürmektedir. Varılması istenen hedefe kolay kolay ulaşılamayacağını bu anlattıklarımız vermektedir. Ancak başlanacak ve zamanla sorunlar çözülecektir. Biz bu yazılarımızla hedefi sizlere gösteriyoruz. İnanan kimselerden katılmayı bekliyoruz. Örnek müesseseler kurmak ve onlar üzerinde deneme çalışmaları yaparak sözleşmeleri hazırlamamız gerekmektedir.

 

İLMİ DİL

Yapılan projenin anlaşılabilmesi ve talimatın kavranabilmesi için ortak dile sahip olmamız gerekir. Bu bakımdan diller hakkında bilgi vermeye çalışacağız.

Konuşma Dili: Ocaklarda konuşulur. İlk ehliyetlilerle çalışanlar arasında konuşma dili geçerlidir. İlk ehliyetli temel ehliyetliye iş verirken, temel ehliyetli başlangıç ehliyetliye nezaret ederken konuşma dilini kullanır. Konuşma dili müşahhastır. İşçiyi kavaklığa götürür. Kendisine el biçme makinesini verir. Kavakları gösterir. Bu kavakları şöyle şöyle kes der. İşçi bunu kulaklarına göre duyar. Kalfa bir-iki tanesini kestirir, görür, bırakır. Görülüyor ki, burada her şey müşahhastır. Kesici müşahhastır, kavak ağaçları müşahhastır, kesiş şekli de müşahhastır. Gözle görülmüştür. Dil genel kavramları değil özel oluşları anlatmaktadır.

Yazı Dili: Proje dilidir. Projede bir motor alınacak, kavaklığa gidilecek, kavaklar kesilecektir. Bunun projesi vardır. Ancak belli bir kavaktan veya belli bir makineden, belli bir işçiden bahsedilmektedir. Buradaki varlıklar müşahhastır. İlk ehliyetliler anlaşmalara göre bunları müşahhaslaştırıp uygularlar. İşte buna da “yazı dili” diyoruz. Yazı dilinde kavramlar genişlemiştir. Mücerret hâle getirilmiştir. Ancak bu dil bucakta konuşma diline çevirebilecektir.

Proje Dili: İllerde geçerlidir. Proje yapılır. O projede üretim vardır. Yazı dilinde mevcut projeler uygulanır Oysa proje dilinde projeyi yapanlar belli işaretler kullanırlar. Kendileri ölçümlendirirler. Yani proje dilinde proje yapanların katkıları vardır. Ölçülendirmeleri vardır. Özel tanımları vardır. Her proje adet kendi dilini kendisi üretmiş olur. Böylece oluşan projeler bucaklara gider ve yazı diline dönüşür, işyerlerine gider konuşma dili hâlini alır.

Hukuk Dili: Her devletin ayrı dili vardır. Ülkemiz Türkçe konuşmaktadır. Biz Türkçe düşünmek zorundayız. Ne var ki, dil tümüyle belirlenmiş değildir. Biz günlük olarak konuşurken “dağ” dediğimiz zaman ne anlarız, “tepe” dediğimiz zaman ne anlarız? Birine göre dağ olan diğerine göre tepedir. İşte günlük hayatımızda böyle hep belirsiz kelimeler kullanarak yaşarız. Bunu böyle kullanmak zorundayız. Çünkü konuşurken onların tanımlarını aklımıza getirmeyiz. Peki, sonra bu nasıl anlaşılacaktır? Tanımlar sonradan gelmiş olacaktır. Evet, biz ne kadar baştan tanımlamak istersek de tanımlayamayız, tanımlasak da onu kullanamayız. Onun için çözüm hakemlerin kararlarına uymaktan ibaret olacaktır. Biz sözleşme yaparız. Uygularken ihtilaf çıkar, ben başka türlü siz başka türlü anlarsınız. Çözüm olarak hakemlere gidilir, hakemler o sözleşmeyi nasıl yorumlarsa mânâsı odur. Böylece hakem kararları ile bir hukuk dili oluşur. Buna “resmi dil” veya “devlet dili” diyoruz. Amerikalılarla İngilizler aynı dili konuşurlar ama onların hukuk dilleri farklıdır. İşte proje yapılırken, talimatlar çıkarılırken hukuk dilinin kullanılması şarttır. Yani herkes ileride hakemler bu hususta nasıl karar verirler diye düşünür ve ona göre kullanır. Dil üzerinde son karar ülke hakemleri tarafından verilmiş olur. Yani bucakta veya ilde hakemlerin dili yorumlayarak verdiği kararlar, daha üst hakemlerin nezdinde dava konusu olabilir. Ama bu uluslararası dava yapılamaz. Çünkü dil millidir.

Medeniyetleri uluslar kurmaz. Yeryüzünde iki medeniyet yarış içinde olur. Biri peygamberlerin hak medeniyetleri, diğeri de filozofların kuvvet medeniyetleri. Bunlar değişik ulusları toplar, ama bir ortak dil kullanırlar. Bir devirde iki dil medeniyet dili olur. Bugün dünyada iki medeniyet vardır. Biri zirvededir ve bu kuvvet medeniyeti olan “Batı Medeniyeti”dir. İlmi dili “Latince”dir. İngilizce, Fransızca, Almanca ilim dili değildirler, medeniyet dili değildirler. Olamayacaklardır. Batıda yine Latince ilim dili olacaktır. Çünkü Anglo-Sakson hakimiyeti er veya geç kısa zamanda bitecektir. Medeniyet dili olmadan ömrü sona erecektir. Diğeri de tarihi ömrünü doldurmuş ve çökmüş olan “İslâm Medeniyeti”nin yeniden dirilmeye başlamasıdır. Bunun dili de “Kur’an Dili” olan “Arapça”dır.

Kooperatifimiz, “Matematik Dili” olarak “Latince”yi benimsemiştir ve batının matematiğini kullanacaktır. Teknik dil de ister istemez Latince olacaktır. “Hukuk Dili” olarak “Kur’an Dili”ni benimsemiştir. İlim dili de Arapça olacaktır. Kooperatifimizin hedefi gelecek bin yılın “Hak medeniyeti”ne gitmede hizmet etmektir. Dolayısıyla ilim dili olarak “Arapça”nın gelişmesine hizmet edecektir.

İlim dili hukuk dilinden de ileridedir. Hukuk dilinde tanımlar sonra hakemler tarafından yapılmakta ve ona göre hüküm verilmektedir. Oysa ilim dilinde tanımlar baştan yapılmakta ve hesaplar ona göre yürütülebilmektedir. Projeler ona göre yapılabilmektedir. Kooperatifimiz www.Akevler. org sitesinde ilmi çalışmalar için gerekli olan Arapçayı geliştirmek için Kur’an Dili üzerinde durmaktadır. Kur’an Dili demek, çağlar arası bir dil demektir. Kur’an konuşma dili üzerinde inmiştir. Müçtehitler onu hukuk diline ve ilim diline göre yorumlarlar. O da medeniyeti doğurur. Sonra medeniyet yaşlanır ve çöker. Eski yorumlar da biter, yeniden yorumlanır. Bu böyle devam edip gidecektir. Gelecek hak medeniyetlerini hep Kur’an kuracaktır. Diğer kitaplardan da yararlanılacaktır. Kooperatiflerimizin ne kadar büyük hedefleri göğüslediklerini görüyoruz. Ancak bizim acelemiz yoktur. Biz elimizden geleni yapmaktayız.

 

İLİMLERİN TASNİFİNDE KUR’AN’IN ROLÜ

Sistematik ilmin oluşması için ilmin sınıflandırılması gerekir. Kitaplar buna göre yazılacaktır. İlim diliyle yani Arapça veya Latince yazılacak, sonra aynı terimleri kullanarak milli dile çevrilecektir. Sonra da halk dili ile halka anlatılacaktır. Başlangıçta tüm ilimler ilim diliyle kaleme alınacaktır. Tüm kavramlar Kur’an’daki köklerden geliştirilecektir.

Bu sınıflamanın uygun yapılabilmesi için Kur’an’dan yararlanmamız gerekmektedir. Kur’an öyle kelimeler kullanır ki, sonunda sınıflandırmaları yapar. Mesela, Kur’an “Besmele”de “rahmân” ve “rahîm” kelimelerini kullanır. Bu iki sıfatı “Allah” için kullanır. “Allah”ı yeryüzünde “devlet” temsil eder. Devletin iki vasfı olmalıdır. Rahmân, karşılıksız iyilik eden; rahîm de, karşılıklı iyilik eden demektir. Buradan devletin iki önemli görevi ortaya çıkacaktır. Bunlardan biri, çalışsın çalışmasın, herkese yaşaması için gerekli olan aş verilmelidir. Diğeri de, çalışanlara iş vermeli yani ücret vermelidir.

İşte “besmele”de kullanılan aynı kökten gelen iki kelime bize kamunun görevlerini tasnif etmektedir. Kamu görevlerini yüklenen bir halk kuruluşu olan kooperatifin de görevini belirtmektedir. Ortaklarına aş ve iş vermek. Bunun için Mala-Mal Mağazaları kurulacak ve herkes aşını ve işini bulacaktır. Artırdıkları zamanı da Ahşap Evler için harcayacaklardır.

Kur’an böylece birbirine yakın olan kavramları aynı cümlede yan yana kullanarak sınıflama yaptığı gibi, benzer kavramları aynı kelime ile ifade ederek analoğun kurulmasına hizmet eder. Buna bir misal olarak, Araplar göğüsteki kalbe kalb diyorlar. Kanı çevirdiği ve döndürdüğü için bu ad verilmiş oluyor. Araplar insanın kafasındaki beyne kalb demiyorlar. Ama Kur’an iki kişinin ikiden fazla kalbi olduğunu, bir göğüste iki kalbin olmadığını, diğer kalbin başta olduğunu çok açık olarak ifade etmektedir. Böylece beynimizin de bir kalb olduğunu ifade etmektedir. Türkler de “yürek” derken “yürüten” demek istemişlerdir. Kanı yürüten âlet oluyor. Beyin de haberi yürütün âlet demektir.

Şimdi biz bir şeyi alıp veren yerlere kalb veya yürek diyebiliriz. Duraklar, istasyonlar, limanlar, hava meydanları hep birer kalbdir. Bundan sonra hava meydanı demeyecek, hava yolları yüreği diyeceksiniz. Pompalara pompa değil, su yüreği veya yağ yüreği diyeceksiniz. Vantilatörlere vantilatör değil, hava yüreği diyeceksiniz. Okullar öğrenme yüreği, mescitler inananların yüreği olacaktır.

Görülüyor ki, Kur’an bize tasnifte yardım ettiği gibi benzer müesseseleri veya organları da öğretmektedir.

Kur’an’da 1000 kadar işlek kök vardır. 1000 kadar da kural vardır. Bunların dışında kalan Arapça kökler de bunlara akrabadır. Mesela, “medh” kelimesi Arapçada yoktur. Ama benzer anlamı taşıyan “hamd” kelimesi vardır. Bu köklerden de belli kurallar içinde yararlanırız. Kur’an’ın en büyük özelliği, her konuda birer bilgi verir. Hepsini aynı konuda vermez. “Diğer konuları siz kıyas yaparak ve karşılaştırarak bulun.” der. Şarabı yasak eder ama bütün alkollü içkileri yasaklamış olur. İnsanın kalbini anlatır ama bütün çeken ve iten merkezleri ifade etmiş olur. İnsanın ciğeri ile ağacın yaprağını birbirine benzetebilir. Bunların benzer fonksiyon yaptıklarını biliriz. Ciğer CO2 verir, yerine O2’yi alır Yeşil yaprak ise O2’yi alır, CO2’yi verir. İnsanın ağzı ile hayvanların kökleri arasında da bir paralellik vardır. Ama insanın ayağı ile kökleri arasında da paralellik vardır. Kur’an bunlara; “Yürüyen her hayvan, iki kanat üzerinde uçan her kuş sizin gibi bir topluluktur.” diyerek, analoğun varlığına işaret eder. Tabii kanunlardan bahseder. “Güneş, ay ve yıldızlar arasında denge vardır. Siz de terazide hile yapmayın.” der. Böylece tabii yapı ile sosyal yapının da analog olduğunu bildirir.

Kur’an’ın bu öğretilerinden yararlanabilmemiz için Kur’an’ın köklerini, dil kurallarını yeniden ele alıp bugünkü müsbet ve sosyal ilimlerin vardığı sonuçlara göre tanımlamamız gerekir. Mesela, kamu suçları gizlilik illetine dayanır. Devlet kişilerin hukukunu korumakla yükümlüdür. Açık işlendiği zaman devletin işi kolaydır. Mevzuata göre hükmeder. Eğer adamı açık öldürmüşsen hükmü kısastır. Af ile diyete dönüşür. Ama kişiyi gizli öldürmüşsen cezası idamdır ve affı da caiz değildir. Malı açık almışsan mesele yoktur. Devlet senden alır ve diğerine verir. Ama gizli almışsan kolun kesilir ve af yoktur. Cinsi ilişkiyi sözleşmeyle açık yapmışsan cezası yoktur. Ama gizli yapmışsan yüz sopa vururlar. İftirayı ispatlayamazsan sopa yersin. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te resmi nikah yoktur. Aleniyet cinsi ilişkiler için yeterlidir. Tek taraflı boşama her zaman mümkündür. Kadın “ben seni boşadım” dedikten sonra üç ay geçer ve hamile olmadığı anlaşılırsa istediği kimse ile sözleşme yaparak cinsi ilişki kurabilir. Erkek de sözleşme yaparak yakınlısı olmayan herkesle açık sözleşme yaparak cinsi ilişki kurabilir.

Sistematik ilmin oluşmasında Kur’an’ın bize pek çok yardımı olacaktır. Kur’an’ın dilini esas alarak oluşturacağımız ilmi dil eğer tabii sosyal oluşları doğru ifade ediyorsa, medeniyetin kurulmasında etkin oluyorsa Kur’an Allah’ın sözüdür. Etmiyorsa, biz hata yapmış olacağımız için bir şey söylemez. Başkalarının tanımlarına göre medeniyeti kurar. O da mezhepleri oluşturuyor. Asla kuramazsa, o Allah’ın sözü değildir.

Bakınız, ilmi metot budur. İddialar denenecek. Sonuç verirse iddia ispatlanmış olur. Vermezse, bir şey söylenemez. Ama biz bir adım daha ileri gidiyoruz ve diyoruz ki; Kur’an bunu yapacaktır. Geleceğin medeniyeti Kur’an üzerinde kurulacaktır. Bediüzzaman 300 yıl sonra “bunu görüyorum” diyor. Ben de 300 yıl sonra gelecek nesle diyorum ki; bakınız bizim zamanımızda Kur’an’a “esâtirü’l-evvelîn” diyorlar. Ama biz de diyoruz ki; gelecek medeniyetin bânisi olacaktır. Siz şimdi bunu görerek dininize iyi sarılın.

 

İLİMLERİN TASNİFİ

İlimler kendilerinden yararlanma bakımından dört grupta toplanırlar.

1- NAZARİ İLİMLER, TEORİK İLİMLER: Kur’an bunlara “sünnetullah” diyor, yani tabii ve sosyal kanunlar ilmidir. Mesela su soğuyunca donar. 100 derecenin üstüne çıkarsa buharlaşır. Şimdi gezegenleri ele alalım. Bunlardan güneşe yakın olanların hep aynı yüzleri güneşe dönüktür ve çok sıcaktır. Su buharlaşmıştır. Arka yüzleri çok soğuktur. Orada da buz halindedir. Burada akar su yoktur. Diğer gezegenlerin ısıları çok düşüktür. Buz halindedir. Akarsular bunlarda da yoktur. Akarsu yalnız yeryüzünde var olabilir. Öyleyse hayat da yalnız yeryüzünde vardır. Bu hususlar aya gitmeden önce de insanlar tarafından tümden gelim yoluyla bilinmekteydi.

Bu bilgiler; “sebepsiz hiçbir şey olmaz, varolan sebepsiz yok olmaz, yok olan da sebepsiz var olmaz” ilkesi ile bu ilimler oluşmaktadır.

2- TABİİ İLİMLER: Şimdi genel kural olarak dedik ki, gezegenlerde akarsu yok ama buz olabilir. Acaba buz var mı, yok mu? Varsa, miktarı ne kadardır? Bunları tesbit eden ilimlere “tabii ilimler” diyoruz. Göklerde mevcut cisimler ve bu cisimlerin özellikleri, hareketleri ve değişmelerini tabii ilimler inceler. Yeryüzünün nehirleri, dağları, yolları; bunları da tabii ilimler inceler. Yeryüzünde yaşayan hayvanları bize tabii ilimler tanıtır. Tabii ilimler bir tür istatistik ilimlerdir. Olanı olduğu gibi tesbit eder. İster nazari ilimler olsun ister tabii ilimler olsun her ikisi de geçmişteki olayları ele alır. Onların kanunlarını, yerlerini ve miktarlarını bildirir. Bu sayede insan çevreyi ve yaşadığı yerleri öğrenir. Bu yeterli değildir. İnsanın bu bilgilere dayanarak gelecek hakkında kararlar alması, ona göre projeler üretmesi ve çalışması gerekir.

3- AMELİ İLİMLER, PRATİK İLİMLER: Proje üreten ilimlerdir. Biz geçmişteki bilgilerimize dayanarak geleceğimiz hakkında kararlar alırız. Ateşin odamızı ısıttığını, elimizi içine soktuğumuzda yaktığını biliriz. Bunları nazari ve tabii ilimlerden öğreniriz. Buna dayanarak üşüdüğümüz zaman sobamızı yakarız, buna dayanarak ateşi maşa ile tutarız. O halde tabii ve nazari ilimlere dayanarak yapmak istediğimizi yapmış oluruz. Bugün fakülteler vardır. Nazari ilimleri çürütmektedirler, tabii ilimleri öğretmektedirler. Bunlar daha çok edebiyat ve fen fakülteleridir. Ameli ilimleri öğreten fakülteler de vardır. Tıp, hukuk, mühendislik bunlardandır. Gelecekte bu fakülteler ayrılacaktır. Nazari ilimleri ilmi dayanışma ortaklıkları öğretecektir. Tabii ilimleri mesleki dayanışma ortaklıkları öğretecektir. Ameli ilimleri mesleki dayanışma ortaklıkları öğretecektir. Bundan sonra anlatacağımız hikemi ilimleri ise dini dayanışma ortaklıkları öğretecektir.

4- HİKEMİ İLİMLER: Hayat ihtiyaçların giderilmesi esasına dayanır. O halde ihtiyaçları tesbit eden bir ilim olmalıdır. Sonra ihtiyaçların nasıl yapılacağını tesbit eden ilim olmalıdır. Bu proje yapan ilimdir. Teorik bilgilerle olur. Yapacakları eğitecek, onlara yol gösterecek ilme ihtiyaç vardır. Bu mesleki ilimdir. Sonunda ondan kimin yararlanması gerektiğini öğreten ilme ihtiyaç vardır. Ne yapılmalıdır, nasıl yapılmalıdır, kim yapmalıdır, kim yararlanmalıdır? Yapılacak işlerin tesbitini yapmak, projesini üretmek, projeyi uygulamak, sonunda bölüşüm yapmak.

Hikemi ilimler ne yapılacağına karar verir. Nazari ilimler projeleri üretir. Ameli ilimler üretim yaptırır. Tabii ilimler bölüşmeyi sağlar.

Hikemi ilimleri dini dayanışma ortaklıkları, nazari ilimleri ilmi dayanışma ortaklıkları, ameli ilimleri mesleki dayanışma ortaklıkları ve tabii ilimleri de siyasi dayanışma ortaklıkları organize eder.

Burada merkez nazari ilimlerdir. Nazari ilimlere göre ilmi tasnif yapılmıştır. Başlangıç, temel, ilk, orta, yüksek ve üstün ehliyetler nazari ilimlerde verilir. Bu ilimler genel ilimlerdir. Yani herkes hepsini okur ve derecesini yükseltir. Bu ilimlerarası birliğin ve denkliğin sağlanması içindir. Aynı dilin kullanılmasını sağlamak içindir. Bilgiler arasında kopukluğun olmamasını sağlamak içindir. İhtisas isteyen ilimler ise diğer meslek okullarında öğretilir.

Diğer okullarda ilerleme iki şekilde olur. Biri, ilmi rütbeni yükseltirsin ve daha üstün derece alırsın. İlmi merteben aynı kalır ama uzun zaman orada çalışman dolayısıyla derecen yükselmiş olur. Yani biri kademe atlama ile olur, diğeri ise derece alma ile olur. Kademe atlama nazari ilimde derece alma ile olur. Derece alma ise o meslekte faaliyet göstermekle olur. Kademe hizmet cinsi değişir. Proje uygulayan yerine uygulatana geçilir, uygulatanın yerine yapana yükselmiş olur. Oysa aynı kademede o sahada daha derin deneyimli hâle gelmek, daha çok kimseleri çalıştırabilmek ve sorumlu işleri yapma anlamına gelir.

Üniversite ile fakülte arasındaki fark da budur. Üniversiteler genel teorik ilimleri verirler, fakülteler ise meslek bilgilerini verirler. Üniversitelerde pratik yoktur. Pratikleri meslek okullarında yaparlar. Ancak üniversiteler bir fakültede pratik yapmayı isterler. Teorik ilimlerin uygulamaları meslek okullarında yapılır. Herkes kendi seçtiği meslekte uygulama yapar ve örnekler çözer. Üniversitelerin iki temel dersleri vardır: Matematik ve İlmi Dil. Diğer bütün ilimleri bu iki dersin uygulaması şeklinde yaparlar. Fakültelerde bu uygulama farklı şekilde detaylandırılır.

 

KİTAPLAR:

İlim nesilden nesile kitaplar aracılığı ile geçer. Hatta ilim yazılı hâle geldikten sonra ilim olur. Ancak gelişigüzel her yazı ilim olmaz. Yazının ilim hâline gelmesi için kurallara göre yazılması gerekir. Bu sebepledir ki henüz Adil Düzen ilim hâline gelmemiştir. Biz bunları yazarken malzeme oluşturuyoruz. Asıl Adil Düzen aşağıda anlatacağım ilmi eserler oluştuğu zaman Adil Düzenin İlmi yapılmış olacaktır. Adil Düzenin İlmi yapılmadıkça da onu tam olarak uygulamak mümkün olmaz. Bir taraftan uygulamalar olacak, diğer taraftan ilmi oluşacak. Bunun serüveni 1000 yılda bitecektir. 1000 yıl sonra yeni serüven başlayacaktır. Bir gün gelecek kıyamet olacak ve yeni kâinat kurulacaktır. Hepimiz orada tekrar buluşacağız. Bu sadece dini bir inanış değil, aynı zamanda ilmi verilerin sonucu olan bilgidir. İlmi eserler derece derecedir.

 

METİNLER:  

İlim yapacak kimselerin bilmesi gereken bilgileri içerir. Bunlar ispatsız verilir. İcma ile sabit olduğu için ispata gerek olmadan herkes bunları kabul eder. Adeta bunlar varsayımdır. İspatsız kabul edilmişlerdir. Bir ilim adamı bütün ilimlerin metnini bilmek zorundadır. Çalışmalar bu metinler üzerinde oluşacaktır. Metinlerin miktarı ne kadar olmalıdır? Biz bunu Kur’an’a kıyasla tesbit ediyoruz. 600 sahife kadar olmalıdır. İleride yapılacak bazı test ve istatistiklerle bu miktar ilmi olarak tesbit edilebilir. Bunun 600 sahife olacağı ortaya çıkar, bu da bir mucize olur. 25 kadar nazari ilim sözkonusu olacaktır. Her ilme 24 sahifelik metin düşecektir. Diğer ameli, tabii, hikemi ilimler için de 600’ar sahifelik metinler oluşacaktır. 24 çeşit meslek kabul edilecektir. Bu metinler de icmaları içereceklerdir. Metinler Arapça yazılacaktır. Türkçeye çevrilecek, ancak metnin kelimeleri aynı kalacaktır. Her dil bu kelimeleri kendi dil hazinesine koyacaktır. Böylece insanlık ayrı ayrı diller konuşacak ama ortak kavramları ortak kelimelerle ifade edeceklerdir. Bu dilde kullanılan kelimeler Kur’an Arapçasından alınmış olacaktır. Böylece Kur’an Arapçasının bütün dünyada öğrenilmesi de kolaylaşmış olacaktır.

 

ŞERHLER:

Fakültelerde okunacaktır. Şerhlerde o ilmin 24 sahifelik metni 600 sahife şeklinde genişletilecektir. Burada yani metinlerde söylenenler ispat edilecektir. İhtilaflar değişik mezheplere göre belirlenecektir. Delilleri konacaktır. Şerhler de Arapça ile yazılacaktır. Mahalli dillere çevrilecektir. Bunlar yeni terim kullanmayacaklardır. Mevcut terimlere yeni mânâlar kazandıracaklardır. Böylece değişik konularda hep aynı kelimeler kullanılacak ama mânâları farklı olacaktır. Kalbin tıptaki anlamı başka, ulaştırmada başka, sulamada başka başka olacaktır. Ama benzer fonksiyonu yapacaktır. Yüksek ehliyeti alacak olanlar bütün ilimlerin metinlerinden ve bir ilmin şerhinden imtihan olmuş olacaklardır. Böylece yüksek ehliyetlilerin de bir mesleği olacaktır.

 

HÂŞİYELER:  

Bir konu üzerinde araştırmaların yapılmasıdır. Araştırmacı, metinlerin ve hâşiyelerin ihtilafsız olanlarını ispatsız olarak alır. İhtilaflı olanları kendisine göre delillendirir ve tercih eder, metin veya şerhlerde olmayanları ise araştırmasına dayanak yapamaz. Bunu kendisinin kanıtlaması gerekir. Delillerini ortaya koymuş olur. Böylece araştırmasını bitirir. Araştırmayı bir kelime veya birkaç kelime üzerinde yapar. İşte böylece sınıflama kendiliğinden ortaya çıkmış olacaktır. Siz bir konuda bir bilgiye ulaşmak isterseniz önce kelimeyi seçersiniz. O kelimenin metinde geçen yerlerini bulursunuz. Şerhlerine gidersiniz. Şerhlerde o kelime üzerinde yapılan araştırmaları bulursunuz. Başlıklarına bakarak sorunuzun cevabını orada ararsınız.

 

CEDVELLER:

Bunların dışında yapılan deneyler veya müşahede edilen değerler cedveller hâline getirilir ve bunlar da numaralanır. Cedvellerde geçen değişkenler şerhlerden alınır. Araştırmacının kendi müşahedeleri veya deneyleri varsa onları cedvellere ilave eder. Araştırmacılar bu cedvellerden yararlanırlar.

