ADİL DÜZEN İNSANLIK ANAYASASI
Süleyman Karagülle
1741 Okunma
5GEREKÇE-2-

I. BÖLÜM

İLKEL TOPLULUĞUN EKONOMİK