Demek ki ilmin nasıl oluşacağı bu tasniften ortaya çıkmaktadır.

Önce müşahede edilmiş değerler cedveller hâline getirilir ve bilgisayarlara yüklenir. Cedvellerde değişkenler vardır. Bu değişkenlerin kelimelerinin metinlerden seçilmiş olması gerekir. Bunun yeni kelime ile ifade edilmesi gerektiği kanaatine varılırsa önce metine ithal ettirilir, sonra kullanılır. Cedvellere dayanılarak kelimelere hâşiyeler yapılır. Sonra bu hâşiyelerin sonuçları ile şerhler yapılır. Şerhlerden metinlere gidilir.

Şimdi metin ve şerhlerin nasıl yapılacağına işaret edelim.

Bu metinlerin veya şerhlerin hazırlanması için kooperatif bir meblağ koyar. İsteyen o ilmin 24 sahifelik metnini hazırlayarak bu yarışmaya katılır. Katılanlar diğerlerinin metinlerini okuyarak onları sınıflarlar. Sıralarlar. Bir metnin aldığı sıranın tersleri alınarak eserin telif sırası bulunur. Eserlerin aldığı telif sırası ile kişinin sırası arasındaki farkın küçüklüğüne göre takdir sırası bulunur. Konan ödülün dörtte biri telif değeri takdir derecelerine göre bölüştürülür. Demek ki, yarışa kim katılırsa katılsın bir alır. Sora telifte birinci olanla takdirde birinci olan kendilerine iştirak edenlerden birini başkan seçerler. Üçü birlikte çalışarak metnin son şeklini belirler. Ödülün yarısı bunlara verilir. Başkan dışarıdan da seçilebilir. Böylece yarışa katılmayan ilmi otoritelerden de yararlanma imkanı olabilir.

Şerhlerin hazırlanması da benzer usulle olur. Hâşiye ve cetvellerin hazırlanması ise kadrolara göre yapılır. Her ortak bir konuda çalışma yaparak cedvel hazırlar ve ilmi dayanışma ortaklığına sunar. Bunlara bunlar için ayrılmış tahsisat dereceleme suretiyle bölüştürülür. Araştırma ise ancak ehliyetliler tarafından yapılır ve ilmi dayanışma ortaklıklarınca kendilerine verilen fondan finanse edilir.

 

İLİMLER:

Yukarıdan beri ilimlerden bahsettik . O ilimlerin neler olacağını burada belirtmeye çalışalım.

0- KELAM: Yaratılan var, Yaratan vardır. Yaratanı doğrudan bilmemiz imkansızdır. Ancak O’nun bazı özelliklerini yarattıklarına bakarak bilebiliriz. Yaratılan bundan on miyar yıl önce yoktu. Şimdi var. On milyar yıl sonra olmayacaktır. Var olup yok olma bir sebebe dayanmalıdır. İşte o sebep varedendir. Başka bir kural da, vareden varedilenden üstün olmalıdır. Bu da sebepsiz sonuç olmaz ilkesidir. O halde vareden en az insandan üstündür. İnsanda mevcut bilme hasleti, irade hasleti onda olmalıdır. İşte bu ilme “Kelam İlmi” denmektedir. Tamamen ayrı 25’inci veya 0’ıncı ilimdir.

  1. GRAMER: Buradaki gramerden kastımız herhangi bir dilin grameri değildir. Tüm dillerin tâbi olduğu kaidelerdir. Mesela, her dilde fail var, mef’ul var. Mâzi var, muzari var. Örnek dil olarak da Kur’an Arapçası alınacaktır. Gramer, bilenlerin ilmidir.
  2. MATEAMTİK İLMİ: Varlıkların kendileri dil ile bilinir, kelimelerle bilinirler. Miktarları ise matematikle bilinir. Keyfiyet gramer ilminde, kemiyet matematik ilminde öğrenilir. Matematiğin dili Lâtince olacaktır. Matematik bilinenlerin ilmidir.
  3. MANTIK İLMİ: Gramerden matematiğe doğru gidiştir. Kavramlar tanımlanmıştır. Sınırları çizilmiştir. Artık onun üzerinde hesaplar yapılabilir. Bilmenin ilmidir.
  4. PROGRAM İLMİ: Bu bilgisayardaki programdır. Matematiğe dayanmakla beraber artık kendisine özgü dili kullanır. Siz program yaparsınız, o hesapları yapar. Program mantıklıdır. Matematikten farklıdır. Matematiği kullanır ama matematikten farklıdır. Sinyallerin işlemidir.

Ana ilimler bunlardır. Her ilim yapan kimsenin bunları bilmesi gerekmektedir.

Bunları bilmeyenler ilim yapamaz. Bunların dışında değişik ilimler vardır.

  1. ANALİZ İLMİ: Kâinat bir bütündür. Onları biz beynimizde parçalarız. Her birine bir isim veririz. Bu isimlerle kâinatın haritasını yapmış oluruz. Kâinatı beynimizde inşa ederiz. Bugün tek olarak varlık ilmi okunmamaktadır. Ama her ilimde varlık ilmi ele alınmaktadır. Matematikte varlıkları matematikle tanımlatıp tesbit etmek bir ilmin konusu olacaktır.
  2. SENTEZ İLMİ: Varlıklar kelimelerle oluşturulduktan sonra o varlıklar arasındaki ilişkiler ortaya konmalıdır. Yani bir varlık başka varlığa nasıl tesir eder? Bu da tesir ilmini oluşturacaktır. Varlıklar farklı yerler işgal edenlerdir. Tesirler ise varlıklar tarafından yapılır ve bunlar aynı yerde birleşerek ortak tesir yaparlar. Böylece kâinatın zaman içindeki akışı bilinir.
  3. GENETİK İLMİ: Dört çeşit aminoasitler birleştirilerek bir dil oluşturulur. En büyük özelliği kendi kendine çoğalabilme özelliğidir. Böylece gaye ortaya çıkar. O gayeye göre oluşlar olur. Canlılar âlemi buna dayanmaktadır.
  4. BİT’LER İLMİ: 01’ler birleştirilerek program yapılır ve bu programlarla mekanizma oluşur. Hayvanlar âlemi doğar. DNA’larla koordineli olarak faaliyet gösterir.

Şimdi de Matematikle bilinen kâinatın ilminin dallarını görelim.

  1. MEKÂN İLMİ: Buna geometri denmektedir. Varlıkları tanımlar. Her yer bir varlığı temsil eder. Bir analiz ilmidir.
  2. ZAMAN İLMİ: Mekanik ilmi de denmektedir. Varlıkların birbirine tesiri ile oluşan hareketlerin ilmidir. Oluş sırasını belirler.
  3. MADDE İLMİ: Buna Kimya denmektedir. Atom fiziği de bunun içindedir. Aynı yeri iki madde işgal edemez.
  1. KUDRET İLMİ: Buna Fizik denmektedir. Enerji ilmidir. Sabit güç ilmidir.

Bunlardan başka canlıların tâbi olduğu ilimler vardır.

  1. NEBAT İLMİ: DNA’ların oluşturduğu âlemin ilmidir. Botanik de diyorlar.
  2. HAYAT İLMİ: Sinir sistemini taşıyan canlıları inceler. Zooloji de denmektedir.
  1. İNSAN İLMİ: Şuurlu ve iradeli insanı inceler.
  1. TOPLULUK İLMİ: Bağımsız varlıkların hareketlerinden oluşan ortak varlıkları ele alır. İnsan toplulukları bu ilmin konusudur.

Ayrıca;

  1. USUL İLMİ: Doğruyu yanlıştan ayıran ilimleri konu edinir.
  2. AHLAK İLMİ: İyiyi kötüden ayıran ilimdir.
  3. AMEL İLMİ: Faydalıyı zararlıdan ayıran ilimdir.
  4. HUKUK İLMİ: Zulmü adaletten ayıran ilimdir.

Son olarak;

  1. TARİH İLMİ: Kâinatın ve insanlığın geçmişini konu edinir.
  1. ÂHİRET İLMİ: Kâinatın ve insanlığın geleceğini konu edinir.
  2. EVRİM İLMİ: Kâinatta ve insanda mevcut olan gelişmeyi konu alır.
  3. FENA İLMİ: Kâinatın çöküşünü, insanların ve nesillerin dejenerasyonunu konu alır.

 

Böylece aslında bugün parça parça mevcut olan ilimler 25 ilim içinde toplanmalıdır. Bu ilimlerin 24’er sahifelik metinleri hazırlatılmalıdır. Sonra bu metinlere 600’er sahifelik şerhler yaptırılmalıdır. Bu bir kooperatifin veya bir ulusun yapabileceği bir iş değildir. Elbette bütün insanlığın birlikte asırlarca çalışarak yapacağı işlerdir. Ama biz şimdi ne yapıyoruz? Bunun tohumu oluyoruz. Tohum atılmadan hiçbir şey olmaz. Oysa bir tohum çimlenirse, korunursa, beslenirse büyür ve yüzlerce tohum verir. Sonra o her tarafı kaplar. Bütün sorun bir tohumu oluşturmak, ondan sonra da ilkbaharı beklemekten ibarettir.

Böyle bir kuruluşu kurmaya biz 1960’larda başladık.

Bu ilmi tasnif TEKYOL DERGİSİ’nde yayınlanmıştır.

Necmettin Erbakan ve Fethullah Gülen ile birlikte çalışıyorduk.

 Onlar câri sistemle birden büyümek istediler. Ayrıldılar... Başardılar...

Biz ise Akevler’de çalıştık. Akevler de başardı.; ama tohum hâlinde kaldı.

Birinci 33 yıllık denemeden yararlanarak Akevler İstanbul Kooperatiflerini kurduk.

Şimdi orada elde ettiğimiz bilgilere dayanarak daha ileri adımlar atmağa hazırlanıyoruz...

Mevcut sistemin çözüm olmadığı açıkça görülüyor.

 

TÜRKİYE’Yİ ELE ALALIM:

  1. Türkiye’de İşsizlik vardır. İşsizlik demek, açlık demektir. Açlık demek, yolsuzluk demektir. Yolsuzluk rüşvetin kaynağıdır. Rüşvet halkı isyana götürür. İsyan anarşiyi doğurur ve baskıyı artırır. İhtilâl olur. Ordu birbirine girer, halk birbirine girer. Pusudaki canavarlar saldırıp ülkeyi parçalar ve yutar. Bu bir senaryo değildir. İlmin verisidir. İşsizliğin kaynağı enflasyondur. Sadece enflasyon değildir. İç ve dış etkilerle suni olarak işsizlik yaratılıyor. (Mevzuat, kredi, vergi, rüşvet işsizliğin kaynakları arasındadır.)
  2. Enflasyon olan yerlerde fiyatlar ve ücretler belli olmaz. Kimse hesap yapamaz , kitap yapamaz, alışveriş yapamaz, anlaşmalar yapamaz. Bu da ekonomiyi durdurur. İşsizlik olur. Enflasyonu bütçe açığı doğurur. Ama enflasyonun sebebi sadece bütçe açığı değildir. İç ve dış etkiler ayrıca enflasyonu körüklemektedir. (Faiz enflasyonun kesin sebebidir.)
  3. Bütçe açığı enflasyonu doğurmaktadır. Geri gelmeyen devlet giderlerini yeni para basmakla kapatmaktadır. Böylece karşılıksız basılan para enflasyona sebep olmaktadır. Bütçe açığı dış borçlardan doğmaktadır. Ama sadece dış borçlanmalar bütçe açığının kaynağı değildir. Hortumlama da bütçe açığının kaynağıdır.
  4. Dış borçlar işsizlikten doğmaktadır. İç üretim yapmayınca halk ihtiyacını borçlanarak dış üretimden karşılamaktadır. Görülüyor ki, dört hastalık birbirlerinin hem sonucu hem de sebebidirler. İçten ve dıştan gelen etkiler bu hastalıkları şiddetle büyütmektedir. Büyüyen balon gün be gün patlamaya doğru gitmektedir. Arada delinince delikler zorla kapatılmakta, ancak balon durmadan büyüyor. Bir gün gelecek artık kapatma imkânı kalmayacaktır.

       

İşsizliği ortadan kaldırmalıyız. Enflasyonu %5’lere indirmeliyiz. Bütçe açığını kapatmalıyız. Borçlarımızı ödemeliyiz. Bunların hepsini birden yapmalıyız.

Yoksa birini durdurmakla sonuç elde edemeyiz. Durduramayız. Çünkü onlar bunun sebebidir. Bu hükümet işsizliği körükleyerek enflasyonu durdurmaya çalıştı. Bunun için patlama oldu. Kemal Derviş de devrilişe hazırlanıyor. İmkanı yok, devrilişi Derviş de durduramaz.

Otuz sahifeden daha geniş bir yazı yazdım. Bugünkü çöküşe durma formülleri getirdim. Bunu internette yayınlayacağız. Herkes gücü yettiği yere bunu ulaştırsın. Ülke kesin olarak çöküşe gidiyor.

Bugün borcumuz 150 milyar dolardır. Yeni hiçbir borç almasak, faizimizi de ödemesek, 15 sene sonra borcumuz 1220 miyar dolar olacaktır. Bugün her aileye 10 000 dolar borç payı düşmektedir. Sadece faizi 1500 dolar oluyor. Karın tokluğuna çalışırsak faizimizi ödeyebiliriz. Halbuki 15 yıl sonraki rayiçle 100 000 dolar borçlanılacak. Ayda 1500 dolar faiz ödemek zorunda olacaktır. Bu mümkün olmayacaktır. Sonuç Osmanlıların akıbeti olacaktır. İkinci Sevr kaçınılmazdır.

Şimdi biz gece - gündüz çalışarak hazırlık yapmalıyız. Bir taraftan çözümler üretip devletimize ulaştırmalıyız. Ne var ki, gaflet veya dalâlet, hatta hıyanet içinde olan iktidar ve muhalefet partileri sesimizi boğacak, bizi söyletmeyecek, bizi dinlemeyeceklerdir! Devletimizin yıkılması kaçınılmaz olarak mukadderdir. Size ömür hesabını bile yaptım. O zaman bir Lozan’ı ortaya çıkarmamız için hazırlıklı olmamız gerekir. Meşrutiyetçiler ihanet içinde idiler. Mustafa Kemal bunu Nutuk’unda çok açık olarak ifade etmektedir. Bugün sadece ordu dağıtılmamıştır.

Eğer  30 milyar dolar gelirse, bunu şunlar için kullanacaklardır:

  1. Kıbrıs’tan elimizi çekeceğiz.
  2. Doğuda Kürdistan devleti Kurulacak.
  3. Türk Ordusu küçültülecek ve ordusuz küçük devlet hâline getirilecektir.
  4. Nihayet Anadolu sermayesini yok edecekler. Doları suni olarak düşürecekler. İthal malları ile Türkiye’yi boğacaklar. Anadolu esnafı yok olacak. Kredi alıp ithalat yapan sömürücü sermaye güçlenecektir.

 

Sonra ne yapacaklar?

Türkiye’yi biraz daha parçalayacak ve Endülüs’e çevireceklerdir.

Biz halk olarak buna ancak “Halk Ekonomisi”ni kurarsak engel olabiliriz.

Mala-Mal Mağazaları ile sonuç elde edebiliriz.

 

Allah milletimize uyanış nasip etsin.

Allah milletimizin yardımcısı olsun.

Çalışmak bizden; başarı Allah’tandır.

 

 

 

ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER

VII

MESLEKÎ  DAYANIŞMA

İlim amel içindir. Teorik ilimler öğrenildikten sonra pratik ilimlere geçilecektir. İnsanları altı ilmi dereceye ayırmıştık. Bunlar; başlangıç, temel, ilk, orta, yüksek ve üstün sınıflardır.

Kuvveti üstün tutan anlayışa göre insanlar doğuştan üstün doğarlar.

Bunlar da dört gruba ayrılırlar:

  1. Üstünlük soyla ilgili olup her hususta diğer insanlardan üstün olan insanlar vardır. Tarihte hanedan anlayışı uzun zaman egemen olmuştur. Irk üstünlüğü günümüzün de çekim alanıdır. (Monarşistler)
  2. Askerlerin çocukları asker doğar ve diğer insanlardan üstün oluyorlardı. (Sosyalistler)
  3. Rahiplerin çocukları üstün doğar ve diğer insanlardan üstün oluyorlardı. (Teokratlar)
  4. Nihayet zenginlerin çocukları zengin doğar, diğer insanlardan üstün oluyorlardı. (Kapitalistler)

Bunun yanında Marx gibi filozoflar da insanlar arasında farklılık olmaması, bütün insanların eşit olması ilkesini getirmişlerdir. Bu teorinin uygulandığı yer hiçbir zaman olmamıştır. Olması da mümkün değildir. Her şeyi bıraksak, çocuklarla büyükler bir olmayacaklardır. Akıl hastaları akıllılar ile bir olmayacaklardır. O halde insanlar arasında eşitlik olmayacağı kesindir. Ancak bu sınıflama ve derecelendirme nasıl olacaktır. Bunun üzerinde durulması gerekir.

Bunun için Kur’an’ın getirdiği temel ilkeler vardır:

  1. Kur’an’a göre tüm insanlar, kadın olsun erkek olsun herkes, aynı nefisten yaratılmışlardır. İnsan olarak aralarında fark yoktur. Kur’an’ın bu bildirisi bugünkü genetik ilmi tarafından doğrulanmıştır. Her canlı türünün kendisine özel Koromozomları (Salsalleri) ve bu kromozom üzerine dizilmiş Genleri (Xamaları) vardır. İnsanlar eşleşerek yeni insanlar oluşturmaktadırlar. Esas yapı itibariyle insanın tür olarak yapısında fark yoktur. Dolayısıyla kişiliklerinde de herhangi bir ayrıcalık yoktur.
  2. İnsanlar farklı gen yapılarına sahiptirler. Kimi siyah, kimi beyaz; kimi kadın, kimi erkektir. Ancak bunlar değişik özelliklerdir, üstün özellik yoktur. Yani insanlar farklıdır ama bu farklılık kişilikte üstünlük sağlamamaktadır. Herkes kişi olarak eşittir. Farklılık toplulukta görev, yetki ve hakların bölüşülmesinde doğmaktadır.
  3. İnsanlar gerek yaradılıştaki özellikleri, gerekse sonradan eğitim veya faaliyet yoluyla elde ettikleri özelliklerine göre değişik ehliyete sahiptirler. Yani, değişik iş yapma imkanına sahiptirler. Mesela, pilot olmayan uçak kullanamaz. Erkek çocuk doğuramaz. Kadın erkek kadar savaşamaz. İşte bu kabiliyete “ehliyet” diyoruz. Yine bir ehliyetin diğer ehliyetten üstünlüğünden çok; belli işte şu kişi daha ehildir, diğer işte de diğeri daha ehildir. Toplulukta bir işi yüklenip götürmek için ehil olmak gerekir. Bu ehilliği eskiden birbirini tanıyan kimseler kendileri takdir ediyorlardı. Bugün ise insanlar birbirini yakından tanımıyorlar. Diğer taraftan tanısalar da ehliyetlerini takdir edecek durumda değildirler.
  4. Bugün “resmi ehliyet”e ihtiyaç vardır; “teminatlı resmi ehliyet”e ihtiyaç vardır. Şunu belirtelim ki, bugün ifrat ve tefrite gidilmektedir. Bazı konularda resmi ehliyet hiç aranmamaktadır. Mesela, sıvacı olmak için diplomaya gerek görülmemektedir. Bazılarında ise ehliyetsiz iş yasaklanmaktadır. Oysa “Adil Düzen”de resmi ehliyet vardır; hem de “teminatlı resmi ehliyet” vardır. Ancak teminatı olmayanlar da iş yapabilmektedir. Yasak değildir. Ehliyetsiz araba kullanabilirsin, ehliyetsiz hastayı tedavi edebilirsin, ehliyetsiz mühendislik yapabilirsin, avukatlık yapabilirsin. Ancak bunlarda şu hususlar ortaya çıkar:
  1. Ehliyetsiz iş yapanlar verdikleri zararları bilgisizlikten vermişlerdir. Aksini ispat külfeti zarar verene aittir. Ehliyetli olanların verdikleri zarar kendi kusurları olmadan olmuştur. Aksini iddia eden taraf ispat etmekle mükelleftir. Mesela, bir hastayı doktor tedavi ediyor. Hasta ölüyor. Ölümün doktorun kusurundan dolayı olduğu ispat edilmedikçe doktor sorumlu değildir. Bir üfürükçü de hastayı tedavi ederken hasta ölse, hastanın kendiliğinden öldüğünü üfürükçünün ispat etmesi gerekir. Yoksa üfürükçü suçludur. Yani, ehliyetli olan işi düzgün yapmış kabul edilir, aksini iddia eden ispatlar. Ehliyetsiz olanın zararı ise ehliyetsizlikten doğmuştur, tazmin eder.
  2. Ehliyetli olanların verdikleri zararlar dayanışma ortaklıklarınca tazmin edildiği halde, ehliyetsiz olanların zararları dayanışma ortaklıklarınca tazmin edilmez. Kişinin de ödeme gücü yoksa zarar tazmin edilmemiş olur. Yani ehliyet işin aynı zamanda sigortasıdır. Ehliyetsiz kimseyi çalıştıranlar işlerini sigortalamamış olurlar.
  3. Yapılan işler genel hizmetlik işleri ise ücretler kamu bütçesinden ödenir, bedava yapılır. Ehliyetsiz olanlar bu hizmetlerinin ücretlerini kendileri verirler. Kamu bütçesinden bunlar yararlanamazlar.
  4. Ehliyetli olanlar hata yaptıkları zaman cezaları ehliyetlerinin ellerinden alınmasıdır. Dolayısıyla işlerini dikkatli yaparlar. Ehliyetsiz olanların elinden alınacak bir şey olmadığı için işlerini kandırmaca yaparlar. Bu sebepledir ki, bugün ehliyetsiz kimsenin araba kullanması veya doktorluk yapması suçtur. Oysa Adil Düzende böyle bir suç yoktur. Belirtilen dört müeyyide yeterlidir.

Bu “hâkim devlet” değil de “hâdim devlet” olmanın gereğidir. Bu sayede ehliyetliler sınıf oluşturup tahakküm kuramıyorlar. Yoksa nasılsa avukatlığı biz yapıyoruz diye mesleki taassuba girer ve sınıf oluştururlar. Başkalarının o mesleğe girmelerini de önlerler.

 

KOOPERATİFİN YACAĞI İŞLER

Biz bu genel hizmetleri hep kooperatif seviyesinde düşünüyoruz. İleride Adil Düzen Partisi kurulur, iktidar olunursa; o zamanda nasıl hareket edileceği hususu bu yazılarımızın konusu değildir. O konular parti programında yer alacaktır. Ancak biz bir iş yaparken şunları göz önüne almak zorundayız.

Çevremizde Adil Düzen yoktur. Biz kendi başımıza Adil Düzene ait bir işletme kuracağız. Bunun nasıl başaracağız? İlk canlı gibi biz de şimdi tek hücre olarak Adil Düzeni oluşturacağız. İşletmemizin içi Adil Düzene uygun olacak, dış ilişkilerimiz ise çevre şartlarına uyacaktır. Bunun için bizim çevre ile ilişki kuran aracılara ihtiyacımız vardır. Kur’an bunları da bize öğretmiştir.

 

Kur’an’a göre dört tür insan vardır:

  1. İnanmışlar ve kendilerine bir başkan seçmişler. Onun hakemliğinde Adil Düzen işletmesinin teorisini geliştiriyor ve işletmeyi yönetiyorlar. (Kur’an bunlara “evvelûn, sâbikûn, mukarrebûn” diyor.)
  2. Adil Düzene uymayı kabul etmişler ama kendileri Adil Düzen için çaba göstermiyorlar. Sadece ilişkilerini Adil Düzene göre kuruyorlar. Adil Düzene inananlar bunlarla iş yaparlar. Adil Düzene uymayı da kabul etmeyen kimselerle direkt ilişki kurmazlar. Başkan bunlarla da iş ilişkileri kurmaz. (Kur’an bulara “Ashab-ı Yemin” diyor.)
  3. Bundan sonra gelenler, kendileri Adil Düzene göre iş yapmıyorlar, ama Adil Düzene karşı da değildirler. İnsani ilişkileri insanlık kuralları içinde sürdürüyorlar. Mesela, bunlar ortaklık olarak iş yapmıyorlar, işçi olarak iş yapıyorlar. Bunları ashab-ı yeminler ücretle çalıştırırlar, ama işletmeden ise emek payı olarak alırlar. Kâr - zarar onların olur. Bunlardan sabit kira ile kiralarlar, işletmemize ortaklık payı şeklinde koyarlar. Böylece işletme içinde Adil Düzen kuralları uygulanır. Ortaklar ise dışarı ile olan ilişkilerinde cari sistemi uygularlar.
  4. Adil Düzene karşı çıkan insanlar da olacaktır. Bunların şerrinden uzak kalabilmek için tedbirler almak gerekecektir. Bunun için onlardan uzak durmak gerekir. Bunun çaresi, onların etkili olacağı işleri yapmamaktır. Ona dair işletmeleri kurmamaktır. Bunları şöyle sayabiliriz:
  1. İhracat veya ithalata dayalı işletmeleri kurmamaktır. Çünkü bu alan sömürücü sermayenin elindedir. Bizi batıracak şekilde ayarlama yaparlar.
  2. Tekel olan işlere ait işletmeler yapılmamalıdır. Çünkü tekel her zaman bizi çökertir. Devletin de tekel olduğu unutulmamalıdır. Merkezi yönetim devam ettikçe, sadece devlete satacağımız veya sadece devletten alacağımız bir mala dayanan işletme kurmamalıyız. Devlet cari sistemle çalışıyor, ihtiyaçlarını da cari sistemde karşılasın.
  3. Bugünkü kanunlara göre meşru ama bize göre gayrimeşru olan işletmeleri de biz kurmamalıyız. Mesela, sigara ticareti yapmamalıyız. Ücretli avukat, doktor, mühendis çalıştırmamalıyız. Bunları cirodan pay ilkesi içinde istihdam etmeliyiz.
  4. İslâmiyet’te meşru olmakla beraber, eğer bugünkü mevzuata aykırı ise işletmemiz onu da yapmamalıdır. Mesela, İslâmiyet’te gümrük yoktur. Kaçakçılık da yoktur. Ama biz kaçak mal ticaretinin işletmelerini kurmamalıyız.

Kış mevsimlerinde sera yaparlar, fideleri orada yetiştirirler. Mart gelince onları açık yere taşırlar. Bazı seralar vardır ki hep serada iş yaparlar. Biz de Adil Düzeni böyle bir serada kuracağız. Onu çevreden yalıtacağız. Ondan sonra eğer bahar gelirse dışarıya taşırız. Yoksa hep serada imalata devam ederiz. Ancak unutmamak gerekir ki, üretim serada olsa dahi ürün dışarıya satılacaktır. Ham madde, su ve elektrik dışarıdan alınacaktır. O halde pazarlama Adil Düzene göre değil, cari düzene göre yapılacaktır. Ancak bunu işletme yapmayacak, ortaklar yapacaktır.

 

Bunu Ahşap Evler ve Market üzerinde açıklayalım.

Akevler bir işletme kurmuştur. Burada Ahşap Evler üretecektir. 100 ortağımız her ay 100’er dolar vereceklerdir. Ayda 10 000 dolar gelecektir. Adil Düzene göre 10 işçi çalıştırılacak ve her ay bir ev imal edilecektir. Burada olan kısım tamamen Adil Düzene göre çalışacaktır. Bu evler ne olacaktır? Bu evler yine Adil Düzene göre oluşmuş bir sitede yerleştirilecektir. Bu sitedeki evler ortakların olacaktır. Ortaklar bu evleri ne yaparlar? İster satar, ister kendileri otururlar. Satarlarsa, işletmemiz devam eder. Satamazlarsa, işetmemiz durur. Eğer siparişler çok gelirse iş ortaklarımızdan parçaları pahalı alacağız. Onlar gidip başka atölyelerde imal ettirecekler ve bize satacaklardır. Böylece yine Adil Düzen işletmemizi korumuş oluruz. Dışarıyla biz değil, ortaklarımız aracılığıyla ilişki kurarız.

 

Marketlerde de tamamen Adil Düzenin kurallarını uygularız. Tüccar ortaklarımız dışarı ile ilişki kurarlar. Onlar dışarıdan çekle veya bono ile mal alırlar. Getirip mağazaya konsinye olarak koyarlar. Satılmazsa, başka mal da olsa geri alırlar. Böylece Mala-Mal Mağazaları çalışmaya başlar.

Demek ki, Adil Düzen sosyal seralı bir işletme tarzı ile faaliyete geçecektir. Adil Düzene göre bir hizmet getirilmeden cari düzende huzursuzluk yapacak işlerden kaçınmalıyız. Sosyalistlerin hatalarına düşmemeliyiz.

 

MESLEKİ DERECELER

 

İLMİ                              EHLİYET                İŞ                İLK    SON        YILDA      GERİ

RÜTBE         ÇEVRE       NİSBET    ÇEVRESİ DERECE DERECE     ALDIĞI       HİZMET

                                                                                                   YAŞI YAŞI DERECE    YAŞI

BAŞLANGIÇ       -                     -            İlçe                 7         40                 5                48

TEMEL          BUCAK        1/3           İl                    10        43                  6                50

İLK                 İLÇE             1/10         Bölge             15        48                  7               55

ORTA              İL                  1/100       Ülke             20        53                  8               60

YÜKSEK        BÖLGE     1/1000     Kıta              25        58                  9               65

ÜSTÜN           ÜLKE           1/10000 İnsanlık       30         63               10               70

Açıklamalar:

  1. İlmi rütbeler ilmi dayanışma ortaklıklarınca tevcih edilir. Nüfus sayısına göre tevcih edilir.
  2. İş çevreleri içinde teminatlı işler yaparlar.
  3. En ilk yaşı dolduranlar o ehliyeti iktisap ederler.
  4. Her yıl bir yerde çalışsın çalışmasın mesleki derece alırlar.
  5. Son derece yaşından sonra da işlere devam ederler. Mesleki dereceleri artmaz. Emeklilik dereceleri her yıl artar.
  6. Geri hizmet yaşından sonra sorumluluk ve ağırlık dereceleri 1’den yukarı olmaz.

Dereceler şöyle sınıflandırılır:

  1. İlmi derece. İlmi rütbelilerin her yıl kendiliğinden aldığı derecedir.
  2. Kabiliyet derecesi. Mesleki kuruluşların kabiliyetlerine göre tevcih ettikleri derecelerdir. 1 ile 2 sayıları arasında bir katsayıdır.
  3. Sorumluluk derecesi. İşyeri derecesidir. O kadroya atanan hiçbir iş yapmasa da sorumluluğu vardır ve ücret alır.
  4. Ağırlık derecesi. İşyerindeki kişilerin yıpranmaları ve ağırlıklı olması sebebiyle verilen bir değerdir.

Emeklilikte ilmi derece ile ağırlık derecesi esas alınır. Kabiliyet ve sorumluluk dereceleri etki etmez. Ağırlık nisbetinde daha çok çalışmış olur. Ona göre ilmi derecesi yükseltilir.

Emek payının paylaşılmasında kabiliyet ile sorumluluk esas alınır. İlmi derece şart olarak ortaya konur. Ağırlık ise, aynı işi yapan herkes için aynı ağırlık kabul edilir.

Götürü verilen işlerde ehliyet sadece şart olup o işi yapabilmek için o ehliyet şartı aranacaktır.

Ücretlerde ise ilim, kabiliyet, ağırlık ve sorumluluk esas alınarak değerlendirme yapılır.

İŞLERİN YÜRÜTÜLMESİ İÇİN TARİHTEKİ AŞAMALAR ŞÖYLE OLMUŞTUR:

  1. Kollektif üretim aşaması. Bu aşamada kişilerin başında bulunan kimse kişilere ne iş verirse onu yaparlardı. Sonunda başkan ihtiyaca ve katkıya göre ortak ürünü bölüşürdü. İlkel üretim biçimi budur.
  2. Tarım döneminde herkesin kendi işyeri vardı. Kendisi çalışır, üretir ve pazarda satardı. Yahut kendisi tüketirdi. Aile fertleri bir arada çalışırdı.
  3. İşçilik döneminde işyeri patronun olmaktadır. O iş vermekte, iş yapanlar da onun isteklerine göre iş görürler. Burada kişilerin teşebbüs kabiliyetleri tamamen ellerinden alınmıştır.
  4. Adil Düzen döneminde yukarıdaki üç üretim şekli varlığını sürdürecektir. Tamamen ortadan kalkmayacaktır. Ancak standart işlerde ve malların üretilmesinde tamamen yeni üretim biçimi ortaya konacaktır. Genel hizmet üretim şeklidir.

Bir kimse mesela kavaktan kapı imal etmeyi tasarlamıştır. Bunu projelendirir, denemeler yapılır, kontrol şekilleri belirlenir. Bir taraftan örnek olarak kapı çıkar, diğer taraftan onun detay ve imalat projeleri ortaya çıkar. Bu proje ve örnek kooperatif tarafından bedelsiz teşhir edilir. Bunu gören sermaye sahibi tüccar 200 kapılık ham madde alacağını ilan eder. Karşılığında 150 kapı ister. Kimse imal etmez. Her gün veya hafta miktarı düşürerek imal edecek atölyeyi arar. Mesela, 90 kapıya inince siparişini almış olur. Üretici 200 kapılık ham madde alır, 90 kapısını tüccara verir. Tüccar bunu Mala-Mal Mağazasına koyar. İşçiler de kendi paylarını Mala-Mal Mağazalarında istedikleri değerle koyarlar. Halk da bunu satın alır. Almazsa gecikir. Sermaye payından yararlanılarak fiyat düşmeye başlar. Sonunda satılır. Halk onu kullanır. Beğenirse, artık süratle üretilmeye başlanır.

Burada görülüyor ki, proje üretim biçiminde hâkim olan projedir. Serbest fiyat ve ücretlerdir. Kooperatifin görevi bu sistemi çalıştırmaktır. İnsanlık önce bir maldan başlayarak ileri teknolojiye ulaşacaktır. Bunun ilk denemesini yapacağız.

 

İŞYERLERİ

Teşebbüsler dört derecededir.

  1. 10 kişiden az işçinin çalıştığı işletmelere küçük işletmeler denir. Küçük işletmeler köylerde oluşturulur. Köyün ortalama nüfusu 500’dür. 200 aile vardır. İkişer kişi olarak alsak 10 işletme, beşer kişi alsak yine 40 kadar işletme olacaktır. Burada istihdaf edilen hedef her köyün bir malı üretmesi ilkesinden hareket edilmelidir. Bedava taşıma sistemi geliştirilmiş olacağı için bu köyde üretilen diğer köye gidecektir. Bunların genel hizmetini bucaklar yapar.
  2. Bir ilçede 100 köy vardır. İlçe merkezlerinde orta derecede işletmeler kurulur. Bunlar 100’den fazla işçi çalıştıran işletmelerdir. İlçe merkezlerinde yer alırlar. Her ilçe kendisine bir standart mal alır ve onu üretir. Parçalar köylerde üretilir. İlçeler ise montajını yaparlar. Bunların genel hizmetini iller yapar.  
  3. Bir bölgede 100 ilçe vardır. 1000’den fazla işçi çalıştıranlar büyük müteşebbislerdir. Her ilçe halkın ihtiyacı olan temel maddeleri üretir. Savaş zamanında her bölge kendi kendine yeterli olmalıdır. Ülke 10’a yakın bölgeye ayrılmıştır. Savaşta bir cephe düşse bile kalanları kendi kendine yeterli olmalıdır. Büyük teşebbüslerdir. Bunların genel hizmetini ülkeler yapar.
  4. Üstün teşebbüsler kıta merkezlerinde bulunur. Bunlar uluslararası firmalardır. Daha çok taşıma ve tehlikeli madde ticaretini yaparlar. Bunların genel hizmetini insanlık yapar.

İŞLETMELER DÖRT ÇİFT GİRDİYE SAHİPTİRLER:

  1. TESİS VE ALT YAPI HİZMETLERİ: Bunlar mülk ortaklığı ile oluşur. Planlamada yer alınan şekilde inşaat yapılır. Her sitenin kendine has mülkiyeti vardır. Hatta her arsanın mülkiyet durumu farklıdır. Bir de buraya altyapı getiren vakıf kurumlar vardır. Altyapı tekeldir. Özel işletmeye verilemez. Ancak vakıf müesseseler bu tesisleri işletir ve bakımlarını yaparlar. Vakıfların işletilmesi de genel hizmet meyanındadır. 25 hizmetten biri de bakım hizmetleridir. Vakıfların bakımı bunlar tarafından yapılır. Vakıfların işletilmesi ise ulaştırma genel hizmetleri arasında yapılır. Elektrik ve su alıp satma da ayrı vakfın işidir. Bunlar da ambar hizmetleri içindedir.
  2. İŞÇİLİK VE BAKIM İŞÇİLİĞİ: Ayrı bir girdidir. Üretim işçileri ürettikleri mal kadar pay alırlar. Bakım işçileri ise bakımını yaptığı makine ve yerlerde üretilen ürün miktarınca pay alırlar. Üretimden pay alanlar özel mülkiyet içinde bunu bölüşürler. Oysa bakım işçileri çalışmaları nisbetinde aralarında bölüşme yaparlar ama toplam paylarını üretimden alırlar. Böylece işletmelerinin devamlı çalışır halde bulunmalarını sağlarlar.
  3. HAM MADDE VE YARDIMCI MADDE ORTAKLIĞI: Ham maddeyi getirip işletmeye verirler. İşletmeden de mamul madde alırlar. Ne var ki, elektrik ve su gibi bazı maddeleri kendileri getirmez, vakıflara öderler. Vakıflara yine üretimden bir pay verilir. Bugün bunu bir ortak yüklenir, kâr ve zararı onun olur.
  4. NİHAYET, GENEL HİZMET VE DAYANIŞMA ORTAKLIKLARI VARDIR: Genel hizmet yapılacak işleri yapar, dayanışma ise zararları tazmin eder. Mesleki dayanışma beceri ehliyetini verir, kişi beceriksizlikten bir zarar yaparsa dayanışma içinde ödenir.

Herhangi bir ilmi derecede üstün ehliyetli olanlar genel kültüre sahiptirler. İhtisas işleri yoktur. Oysa mesleki dayanışma ortaklıkları ortaklarına mesleki ehliyet tevdi ederken ihtisaslarına göre tevdi ederler. İlk ehliyet 25 mesleğe göre yapılır. Fakültelere göre oluşan mesleklerdir. Hangi fakülteler hangi meslekleri icra ederler? Yani fakülteler bir taraftan ilimlerin bir uygulama örneğini verirler, diğer taraftan fakülteleri ilgilendiren mesleklerin pratiğinde eğitim yaptırır ve meslekle ilgili diplomalar verirler.

Fakültelerin verdiği mesleki diplomalar, meslekle ilgili bütün bilgileri öğretmekten ibarettir. Tıpla ilgili tüm bilgileri kendilerine verirler. Böylece mesleklerin dağılmaları ve parçalanmaları önlenir. Ancak bundan sonra meslekte ihtisaslaşma başlar. Yüksek ehliyet alanlar ihtisas da yapmış kimselerdir. Tıbbın değişik kollarında ihtisas yapmışlardır. Bunların sayısı ne kadar olacaktır? Bunu önceden kestirmemiz mümkün değildir. Tıp ilminin gerekleri kadar olacaktır. Pek fazla ihtisaslaşma da söz konusu olmayacaktır. Çünkü o takdirde de dağılma olabilir.

Ayrıca orta ehliyetliler ilk ehliyetlilere belli konularda izin verecek ve orada istihdam edeceklerdir. Demek ki, merkez ister istemez orta ehliyetliler olacak ve ilçelerde yer alacaklardır. Mesleki eğitim teoriden ziyade pratik yapmakla mümkün olur. Bir orta ehliyetli mesleki eğitimini bölgelerdeki mesleki okullardan alır. Bunun için değişik mütehassısların yanında belli zaman içinde asistanlık yaparlar. Değişik konularda bilgi edinirler. Bunları birleştirip pratisyen olmuş olur. Bölgedeki her mütehassıs bir mesleki dayanışma ortaklığına bağlıdır. Mesleki dayanışma ortaklığına da belli sayıda orta ehliyet verme kontenjanı verilmiştir. Mütehassıs kendisine başvuran ve kendisine asistanlık yapacağı kimselerin çırağı olarak ders alır. Yetiştiği zaman ona ehliyet verir. O da ilçelere gidip mesleki faaliyete başlar. Kendisini yetiştirenin danışmanıdır. Gelirinin beşte birini diğer danışmaları ile paylaşmaktadır. Onların geliri de halkın onları hizmetli kabul etmesiyle başlar. Böylece sonunda herkes halk için çalışmak zorundadır. İşte “demokrasi” de budur. Oy atıp sonra ‘canıma oku’ demek demokrasi değildir. Bir konuda ihtisas kazanma işi ise daha da önemlidir.

Akademik kariyere sahip olanlardan herhangi biri bir meslekte otorite olmak istiyorsa, önce o meslekte ihtisas sahibi olacaktır. Mesela, göz doktoru olacaktır. Yahut ceza hukukçusu olacaktır. Sonra dünyadaki bütün kıta merkezlerini dolaşıp her kıta merkezinin yanında 6 aydan az staj yapmamak üzere onun vizesini alacaktır. Bunların da yeryüzünde kadroları vardır. Kendi sahasında otorite olacaktır. Ancak bunların kadroları ülkelere göre tahsis edilmiştir. Yani o otoriteler o ülkede olanlara ehliyet vereceklerdir. Otoriteler ilmi faaliyetlerini insanlık içinde yaparlar, talimatları ise ülkeleri için hazırlarlar.

Burada görülüyor ki, ilimde rütbe almak kollektif imtihanlar esasına göre olmakta, meslekte ise rütbe almak tamamen kişilerin özel ehliyetleri ile mümkün olmaktadır. El vermek veya ocağı sürdürmek demokratik anlayışı da sürdürecektir.

İşyerlerinde kalfalık, işçilik yahut çıraklık yapmak üzere verilecek ehliyetler tamamen ilçelerdeki hizmet görevlileri tarafından yapılacaktır. Onlar eğitip yetiştirecek ve onlar o meslekte ihtisas iznini vereceklerdir. Yahut işçilik veya çıraklık ehliyetini vereceklerdir. Tabii ki bu ehliyeti kazanmak için önce ilmi ehliyete sahip olmak gerekecektir.

KOOPERATİFLER NE YAPACAKTIR?

  1. Kooperatifler bugün geçerli olan diplomaları esas alacaktır.

Okur-yazar olmayanları başlangıç,

Yeter derecede okur-yazar olanları temel,

Sekiz yıllık öğrenimini yapanları ilk,

13 yıllık öğrenim yapanları orta,

Yüksek tahsil yapanları yüksek,

Akademik kariyeri olanları da üstün ilmi ehliyetli olarak sayacaktır.

  1. Ayrıca teknik okul veya fakültelerden mezun olanları da kendi mesleklerinde mesleki ehliyeti almış kabul edecektir.
  1. Bunları kendisi özel yöntemle seçip kooperatif içinde teminatlı mesleki faaliyet göstermesine izin verecektir.
  1. Bu seçme imtihanının yapabilmesi için baştan on kişilik yüksek öğrenim yapmış üstün kurucu atayacaktır. Bu üstün kurucular kooperatif içinde hizmet talimatlarını hazırlayacaklardır. Bunların programlarını yapacaklardır. Ondan sonra bu metinlerden imtihan olunarak kendilerine teminat verilecektir.

Hizmet kurucularından her biri ayrı ayrı bir yönetmelik yapar. Sonra bu yönetmelikleri kendi aralarında sıralarlar. Telifte birinci gelenle takdirde birinci gelen kuruculardan birini baş danışman yaparlar. Üçünün çalışmasıyla son metin ortaya çıkar. Bu metin üçünün ittifakı ile oluşur. Diğer kurucuların bu metinde itiraz etmedikleri hususlar bırakılır. Bu hizmet metni olur. Sonra her kurucu kendisine göre bu metindeki eksikliklerini tamamlar. İşletmeler kendilerine kimi danışman seçiyorlarsa o işletmede o metin geçerli olur.

Gerek ortak metin gerekse kurucu metinlerinde uygulamada bir zorluk çıkarsa, bütünlüğü bozacak farklılıklar olursa, o zaman hakemlere gidilir ve hakemler son sözü söylerler. Şartların değişmesi ile bir hüküm değişecekse yine hakemlerin kararı ile değişir.

Yapılan talimatların, projelerin, kararların yorumu yapanlar tarafından yapılmaz. Tüm metinlerin yegane yorumlayıcısı hakemlerdir. Kooperatifin ilk kuracağı hizmet hakemler hizmeti olacaktır. Arkasından, hatta daha önce, muhasebe hizmeti esas alınacaktır.

Demek ki kooperatifin kurulmasını herkes bir sermaye sorunu olarak görür. Oysa sermaye en kolay temin edilebilecek nesnedir. Sermayeniz olur. Siz bir zeki insanı alırsınız, ona muhasebe hizmetini kurdurursunuz. Onu sizden ayırmak için şeytan devreye girer ve onu sizden ayırırlar:

  1. İlk yaptıkları iş, ona sizin verdiğinizden fazla imkan verir ve onu sizden uzaklaştırırlar. Eğer geri dönme tehlikesi varsa, onu yerinde tutarlar. Eğer geri dönme imkanı kalmazsa, işinden de atarlar.
  2. Sizin kuruluşunuzda hizmete devam ederse; ona anasını, babasını, eşini, kardeşini, dostunu musallat edip baskı yaparlar ve ona bu hizmeti bıraktırırlar.
  3. Bu da bir sonuç vermezse, onunla iş ilişkilerini keserler ve tüm yakınlarına boykot ilan ederler.
  4. Bu da sonuç vermezse, ona mafyayı musallat ederler, tehdit ederler, korkuturlar. Maliye ile tehdit ederler. Savcı ile tehdit ederler. Mafya ile tehdit ederler. MİT ile tehdit ederler...

Şikayet ve ihbarlarda bulunarak bütün bunları sizin aleyhinize kullanırlar ve harekete geçerler. Siz eğer inanmış değilseniz, Allah’a güvenmiyor ve bu işleri Allah için yapmıyorsanız, o zaman bu baskılara dayanamaz ayrılırsınız. İşte asıl zor olan taraf inanmış insanı bulmaktır. Hazreti İsa; “Allah’a giden yolda bana kim yardımcımdır?” demiş ve ancak 12 arkadaş bulabilmişti. Bugün iki milyar insan 2000 sene sonra Hz. İsa’nın arkasındadır. Aramızda Hazreti İsa yoktur, ama Kur’an vardır. Bugün gelişmiş olan ilimler vardır. Kimler Allah’ın yolunda birleşirlerse onlar gelecek bin yılın medeniyetini kuracaklardır. Bu yazdıklarımızı gelecek nesillere aktarırsanız yine hizmetiniz çok büyük olacaktır. Bu yazılanlar önemli değil. Herkes biraz çalışır Kur’an’a kulak verirse bunları bulur.

Bizim asıl meselemiz insanları buna inandırmaktır.

Biz inanırsak Allah inananlara bizi arkadaş eder.

Biz İzmir’de 1967’den beri böyle çalışmalara girdik. Buralara kadar geldik...

Tekrar hatırlatalım. Bugün Türkiye inananları her alanda en yüksek seviyededirler.

  1. Siyasette İslâmiyet zafere ulaşmıştır. Türkiye’nin en güçlü partisini İslâmiyet’i savunanlar oluşturdu. Bu yetmedi, bugün bütün partiler, HADEP ve CHP dahil hepsi İslâmiyet’e karşı cephe oluşturmaktan vazgeçmişlerdir. Hatta dostu olmuşlardır. Nereden nereye geldik? İnsanlar 1960’larda inananların siyasette yerleri olmayacağını sanmışlardı.
  2. Dinde ülkemiz bütün dünyada teşkilatlanmıştır. Modern bir tarzda teşkilatlanmıştır. Müsbet ilmin savunucusu olarak teşkilatlanmıştır. Üniversiteleri ile teşkilatlanmıştır. Fatih Üniversitesi’ni kapatıyorlarmış! Onların elinden ancak bu gelir! Mikropların işi budur. Onlar kapatırlar, ama şunu unutuyorlar. Biz inananlar her zaman daha çoğunu ve daha iyisini açma gücüne sahibiz. Türkiye’de bu olmuyor mu? Allah’ın arzı yani Dünya geniştir. Kim dâvet ederse orada açarız. Ama şimdi biz güçlüyüz.
  1. İlimde mi? İşte bu seminerler gösteriyor ki, biz ilimde çok güçlü hâle geldik. Korkak üniversiteler bizimle karşılaşmak için meydanlarda bile yoklar! Bizi saymıyorlar! Bizi konuşturmuyorlar, bizimle görüşmüyorlar! Görüşemezler, çünkü bizim elimizde müsbet ilmin meş’alesi var. Onların mumları bile yok. Sadece zor görülen yaftaları var.
  2. Ekonomiye gelelim. Bakın ne haldeler? Göreceksiniz, Adil Düzen işletmeleri insanlığı krizlerden kurtaracaktır. Bugün de en çok ayakta duran veya ayakta kalan Anadolu sermayesidir. Şubat operasyonlarını (28 Şubat 1997 ve 21 Şubat 2001) Anadolu sermayesini çökertmek için yaptılar. Kendileri boğulmaya başladılar. Şimdi dışarıdan kredi alarak Anadolu sermayesini yeniden vuracaklar. Göreceksiniz. Onlar çökecek, ama Anadolu sermayesi varlığını Türkiye’de sürdürmezse dünyada sürdürecektir.

Biz sizlere bilgilerimizi aktarıyoruz. Bundan sonra siz bıraktığımız yerden devam edeceksiniz. Şimdiye kadar Adil Düzenin uygulaması yapılamadı. Teorisi geliştirildi. Denemeler yapıldı. Sizlere projeler üretiyoruz. Gelecekte siz uygulayacaksınız. Siz başaramazsanız, ulaştırdığınız kimseler uygulayacaktır. Cesur olunuz, korkulacak bir şey yoktur. Firavun sihirbazları çağırmış, onlara Musa’nın sihrini çürütün demişti. Firavun bile bunlardan haysiyetli idi. Çünkü o Musa’yı dinliyordu. Bunlar bize kulak vermiyorlar. Bizi söyletmiyorlar. Gark olup gideceklerdir. Büyücüler Hz. Musa’nın mucize gösterdiğini görünce teslim olmuş ve iman etmişlerdi. Firavun onları tehdit etti. Onlar da; ne istersen onu yap, ne yaparsan bu dünyada yaparsın, âhirette değil, dediler.

Türkiye bir gün mutlaka bizimle karşılaşmak ve bizi dinlemek zorunda kalacaktır. Yazarlar yanımızda yer alacaklardır. O gün artık patronların tehdidinden korkmayacaklardır.

İşte o zaman Türkiye Adil Düzene gelecektir.

Bu yolculuğumuzda ameli olarak ilerleyebilmemiz için biz iki tane işletmeyi mutlak olarak faaliyete geçirmemiz gerekmektedir. Bunun için yeter sayıda inanmış ortağa ihtiyacımız vardır. Allah bize bu ortakları gönderecektir. Göndermiyorsa, bizde bir eksiklik vardır. Onu düzeltmemiz gerekir.

Eksikliğimiz nedir?

Başta benim eksikliğimdir. Yaşım dolayısıyla ben birinci derecede öne çıkamıyorum. Sizden de, aranızda ben oldukça çıkan olmuyor. Bu hususta bize rakip birinin ortaya çıkması gerekir. Günü gelince o da çıkacaktır. O zaman ben rahat edeceğim, siz de daha aktif birisini bulmuş olacaksınız. O zaman başarıya ulaşılacaktır.

Biz yeni inanmış ortaklar arıyoruz. Aradıklarımız kimlerdir?

  1. Kooperatifimiz bir Ahşap Ev Modeli imal etmiştir. Bununla ilgili işyeri kurmuştur. Artık bu ortaklığı sürdürecek bir müteşebbis aranmaktadır. Müteşebbis Adil Düzene göre evleri sipariş alacak, bize yaptıracak ve satacaktır. Bunun için sermayeye değil müteşebbise ihtiyacımız vardır. Sermaye ortaklık şeklinde oluşacaktır. Ortakları beraber bulacağız.
  2. Bir Süper Market Adil Düzene göre kurulup işletilecektir. Yine sermayesi olan değil, inanmış müteşebbis arıyoruz. Bekliyoruz. Sermaye ortaklık içinde temin edilecektir. Ortakları birlikte bulacağız.

Allah iki sahada müteşebbisleri gönderecektir. Ne zaman? Günü gelince.

Biz hazırlığımızı yapmaya çalışalım. Yeterli seviyede bilgimiz artsın. Programlar oluşsun.

Şimdilik mevcut arkadaşlarla biz neler yapabiliyoruz?

  1. Adil Düzen İşletmesi ile ilgili statüyü seminerlerde oluşturuyoruz. Genel Hizmetleri yazılı hâle getiriyoruz. Kitaplar yayınlıyoruz. Otuz yıllık çalışmalar artık toparlanmaktadır. Artık yeterli bilgiye sahip bulunuyoruz. Bunu bir örnekte göstermemiz gerekir.
  2. Bugün bir işletmeyi kurmak demek muhasebesini kurmak demektir. Muhasebe programı hazırlanmaktadır: Hazırlanmıştır. Uygulama ile son şeklini alacaktır.
  3. Marketi faaliyete geçirecek yeri de temin etmekteyiz.
  4. Ahşap Evleri üretebiliyoruz.

Allah’a giden yolda bize katılacak insanlara ihtiyacımız vardır. Bunu da bekliyoruz.

Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi iki önemli teşebbüse girişmiştir.

  1. Demontabl taşınabilir Ahşap Evler imal etmektedir. Birlikte çalışacağımız ortak aranmaktadır. Sermaye ortağı değil, iş ortağı aranmaktadır.
  2. Mala-Mal esasına göre çalışan bir Market tesis etmek istemektedir. Bunun için birlikte çalışacağımız ortak aranmaktadır. Sermaye ortağı değil, iş ortağı aranmaktadır.

Telefon : 0216.391 56 02 0232.244 93 09 – 10 0532.246 68 92

Adresler   : AKEVLER KOOPERATİFLERİ, AKELER SİTESİ, YEŞİLYURT/ İZMİR

: AKEVLER İST. KOOP. Selmanağa Mh. Yeniyol Sk. No: 3/7 ÜSKÜDAR/ İSTANBUL

Geniş Bilgi : www.akevler.org

Şimdi çalışmaların nasıl olacağı hususunda bir proje üretelim.

Bir Mala-Mal Marketimiz var. Buranın tüccar ortakları var. Biz onlara kredi vermişiz. 1000 gram altın karşılığı mal alıp mağazamıza koyabilirsiniz. Satıştan %2 sizin olur. Karşılığında mal alacaksınız. Buraya mal koyanlara kart veriliyor. Alacakları gram altın olarak yazılıyor. O da mağazadan istediği şeyi alma hakkına sahip.

Mahallemizde oturan bir kadın var. Geliyor ve tüccarlarımızdan iş istiyor. Tüccar diyor ki; bak, bu mağazada Tokat’tan gelen ve çuvala doldurulmuş olan pirinç var. Mağazamızda bu paket paket satılacaktır. Ayrıca yine satılmak üzere mağazamızda naylon torba var, onu da sana vereceğiz. Mağazamızda satılmak üzere konan teraziler var. Sana bir de terazi vereceğiz. Evine çuval çuval pirinç getireceğiz. Torba torba pirinç alıp götüreceğiz. Bir kilo pirinç yarım gram altındır. Senin yevmiyen de 1 gram altın olsun. Dakikada bir kilo doldurduğumuzu kabul edelim. Saatte 60 torba doldurabilirsin. Günde 500 torba doldurursun Sana 500 torbasına 2 gram altın yanı bir kilo pirinç (veya daha fazlasını) vereceğiz. Tartılarak alınacaktır.

Böylece tüccar kendi kredisini kullanarak çalışana iş vermiş oluyor. Bu anlaşmayı yapmadan önce bu işi yapacak kimse kooperatife gelecek ve kayıt olacaktır. Önce pirinci usulüne göre paketleme yapıp yapamayacağı hususunda imtihan yapılacak, buna “pirinci torbalar ehliyeti” verilecektir. Tüccarımız daha sonra onunla anlaşmış olacaktır. Eğer bu iş yapılırken bir hasar ortaya çıkarsa bunu kooperatif ödeyecektir.

Burada bu işi yapan kimse kendisine iş bulmuştur. Bu işlerin yürümesi için serbest pazarlık cari olmakla beraber çalışmaz. Çünkü henüz fiyatlar oluşmamış, bilgiler durulmamıştır. Bunun için hesaplar ve denemeler yapılarak baştan paketlemeye ne kadar altın-gram verileceği tesbit edilip ilan edilir. Ondan sonra tüccar ve işçiler devreye girer. Peki, bunları kim tesbit edecektir? Bu proje işidir. Projeyi, projeyi yapan hizmet ehli yapacaktır. Projeler kooperatifçe satın alınacaktır. Karşılığında mağazalarımızdan mal satın alma sistemi uygulanacaktır. Projeye verilecek karşılık proje fonunda toplanan miktar kadar olacaktır. Önce mesleki dayanışma ortaklığı tarafından proje yapma ehliyeti verilecektir. Proje yanlış olur da zarar doğarsa, onu kooperatifin bu dayanışma ortaklığı ödeyecektir. Sonra market müşterileri arasında ne gibi işler yapılabileceği hususunda projeler üretilecektir. Şimdilik bu işleri evlerinde yapacaklardır. Sonra ortaklığa dükkanlarını koyanlar olunca onlara “Mala-Mal Mağazaları”ndan paylar verilecektir.

Proje yapanlar projeyi kooperatife teslim ettikçe harcanan saatler göz önüne alınarak değerlendirilip kooperatife verilecektir. Takdir, projeleri değerlendirmeye yetkili kılınan kimse tarafından yapılacaktır. Ortağın veya başka ortakların hakeme gitme hakkı saklıdır. Proje, proje saat üzerinden değerlendirilecektir. O güne kadar harcanan proje saatleri toplanacak, proje fonunda mevcut paraya bölünerek bir proje-saat karşılığı bulunacaktır. Çıkmak isteyen ortağa bu bedel verilecektir.

Zaman geçtikçe proje fonundaki bedeller artacak, projeler de artacaktır. Ancak proje-saat ucuz olunca kişiler proje üreteceklerine başka işler yapacaklardır. Bu arada proje fonu zenginleşecektir. Proje-saat yükselince kişiler orada çalışmaya başlayacaklardır. Böylece projelere harcanacak saatler kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bütün bunlar mesleki dayanışma ortaklığı tarafından yapılan projelerin teminat altına alınmasıdır.

Projeler belli olunca bunlar kooperatifin diğer müesseseleri tarafından çevre halkına duyurulur ve bu işlerin yapılması istenir. Bu suretle ortaklar iş bulmuş olurlar. “Herkese Aş ve Herkese İş” formülü böylece oluşmuş olur. Böyle bir marketi kurabilmek için İstanbul’u dolaşıp market olacak yer aranmalıdır. Bu şekilde ortaklığa marketini koyacak yer bulunmalıdır.

Türkiye batmaktadır. Ama kimse bu çözümlere kulak vermiyor.

Bir ilan vermeliyiz.

DUYURU     

Bugün her ailenin 10 000 dolar dış borcu vardır. Her ay 120 dolar faiz ödüyor.

Yeni borç eklenmezse, kendi yağımızla kavrulsak, borcumuzu ödeyemezsek, 15 sene sonra her ailenin borcu 100 000 dolar olacaktır. Aylık ödeyeceğimiz meblağ 1200 dolar olacaktır. Türklerin aile başına serveti 50 000 dolardır. 15 sene sonra Türkiye’yi satsak yine borcumuzu ödeyemeyiz.

Bu durumdan kurtulmanın tek yolu vardır; “Mala-Mal Mağazaları”nı kurmak.

Ortak arıyoruz. Kira olarak cirodan pay verilecektir. Bu şekilde mağazalarını kiraya verecekler kooperatifimize baş vursunlar

Telefon : 0216.391 56 02 0232.244 93 09 – 10 0532.246 68 92

Adres  ler : AKEVLER KOOPERATİFLERİ, AKELER SİTESİ, Polat Cd. YEŞİLYURT/ İZMİR

: AKEVLER İST. KOOP. Selmanağa Mh. Yeniyol Sk. No: 3/7 ÜSKÜDAR/ İSTANBUL

Geniş Bilgi : www.akevler.org

   

EMEKLİLİK

Emekliliğin hesaplanması aşağıdaki şekilde yapılır:

  1. Kişinin tahsil ve ilimle aldığı mesleki derecesi hesaplanır. Bir ilmi mertebede terfi alma yılı 3 senedir. O ilmi mertebe geç alınsa derece alma yaşı uzar.
  2. Çalıştığı ağır işlerde ağırlık puanı ile çarpılarak o yıllarda da ayrıca derece aldığı kabul edilir.
  3. Böylece elde ettiği emeklilik derecesi yaşı ile çarpılıp yüze bölünür. Bu alacağı emeklilik derecesidir.
  4. Kişi çalışmadığı veya çalışamadığı yılları yaşamamış farz edilir. Ancak sonra tekrar çalışırsa bu yaş uzatılır.

Kişi çalışıyorsa çalışma kredisi verilir. Bu kredi ücreti kadardır. Bunu isterse üretimde kullanır. Üründen pay alır. Ürünü satar, ücretini neye getirirse getirir, isterse inşaatta kullanır, doğrudan ücret olarak alır. Bu krediyi alabilmesi için bir işverenle anlaşması gerekir. Emeklilikten yararlanamadığı tarihlerde kişi ister kredi alsın ister almasın, ister çalışsın ister çalışmasın, çalışmış kabul edilerek emekliliği hesaplanır.

Kişi hastalık veya başka sebeplerle de olsa çalışamadığı veya çalışmadığı zamanlarda emekliliği hesaplanır ve kendisine emeklilikten pay verilir. İyileştiği veya çalışmaya başladığı zaman emekliliği kesilir ve ücret kredisini almaya başlar.

Kişilere çalışma kredisinden başka işveren kredisi de verilir. İşveren kredisi kriterleri şunlardır:

  1. Herkesin ilmi derecesi nisbetinde bir işveren kredisinin dört katı işveren kredisi vardır. Kendi kendisine iş verir, çalışır ve krediyi alır.
  2. İşveren kredisi alınan siparişle kullanılır. Çalışanların işveren kredileri birleşir. Çalışma kredileri birleşir ve işletmeye işveren kredisi doğar.
  3. Kişi sorumlu olduğu işlerde çalışır ve zamanında işi teslim ederse, işveren kredisi artar. İşi zamanında bitirmezse veya işi bırakırsa, işveren kredisi düşer. İşveren kredilerini de mesleki kuruluşlar dağıtırlar.
  4. İşveren kredisi inşaatta inşaatın zamanında bitirilmesi veya hisse senetlerinin satılması hızına göre artar ve eksilir.

İşveren kredileri mesleki dayanışma ortaklıklarınca takdir edilir. Kişi hangi sorumluyla anlaşmışsa onun takdiri ile bu yapılmış olur. Azami kredi limitleri belirlenir. Toplam işveren kredisi ilmî şûra tarafından toplam emek miktarına iş verecek şekilde ayarlanır.

Her işte işçi ücretleri kadar işveren kredisi yanında malzeme alma kredisi de vardır. Bu teminat karşılığı alınır. Bir taşınmaz teminat konarak verilir. Bu teminatı koyan kimse de üretimden pay alır.

Bu usulle taşınmaz elde edenler kredi alma hakkına sahip oldukları için hiç kira almasalar bile bundan yararlanmış olurlar. Bu husus taşınmazların çoğalmasına sebep olur ve meskenlerin kirası son derece azalır. Taşınmaz rehin edilmeden işveren kredisi verilmez. Müteşebbisler taşınmazları olan kimselerle ortaklık yaparak onların ipotek paylarını vermeleri gerekir.

Kredi faizsizdir. Ancak kredi veren banka üretimden pay alır. Cirodan pay alır. Çok iş olursa çok pay alır. Az iş olursa az pay alır. O kendi payını satarak nakde çevirir. Böylece işin olup olmamsına, malın değerli olup olmamasına göre bankaların gelirleri artar veya azalır.

Terimleri netleştirmek için;

HALK EKONOMİSİ : ORTAKLIK  İŞLETMELERİ                ORTAKLAR             

                                              DAYANIŞMA KOOPERATİFLERİ       HİZMETLİLER

İŞLETME            : GİRDİLER           KATKI    PAYLARI

                                   ÇIKTILAR         BÖLÜŞÜM PAYLARI

Ücret dereceleri kişilerin işletmelere katkı paylarını belirler. Bu herkesin işletmelere verdiği değerleri gösterir. Muhasebe alır, bunları değerlendirerek bölüşüm paylarına çevirir. Böylece işletmelere mevcut değerler girer, diğer taraftan mamul maddeler çıkar.

Özel değerler işletmelere girdiler halinde katılır ve ortak değerler halini alır. Sonra çıktılara dönüşür ve tekrar özel değer olurlar. Bugünkü düzende bunu para sağlamaktadır. Oysa ileri ekonomide bu yeterli değildir. Girdiler katkı payları ile tesbit edilir. Bunu ölçen para ayrıdır. Çıktılar ise bölüşüm payları ile değerlendirilir. Bunun parası ayrıdır. Çıktılarda çalışamayanlar da yararlanmaktadır. Çıktılarda tesisler de pay almaktadır. Genel hizmet pay almaktadır. Mesleki dayanışma ortaklıkları girdilerden emeğin payını tesbit etmektedir. Giren çakanların payını tesbit etmektedir. Giren tesislerin payını tesbit etmektedir. Kamu payını tesbit etmektedir. Bu girerken yapılan tesbittir. Çıkarken yapılan tesbit ise sosyal dayanışmaya ait bulunmaktadır. Mesela, bir işçi bir işte çalıştı. Ona çalıştığı saat veya yaptığı iş karşılığı bir ücret belgesi verilir. Bu ücret belgesi ile gidip mağazalardan mal alacaktır. Bu mağazalardaki mallardan ne kadarını alabilecektir? Bunun için mağazalardaki malların da fiyatlandırılması gerekmektedir.

MESLEKİ DAYANIŞMA ORTAKLIKLARININ GÖREVLERİ

  1. Ortaklara mesleki eğitim vermek ve onlara mesleki müşavirlik yapmak.
  2. Ortakları imtihan ederek onlara teminatlı ehliyet vermek.
  3. Ortakların mesleki haklarını korumak, Mağduriyetlerini gidermek.
  4. Ortakların yönetimdeki temsilcisi olmak.

Bu son görevin ne olduğunu anlayabilmemiz için ortaklık müessesesini biraz derinden görmemiz gerekir. İnsanın ihtiyaçları vardır. Bunları hisleri belirler. İnsandaki şeker miktarı azalınca acıkır. Bu açlığı nasıl gidereceğine düşünceleri belirler, ilmi belirler. Bunun için neler yapılacağına beyni karar verir. Sonra beyinde alınan kararlara göre işler yapılır. Yiyecek alınır, pişirilir. Tabaklara konur. Yenir. Buraya kadar olan kısımda insan ile hayvan arasında pek fark yoktur. Hayvanda muhakeme yoktur. Üretimi de içgüdü ile yapar. İnsan bütün bunlara karar verirken hayvandan farklı olarak bir şey düşünür. Başkasının hakkı geçmesin diye her kademede başkasına birşeyler öder. Karşılığını öder. Böylece derece tamamlanır.

Buna paralel olarak toplulukta da ihtiyaçların tesbiti sözkonusudur. Bunu dini dayanışma ortaklıkları yaparlar. Sağlık kuruluşlarından bedeni ihtiyaçlarını, yayın kuruluşlarından kişilerin ruhi ihtiyaçlarını öğrenirler. Tebliğ kuruluşları ile bu ihtiyaçları araştırma kuruluşlarına bildirirler. Araştırma yapılmış ve ne yapılacağı belli ise bunu kontrol kuruluşlarına bildirirler. Üretim yapılmış sadece paylaşımla yapılabilecek bir şey ise bunu soruşturma kuruluşuna bildirirler. Böylece dini dayanışma ortaklıklarının görevleri biter.

İlmi dayanışma kuruluşları araştırma kuruluşlarından ihtiyaçları ve çözüm yollarını ilmi dayanışma ortaklıklarına bildirirler. Basın kuruluşlarından bu çözüm yolları üzerindeki görüş ve imkanlarını öğrenirler. Bu verilere dayanarak planlamaya bir proje yaptırırlar. Böylece ihtiyaçların giderilmesi için proje ve planlar hazırlanır. Elde edilen sonuç üretimi gerektiriyorsa proje noter hizmetlerine tevdi edilir. Üretimi gerektirmiyor, mevcut olanların bölüşümü sözkonusu ise hakemlere başvurulur. Böylece ilmi dayanışma ortaklığının da görevi biter.

Mesleki dayanışma ortaklığı kontrolden aldığı mesajları, noterden aldığı mesajları değerlendirir. Bakım ve ulaştırmaya emir vererek gerekli hazırlığını yaptırır. Gerekli kredileri vererek çalışanları harekete geçirir. Üretilen mal ambarlara konur.

Görülüyor ki, mesleki dayanışmanın yaptığı iş kredi mekanizması ile yapılması gereken işleri yaptırmaktır. Ne yapılacağına Dini Dayanışma Ortaklıkları, nasıl yapılacağına İlmi Dayanışma Ortaklıkları karar vermektedir. Mesleki Dayanışma Ortaklığı ise noterdeki sözleşmeler, kontroldeki tesbitlere dayanarak bakımı yapılan tesisler içinde malların üretim dağıtım aracılığı ile ambarlara teslim etmektedir.

Bundan sonra Sosyal Dayanışma Ortaklıkları ortaya çıkar, soruşturmadan veya hakemlerden aldığı mesajlarla, genel hukuk kuralları içinde hazırlanmış muhasebe ile herkesin hakkını tesbit etmektedir. Bu bölüşmeyi sağlamak için malların muhafaza görevini yüklenmektedir. Kasalara talimat vererek halkın eline bölüşme belgelerini vermektedir. Bu bölüşüm belgesini alanlar mağazalara başvurur ve mamullerin kendilerine teslimini isterler.

Burada görülüyor ki, kollektif üretim ve tüketimin oluşmasını sağlayan bir mekanizma oluşuyor.

İşte bu mekanizmada iki çeşit hareket vardır; maddi hareket, hukuki hareket.

Maddi hareket envanterle ilgilidir. Yani ister emek olsun, ister mal olsun , tesisler olsun, belli işleri yerine getirmek için faal haldedirler. Bu faal halleri envanter muhasebesince tesbit edilmektedir. Bu sayede maddi değerlerin akışı sağlanmaktadır. Bu akış kredi müessesesi ile sağlanmaktadır. Gerek çalışma gerekse işveren kredileri ile madde ve emeğin akışı sağlanmaktadır.

YAŞAMA KREDİSİ : DİNİ DAYANIŞMA ORTAKLIKLARINCA

ÇALIŞMA KREDİSİ : İLMİ DAYANIŞMA ORTAKLIKLARINCA

ÜRETİM KREDİSİ : MESLEKİ DAYANIŞMA ORTAKLIKLARINCA

İNŞAAT KREDİSİ : SOSYAL DAYANIŞMA ORTAKLIKLARINCA  dağıtılır.

Yatırımlar aşağıdaki şekilde gerçekleşir.

Dini dayanışma ortaklıkları halkın ihtiyacı olan yatırımları bildirirler. Mesleki dayanışma ortaklıkları ülkenin ekonomik kalkınması için gerekli yatırım önerilerini ilmi dayanışma ortaklıklarına bildirirler. Sivil savunma ve güvenlik bakımından alınacak tedbirler sosyal dayanışma ortaklıklarınca ilmi dayanışma ortaklıklarına bildirilir.

Ön yarışma ve proje yarışmaları ile imar projesi planlama tarafından yapılır. Kongrelerden geçirilerek kesinleşmiş olur. Bundan sonra proje inşaatını yaptırmak mesleki dayanışma ortaklıklarına aittir. Taşınmazları işletmek ise sosyal dayanışma ortaklıklarına aittir. Her halükarda üretim olsun, inşaat olsun, bizzat icra etme işi mesleki dayanışma ortaklarına aittir.

 

SOSYAL  GÜVENCE

Tekel ekonomisindeki sigortalama ile halk ekonomisindeki sigortalama tamamen farklı kriterlere dayanır.

  1. Tekel ekonomisinde ödeme özel fonlara yaptırılmaktadır. Oysa halk ekonomisinde ödeme dayanışma ortaklarına, kişilere ödetilmektedir.
  2. Tekel ekonomisinde fonlar önce aidat ve kesinti olarak oluşturulmaktadır. Halk ekonomisinde ödeme ortaklara olaydan sonra taksitlendirilerek ödetilmektedir.
  3. Tekel ekonomisinde aidat karşılığı güvence verilmektedir. Oysa halk ekonomisinde güvence bütün ortaklara kooperatif payı ödenen bütün mallara sağlanmaktadır.
  4. Tekel ekonomisinde güvence merkez tarafından verilmektedir. Halk ekonomisinde güvence taşraya verilmektedir. Taşranın gücü yetmediği zaman merkeze doğru sorumluluk genişletilmektedir.

Dayanışma kooperatiflerinde iki çeşit dayanışma yeterli olur. İlmi ve dini dayanışma ile mesleki ve sosyal dayanışma ortaklık olarak faaliyet gösterirler. Ancak sorumluluk paylaşılırken dört çeşit dayanışma ortaklıkları esasına göre paylaşılır. Yani, kişi dört dayanışma ortaklığına da katılmak zorundadır. Ama dini ve ilmi dayanışma ortaklıkları bir olabiliyor. Yani bir dayanışma hem dini hem de ilmi dayanışma ortaklığı olarak faaliyet gösterebilir.

Hizmet kooperatiflerinde, danışma kooperatiflerinde, araştırma kooperatiflerinde ilmi, dini, mesleki ve sosyal dayanışma ortaklıkları ayrı olacaktır Kişi taşradan merkeze doğru güvenceye alınmış olacaktır.

Bir kimsenin bir aylık çalışması ile ödeyebileceği zararları bizzat kendisi öder. Bir kimseye bir yılda bir aylık ortalama ücretten fazlası yüklenemez. Dört dayanışma ortaklığı olduğuna göre mesleki dayanışma ortakları buraya ancak bir haftalık ücreti kadar yılda ödeme yapmaya zorlanırlar. Sosyal ve mesleki dayanışma burada birleşebilir. Bir hafta eder. Bir dayanışma sorumlusunun ortaklarına düşen pay o dayanışma ortaklığındaki dayanışma giderlerini karşılamıyorsa, dayanışma hizmet kooperatifleri içinde o sorumlunun bağlı bulunduğu sorumlunun dayanışma ortakları hizmet kooperatifi içinde öderler. Onlarınki de yetmezse, danışma kooperatifi içindeki ortaklığa intikal eder. Yani aynı bucak içindeki diğer dayanışma ortaklarına değil de daha geniş dayanışma ortaklarına intikal eder.

Şayet yine de bir aylık gelirlerle karşılanamazsa, ondan sonra ödemeler ertelenir. Yani müstahaklar daha geç öderler. Kooperatif burada imkanı varsa ödemeyi peşin olarak defaten yapar, tahsilatı taksit taksit yapmış olur.

Sosyal Sigorta Kurumu ile olan ilişkiler de şöyle düzenlenir. Ortağın taksitlerini hep kooperatif yatırır. Bir yerde çalışmasa da, geliri olmasa da, zorunlu olan sigortayı, asgari sigorta karşılığını kooperatif yatırır. Ortaklardan bunu çalıştıkları zaman tahsil eder. Ortağın bu sosyal kurumlardan yararlanması nisbetinde kendisi ayrıca hizmet vermez.

Kasko sigortaları yapılmaz. Onun yerine kooperatif içinde dayanışma ile karşılanır. Diğer sigortaları kooperatif yatırır, onun yerine arabalardan kilometre olarak kooperatif ortakları yararlanmış olur. Her arabanın bir kilometre değeri olacaktır. Kişinin de saatlik kazancı olacaktır. Bir kimse arabasını başkasına kullandırmış ise kilometresini yazar, bir iş yapmışsa saatini yazar ve kooperatif muhasebesine verir. İsteyen ortak bunun bedelini karşı taraftan istemeyebilir. Ancak bunun kayda geçmesinin kendisine ve genel muhasebe için büyük yararı vardır.

Bir hayrı yapıp karşılığını istememek ayrı olaydır, bunu yazılı hale getirmemek ayrı olaydır. Hayır da yapsak mutlaka onu yazılı hale getireceğiz. Diyelim ki, bir kurucu kooperatife 1000 saat verdi. Hayır olarak verdi. Karşılığını dünyada istemiyor. Başka birisi de kendi çıkarı için verdi. O 500 saati verdi. Sonra diyelim ki, bu veriden dolayı 10 sene sonra kooperatif 6000 saatlik değer kazandı. Şimdi ikisi yazmışsa 4000’i topluluğa kalır ve ondan yararlanır. 2000’i 500 saat veren alır. Yazmazsa, 6000 saatini de o dörtte birini veren alır. O halde tüm işletmelerde bütün girdiler yazılacaktır. Bölüşürken ne yapılacağı sahibinin bileceği iş olacaktır.

Bu çok önemlidir. Alpaslan Türkeş’e ve Necmettin Erbakan’a birçok vatandaş para verdi. Eğer bunlar yazılsaydı; bunlara, “bunu siz harcayın” denmiştir; onlar da harcadılar. Sorun yok.

Ama harcamadıkları kısım da onlara kaldı. Kalacak. Bu başkalarını rahatsız ediyor. Oysa eğer böyle bir liste olsa; isteyen oğluna, isteyen parti başkanına aktarır. Böylece insanların iyilik yapma kabiliyeti ve hevesi körelmez. Yoksa kötüye kullanıldığı iddiasıyla insanlar hayırdan ve insanlara hizmetten vazgeçmeye başlar.

Mesleki Dayanışma Ortaklıkları emanetlerin nerelerde olduğunu tesbit ettiği gibi, emanetlerin kimlerde olduğunu da tesbit etmiş olur.

Bunun için gerekli kararları alırlar.

 

 

 

ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER

VIII

DİNİ  DAYANIŞMA

İnsanlar sosyal gruplar halinde yaşarlar. Grupları bir araya getirip oluşturma insanın ruhundaki bazı duygulardır. Bunlar dört tanedir.

  1. TARTIŞMA: Başka insanlarla bir türlü yarış yapmadır. Bu fikir sahasından fiili sahaya kadar gider. Savaş da bu duygulardan doğar. Satranç oynayan kişide, top seyreden kişide, yahut bizzat karşı fikirleri başkasının huzurunda tartışma insana zevk vermektedir. Birbirleri ile tartışan kimseler bir araya gelerek bir ekol oluştururlar. Bu tartışma sorunun çözümüne kadar devam eder, sorun çözülünce yeni konuya geçilir. Yani, tartışma bilinmeyende olur. Bilinende tartışma yapılmaz. İlmin konuları sonsuz olduğu için tartışma yapılır. Sorunlar ortaya konur, anlaşma sağlanmışsa sorun kalmaz. Anlaşma sağlanamazsa taraflar yeni delil buluncaya kadar konuyu ertelerler. Yeni delil buldukları takdirde tartışmaya devam ederler. İlmin kimseye zararı olmadığı ve ancak tartışma ile ortaya çıkacağı için insanlık için çok yararlı bir faaliyet sahasıdır. Tartışmayı hüccetleşme olarak kullanan Kur’an, tartışmanın sadece ilimde yapılmasını istemektedir. İlimsiz tartışmayı men etmektedir. İlimsiz önderlik yapmayı da men etmektedir.
  2. KAZANÇ: İnsanların ihtiyacı olsun olmasın, devamlı kazanmak isterler. Kazandıkça kazanma hırsları artar. Eğer ortak çıkar varsa o takdirde insanlar bir araya gelirler ve ortak iş yaparlar. Bunu sözleşmelerle, anlaşmalarla gösterirler. Bu birliktelik sonunda mesleki dayanışmayı oluşturur.
  3. SEVGİ: İnsanları bir araya getirip birleştiren duygulardan biri de sevgidir. Karşılıklı bağlarla doğar. İnsan  kendisini seveni sever. Eğer kişiler bir kişiyi sevmeye başlamışlarsa aralarında bir bağ oluşur, birbirlerini de sevmeye başlarlar. Böylece oluşmuş cemaat dini cemaattir. Bugünkü konumuz bu tür dini dayanışmayı anlatmaktır.
  4. KORKU: Nihayet insanları birleştiren diğer bir husus da korkudur. Ancak bu korku birbirinden korkan insanların bir arada olduğu topluluktan ziyade, düşmanlarından korkup korunmak için birbirleri ile anlaşabilen kimselerdir. Bu tür bir dayanışma siyasi dayanışmadır.

Sevgi fedakârlık üzerine kurulur. Çocuk anasını sever, çünkü onun için ne kadar büyük fedakârlıklar yaptığını bilir. Anne de çocuğunu sever, çünkü ondan ileride fedakârlık beklemektedir. Akrabalar birbirine karşı fedakârlık yaptıkları için birbirlerini severler. Karşı taraftan bir şey beklemeden yapılan bir iyilik sonunda sevgiye dönüşür. Büyük cemaatlar oluşur. Binlerce yıl cemaat devam eder. Dini cemaatlar sevginin azalmaması için tartışmazlar, kazanç çekişmeleri yapmazlar. Birbirine zor kullanmazlar. Bütün konuları sevgiden ibarettir. Onlar Allah’ı severler, O’nun yarattıklarını severler, hatta gelen kötülükleri de sevdiklerinden geldiği için yine severler.

İlimde kişi haklı çıkmak için uğraşır. Biri galip, biri mağlup olacaktır. Ekonomide biri kazanıp diğeri zarar edebilir. İkisinin kârına da olabilir. Korkutmada biri korkan, diğeri korkutandır. Yani kutuplaşma vardır. Oysa sevgide herhangi bir kutuplaşmaya sebep olmaz. Seven sevilecektir. Her iki taraf da eşittirler. Dini cemaatlerde zorlama yoktur. İyilik vardır. Kötülük yoktur. Cennet halkı da öyledir. İnsanlar hep dereceleri yükselsin diye çalışırlar, ama çalışmazlarsa ceza görmezler.

Dinlerin başka özelliği, insanların boş vakitlerini zararsız bir şekilde doldurması için ibadetlerini yapmayı emretmesidir. Aynı mescide devam edenler önce birbirlerini sevmeye başlarlar. Sonra yavaş yavaş aralarında işbirliği doğar, birbirlerine yardım ederek işleri yapacak eğitimi almış olurlar. Nihayet birbirlerinden haberdar olacakları için aralarında sosyal dayanışma başlar.

Batı demokrasilerinde halk ekseriyete boyun eğer. Oysa İslâm demokrasisinde kişiler istedikleri lidere boyun eğerler. Ocak ve bucaklar oluşur. Kişiler kendi bucaklarını ve ocaklarını seçmekle kendi yöneticilerini seçmiş olurlar. Yani yerinden yönetim, küçük yönetim birimlerini değiştirebilme demokrasinin esasıdır. Serbest sözleşme ve liberal ekonomi demokrasinin kendisidir.

Daha önceleri de belirttiğimiz gibi;

  1. İnsan kendi koyduğu kurallara kendisi uymak zorundadır. Böylece hem hürriyetini korumuş hem de kendi çevresinde bir topluluğun oluşması sağlanmış olur.
  2. İnsanlar kendi yaptıkları sözleşmelere uymakla yükümlüdür. Kendileri yapmakla hürriyetlerini kullanmış olurlar. Sözleşmelere uymakla da topluluğun varlığını korumuş olurlar.
  3. Kişi kendi yönetim birimini kendisi oluşturur veya kendi istediği topluluğa katılır, böylece kendi kendisini yönetmiş olur. Topluluğu beğenmeyen o topluluktan ayrılır ve kendi istediği topluluğa katılır.
  4. Nihayet çıkan nizaları halleden hakemleri kendileri seçerler ama sonra onların kararlarına uymak zorundadırlar. Böylece insana demokratik ilkeleri içinde yaşama imkanı sağlanır. Ne var ki, insanların bu birlikler içinde yaşayabilmesi için dinlere ve dini inançlara ihtiyaç vardır.

Doğrunun ne olduğunu ilim belirler, ama insanlara doğruyu de dinler kabul ettirir. Yoksa zorla doğru kabul edilirse o demokrasi olmaz.

30 ile 100 kişiden oluşan ocağın bir başkanı vardır. Bu başkan aynı zamanda dini liderdir. Yönetici de odur. Ocakta zor kullanılmaz. Cemaat başkanlarına bağlı olarak yönetilir. Günlük hayat ocaklarda düzenlenir.

Yaz ve kışa göre saatler değişirse de normal olarak günlük yaşama programı şöyledir:

  1. Saat 4’te herkes kalkar, sabah temizliğini yapar, kahvaltısını yapar, toplantı yerine giderler. O gün herkes nereye gideceğini, ne iş yapacağını belirler ve aynı yerde iş yapacaklar birlikte saat 6’da hareket ederler. Ocak sakinleri üç gruba ayrılırlar:

Birinci grup resmi işlere giderler. Servisler onları götürür. Bunlar daha çok güçlü erkeklerdir.

İkinci grup ocak çevresinde hafif işlere giderler. Bunlar daha çok kadınla, yaşlı ve sakat erkeklerdir. Küçüklerdir.

Üçüncü grup ise iş yapmayıp gününü eğlenme ve gezme ile geçirecek kimselerdir. Küçük çocuklar ile büyük baba ve büyük annelerdir.

  1. Resmi işyerlerinde kendi işlerinde çalışan kimseler. Saat 12’de işlerini birlikte bırakırlar. Öğle temizliğini yaparlar. Evlerine dönerler. Resmi iş 6 saattir. Bu arada diğer gruplar da evlerine dönerler.
  2. Saat 15’e kadar öğle istirahatı yapılır. 15’te yine herkes toplantı yerine gelir ve birlikte oradan istedikleri yere giderler. Özel işlere giderler. İsteyenler ilim yaparlar.
  3. Saat 18’de herkes yine toplantı yerine döner ve oradan evlerine dönerler.
  4. Akşam sohbeti başlar. Saat 20’de yatılmak üzere dağılınır.

Haftada bir defa da tüm nöbetli erkeklerin zorunlu, diğerlerinin istekleriyle katıldığı toplantı yapılır. Burada bucak yönetiminin aldığı kararlar ilan edilir.

Bucak yönetimi bucak başkanının istişare sonunda aldığı kararlarla yönetilir. Bir hafta içinde duyurulur. Hakemlere gidilip iptal ettirme hakları vardır. Ayrılmayı beyan eden bucak sakini o karardan sorumlu tutulamaz.

Bucak içinde ilmi dayanışma ile dini dayanışma sorumluları aynı kimselerdir. Ne var ki, bir kimse ilmi dayanışma olarak başka birisini, dini dayanışma olarak başka kimseyi seçebilir. Dini dayanışma başkanları il içinde kendilerine il dini dayanışma liderlerini seçerler. Bir kimsenin ilde dini dayanışma lideri olabilmesi için yüksek ehliyetli olmak ve il içindeki halkın en az yirmide birinin dini dayanışmasının sorumlusu olmak gerekir. Bunlar da devlet içinde dini dayanışma sorumlularını seçerler. Bunların üstün  ehliyetli olmaları gerekir. İnsanlık içinde de böyle bir kuruluş vardır.  

Dini dayanışma ortaklıkları, insanları insan olarak eğiten merkezlerdir. İnsan kollektif olarak üreyen, tek başına tüketen varlıktır. Kişiliğini korur ama topluluk içinde yaşar. İki zıtlık onda birleşmiştir. Bağımsızlık ve birlik. Bunun dengesini kurmak en hassas noktadır. Milli hakimiyeti kaybetmeden insanlık içinde yer almak. Devletin bölünmez bütünlüğünü koruyarak yerinden yönetimi sürdürmek. İcma içinde içtihat yapma gibi hemen her sahada bu sorun içinde karşı karşıya kalırız. Dini dayanışma ortaklıkları bir inşaat malzemesini üreten işletmeler gibi inşaatçılara malzeme üretirler. İlmi dayanışma ortaklıkları da bu malzemeleri ambalaj yapar ve damgalarlar. Yani eğitimi dini dayanışma ortakları yapar, imtihanı ve rütbeleri ilmi dayanışma ortakları verirler. Böylece pazara sürülen  insanı mesleki dayanışma ortakları satın alıp inşaat yaparlar, siyasi dayanışma ortakları da bunları işletirler. Bu tasnifi zihnimizde tutmamızda yarar vardır.

  1. Dini dayanışma ortaklıkları insan malzemesini üretirler.
  2. İlmi dayanışma ortaklıkları ölçülendirip damgalarlar.
  3. Mesleki dayanışma ortaklıkları işletmeleri kurup çalıştırırlar.
  4. Siyasi dayanışma ortaklıkları bu işletmeleri korur ve ürünleri pazarlarlar.

Din sevgiye dayandığı için zorlama yapılmaz. Herkes herkese istediği dersi verir. İsteyen istediğinden eğitim alır. Bunun için bir program, bir zorlama yapılmaz. Ancak ilmi dayanışma ortaklıkları bilgileri standart hale getirirler, bu bilgilere ait kitapları yazarlar, kişileri imtihan ederler ve kişilere başlangıç, temel, ilk, orta, yüksek ve üstün ehliyet tevcih ederek diploma verirler. Artık iş adamları bunları tanır. Kimin ne iş yapabileceğini bilir. Sonra mesleki dayanışma ortaklıkları işletmeler kurarak bunları o işletmelerde istihdam ederler. Üretimdeki başarıya göre diplomalar geçerli olur. Yani hangi ilmi dayanışma ortaklığının diploma verdiği kimse başarılı üretim yapmış ve piyasada tutunmuş ise, o ilmi dayanışmanın diploması geçerli olmaya başlar. Tabi, hangi dini dayanışmanın yetiştirdiği kimseler imtihanda başarılı olmuşsa onların eğitimi geçerli olur. İşletmelerde elde edilen ürünlerin bölüşülmesi gerekir. Bunun yapılması da adaletle ilgilidir. Bunu siyasi dayanışma ortaklıkları yaparlar. Böylece tüketim olur. İnsanlar bu sayede doyarlar. Devre başlayıp devam eder. Dini dayanışmanın üyeliği ana karnından başlar, mezara kadar devam eder. Kişinin kişiliği dini dayanışma içinde belirlenir.

İnsanın eğitilmesi anne karnında başlar. Annesi hangi gıdalarla beslenirse çocuk ona göre yetişmektedir. Duyulan sesler ceninin tüm bedenini her zaman titreştirmektedir. Canlı hücrenin çevreye uyum sağlama kabiliyeti vardır. Bunu bilen dinler, insanları günde beş defa mabetlere çağırmakta ve onlara ilahiler dinleterek çocuklarının aynı seslere göre doğmalarına ve yaşamalarına zemin hazırlamaktadır. İnsanlar ayrıca elektromanyetik dalgalar yayınlamakta ve diğer insanlar bu dalgaları da almaktadırlar. Dolayısıyla sadece telefonla konuşma yeterli olmamakta, aynı zamanda bir arada bulunmanın hiç konuşmalar yapmasalar bile birlikteliği sağlamaktadırlar. Tarikat ehli bir araya gelir, hiç konuşmazlar. Ama birbirlerine gönderdikleri elektromanyetik veya ışık üstü dalgalarla birbirlerine etki eder ve aralarında birlik sağlarlar.  

İnsanlar eğitimle değişik standart taşlar haline gelirler. O taşlarla duvar örülür gibi topluluk oluşur. Ne var ki,  ayrı standartta olanlar aynı duvarda kullanılırlar. Bu sebepledir ki ocaklarda tek dini eğitim vardır. Aile ve ocak eğitimi milli birliği sağlamaktadır. Çocuk zaten burada yetişmektedir. Bucak içinde de haftalık ibadetler birlikte yapılmaktadır. Kişi dilini burada öğrenmektedir. Bucaklarda ilmi ve dini dayanışma ortaklıkları iç içe bulunmaktadır.

Yarışmaların sağlanması, insanlığın bir bütün olması için bucaktan başlayarak insanlığa doğru dinler farklılaşmaktadır. İnsanlık içinde beş ile on kadar farklı büyük dinler oluşmaktadır. İnsanlık bunlar tarafından gruplara ayrılmaktadır. Bucağa, ocağa doğru inildiğinde birliğe doğru gidilmektedir. Nasıl kalp ayrı, beyin ayrı merkezlerdir, ama bunlar birleşerek ortak hizmet verirlerse, farklı dayanışma ortaklıkları da böyledir. Merkezleri farklı ama bucak ve ocaklara birlikte hizmet verirler.

Bugün yeryüzünde yayılmış büyük dinleri şöyle sıralayabiliriz:

  1. Sünni İslâm mezhebi
  2. Şii İslâm mezhebi
  3. Katolik Hıristiyan mezhebi
  4. Ortodoks Hıristiyan mezhebi
  5. Protestan Hıristiyan mezhebi
  6. Budizm
  7. Hinduizm
  8. Kapitalizm
  9. Sosyalizm
  10. Ateizm
  11. Yeni Sünni İslâm Mezhebi

Burada önemli olan husus bu mezheplerin kendiliklerinden doğduğu, siyasi güçlerle mücadele ederek varlıklarını kabul ettirdiğidir. Tarihteki medeniyetlerin böylece hep dinlere dayalı olarak doğduğudur. Yani, reformlar yukarıdan gelmeyecek, tam tersine halk önce dini olarak teşkilatlanacaktır. Bu da Kur’an okumakla olacaktır. Kur’an’ı asrımızın ilimleri ile anlamakla olacaktır. “Kur’an Matematiği Dersleri”ne bu sebeple başlanmıştır. Şimdilik bunun yazılı metinleri oluşmaktadır. Cemaatlaşma sonra olacaktır. Bediüzzaman risaleleri yazdı. Şimdi dünyada cemaatlaşılmıştır. Bizim bu çalışmalarımız yeterli değildir. Buna cemaat katkısı sağlanmalıdır. İlmi aşiretler oluşmalıdır. Birinin yazdıklarını okumakla değil, hepimizin yazması ile bu yol alınacaktır. Bu sebepledir ki ben yazıyorum. Arkadaşlar düzeltiyorlar, tashih ediyorlar. Ben bir daha okumuyorum. Size son olarak nasıl ulaştığını bile bilmiyorum. Benim düşüncelerimden farklı çelişkili ifadeler size ulaşacaktır. Siz kediniz de düşünmeye ve yazmaya başlayacaksınız. İşte o zaman Yeni Sünni İslâm Mezhebi ortaya çıkacaktır. İnsanlık II. Kur’an Medeniyeti onun üzerine kurulacaktır.

Diğer mezheplere gelince, onlar da varlıklarını sürdüreceklerdir. İnsanlığı kendi mezheplerinde yetiştirmeye devam edeceklerdir. Ancak kendilerinde aşağıdaki değişmeler olacaktır.

  1. Dinde zorlama yoktur kuralını benimseyeceklerdir. Yani laikliği sindireceklerdir. Diğer dinleri kötüleyip yıkma yerine, kendi inanışlarını yayamaya ve sevdirmeye çalışacaklardır. “Dinde zorlama yoktur” demek, düşmanlık yok demektir. Dostluk vardır. Kur’an’ı dini yönden ele alıp işleyeceklerdir.
  2. Dinler müsbet ilmin verilerine yaklaşacaklardır. Müsbet ilmin ışığı altında metinlerini yorumlayacaklar, ibadetlerini düzenleyeceklerdir. Bunu sağlayamayan dinler yaşamaz. Ama bütün dinler buna doğru gitmektedir. Bu da Mustafa Kemal’in lâiklik anlayışıdır. Yani, lâiklik sadece “dinde zorlama yoktur ilkesi” ile gerçekleşmez, ona göre ulus müsbet ilmin verilerine göre düzenlenmelidir. İçtihatlar müsbet ilme göre yapılmalıdır.
  3. Dinlerin topluluk içinde görevleri olmalıdır. Topluluğa karşı, yönetime karşı dinler yerine toplulukla bütünleşmiş karşılıklı çıkarları sağlanmış bir din anlayışı içinde olmalıdır. Yani, din ile devlet birbirine karşı olmamalıdır. Birbirine saygılı ve çıkar çatışması değil de çıkar uyumu içinde olmalıdırlar. Elbette bu iki taraflı anlayışla doğacaktır. Topluluğun bir ucunda eli silahlı siyaset vardır. Topluluğun diğer ucunda da dili silahlı din vardır. Bunlar arasında ilim ile ekonomik işletmeler köprü kurarlar. Din ile yönetim karşı karşıya gelmez. Din ile siyaset, ilim ve işletmeler aracılığı ile sağlar. İki zıt şey ancak böylece bir arada olabilir. Bu da lâikliğin başka bir kuralıdır. Bugün bu tür bir denge kurulamamıştır.

Din ile yönetimin koptuğu kapitalist ülkeler.

Dinin yönetimin emrine alındığı Türkiye ve sosyalist ülkeler.

Dinin yönetimi emrine aldığı İsrail ve İran’vari teokratik ülkeler vardır, Oysa gelecek dünya;

Din ile yönetim arasında ilim ve işletmeler aracılığı ile dengenin kurulduğu şeriat dünyası, geleceğin dünyası, Adil Düzen Medeniyeti.

  1. Değişik küçük din ve mezhepler büyük dinlerin kanadına girip yaşayacaklardır. Yeter sayıyı bulamayan, bir hanedanı tanrılaştıran dinler eninde sonunda krallıklar gibi ortadan kalkacaklardır. Çünkü bu anlayış müsbet ilim anlayışına yakındır. Yani putperestlik silinip gidecektir. Putperestlik dinlere sonradan giren bir hastalık kabul edilecektir. Gerçekten de böyledir.
  1. Tek tanrıya inanan insanlar kabilelere ayrılıp dilleri farklılaşınca tanrının adı da farklı oldu. Sonra bir araya gelince farklı adları farklı tanrı gibi gördüler. Sosyal çatışma sebebiyle bunu körüklediler.
  2. Tanrıyı bir hayvan, insan, yahut ağaç gibi tabii varlıkların adları ile adlandırdılar. Mecazi olarak öyle ad verdiler. Sonra bu ad benzerliği ile eşya tanrı oldu. Allah’ı güneşe benzeterek ifade eden topluluk sonra güneşe tapmağa başladı. Böylece putperestlik doğdu.
  3. İlk yazı dili şekil dili idi. Tanrıyı da bir şekil olarak gösterdiler. Sonra insanlar şekli tanrı yapıp putlara tapmağa başladılar.
  4. Nihayet hükümdarlar kendi güçlerini halka kabul ettirmek için hanedana veya kendilerine kutsilik kazandırıp taptırmağa başladılar. Bugün bu putperestlik bütün şiddeti ile devam etmektedir. Halk parti başkanlarına, dini şeyhlerine tapmaktadır.

İşte bütün dinler putperestlikten vazgeçecek, tek tanrı inancını kabul edecektir. Ancak bundan sonra büyük dinlerin kanadı altında varlıklarını sürdüreceklerdir.

Şimdi bu açıklamalardan sonra bizim kooperatif olarak mezhebimiz ne olacaktır? Dinimiz ne olacaktır? Biz dini sevdirme şeklinde anlıyor, Mevlana’nın dediğini söylüyoruz: “Ne olursan ol, bize katıl. Biz insanlığa hizmet edelim.” Kur’an’ın haber verdiği gibi; onlar bizi sevmeseler de, biz onları sevelim. Biz bunu “Mal-Mal Mağazaları” aracılığı ile sağlayacağız.

Mağazalardan gelen Genel Hizmet gelirlerinden bir zekât fonu oluşturacağız. Müşterimizin özel sorunları ile de meşgul olacağız. 25 Genel Hizmetleri müşterilerimize karşılıksız vereceğiz. Doktoru bedava olacaktır. Avukatı bedava olacaktır. Mühendisi bedava olacaktır. Muhasibi bedava olacaktır. Darda ise de maddi payı verilecektir. Bu ona bizim kooperatifimizi sevdirecektir. Böylece onları doğru yola götüreceğiz. Yanlış yola gidenler cezalandırılmayacaklar, muttakiler daha çok yardım göreceklerdir.

Marketler, aldıkları siparişlere göre eve teslim hizmetlerini vereceklerdir. Sipariş almak için her eve bir ortağımız gidecektir. Ailenin dostu haline gelecek bu  kimse ailenin bütün sorunlarını ve sırlarını dışarıya vermeden öğrenecektir. O sorunlar kooperatifimizin dini dayanışma ortaklığına ulaştıracak ve o da kişinin doğrudan baş vurmasına gerek kalmadan çözecektir. İşte bu kişilerin dayanışma ortaklığına sadakatlerini sağlayacaktır.

Şimdi teşkilatımızı tekrar hatırlayalım:

- Ocaklarda Dayanışma Kooperatifleri

- İllerde Hizmet Kooperatifleri

- Ülkede Danışma Kooperatifleri

- İnsanlıkta Araştırma Kooperatifleri vardı.

İşte biz kooperatif olarak da bucaklarda illerde, ülkede ve insanlıkta buna göre dini dayanışma ortaklıklarını kurmak suretiyle “Geleceğin Hak Medeniyeti”ni kurmuş olacağız. Biz bir örnek site kuracağız. O örnek sitenin benzerlerini diğer yerlerde kuracaklardır. Bunlar birleşecek, sonunda tüm dünyada yeni bir mezhep olarak ortaya çıkılacaktır. Biz yeteri kadar hazırlık yapar ve örnek siteyi kurarsak, Nasr sûresinde ifade edildiği şekliyle insanların fevc fevc Allah’ın dinine girdikleri görülecektir. Biz başkalarına kabul ettirmekle değil; kendimizi oluşturmakla meşgul olmalıyız.

Bize karşı ambargo var. Kimse sözlerimizi duyurmak istemiyor, duymak istemiyor. Gelip dinleyenler de baskı altına alınıyor ve vazgeçiriliyor. Ama bütün hak yolu yolcularının işi böyledir. Onlar böyle yapmasalar, bizim hak yolda olduğumuzu nereden bileceğiz? Kimse bizimle ilgilenmez görünmekte ise de, kulaktan kulağa bizi tanımakta ve bizi izlemektedir. Bir gün patlama olacak ve insanlık bizimle meşgul olacaktır. Bunun için bizim sabırlı olup yolumuza devam etmemiz gerekiyor.

İstanbul’daki tüm gayretlerimiz henüz bir semere vermedi. Bir market yeri bulamadık. Denemeye geçemedik. Bir atölye bulup ahşap ev imalatına geçemedik. Şimdilik İzmir’de bu husustaki faaliyetimiz devam etmektedir. Günü gelmemiştir. Sabırla İstanbulluların akıllarının başlarına geleceğini ümit ederiz. Zelzeleden sonra ortaya çıkan sosyal zelzele hâlâ halkımıza bir şey anlatmıyorsa bunun sonu korkunçtur. Bizim daha önce yazdığımız geniş makalelerimizde “sosyal tufanların” olacağını, bizleri bunlardan ancak “sosyal gemi”nin kurtaracağını yazmıştık. Kulak veren olmadı. Şimdi sosyal tufan içinde debeleniyorlar. Hâlâ putlardan medet umuyorlar.

 

EĞİTİM

İnsan kendisine sorulmadan anne-babanın birleşmesinden varolur. Doğar ve gelişir. Erginlik çağına erer. Sonra yaşlanır ve ölür. Cenazesi kaldırılır. Bu hayat akışı içinde insan başkalarına muhtaçtır. Kendi hayatını kendisi tek başına sürdüremez.

  1. Kendi kendine varolmaz, o anne-babasının birleşmesi sonucu doğar. Onun  varolmasına sebep olanlar ona bakmak ve onu büyütmekle yükümlü olurlar. Bu bir dini vecibedir.
  2. Erginlik çağına ulaşıncaya kadar çocuk anne-babasına muhtaçtır. Bu esnada anne-babasına borçlanmaktadır.
  3. Erginlik çağında iken de hastalık hallerinde yakınlar birbirine muhtaçtırlar.
  4. Sonra yaşlı kimseler de yine yaşamak için bakıma muhtaç olurlar.

Böylece insanoğlu borçlu ve alacaklı olarak yaşamak durumundadır. Kime karşı borçlu ve kimden alacaklı? Kapitalistler bunu doğrudan yakınlarına karşı borçlu ve alacaklı olarak düşünürler. Sosyalistler ise bunu devlete karşı borçlu ve alacaklı olarak düşünürler. Şeriatta ise borçlu ve alacaklı Allah’tır. O da kendi hak ve görevlerini devlete devretmiştir. Ancak devleti temsil eden yetkili kimse atanmış kimseler olmayıp Allah tarafından belirlenmiş yakınlardır.

Çocuklar önce devlet adına anne-babalarından hizmet alırlar ve devlete borçlanırlar. Sonra ergin hale gelince de devlete olan borçlarını çocuklarına bakmakla öderler. Erginler yaşlı anne-babalarına bakarak devlete borçlanırlar, kendileri yaşlanınca da çocukların elinden alacaklarını devletten alırlar. Devlet deyince sermayenin veya ıslahın atadığı idare anlaşılmamalıdır. Toprağıyla ve ulusuyla tüm oluş devlettir. Kooperatifler de devletin bir organıdır. Dayanışma kooperatifleri içinde bu dayanışma borçlanmaları olur. Kooperatiflerin burada tanzim görevleri olduğu gibi dayanışma içinde yardımlaşma görevleri de vardır. Halka yapılan genel hizmetler bu dayanışma içindedir.

25 Genel Hizmet işletmelere yapılır, karşılığında Genel Hizmet Payı alınır. Bunun yarısı o işletmeye Genel Hizmet verenlere dağıtılır. Diğer yarısı kooperatifte ortak fonda toplanır ve halka bu 25 Genel Hizmeti verenlere bölüştürülür. Böylece erginlerin kendi borçlarını ödeyebilmeleri ve ilerisi için alacaklı olabilmeleri için kolaylık sağlanmış olur. Demek ki, üretimde kapitalist olan şeriat düzeni tüketimde sosyalisttir. Yine burada iki zıt şey birleşmiş ve dengelenmiştir. Çağımızda bu dayanışma şarttır.

Yani eskiden insanlar, küçüklük, yaşlılık ve hastalık sebepleri ile dayanışmak zorunda idiler. Şimdi ise işsizlik sebebiyle de dayanışmak zorundadırlar. İşte dinler bu dayanışmanın kaynağı olduğu içindir, binlerce yıl varlıklarını korumaktadırlar. Lâik olduğunu iddia eden ve dine karşı olan görevliler, hacca gidenleri soyarak, kurban derilerine el koyarak yaşamağa çalışmaktadırlar. Avrupa’ya giden işçilerimiz ancak mescitler sayesinde tutunmuş ve varlıklarını korumuşlardır. Almanya’da Dev-Gençleri ziyaret etmiştim. Yanlarında mescitleri vardı. Orada namaz kıldım. Demek ki, dini duygular olmadan dayanışma olmaz.

Zelzele olduğu zaman Fazilet Partisi yardım teşkilatı kurmuştu. Her taraftan yardım onlara geliyordu. Başka partililer de yardımlarını onlara gönderiyordu. Onlar dağıtıyordu. Hükümet kriz masalarını oluşturdu, bu yardımları kendisi dağıtmak istedi. Kimse onlara vermedi. Yine Fazilet Partisi temsilcileri bu işi yürüttü. Düzce’ye kamyonlar geliyordu. Asker durduruyordu. “Valiliğe verin” deniyordu. “Vermeyiz, geri götürürüz” diye direnince, o zaman göz yumuluyor ve arka sokaklardan yine Fazilet Merkezine gidiliyordu.

Sol partiler de ancak Aleviliğe dayanarak varlıklarını sürdürüyorlar. Şimdi bütün partiler dine karşı cephe almaktan vazgeçtiler. Dine hizmet vererek o dinden de karşılığını almak, dini sömürmek değildir. Tam tersine, dayanışmadır. Dolayısıyla kooperatifimizde de inançlı kimselere hizmet vermek vardır ve onların da kooperatiflere ortak olmaları istenecektir. Kooperatif ruhsuz bir ekonomi çıkarına dayanmayacaktır. Paralı alış-verişlerin yanında parasız da hizmetler olacak, dayanışma olacaktır. İşte bu bakımdandır ki dini dayanışma hizmetleri kooperatifimizin gelişmesi için önemli yer tutacaktır.

Şimdi işin başka yanından bakalım. Bir işletme aşağıdaki safhalarla oluşur.

  1. İlmi çalışmalar yapılarak projeler hazırlanır.
  2. Sermaye sahipleri sermayelerini koyarak işletmelerini kurarlar.
  3. Ancak bu işletmelerin halk tarafından benimsenmesi, sosyal müessese olabilmesi için halka bu müesseseyi duyurmak gerekir. Bunu kim yapacaktır? İşte bunu Dini Dayanışma Ortakları yapacaktır. Yahut Ahlâki Dayanışma Ortaklıkları yapacaklardır. Halka bunlar anlatacak ve sevdireceklerdir. Bunu bir işletme yapamaz. Kooperatifin ahlâki dayanışma sorumluları olur. Onlar kooperatif ortaklarının mallarını tanıtmış olurlar. Tabii ki sadece tanıtma sorunu değildir. Aynı zamanda o malların nasıl kullanılacağını, mallardan nasıl yararlanılacağını da tanıtmak gerekir. Büyük firmalar bu işleri  kendi imkanları ile yaparlar. Devlet kendi imkanları ile yapar. Ama halk ekonomisinde bunları ahlâki ve diniş dayanışma ortaklığı yapar.
  1. Böylece elde edilen ürün sosyal dayanışma ortaklıklarınca bölüştürülmüş olur.

Baştan hatırlayalım;

Din neyin yapılacağına, ilim nasıl yapılacağına, meslek kimin yapacağına, sosyal kimin olacağına karar verir. Görülüyor ki, bunlar karar mekanizmasıdır. Her kararın bir sorumluluğu olmalıdır. Dayanışma ortaklıkları bu sorumluluklarını yüklenirler.

 

TEZKİYE

Topluluk insanların birbirleri ile kurulacak bağlarla doğar. Eskiden bu ilişkiler birbirlerini tanıyan insanlar arasında kuruluyordu. Şimdi ise sanayi devriminden sonra topluluk büyüdü artık birbirlerini tanımayan kimseler arasında bu ilişkiler kurulmaktadır. Bunun gerçekleşmesi için de teminatlı ehliyet sözkonusu olmaktadır. Dayanışma ortaklıklarına bunun için ihtiyaç vardır. Bilgisizlikten doğan zararları ilmi, beceriksizlikten doğan zararları mesleki, ihmalden doğan zararları dini, kasden iras edilen zararları siyasi veya sosyal dayanışma karşılamaktadır. Ortaklık kişiye güvence verirken onun ne yapabileceğini tesbit etmek ve o işlere güvence vermek gerekir. İşte bu zorunlu olarak bir derecelendirmeyi getirmektedir. Daha önce ilmi derecelerin nasıl kazanılacağı anlatılmıştı. Ortak imtihanlarla kazanılıyordu. Mesleki derecelerin nasıl kazanıldığı da anlatılmıştı. Yine ilgili fakültelerin imtihanı ile kazanılıyor.

Şimdi de dini derecelerin nasıl verileceğini belirtelim.

İnsanın bir şeyi bilmesi ve becermesi yeterli değildir. Onu yapması gerekir. Yani aktif hâle gelmesi gerekir. İşte insanı harekete geçiren dindir. İnsan acıkınca karnını doyurmak ister. Ama doyduktan sonra ikinci defa açlık duyuncaya kadar açlık duymaz. Hayvanlar böyle günübirlik yaşarlar. Karıncalar bile yiyeceklerini depo ederken bize gelecekte gerekecektir diye depolamazlar. Sadece boş otururlarsa canları sıkılır ve bundan dolayı çalışırlar. Oysa insan geleceğini düşünür, âhiretini düşünür. Bunun için şimdi çalışır. Hele toplulukta her iş zamanında ve eksiksiz yapılmalıdır. Küçük ihmal tüm işletmeyi yıkabilir. Buna çalışkanlık diyoruz. Dini dayanışma, sözümde durma, kararlara uyma, yetkililere saygı gösterme gibi ahlâki konularda durur. Kişileri buna göre değerlendirir.

İlimde ve meslekte insanın bilgisini ve becerisini ölçme imkanı mevcuttur. Bunu imtihanla gerçekleştirsin. Oysa insanın ahlâkını herhangi bir imtihanla ölçme mümkün değildir. Bunun için tamamen sübjektif bir metot geliştirilmiştir.

Bir ahlâki dayanışma sorumlusu kendi cemaatini her yılın sonunda ahlâki derecelerine göre sıralar. Sorumlu bunda haksızlık yaparsa kişi dayanışma ortaklığını değiştirerek orada kendine yer arayabilir. Böylece denge kurulmuş olmaktadır.

Bir dayanışma ortaklığında 100’e yakın ortak vardır. Sorumlu kendisine göre sıralar. En çok güvenilir kimseyi başa alır. Bu sıralamada yer alan kimselerin sırası dünyevidir. Allah ise âhirette nasıl sıra vereceğini kendisi bilir. Bu sebepledir ki hiç kimsenin benim derecem daha ileridedir diye öğünmeye hakkı yoktur. Bu kişinin dini dayanışma içindeki derecesini gösterir. Başlangıç, temel ve ilk ehliyetliler bucakta tezkiye olunurlar.

Orta ehliyetliler hizmet, yüksek ehliyetliler danışma, üstün ehliyetliler araştırma kooperatifleri içinde tezkiye olunurlar. Onlar o kooperatiflerin ortaklarıdır.

Ayrıca dayanışma ortakları sorumlarının da tezkiyesi vardır. 10 aileden oluşan sitelerin başkanları dayanışmadaki dini dayanışma başkanlarını sıralarlar. Sıraların tersleri alınarak toplanır ve dayanışma ortaklıklarındaki dini dayanışma sorumlularının dereceleri bulunur. Böylece ortaya çıkan dini dayanışmanın derecesi ile kişinin dayanışma içindeki derecesinin çarpımı kişinin kooperatif içindeki tezkiye derecesi ortaya çıkar.

Hizmet kooperatifleri içindeki dini dayanışma sorumlulukları dayanışma kooperatifleri başkanları tezkiye ederler. Terslerinin toplamı ile elde edilen dereceler hizmet dayanışma sorumlularının derecesini verir. Orta ehliyetlilerin dereceleri kendi dereceleri ile dayanışmalarını dereceleri ile çarpımından oluşur.

Danışma kooperatiflerindeki dayanışma sorumlularını hizmet kooperatif başkanları tezkiye ederler. Böylece yüksek ehliyetlilerin dereceleri bulunur.

Araştırma kooperatiflerindeki dini dayanışma sorumlularını danışma kooperatifleri tezkiye ederler. Böylece üstün ehliyetlilerin dereceleri bulunur.

Ayrıca kişilerin işledikleri suçlardan aldığı cezalar para cezalarına denkleştirilir. Bu cezalar kişilerin dini dayanışma içindeki dereceleri ile çarpılarak dini dayanışmanın suçu önleyememe derecesi bulunur. Bunlar toplanarak sıralama yapılır. Dayanışma ortaklıkları böylece suçu önleme derecesi ile sıralanır. Bir de tezkiye ettikleri kimselerin çalıştıkları yerlerin ödediği kooperatif hizmet payları ile de çalışkanlık dereceleri tesbit edilir. Böylece yapılan sıra ile birlikte dini dayanışmanın dereceleri bulunur.

Bir dini dayanışmanın derecesi kendi tezkiye derecesi ile tezkiye ettiği kimselerin az suç işlemiş olma derecesi ile, çalıştırma derecelerinin toplamı ile çarpımı sonucu bulunur.

Kişinin topluluk içindeki derecesi dayanışması içindeki derecesi ile dayanışmasının derecesinin çarpımı ile bulunmuş olur. Derecelemenin varlığı Kur’an’da “herk faziletliye fazileti verilir” âyeti delâlet etmektedir. İnsanların tafsil edildiği de bildirilmektedir. Bu derecelerin de imtihanla olacağı bildirilmektedir. İmtihan dereceleri imtihan edenleri takdirleri ile verilmektedir. Kişi imtihan edeninin kendisi seçmektedir. Böylece demokratiklik ilkesi her yerde korunmaktadır.

 

KADROLAR

Standart işlerin resmi olsun, özel olsun, resmi kadroları vardır. Her istediği işi yapar. Ehliyet aranmaz. Ne var ki, doğacak zararları da kendileri yüklenmiş olurlar. Bir iş akdi yaparken;

  1. Karşı taraf kandırılmamalıdır. Yalan söylenmemelidir. Yalan söylenmesi halinde doğan her türlü zararlar söyleyene aittir.
  2. Sözleşmede kişi ehliyet sahibi değilse karşı taraf bunu bile bile kabul etmişse bunun sorumluluğuna iştirak etmiş olacağı için doğacak zararlara katlanır. Mesela, şoför olmayan kimseye araba teslim edilmişse kaza yaparsa müteselsilen sorumlu olurlar. Arabadaki zararlar araba sahibinin olur, bedeni zararlar araba süreme ait olur.
  3. İspat külfeti ehliyetliye aittir. Ehliyeti olmayan biri araba tamir etmiş, sonra bozuk çıkmış ve daha fazla zarara sebep olmuşsa verilen ücreti geri aldığı gibi zararı da tazmin eder. Tamircinin kusuru olmadığını tamirci ispatlar. Ehliyetli tamir etmişse tamircinin kusuru olduğunu araba sahibi ispat emek durumundadır.
  4. Ehliyetsiz olanların yaptıkları işlerde ücret kararlaştırılmamışsa ücret talep etmez. Oysa ehliyetlilerin ücret tesbit etmeden yaptığı işlerde resmi ücret istihkak ederler.

Böylece hangi işin hangi derecede kimlerin yapacakları belirlenir. Her işin bir ilmi derecesi vardır. O ilmi dereceden aşağı olanlar işi yaparlarsa teminatlı olmaz. Ayrıca mesleki derecesi vardır. Bu ağırlık derecesidir. O işi yapanlar en az o kadar mesleki dereceye sahip olmalıdırlar. Nihayet her işin bir sorumluluk derecesi vardır. O iş ihmal dolayısıyla ve ilgisiz dolayısıyla yapılmazsa o işten o sorumlu olur.

Sorumluluk, müdür ile kapıcının sorumluluğu aynıdır. Sadece müdürün ilmi ve mesleki derecesi daha yüksektir. Ama sorumluluk ikisinde de en baştadır. Bekçi gelip bir gün kapı açmazsa, vekili de yok, fabrika çalışmaz. O günün yevmiyesini kim ödeyecektir? Bekçinin dayanışma ortaklığı ödeyecek. Hem de dini dayanışma ortaklığı ödeyecektir.

Bir iş bir kimseye verildiğinde onun tezkiyesine bakılır. İşin de kadrosuna bakılır. Onunla anlaşma yapılır. Görülüyor ki, gelecekte artık sokakta yaptığın her iş için bir kadro sözkonusu olacaktır. Artık o kadrolara, o kadroya ehil olanlara iş vereceklerdir. Diyelim ki, bir lokantaya girdiniz. O lokanta sınıfsız, birinci, ikinci, üçüncü, ve dördüncü sınıf olabilir. Mukavelelerinde ona göre hizmet şartları yazılır. Orada hizmet yapanların hepsinin ona göre mesleki dereceleri vardır. Siz ona göre orada yemek yersiniz. Diyelim ki, zehirlenme olmuşsa ona göre sorumludurlar. Kullanılacak malzeme kalitesi de ona göredir. O işte çalışan kimselerin yetkili olduğu da giyecekleri elbiselerle belirlenmiş olacaktır. O halde işyeri  kıyafeti doğacaktır.

İşyeri kıyafeti giymek zorunlu değildir. Ama kıyafeti giyenlerin o kıyafetin ifade ettiği kadroya ehil olmaları gerekir. O kadroya ehil olmayanlar o kıyafeti giyerlerse zarar doğduğunda suçlu olurlar. Bunlara verilecek ceza sürgünlük cezalarıdır. Kooperatiften çıkarma cezalarıdır.

Burada asıl olan o kadroyu belirleyecek kıyafettir. Kıyafet standartlarda yer alır. Yani proje yapan kimse o kadroda çalışanın derecesini belirleyen kıyafeti de koyar. Bu kıyafet seçilirken kişilerin inançlarına, ahlâk anlayışlarına aykırı olmamalıdır, başka kıyafetlerle karışmamalıdır. Yoksa hakemler yoluyla o kıyafet iptal edilir. Kooperatif içinde her türlü nizalar hakemler yoluyla çözülür.

Bir topluluk içinde kişilerin tanıklık bakımından sıralanmaları vardır. Bu kooperatif içindeki ahlâki derece ile belirlenir. Bunun sınırını kooperatif başkanı koyar.

  1. Adil olan kimseler. Bunlar en yüksek derecede kimselerdir. Bunların şahitliklerini reddetmek caiz değildir. Bunların sayıları yeter derecede ise hüküm şehadetlikleri üzerine çevrilir. Bunların dosyaları incelenemez.
  2. Adaletli olanlar. Bunların  soruşturma dosyalarını hakemler incelerler, kabul veya reddederler. Kendileri soruşturma yapamazlar.
  3. Meçhul olanlar. Bunların mahkemede şahitlikleri geçerli değildir. Bunların bilgilerine şahitler müracaat eder ve değerlendirirler. Dosyalarına geçirirler.
  4. Mecruh olanlar. Bunların şahitlikleri asla kabul edilemez ve dosyalara geçirilmez.

Bu bakımdan bunların önemleri olduğu gibi herhangi kimselerin şehadetini mahkeme reddederse yeni şahitlerin daha üst derecede tezkiyeli şahitler olması gerekir. Hakemlerin şehadeti reddetmeleri, şehadetlerinde çelişki olmalıdır. Yahut kesin bilgiye aykırı hususlar bulunmalıdır.

Gazetelerde, haber ajanslarında çalışabilmek, burada yazabilmek için belli derecede dini dayanışma tarafından tezkiye edilmiş olması gerekir. Malların kontrol edilerek etiketlenmesi için de belli derecede tezkiye derecesi olmalıdır.

İşte topluluk böyle kadro ve ehliyet ile oluşur.  

Eskiden ne kadro vardı ne de ehliyet vardı. Sonra resmi işlerde kadro ve ehliyet ile atamalar yoluyla bu kadro ve ehliyet doğdu. Sonra serbest meslek erbabı diye bazı hizmetleri için kadro ve ehliyet arandı. Halk düzeninde her standart iş resmidir. Ehliyeti devlet veriyor. Kadroları devlet oluşturuyor. Kadroları ise halk dolduruyor. Serbest anlaşmalar içinde dolduruyor. Devlet deyince de yetkili olarak bürokrat veya hükümet kastedilmiyor. Devleti dini dayanışma ortaklıkları temsil ediyor. Yani halkı temsil eden kimseler temsil ediyor.

 

MAL BEYANI

Herkesin envanter ve zimmet muhasebesi tutulmaktadır. Kişilerden vergi alınmamaktadır. Kooperatif payı alınmamaktadır. Vergi işletmelerden alınmaktadır. Kooperatif hizmet payı da yine işletmelerden alınmaktadır. Dolayısıyla resmi kayıtlar kişileri borçlandırma bakımından etkili olmamaktadır. Kişileri ilgilendiren kısım, kendilerine kamudan verilecek paydır. Yeryüzü insanlığındır. Bütün insanların orada bir payı vardır. Bölüşmede yeter pay alamayanlara hâsıladan bir pay verilir. Bu payların belirlenmesi de mali durumların nazarı itibara alınması gerekir. Bu hususta takdir sözkonusu ise bu takdiri dini dayanışma sorumluları yapar. Genel olarak kabul edilen ilke kişilerin kendi beyanları esas alınır. Ancak dini dayanışma sorumluları bu beyanlara dayanarak onları tezkiye sırasına koyar. Yalan beyanatta bulunanları alt sıralara alır. Çünkü mali durumları bozuk olanların oluşturduğu bir dini dayanışmanın derecesi düşüktür. Sorumlu kendi cemaatının varlıklı olmasını ister. Oysa kişi varlığını kendisi belirlediği için düşük gösterebilir. Böylece o da kendisi ahlâki tezkiyede aşağı koyar. Böylece denge oluşmuş olur.

Kişiler kendileri mal beyanında bulunurlar. Bu doğru kabul edilir. Aksi sabit olsa bile kişiye herhangi ek mali yük getirilmez. Kişinin söylediği doğru kabul edilir. Ancak bu şekildeki beyanları dini dayanışma denetlemiş olur. Aksi hakemlerce sabit olursa kişi uyarı cezasını alır. Bu da dayanışma ortaklığının suçu önleme notuna etki yapar.

Kişi mal beyanında şöyle bulunur:

  1. Kişinin taşınmazları beyana tâbi değildir. Sadece satılığa çıkarmışsa satış bedeliyle beyana tâbidir. Diğer tüm taşınır mal ve paralar beyana tâbidir. Liste yapar, fiyatlandırır, dosyasına koyar ve son değeri dayanışma kooperatifine bildirir. Burada mallar miktar olarak saklanmış olabilir. Yahut değerleri düşük gösterilmiş olabilir. Aksi de olabilir. Bu ileride hakemler tarafından sabit olursa cezası yoktur. Uyarı cezasını alır.
  2. Tüm alacaklarını ve borçlarını da listeleyerek sonuçlarını dayanışma kooperatifine çevirir.
  3. Geçmiş yılın gelirlerini ve gelecek yılın beklenen gelirlerini listeler, sonuçlarını dayanışma kooperatifine çevirir.
  4. Geçmiş yıl giderlerini ve gelecek yıl giderlerini listeler, sonuçları kooperatife çevirir.

Bu beyanlar esas alınarak kira payları şu şekilde bölüşülür:

  1. Hareketli servetleri ortanın altında olanlara fakir, üstünde olanlara zengin denir.
  2. Geçmiş yılın gelirlerinin orta değerinin yarısından az olan fakirlere yoksul denir.
  3. Çalışma kredisini almayanlara emekli denir.
  4. Nafakaları babaları tarafından sağlanmayan  küçüklere yetim denir.

Dayanışma kooperatifinin dayanışma gelirleri aşağıdaki şekilde bölüşülür.

Bucaklardaki dayanışma kooperatifinin gelirleri:

  1. a) Gelirin 12’de biri fakirlere eşit olarak,
  1. Gelirin 12’de biri yoksullara eşit olarak,
  2. Gelirin 12’de biri dayanışma ortaklık sorumlularına güçlerine göre,
  3. Gelirin 12’de biri dayanışma ortaklığında halka hizmet verenlere.
  1. a) Gelirin altıda biri iflas edenlerin itibarlarını kazanmaları için son taksitlerini kapatmaya,
  1. Gelirin altıda biri kooperatif içinde yeni işletme kuracaklara destek olarak verilir.
  1.  a) Gelirin altıda biri  Ortak hizmet veren vakıflara,
  1. Gelirin altıda biri vakıflarda hizmet veren ortaklara yaptıkları hizmet karşılığı bölüştürülür.

Danışma kooperatiflerinin dayanışma gelirleri:

  1. a) 12’de biri yoksullara,

b) 12’de biri emeklilere,

c) 12‘de biri yetimlere,

d) 12’de biri konuklara

  1. Üçte biri şûralara bölüştürülür, bütçe yapıp harcarlar.
  1. Üçte biri yönetime verilir, bütçe yapıp harcarlar.

Bütçelerin yapılış şekilleri ve fasılları sözleşmelerle belirlenir. Buna uymayan maddeler hakem yoluyla iptal edilir. Bunun dışında bütçe ekseriyet kararı ile onaylanamaz.

Hizmet kooperatiflerine ait olan gelirlerinin yarısı danışma, yarısı da dayanışma kooperatiflerinin giderleri gibi harcanır.

 

DİNİ DAYANIŞMAYA BAĞLI HİZMETLER:

  1. Daha önce de belirttiğimiz gibi evrak kaydı ve personel sicilleri ile ilgili kayıtlara hizmetler dini dayanışma sorumlularına aittir. Ahlâki eğitim, tezkiyeye ait hizmetler.
  2. Uyarı ile ilgili hizmetler.
  3. Sağlık hizmetleri.
  4. Yayın hizmetleri dini dayanışma şûrasınca denetlenir. Bunların kararları bunlar tarafından hakemlere gidilerek iptal edilir. Görevi kötü kullananlar aleyhine bunlar tarafından dava ikame edilir. Hakem kararları ile görevlerine son verilebilir.

Kooperatif başkanı ilmi dayanışma başkanlarından oluşan ilmi şuraya başkanlık eder, yönetimle ilgili kararlar alır. Bu karalarda bir yanlışlık olursa;

  1. İlmi dayanışma sorumluları,
  2. Dini dayanışma sorumluları,
  3. Mesleki dayanışma sorumluları,
  4. Sosyal dayanışma sorumluları hakemlere gidip başkanın istişareden sonra aldığı kararları iptal ettirebilirler.

Kararlar savsaklanırsa veya kararlara aykırı uygulamalar yapılırsa dayanışma sorumluları hakemlere giderek görevliyi sorumlu yapabilirler. Böylece denetim tamamen hakemlerden oluşan bağımsız yargı tarafından yapılmaktadır. Hakemlik bugün Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında yer almış bulunmaktadır. Hakem kararları mahkeme kararları gibidir. Temyiz edilebilir. Onaylayınca kesinleşir.

Dini dayanışma sorumluları bu yönüyle batının ombudsman görevini de görmektedir. Çünkü haksızlığa uğrayan kişilerin haklarını korumak dini dayanışma sorumlularına aittir.

Dört çeşit haklar vardır:

  1. Kişisel haklar. Tamamen fertleri ayrı ayrı ilgilendiren haklardır. Bunlar dini dayanışmanın içinde korunur.
  2. Ekonomik haklar. Özel teşebbüsün halk işletmelerinin hakları vardır. Bunları mesleki dayanışma ortaklıkları korur.
  3. Fikri haklar. Bunlar fertleri ilgilendiren haklar olmakla beraber, para ile ölçülemeyen haklardır. Topluluğun sosyal yapısını ilgilendirir, ancak serbestlik içinde oluşur. Bunları dayanışma ortaklıkları korur.
  4. Sosyal haklar. Bunlar doğrudan kooperatifin tüzel kişiliğini ve onun organlarını ilgilendiren haklardır. Bunları da sosyal dayanışma ortakları korurlar.

Kooperatifin gayesi bir taraftan bağımsız, hür ve gelişmiş kişilerin haklarını korumak, diğer taraftan da bunların oluşturacağı topluluğun düzenini korumaktır. Kooperatif bunları genel hizmet verdiği ekonomik işletmelerden cirodan aldığı paylarla sağlayacaktır. Kooperatif bu hizmetleri dört noktada toplamıştır: İlmi, ahlaki, mesleki ve sosyal dayanışma içinde yapacaktır.

Kooperatif bunları yaparken;

  1. Merkezde kooperatifin dayanışma ortaklık sorumluları vardır.
  2. İşletmeleri olan dayanışma ortakları vardır.
  3. Onların çevresinde onlarla alışveriş yapan kimseler vardır.
  4. Onların çevresinde de diğer insanlar vardır. Onların içinde bize saldıracak ve bizi yıpratacak kimseler vardır.

Bizim takip edeceğimiz yol, önce değişik dinde olan ortaklarımızla onlarla dostane ilişkiler kurmak, onlara sağlayacağımız çıkarlarla onların düşmanlığını azaltmaktadır. İşte bütçede ayrılan konuklar faslı bunu sağlayacaktır. Bunun için Mala - Mal Marketlerimizin olduğu her yerde konuk evlerimiz olacaktır. Buraya ortaklarımız gelip konaklayabileceklerdir. Müşteriler de gelip konaklayacaklardır. Müşteri olmayanlar da konaklayabileceklerdir. Dini dayanışma sorumluları bu konaklama yerlerinde misafir edilerek seyahat edecekler ve orada kooperatifimizi tanıtacaklardır. Dini dayanışma ortaklarının doğrudan bir görevi de kooperatifimize ortaklar bulmaktır. Bu da ancak tüm insanlara vereceğimiz genel hizmet sayesinde gerçekleşecektir.

Okuyucu! Sistemi iyi kavramaya çalış.

Göreceksin, eğer anlatabilirsen tüm insanlar senin yanında olacaklardır. Bu peygamberlerin yoludur. Peygamberler bu sayede insanlığın gönlünü fethettiler. Bugün hâlâ dinler, mezhep ve tarikatlar etkinliklerini devam ettiriyorlar. Bu halkı sömürerek değil, halka kendilerini sevdirerek onlara imkanlar sağladıkları için böyle olmuştur.

Zenginlik gönlün isteği ile birleşmeden doğar. Para birleşmiş bir topluluğu simgeler. Altın da olsa gerçekte bir değeri yoktur. Bu değer eskiden silah zoru ile sağlanıyordu. Oysa uluslararası geçerli olan altını, hatta bugün dolar ve markı, Japon yenini hangi silah koruyor? O halde sorun bizim birleşip organize olmaktadır. Sorun nakit sorunu değildir. Bunu dini dayanışma sorumluları halledeceklerdir.

Şimdi bir Mala – Mal Marketinin bir projesini verelim.

Market 30 ile 100 bin nüfuslu bir çevrenin merkezine kurulacaktır. Buranın onda biri bizden alış-veriş yapacaktır. 5000 aile buradan geçinecektir. Genel olarak alış-verişler haftada bir olur. Günde 1000 kişi markete gelip gidecek demektir. Her gelenin yarım saat kaldığını kabul edelim. 10 saatte 40 kişi ziyaret eder. Demek ki bir anda mağaza içinde 25 kişi bulunacaktır. Bir kimseye 10 metrekarelik yer ayırsak, 250 metrekarelik yere ihtiyacımız vardır. Bir kişinin altı dakika bir müşteri ile meşgul olduğunu düşünürsek, beş kişiye ihtiyaç vardır. Dış işlerini de 5 kişi yapabilir.

Demek ki 250 metrekarelik bodrumu, çatı katı, zemini ve beş katı olan bir yapı ideal bir market olacaktır.

  1. 250 metrekarelik bodrum depo olarak kullanılacaktır.
  2. 250 metrekarelik zemin mağaza olarak kullanılacaktır.
  3. 125 metrekarelik daireler beş katta 10 daire olacaktır.
  4. Çatı katı sosyal hizmet ve misafirhane olarak kullanılacaktır. Misafir çok olursa evlerde sıra ile misafir edilecektir.

Demek ki  8 * 250 = 2000 metrekarelik bir yapı ideal market olabilecektir.

Böyle bir binanın maliyetini 20 000 dolar olarak alırsak, 320 000 dolar olacaktır. Araba servisleri ve makinelerle, park yeri ile yarım milyon dolar olacaktır.

500 000 dolarla bu sağlanacaktır. 5000 aileye hitap edeceğine göre, her aileye 100 dolar düşmektedir. Böyle bir işyerini kurmak için müşterimizden 100 dolar alsak mağazamızı kurmuş oluruz. Her aile haftada 50 dolarlık alışveriş yaptığına göre, demek ki aile başına 50 dolar da onun için verecektir.

Bir yerde bir marketi tesis ettiğimizi ve işletilir hâle getirdiğimizi düşünelim. Ondan sonra müşterilerimize diyelim ki; biz sizden 15 aylığına 10’ar dolar istiyoruz. Sonra size %4 tenzilatla mal vereceğiz. Ayrıldığınızda 150 dolarınızı iade edeceğiz. Böylece demek ki artık marketler birbirini doğuracaktır. Yahut finans kuruluşu bize böyle kredi verirse biz bunu başaracağız.

Dini dayanışma ortaklarımız halka bu hesabı anlatacak ve onları ikna edeceklerdir. Türkiye’yi böyle mağazalarla teşkilatlandırdığımız zaman sorunumuz bitecektir.

 

 

ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER

IX

SİYASİ DAYANIŞMA

SOSYAL  DAYANIŞMA

 

İÇİNDEKİLER:

*EKONOMİK YAPI, *SİYASİ YAPI, *SOSYAL YAPI, *KATILMA, *NÖBET, *BEDEL, *TAZMİNAT, *DAYANIŞMA ORTAKLIKLARINA BAĞLI HİZMETLER, *İŞLETMEDE ASKERİ YÖNETİM, *DESTEKLENECEK SİYASİ PARTİLER

 

EKONOMİK YAPI

İnsanlar hayvanlardan farklı olarak hem kendi kimliklerini ve bağımsızlıklarını korurlar, hem de birlikte yaşarlar. Başka bir deyimle ortak üretirler, ayrı ayrı tüketirler.

Toplayıcılık döneminde ortak üretim ailede yapılıyordu.

Avcılık döneminde ortak üretim köyler içinde yapılmaya başlandı.

Çobanlık döneminde bu durum değişmedi.

Tarım döneminde kasabalar doğdu, beldeler doğdu. Belde içinde ortak üretim başladı. Halk belde sakinlerinin öğrettikleri araçları kullanmaya başladı.

Pazar mübadelesi dönemimde de halk ilçe içinde bir bütünlük oluşturuyordu.

Tüccar mübadelesi döneminde bölgelerde ortak üretim oluştu.

İşçilik döneminde tüm insanlık tek üretim alanı oldu.

Ortaklık dönemi, adı üstünde tüm insanlık tek ekonomi birimi olacaktır. İç içe teşkilâtlanma sürecek ama tüm insanlık ortak merkezleri olan ekonomik topluluklar oluşacaktır. Ekonomik topluluklar insanlığın ortak merkezinden yönetilecektir. Ekonomi bakımından insanlık tek devlet gibi olacaktır. Ekonomi bir hizmettir, yönetim değildir. Dolayısıyla hizmetin merkezî olmasında bir zarar yoktur. Ekonomide serbest rekabet esas olduğu için, “yerinden yönetim” yerine “merkezi hizmet”, ama serbestlik esastır.

Üretim köylerde yapılacak, bucakta köyler arası birlik sağlanacaktır.

Genel ve kamu hizmetleri ilçelerde olacak, ilçeler arasında birlik iller tarafından sağlanacaktır.

İhtisaslaşma ve işbölümü bölgelerde olacak ve bölgeler arası birlik devletler tarafından sağlanacaktır.

Araştırma ve geliştirme kıta merkezlerinde olacak ve  kıtalararası birlik insanlık tarafından sağlanacaktır.

Yeryüzü;  

  1. Afrika,
  2. Kuzey Amerika,
  3. Güney Amerika,
  4. Okyanusya,
  5. Çin,
  6. Avrupa,
  7. Hindistan,
  8. Ortadoğu  kıtalarına ayrılacaktır.

Diğer kıtaların varlığı ve sınırları yaklaşık olarak kesin olduğu halde;

Ortadoğu var olacak mı? Olmayacaksa sınırları belirsizdir. Yok olursa;

Arabistan Afrika’ya,

İran Hindistan’a,

Orta Asya ve Sibirya Çin’e,

Doğu Avrupa Avrupa içinde yer alacaktır.

Türkiye’nin yeri yine belirsizdir.

Türkiye Avrupa, Afrika ve Hindistan toplulukları içinde yer alabilir.

Ortadoğu Kıtası oluşacaksa; bu kıta içinde; Arabistan, İran, Türkiye, Doğu Avrupa, Kafkasya, Orta Asya, Sibirya yer alacaktır. Balkanlar da yer alabilir. Afganistan da yer alabilir. Temeli ekonomik topluluklardır. Siyasi birliğin kurulması tehlikelidir.

Terkiye de merkezi yönetimli 12 bölgeye ayrılacaktır:

  1. Samsun,
  2. Bursa,
  3. İzmir,
  4. Adana  “Sahil Bölgeleri”ni oluşturacaktır.
  5. Erzurum,
  6. Tekirdağ,
  7. Diyarbakır,
  8. Van   “Kara Bölgeleri”ni oluşturacaktır.
  9. Afyon,
  10. Konya,
  11. Kayseri ve Sivas,
  12. Ankara   “İç Bölgeleri” oluşturacaktır.

Bunlar ekonomik ünitelerdir, merkezden yönetilirler. Bunların yerinden yönetimi ülkenin bölünmez bütünlüğünü bozar.

İllerde ilçeler ekonomik topluluklardır.

Köy veya semtler bucaklarda ekonomik topluluklardır.

Aile ocak içinde ekonomik topluluktur.

 

SİYASİ YAPI  

Yeryüzü demek ki iç içe ekonomik ve sosyal topluluklara ayrılmakta, sosyal topluluklar bağımsız olarak yerinden yönetilmekte ve iç işlerine kimse karışmamaktadır. Ekonomik topluluklar ise hizmet topluluklarıdır, yerinden yönetilmekte ve merkezi denetim içinde tutulmaktadır. Böylece  bağımsızlık içinde birliklerini korumaktadırlar.

  1. Esas hak sahibi “insan”dır. Doğuştan borçlu doğar. Aile içinde büyür ve ocağına borçlanır. Ergin hâle gelince borcunu çocuklarını yetiştirmekle öder. Büyük iken anne-babasına bakar, yaşlanınca da onu çocuklarından alır.
  2. İnsanlar tek başlarına yaşayamazlar. Komşu olmak zorundadırlar. Tek başına yaşamak, aile hayatının sürmesine yeterli değildir. Bunlar “ocak” içinde birlik kurarlar. Kur’an bunlara “aşiret” demektedir. Her aşiretin bir “reis”i vardır. Aşireti o yönetir. Onun ceza verme yetkisi yoktur. Ama aşiret içinde son söz sahibidir. Aşiretler hukuk düzeni ile değil, tamamen kişi yönetimi ile yönetilirler. Burada yegane demokrasi ocaktan ayrılabilmedir. Kendisine ceza uygulaması yapılamaz dedik. Yapılmışsa, kısas dahil bütün hükümler uygulanır. Bucak uygular.
  3. Bucaklar, esas topluluklardır. Hukuk düzenine dayalı topluluklardır. Bucağı yöneten kurallar vardır. Bu kurallar bucak meclislerinde doğrudan alınmaktadır. Her bucağın özel kamu hukuku bulunmaktadır. Merkezi yönetim olmadığı için merkezi yargı da yoktur. Yani, yargı kararları temyiz edilemez. Ancak bucağı terk eden mağdur olmuşsa, bucak aleyhine dava açabilir. Gerçi hakemler ilçelerde bulunmaktadırlar. Duruşma ve yargı bucaklarda olmaktadır. Hukuk düzeninde kişi kişilere değil yazılı mevzuata itaat eder. Kişi diğer kişilere karşı sorumlu olmayıp sadece yargıya karşı sorumludur. İslâmiyet’te ve demokrasilerde yargı tarafsız ve bağımsızdır. Şeriata göre bunu sağlayan tek mekanizma hakemlik sistemidir.
  4. Ocaklar topluluğun atomları ise, bucaklar da molekülleridir. Her yerde kendi özelliklerini korurlar. Hukuk düzeni burada teessüs eder. Ancak insanlar hukuk düzenine her zaman uymazlar. Hukuk düzenine uymayanları devre dışı bırakıp hukuk düzenini bozmamalarını sağlayan merkezi bucaklar vardır. Bunlar ilçe merkez bucaklarıdır. Bunlar hizmet bucaklarıdır. İl merkez bucağına bağlı olarak yönetilirler. Kaymakamlar iller tarafından atanırlar. Bunların genel görevleri iç güvenliktir. Burada ancak aleyhinde karar alınmış kaçaklar takip edilebilir. Mahkemece tutuklanma kararı verilmeyen  hiç kimse tutuklanamaz, takip edilemez. Burada hukuk düzeni bitmiştir. Askeri düzen vardır. Ancak bu mahkemeler tarafından karara bağlanmış kimseler için sözkonusudur.
  5. İç güvenliğin sağlanması yeterli değildir. Dış güvenlik de sağlanmalıdır. Bunlar bölgelere yerleştirilmiş ordularla sağlanır. Aynı dili konuşan ulusun ortak orduları devleti dış saldırılardan korurlar. Savaş kişilere değil cephelere karşı yapılır. Kurallar şöyledir:
  1. Bucaklarda hak üstündür. Haklı kimse kuvvetli odur. İllerde ve devlette kuvvet üstündür. Kuvvetli kimse haklı odur. İslâm düzeninde iç güvenlikte takibatın başlaması için kişiler aleyhine hakemlerin kararı bulunmalıdır. Başka devletlerle savaşmak için de hakem kararları bulunmalıdır. Ama takibat ve savaş sırasında artık kuvvet hâkimdir. İslâm düzeninin tanımını hakemlerde bulabilirsiniz.
  2. Bucaklarda mevzuat hâkimdir. Yöneticiler mevzuatı uygulamakla görevlidirler. İllerde ise hakkında karar alınmayan kimseler için mevzuat, hakkında karar alınan kimseler için yöneticiler hâkimdir. Devlette ise savaş açılan cephelerde tamamen kişi yönetimi vardır. Mevzuat sadece komutana yardımcıdır.
  3. Bucak yönetiminde kişiler davranışlardan sorumludurlar. Sonuçtan sorumlu değildirler. İllerde de sorumluluk davranışlarladır. Sonuçtan sorumluluk yoktur. Ancak mükâfat sonuç alınırsa sözkonusu olur. Devlette ise sorumluluk tamamen sonuçla ölçülür. Savaşta hiçbir davranış suçu oluşturmaz.
  4. Bucaklarda sorumluluk kişiseldir. Kollektif sorumluluk yoktur. İllerde cezai sorumluluk kollektiftir. Mükâfatlar ise kişiseldir. Kaçağı tenkil eden kişi mükâfat alır. Devlette ise sorumluluk tamamen kollektiftir. Mükâfat da kollektiftir.

Burada unutulmaması gereken bir sorun vardır. Devlet ve merkez bucakları vardır ve buralarda hukuk düzeni câridir. İl ve ilçe merkez bucakları vardır, buralarda hukuk düzeni hâkimdir. Askeri yönetim kuralları sadece güvenlik ve savunma zamanlarında ve yerlerinde geçerlidir. Askeri eğitim yerleri de savaş alanı kabul edilir.

Kişinin bir topluluğa üye olması için mâli katkıları gerekmektedir. Ama bu yetmemektedir. İnsanların bedenen de topluluk işlerine katılmaları gerekmektedir. İşte  buna siyasi birlik denmektedir. Bunun kooperatiflerdeki karşılığı sosyal birliktir. Sosyal dayanışma dememizin sebebi ceza uygulama yetkisinin olmamasıdır. Devlette son ceza idam olduğu halde, kooperatiflerde sadece ortaklıktan çıkarma son cezadır. İktidar olmadan ceza uygulamalarının yapılması anarşi demektir. Bu sebeple Adil Düzen halk aşamasında ancak gönüllülerden oluşur. Bu sebepledir ki, bazı kimseler devlet olmadan Adil Düzenin olamayacağını iddia ederler. Oysa gönüllülerden oluşan topluluk çok daha güçlü topluluktur.

 

SOSYAL YAPI

İç yaptırımı olmayan hiç bir topluluk topluluk olamaz. İç yaptırım bedeni cezaları da içerebiliyorsa, buna “siyasi yapı” diyoruz. Bedeni cezaları içermiyorsa, buna “sosyal yapı” diyoruz. Bu tanım içinde ocaklar sosyal yapıyı, bucaklar siyasi yapıyı oluşturuyor. Bununla beraber bucaklar kazai uygulamayı yapamıyorlar. O halde bucaklar da sosyal yapıya sahiptirler. İl ve devlet siyasi yapıya sahiptir. Hemen ilave edelim ki, insanlık da sosyal yapı içinde yer alır. Çünkü onun da kararları infaz edecek askeri gücü yoktur. Askeri güç yalnız il ve devletlerde vardır. Ocak ve bucakların askeri güç oluşturmaya, insanlığın da askeri güç oluşturmaya çalışması meşru değildir.

Demek ki adil düzen, şeriat düzeni, İslâm düzeni, hak düzeni dediğimiz oluşum sosyaldir ve ancak kooperatifler olarak kurulabilir. İşletmeler bunlardan genel hizmetler alacaklardır. Kooperatiflerin bedeni cezaları uygulama yetkileri olmayacağı için bunlar siyasi yapıyı değil de sosyal yapıyı oluşturacaklardır.

Kooperatifler aynı zamanda ekonomik yapıları içermektedir. Bu sebepledir ki köy, ilçe, bölge, kıta merkezlerinde kooperatifler olacaktır. Hizmet merkezleri olacaktır. Kooperatifler birliği kurulmayacaktır. Çünkü böyle bir birlik merkezi yönetim demektir. Köylerde dayanışma kooperatifleri, ilçelerde hizmet kooperatifleri, bölgelerde danışma kooperatifleri, kıtalarda da araştırma kooperatifleri kurulacaktır. Merkezdeki kooperatifler taşra kooperatiflerine hizmet edeceklerdir.

Merkez kooperatiflerini taşra kooperatiflerinin yöneticileri kuracaktır. Oralara herkes üye yapılmayacaktır. Ancak taşra kooperatiflerinin dayanışma sorumluları bu kooperatifleri oluşturacaklardır. Böylece hizmetlerin adil bir şekilde dağılması sağlanacaktır.  

Kooperatifler okullar açmayacaktır. Fakülteler kurmayacaktır. Üniversiteler kurmayacaktır. Ama dershaneler açacak, özel kurslar yapacaktır. Buralarda kurs gören öğrencilerden başarılı olanlar ödüllendirilecektir. Şöyle ki, işletmelerimizde çalışan öğrencilere daha fazla pay verilecektir. Daha az saat çalışarak geçimlerini sağlayabilmelidirler. Hiç çalışmadan burs verilmeyecektir. Günde dört saat, tatil günlerinde, yaz saatlerinde çalışarak ücretlerini bol bol alacaklardır. Böylece anne-babalarına yük olmadan okuma imkânını bulacaklardır. Kabiliyetli olanlar imkânsızlıktan dolayı okumaktan mahrum olmayacaklardır. Bunun başka bir yararı, okulu bitirdikleri zaman bir meslek edinmiş ve işlerini bulmuş olacaklardır. Yazları avare kalıp haylazlaşmayacaklardır.

Siyasi yapıda ordu vardır, polis vardır. Sosyal yapıda asker yoktur, polis yoktur. Kooperatif kendi hukukunu devlet nezdinde korur. Bununla beraber, bir ülkede siyasi yapı bozulmuşsa orada kooperatif ortakları tek başlarına kendi siyasi haklarını koruyamazlar. Dolayısıyla kooperatiflerin görevi ortakların hissî, fikrî, mâlî haklarını korumak olduğu gibi, siyasi haklarını da korumalıdır. Bunun için;

  1. Ortakların bir suç işlemesi hâlinde, ortağının hukuki savunmasını karşılıksız avukatlarına yaptıracaktır.
  2. Ortakların bir suç işlemesi hâlinde, mağdura ödenecek tazminatı ödemekte de dayanışma içinde olacaklardır.
  3. Ortağın hakemlerce teslim edilen bir hakkın alınması için açılacak davalarda avukatlık masrafları kooperatifçe karşılanacaktır.
  4. Kanunen tanınan ve işletmelerce oluşturulacak sivil savunma ve korunma imkânları işletmeler adına kooperatif yapacaktır.

Bütün bu hizmetlerin yapılabilmesi için sosyal dayanışma hizmetlerine ihtiyaç vardır.

Kooperatiflerin başka bir vazifesi de, memlekette sağlıklı siyasi partilerin oluşmasıdır. Bunun için kooperatiflerin ekonomik bağımsızlığa kavuşturulmaları gerekir. Kooperatif yönetimi herhangi bir partiyi destekleyemez. Kooperatif imkânlarını bir partiye aktaramaz. Gerçi bugün bunun kanuni bir manii yoktur, ancak Adil Düzenin kuralı budur.

İşletmelerde genel hizmet gelirlerinin bir kısmı siyasi partilere destek olarak ayrılır. Ancak ortaklardan hangi partiyi destekliyorlarsa o nisbette o partiye gelir teşkil eder. Böylece oluşacak bağımsız partiler ülkemize demokrasiyi getireceklerdir. Partilerin devlet bütçesinden yeteri kadar destek almaları gerekir. Ancak bu merkezdeki yönetimde değil de, ilçe bazında olmalıdır. İlçe gelirlerinin beşte biri il teşkilâtının, il gelirlerinin beşte biri de devletin gelirleri olmalıdır. İlçelerin gelirleri de, o ilçedeki işletmelerden elde edilen gelirden bir pay siyasi partilere ayrılır. Ortaklara eşit olarak bölüştürülen bu paydan ortaklar hangi partiyi destekliyorlarsa o ilçe teşkilâtına verilir. Onlardan beşte bir kesilerek ildeki partilere, ildekilerden de beşte birler kesilerek merkezlere verilir. Parti alamıyorsa yöneticilerin şahıslarına verilir. Her ortak kendi payını istediği yere vermekte serbesttir. Ama zorunlu olarak siyaseti desteklemelidirler. Büyük sermaye bunu gizli olarak yapmaktadır. Biz aleni yapıyoruz.

 

KATILMA

Sosyal yapının esası bedenen katılmadır. Toplantılara katılma ilk görevi teşkil edecektir. Bir araya gelme ve görüşme sosyal dayanışmanın ilk şartıdır. Bir araya gelmenin yararı, üyelerin birbirlerinden haberdar olmaları, herkesin diğerinin durumundan ve hâlinden bilgilenmesidir. Bu kişinin sağlık durumundan başlayıp tüm hallerden haberdar edilmesi gibi sosyal veya ekonomik durumların bilinmesi şeklinde olacaktır.

Ocaklarda veya sitelerde günlük toplantılar yapılmaktadır.

  1. Sabah, mesaiye başlama toplantısı.
  2. Öğle, mesaiden ayrılma toplantısı.
  3. İkindi, akşam mesaisinden çıkma toplantısı.
  4. Akşam, akşam mesaisini bitirme toplantısı.
  5. Yatsı, yatma mesaisi.

Bu mesailere iştirak ederek halk günlük hayatını düzenler.

Yönetim kurulu toplantıları da bu sıra ile yapılmaktadır. İsteyen üyeler katılmakta, isteyenler katılmamaktadır. Toplantılar açık olmaktadır. Yönetim kurulu toplantıları açık olmaktadır. Halktan isteyenlere söz verilmektedir. Yönetim kurulu üyelerine sıra ile mutlaka söz verilmektedir. Kararlar yönetim kurulu üyeleri tarafından alınmaktadır.

Ayrıca, haftada bir gün de tüm sitede bütün üyelerin katıldığı toplantı yapılmaktadır. Bu toplantı bucak seviyesinde oluşacak bin haneli sitelerde yapılmaktadır. Kooperatif bu seviyede oluşmaktadır. Gelecek dünya, gönüllülerden oluşan kooperatif sitelerinden oluşacaktır. Bunlar önce kooperatifler olarak kurulacaklardır. Her kooperatif kendi statüsünü kendisi hazırlayacaktır. Siteye isteyenler ortak olacaklardır. Site ocaklar şeklinde oluşacaktır. Ocaklar kendi günlük yaşayışlarını sürdüreceklerdir. Ortaklar istedikleri ocakta yerleşme hakkına sahip olacaklardır. Ortakların tüm taşınmazları kooperatif üzerine kayıtlı olacağı için yer değiştirmek kolay olacaktır. Bunun için yedek bir site bulunacak, kendi sitesinden ayrılmak zorunda kalan oraya yerleşecek, sonra istediği sitede yer boşalınca oraya taşınacaktır.

Gelecek dünyada sitelerdeki evlerin planları benzer olacaktır. Tarihi siteler tetkik edildiği zaman, herkesin benzer ev ve benzer büyüklüklere sahip yapılar oluşturduğu görülmektedir. Bu kullanılacak ev eşyasını da standart hâle getirir. Bu yer değiştirmeleri kolaylaştırır. Bir bucak sitesi içinde herkes kolay göç eder. Evlilikler dolayısıyla zaten birbirleri ile devamlı karışacak topluluk içinde halkın farklı yapılara sahip olması sözkonusu olmayacaktır.

Kalite yarışı eşyanın ölçülerinden çok eşyanın cinsinde olacaktır. Ayrıca üzerindeki işlemeler farklı olacaktır. Bu durum farklı bucak sitelerinde farklı olacaktır. Bu sayede bucaklar birbirinden ayrılacaktır. Halkın fakir veya yoksul olması günlük yaşama hayatında belirlenecektir.

Bir ocağa veya bucağa bir yabancının girebilmesi için o ocakta veya bucakta birinin dâvetlisi olmak gerekmektedir. Bu dâvetin zımni olması yeterlidir. Gideceği kimsenin ismini vermesi yeterlidir. Bir yabancı kapıdan girerken birisinin ismini verir ve girer. Kapı girişindeki zile basar, kimin kapısına basmışsa onun evine dâvetlidir. Kişi kendisine basılan zilin kendiliğinden açılmasını isteyebilir. Kim olduğunu sorup açabilir; sormayabilir. Bu apartman dairelerinde böyle olduğu gibi, dinlenme sitelerinde ve dağınık yerlerde de böyledir. Evde bulunmayanlar kendi zillerinin istedikleri komşulara çalmasını isteyebilirler. Bucak girişinde de durum böyledir.

Kişi kendi ocağına istediği zaman girip çıkabildiği gibi, kendi bucağının köy merkez ocaklarına da istediği zaman girip çıkabilir. Kendi ilinin ilçe merkezlerinin bucaklarına da istediği zaman girip çıkabilir. Kendi devletinin bölge merkez ilçelerine de istediği zaman girip çıkabilir. Kıta merkez bucaklarına da istediği zaman girip çıkabilir. Bunlar ortak ocak ve bucaklar olup, birinin diğerinden izin almasına gerek yoktur.

Yollar için de durum böyledir. Bucak içinde köy arabaları serbestçe dolaşırlar, ilçeler arasında il arabaları serbestçe dolaşırlar, devlette bölgeler arası arabalar serbestçe dolaşırlar, kıtalar arası tüm insanlar serbestçe dolaşırlar. Yollar arası yerleşim yerleri, serbest yerleşim bölgeleri doğrudan bucağa, ile, ülkeye, insanlığa bağlı münferit sakinlerden oluşur. Buralarda dolaşmak, yerleşmek, iş yapmak hep ora sakinleri için serbesttir. Görülüyor ki, bir taraftan kapalı, içine kapanık siteler var; diğer taraftan bunlar arasında birleştiricilik yapan yerler var. Bunlar ekonomik bakımdan serbest, siyasi bakımdan yönetime karışmazlar. Yönetim tüm çevrenin temsilcileri tarafından yapılmaktadır. Yani, köy merkez ocakları ile köyler arası yollarda dağınık olarak sâkin olanları bucak merkez ocağı yönetir ve bucak merkez ocağı halkı tarafından değil, tüm bucak halkı tarafından oluşturulmuştur. İlçe merkez bucakları ile ilçeler arası yolların yönetimi il merkez bucağı tarafından yapılmakta ve bunları ora sakinleri değil tüm il halkı seçmektedir.

Bunun gibi, bir devlette bölge merkez bucakları devlet merkez bucakları tarafından yapılmakta ve bunlar tüm ülke halkı temsilcileri tarafından yönetilmektedir.

Kıta merkez bucakları ve kıtalar arası yollardaki halk, insanlık merkez bucağı tarafından seçilmekte ve bunlar insanlığı temsil eden kimselerden oluşmaktadır. Görülüyor ki, bir taraftan sıkı yerinden yönetim varken, diğer taraftan da sıkı merkezi yönetim vardır. İnsan vücudu da böyle değil midir? Kan damarları ve kalp her maddeye açıktır, ama hücreler ancak kendilerine gerekli maddeleri alıp verirler. İnsanlığın bundan farkı, ana kalp merkezleri yerine tâli kalp merkezlerinin olmasıdır. Bu durum solucanlardaki kan damar merkezlerine benzemektedir. Kur’an’da; “Sizi kabile ve şa’blar olarak yarattık” ifadesinden anlaşılan bu durum her zaman devam edecektir. Tek devlet, tek kalp durumu olmayacaktır.

 

NÖBET

Topluluk işlerinde katılma kadar önemli olan nöbetleşmedir. Devlet askeri güçle kurulur ve askeri güçle korunur. Askeri gücü olmayan devlet olamaz. Askeri güç ile eşkıya arasındaki fark, askeri gücün hukukun emrinde olmasıdır. Yani hukuku korumakla yükümlü olmasıdır. Askeri usullerle çalışmakla beraber, görevi hukuki düzeni korumaktır. Askeri güç dışa dönüktür. İçe ancak içte düzen kalmadığı, varlığını kaybettiği zaman müdahale eder. Bu da sıkıyönetimlerle olur. Eşkıya kendi varlıkları için çalışan bir örgüt olduğu halde, ordu ülkenin çıkarları için çalışan bir teşkilâttır.

Bir devlet düşünelim ki kendi halkından oluşmuyor, paralı askerlerden oluşuyor. Güçlü olan ordudur. O ordu ancak sen güçlü iken seni korur. Zayıfladığın, onu besleyemediğin zaman ise seni unutur. Kim kuvvetli ise, zengin ise onun emrine girer. Oysa ordunun görevi normal zamanlarda değil, düzen tehlikeye düştüğü zaman ülkeyi koruyacaktır. Bu sebepledir ki, ordular paralı olamazlar. Paralı ordular devlet güçlü iken işe yarar, devlet çökmeye başlayınca ur olurlar. Abbasilerde Türklerden oluşan hassa orduları, Osmanlılarda yeniçeriler sonunda imparatorluklarını yıkmışlardır. Oysa millî ordular devlet yıkılsa bile yeni devlet kurarlar. Bugün Osmanlıların vârisi bir devlet varsa; bir Almanya, bir Japonya, bir Fransa varsa, millî orduları sebebiyle vardırlar.

O halde ordu paralı askerlerden oluşmaz. Vatandaşların katılması ile oluşur. Ordunun paralı askerlerden oluşmaması yalnız güvenlik açısından değil, aynı zamanda ülkenin zengin ve fakir olarak bölünmemesi ve sınıflı bir yönetimin doğmaması için gereklidir. İmparatorluklarda askerler paralı olabilir.  

Savunma demek eğitim demektir. Çünkü insanları tarih boyunca iki şey geliştirmiştir. Kişileri harekete geçiren, onlara yenilik yaptıran, azimle ilerlemesini sağlayan cinsî aşktır. İnsanlar iş yapacak hâle geldikleri zaman kendilerine eş aramaya başlar ve kendilerini beğendirmek için birtakım yenilik ve gayret içinde olurlar. Evlenip çocukları olunca da onları düşünerek onlara iyi bir hayat hazırlamak savaşını verirler. Öldüklerinde çocuklarına miras bırakma çabaları insanın kişisel hedefidir. Diğer taraftan toplulukları ise savaş geliştirmektedir. Her türlü sosyal ilerleme savaşlar sebebiyle olmuştur. Yeni silâhlar bulunmakta, yeni taktikler geliştirilmektedir. Dolayısıyla askeri eğitime gerek vardır. İşte bir taraftan askeri eğitim yaparken, diğer taraftan nöbetleşe gözlemler yaparlar. Saldırıya uğradıklarında hep birden kovalarlar.

İnsanlığın bir düşmanı bulunmadığına göre insanlık içinde nöbet tutmaya gerek yoktur.

  1. Temel askerlik eğitimi ülkelerde devlet içinde yapılır. İşbölümünde savunma görevini yüklenen erkek ülke içinde nöbet tutar. Bugünkü askerlik hizmetinde bâzı değişiklikler olacaktır.
  1. İsteyenler nöbet tutacak, isteyenler bedel vereceklerdir. Ancak bedel verenlerin seçme ve seçilme hakları yoktur.
  2. Nöbet bugün 20 yaşlarında tutulmaktadır. Oysa bu savaş zamanında yaşlılar modern savaşı yapamaz durumlardadır. 63 yaşına kadar herkes her yıl en az bir hafta nöbet tutacaktır.
  3. Bugün askerler komutanlarını kendileri seçmemektedirler. Oysa, gelecekte demokrasi gereği astlar üstlerini kendileri seçeceklerdir. Seçtikten sonra mutlak itaatla itaat edeceklerdir.
  4. Ülke bütünlüğünün bozulmaması için bölgeleri ora halkı olmayan devletin diğer bölgelerinden gelen halk koruyacaktır. Yani, kişi kendi bölgesindeki komutanını seçemeyecektir.
  1. Kişiler ülkelerinde askeri eğitim yapar ve ülke savunmasında nöbet tutarlar. İllerde de jandarma eğitimini yapar ve iç güvenliğin korunmasında nöbet tutarlar. Bunlar devlete ait işler olup kooperatifleri ilgilendirmez.
  1. Bucak kooperatiflerinde koruma nöbetleri tutulur. Bu nöbet insanlardan çok hayvanlara ve yabanilere karşı korumadır. İnsanlara karışmazlar, ama gözetirler. Kimin nereye gittiğini ve ne iş yaptığını bilirler. Bucak sitesi sakinleri koruma nöbetlerini kendi köylerinde değil, komşu köylerinde tutarlar. Köylerini kendileri seçerler. Bucağın erkekleri bu nöbetleri tutarlar, çünkü nafaka erkeklere aittir.
  2. Ocak içinde kadınlar temizlik nöbetlerini tutarlar. Erkekler ise bekleme nöbetlerini tutarlar. Tabii ve beşeri âfetlerde tüm ocak halkını uyandırırlar, gerektiğinde korumayı haberdar ederler. Bucakta ayrıca itfaiye teşkilâtı yoktur. Zelzele, sel, yangın, haşarat saldırıları gibi saldırılara bekleme nöbeti içinde cevap verildiği gibi; sivil savunma, iç saldırıya karşı koyma, hırsızlık, kazalara müdahale de hep bekleme ve korunma içinde cevap verilir.

Görülüyor ki, paralı bekçi ve koruma yerine, nöbetleşe koruma ve nöbetleşe bekçilik tercih edilmiştir.

Bunun sebepleri basittir. Paralı kimse bırakıp kaçar, parasız olanlara ağır yük olur. Ayrıca bedenen savunmanın doğurduğu bir sosyal birlik ruhu vardır. O oluşmaz. Böylece kahramanlık ruhu ölmemiş olur. Para değil de sosyal değerler hâkim olur. Gelecek dünya böyle bir dünya olacaktır.

Sosyal dayanışma ortaklıkları demek, ortakların koruma nöbetlerinde çavuşlarını seçmiş olması demektir. İlmî şûra tarafından seçilen köy yöneticileri bucak içinde koruma nöbetlerini toplarlar. Zaten herkes birbirini tanıdığı için hemen başarıp başaramayacağı belli olur. Bucak koruma mükelleflerinin yirmide birini bulan kimse köyün yöneticisi olur. Bulunamazsa, başkan başkasını atar. Başkanın atadıklarını bütün bucak halkı benimsemişse o başkan bütün bucak halkı tarafından ittifakla seçilmiş olur. Yirmide birleri bulan o köylerin tamamı yöneticisini seçmiş olur. Kalanlar ya bunlardan birini tercih edecekler veya o bucağı terk edeceklerdir. Köylerden  herhangi birinde altı ay içinde yöneticisini kabul ettiremeyen başkanın başkanlığı sona erer, ülkeyi terk eder, ilmî şûra yenisini seçer.

Halk köy yöneticisini seçmekle ilmî dayanışma ortaklığını da seçmiş olmaktadır. Tabii ki kendi köyünde seçmemektedir. Burada denge korunmuştur. Köy yöneticileri ocakların iç işlerine karışmadığı için de sizden bir emire itaat edin emri de yerine gelmiş olmaktadır. Bizim getirdiğimiz mekanizma tüm Kur’an’ın ifadelerine en uygun mekanizmadır. Başkası başka türlü mekanizma getirebilir. Kur’an’ın ifadelerine uygunluk gösterdiği zaman o da benim getirdiğim mekanizma kadar geçerlidir. Değişik mezheplerin oluşması budur. Birlik ve bütünlük bozulmadan çoklu sistem budur. Biat ve hakemlik. Daha iyisi varsa; getirin, biz de uyalım.

 

BEDEL

Ocaklarda kadınlar temizlik nöbetini tutmaktadır. Erkekler ise bekleme nöbetini tutmaktadır. Nöbet tuttukları için de seçme ve seçilme hakları olmaktadır. Ocak başkanı kadın da olabilir, erkek de olabilir. Ocak başkanı büyük yetkilere sahiptir. Ocak içinde herkes başkanını dinlemek zorundadır. Dinlemeyenler ocaklarını terk ederler. Terk eden maddi zarara sokulmaz. Ocak içinde gruplaşma sözkonusu değildir.

Ocak içinde nöbet tutmayan erkek veya kadın olabilir. Bunlardan bedel alınır. Bedelin miktarı bucak başkanı tarafından belirlenir. Bu yıldan yıla artırılabilir, ancak eski bedelliler eski verdikleri bedeli vermeye devam ederler. Bedellilerin verdikleri yine kendi hizmetlerinde kullanılır. Kadınlardan alınan bedeller temizlik, erkeklerden alınan bedeller bekleme masraflarına harcanır.

Olağanüstü hallerde olağanüstü tedbirler alınır. Meselâ, bir sel gelmiş. Bu takdirde ocağın nöbetli kadınları buraları temizlemeye koyulurlar. Hep birden sabahtan akşama kadar çalışırlar. Bedelliler ise böyle bir çalışmaya katılmak zorunda değildirler. Olağanüstü hallerde başkanlar askeri yönetimle yönetime başlarlar. Bütün mallar kamunun malları imiş gibi değerlendirilir, herkes başkanın emrinde bir asker mahiyetindedir. Mallar bakımından bedelliler de nöbetliler gibi sorumludurlar. Ama asker olma bakımından böyle bir yükümlülükleri yoktur. Ancak tedbir itibariyle onlar da emirlere itaat ederler.

Bedeli ödeyemeyenler çalıştırılarak bedelleri ödetilir. Çalışma zamanları nöbetlilerin nöbet saatlerinden fazla olamaz. Onlar nöbet tutmazlar, başka işlerde çalıştırılırlar. Nöbet işlerinde çalıştıklarında bir nöbetlinin nezaretinde çalışırlar.

Nöbet tutanlar nöbetlerinde oluşan zararlardan sorumludurlar. Akileleri onları tazmin eder. Nöbetlilerin nerelerden sorumlu oldukları nöbet talimatlarında belirtilir. Nöbet talimatını ocak başkanları yapar. Ocak başkanlarına verilen bu yetkinin denetimi ocak sakinleri ocaktan hicret etmekle sağlarlar. Nüfusu 30’dan aşağı düşen ocak başkanının başkanlığı sona erer. O köyden uzaklaşmalıdır. Eski ocaklılar birleşerek kendilerine yeni başkan seçebilir ve yeniden ocaklarını kurmuş olabilirler. Burada işleyen mekanizma budur. Hicret. Ocağı veya bucağı dağıtma, sonra tekrar yeniden kurma.

Bucakta da erkekler koruma nöbetleri tutarlar. Tutmayan bedel verir. Bedelin miktarı bucak başkanı tarafından belirlenir. Bedel her yıl değiştirilir. Ancak eski bedelliler eskiden ödediklerini devam ettirirler. Bedellerin gelirleri yine korumada harcanır. Her köyün bedellilere ait gelirleri o köyde harcanır. Korumada ortaya çıkacak tazminat koruma nöbeti tutanlara aittir. Onların dayanışma ortakları öderler. Tazminat ödemede kooperatifler de kamu kuruluşları gibi sorumlu olurlar. Yani herkes senede ancak bir aylık vasat geliri kadar tazminat öder, ödeyemezse çalışır. Eğer bu yetmezse dayanışma ortaklıklarından hizmet ortaklıklarına geçirilir, o da ödeyemezse danışma ortaklıklarına geçilir, o da ödeyemezse araştırma kooperatiflerine gidilir. Böylece nöbetleşme yatay olduğu halde, dayanışma dikeydir. Yani, kendi dayanışması sorumludur.

İl nöbetlerine katılmayanlar ayrı bedel, devlet nöbetlerine katılmayanlar ayrı bedel öderler. Böylece gelecekte kimse zorla savaşa götürülmeyecektir. Bedelini veren barış içinde olacaktır. Bunun için bunların adı “müslim”dir. Oysa nöbetliler “mü’min”dir. Her mü’min müslimdir, ama her müslim mü’min değildir.

Kooperatifler ileride siyasette de adil düzen hâline geldikten sonra, yargılama ve cezalandırma yetkilerini de alacaklar ve tam yerinden yönetime kavuşacaklardır. Yalnız bu savaşla değil de demokratik yollardan elde edilecektir.

 

TAZMİNAT

Sosyal dayanışmanın temel görevi faili meçhul cinayetlerin tazmin edilmesidir. Birisinin malı çalınmışsa, çalan bulunursa çaldığı mal geri alınır. Mal yoksa tazmin ettirilmez. Savcılığa bildirilir. Mal sosyal dayanışma tarafından ödenir. Kooperatifin avukatları hırsıza mahkemelerde müdahil olurlar. Şayet mal bulunmuş ise mal alınır, savcılığa haber verilir, ama kooperatif takip etmez.

Faili meçhul cinayetler ise bekleme veya koruma sorumluluğunda olmuşsa, nöbet tutan kimselerin dayanışma ortakları tarafından ödenir. Bekleme veya koruma sorumluluğunda olmamışsa, tüm site sakinleri yetmiyorsa dayanışma ortakları tarafından ödenir. Kooperatifin sitesine giren herkesin malı ve canı güvende olacaktır. Ya failini bulup devlete teslim edecektir veya ödeyecektir. Fail yabancı ise izin verdiği kimsenin dayanışma ortaklığı ödeyecektir. Tazminat mutlaka ödenecektir. Böylece herkes güvenle bu sitelere gelecek, konuk olmak isteyecek, bu sitelere gelip yerleşmek isteyecektir.

Tazminatın miktarı ülkelere göre değişmektedir. Bir ülke içinde resmi ücretler tektir. İllere veya bucaklara göre ücret fark etmez. Hatalarda bir adamın diyeti 33 yıllık orta yevmiyedir. Ağır diyette ise bunun iki katıdır.

Kişi diyeti en büyük diyettir. Kasıt olup olmamasına göre yarılanmaktadır.

Diğer diyetler aşağıdaki şekilde hesaplanır:

  1. İki kol, iki göz, iki ayak gibi sistemlerden biri körelmişse diyet tam diyettir.
  2. Çift olan uzuvlardan biri gitmişse yarım diyettir.
  3. Dirseğe kadar kol dörtte bir, bileğe kadar sekizde bir, beş parmağa 16’da bir, bir parmak 80’de bir, yarım parmak 160’ta bir, dörtte bir parmak 320’de bir, tırnak 640’da bir tam diyettir.
  4. 32 yıl, yılda 300’er günden yaklaşık olarak 10 000 gün eder. Bir gün tam diyetin on binde biridir. Böylece hapis cezaları para cezalarına çevrilir.

İz bırakmayan darbelerin değeri tedavi günlerine göre hesaplanır. İş yapamazsa tam gün, iş yapabilirse yarım, daha da hafifse dörtte veya sekizde bir gün hesaplanır.

Tazminatta eğer nöbetli olan kimseye karşı cinayet işlenmişse bedeli iki mislidir. Diğerlerinin bedeli kadın olsun, erkek olsun, çocuk olsun, büyük olsun, sağlam olsun, sakat olsun hep aynıdır. Eğer görevliye görevine karşı bir suç işlenmişse diyeti dört mislidir. Yabancı devlette yabancının elçilik mensubuna karşı işlenmişse sekiz katıdır.

Diyet varislerine ödenir. Fail belli ise ve fail cezalandırılmışsa diyet ödenmez. Ancak failin belli olması hâlinde varisi olmayan en yakınlısı tarafından affedilmesi hâlinde diyet ödenir. Affetmezse, barışmazsa yine ödenmez.

Görülüyor ki, siyasi dayanışma ortaklıklarının temel görevi kasden işlenmiş fiillerde verilen zararların tazmin edilmesidir. Bu yolla kan güdülmesi ortadan kalkar ve barış düzeni gelmiş olur.

Dayanışma ortaklıklarınca tazminatın ödenmesi sadece mağdurun mağduriyetini gidermek için değildir. Diyet aynı zamanda cinayetlerin işlenmesini önler. Fail bulununca topluluk onun diyetini ödemekten kurtulur. Fiili yapan kimse bilir ki, ben bu suçu işlersem hasmı olduğu tarafı zengin edecektir. Kendi tarafını zarara uğratacaktır. Fransa’da elçiliğimize saldıran biri bir taraftan Türkiye’nin mâli imkânlarını geliştirecek, diğer taraftan Fransa’yı fakirleştirecektir. Ermenilere göz yuman Fransa da artık göz yummayacaktır. Kendisini zarara sokanlara karşı düşman olacaktır. Bakınız, ne kadar dengeli sistemler getirilmiştir. Bu müesseseler Tevrat’ta ve Kur’an’da vardır. Biz sadece günümüz olaylarına uyarlıyoruz.

Şimdi şeriata neden düşman olunduğu çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Dünyanın huzurunu istemeyenler, barışı istemeyenler, demokrasiyi istemeyenler, lâikliği istemeyenler, sosyalliği istemeyenler, liberalliği istemeyenler; hâsılı, hukuk devleti istemeyenler şeriat düşmanıdırlar, din düşmanıdırlar. Dindarları kendileri gibi sanıp, onlar iktidar olurlarsa bizi kesecekler deyip, biz iktidarda iken onlara yaşama hakkı vermeyelim derler. Oysa hukukun temel kuralı vardır. Potansiyel suça ceza verilemez. Yani suç işlenmeden ceza olmaz.

Yine şeriatın öğrettiği kuralları hatırlayalım:

  1. Bir fiil işlenmişse kasden işlenmiş kabul edilir. Kasdın olmadığını zayıf delillerle de olsa ispat zorundadır.
  2. Bir fiil işlenmeden işlenmiş kabul edilerek ceza verilemez. Mücerret kasıtlar suç teşkil etmez. Kasıtlar beyyine ile sabit olmaz.
  3. Sözler kasdın varlığına delildir. Baştan birini tehdit eden kimse katil olursa hata ettiğini iddia edemez. Tehdit eden kimse faili meçhul cinayetin faili sayılır. Ceza verilmez, diyet ona ödetilir. Dayanışma ortaklığı öder.
  4. Herkesin malını, canını, işini ve ırzını savunma hakkı vardır. Savunma hakkı cezayı düşürür ama diyeti düşürmez. Hırsızı öldürebilirsin ama diyetini ödemek durumundasın.

      

DAYANIŞMA ORTAKLIKLARINA BAĞLI HİZMETLER

Dayanışma ortaklıklarının bizzat kendilerinin ifa ettikleri hizmetler vardır.

  1. Korunma eğitimini yaptırmak eğitimin görevidir. Sel, yangın, baskın ve saldırı esnasında nasıl davranılacağının eğitimi verilecektir. Hastalık, salgın, yabani saldırıları, mikrop ve haşarata karşı savaşın nasıl yapılacağı öğretilir. Karantina hükümleri öğretilir.
  2. Teminatlı ehliyet, korunma hizmetlerinde görev alacaklara bu hizmetlerinden dolayı iras edecekleri zarar olursa tazmin edeceklerdir.
  3. Kasden iras edilen suçlarda tazminat dayanışma ortaklıklarınca ödenecektir. Bir kimse trafik kazasını hataen yaparsa dini dayanışma ortakları tazmin ederler. Kaza arabanın freninin patlamasından doğmuşsa ve beceriksizlikten doğmuşsa mesleki dayanışma ortakları öderler. Kaza trafik kurallarının yanlışlığından doğmuşsa bunu ilmi dayanışma ortaklıkları tazmin ederler.
  4. Fevkalade hallerde yönetimi ele alıp askeri yönetim kuralları ile yönetme görevi sosyal dayanışma sorumlularına aittir.

Meselâ, bir yangın olduğunu bekçiler haber verince sosyal dayanışma başkanı tüm halkı göreve çağırır. Bir komutan gibi yöneterek yangını söndürür. Bu arada kişilerin araçlarını kullanır ve zamanlarını alır. Onlar verdiği maddi zararları tazmin eder. Çalıştırdığı kimselere de ücretleri ödenir. Ayrıca orman bekçiliği veya itfaiye bulunmaz. Koruma içinde araçları kullanma eğitimi görenler olur. Onlar bu hizmete zorunlu olarak katılırlar.

Bekçiler yeterli olmuyorlarsa tüm ocak halkı harekete geçirilir. Onlar da yetmiyorsa koruma çağrılır. Onlar da yetmiyorsa tüm bucak halkı çağrılır, onlar da yetmiyorsa jandarma, yetmiyorsa il halkı, yetmiyorsa ordu, yetmiyorsa ülke halkı, yetmiyorsa insanlık siyasi dayanışması çağrılır. Yetmiyorsa insanlık harekete geçer.

Bunun dışında sosyal dayanışma ortaklarının denetiminde olan hizmetler vardır.

  1. Güvenlik Hizmetleri. Bunlar özel bekçilik hizmetleridir. İşletmelerde zamanında kapıların kapanması ve zamanında açılması hizmetleridir. Yapı içinde gerekli kontroller yapılır. Emniyetler alınır. Sinyaller kurulur. Herkes dışarı çıkarılır. Kapı kapatılarak kilitlenir. Bu hizmetler bedava yapılır. Şayet sinyal çalarsa kapı yoklanır ve sinyal durdurulur. Sonra yetkililer belki de koruma çağrılarak içeri girilir. Arıza varsa tesbit edilir. Girilmişse, yine tesbit edilip müdahale edilir. Bu bekçilik ocak bekçiliğinden farklıdır. Bu bekçilik işyerleri bekçiliğidir. Bu görev ücretli görevdir. İlçe içinde böyle bir teşkilât vardır. O teşkilâttan biri ile anlaşma yapılarak genel hizmet verilmiş olur. Güvenlik sorumluları yedieminler olmadan içeri giremezler.
  2. Haberleşme Hizmetleri de sosyal dayanışmanın denetimindedir. Herkesin özel haberleşme hakkı vardır. Bunun için haberleşme kartları çıkarılır. Bununla her türlü özel haberleşme imkânından yararlanılır. Ortak haberleşme fonu oluşturulur. İsteyen kendi payını oraya devreder. İsteyen satın alır. Fiyat arz ve talebe göre oluşturulur. Bunları denetleme de sosyal dayanışma sorumlularına aittir.
  3. Kasa Hizmetleri. Herkesin bir kartı vardır. Bu kartla alışveriş yapar, bu kartla girer-çıkar. Bu kartları verip-almak, bu kartların bilgisayar kayıtlarını tutmak sosyal dayanışmaya aittir. Kuyumcular, döviz büroları, borsa piyasası buraya bağlıdır.

Bunlarla ilgili ehliyetleri vermek, bunlara teminat vermek bunlara ait olduğu gibi; buralarda hizmet yapanların hizmetlerinden dolayı bir kusur işlemeleri hâlinde hakemlere gidip görevlerine son vermek de yine bunlara aittir. Kooperatifte temel kural ortaklıktır. Bir işletmede kapıcı da ortaktır. Genel müdür de ortaktır. Görevi yerine getiren bir kimse görevinden uzaklaştırılamaz. Görevi yerine getirmediği takdirde hakemlere gidilir ve hakemler kararı ile görevine son verilir. Şeriat düzeninde işler ters çalışır.

Bir kimse bir iş yaparken kendi içtihadı ile yapar. Yanlış yapıyorsa görevli uyarır, ona müdahale edemez. Meselâ, bir kimse bir inşaata başlamış. Onu görevli durdurmaz. Yanlış yapıyorsa uyarır. Dinlemezse hakemlere gider. Hakemler ne karar vermişlerse o uygulanır.

Diğer taraftan görevli kendisi re’sen kararlar alarak uygulamaya koyar. Meselâ, proje yapar. Trafik talimatı yapar. Halk sağlığı ile ilgili önlemler alır. Bütün bunları yaparken kimse ona karışamaz. Kararlar devam eder. Ancak dayanışma sorumluları onlar aleyhine hakemlere gider ve görevlerini sonlandırabilirler. Askeri düzende de bu böyle çalışır. Bir fark vardır. Hakemlere gidilmez, üste gidilir. Başkan ne karar verirse sonuç odur. Kur’an’daki îmanın şartı olarak başkana itaat buradan gelir. Yani, askeri yönetimde üste itaat kanuna itaat gibidir. Hukuk düzeninde ise üst yoktur. Mevzuata itaat vardır.

 

 

 



© 2024 - Akevler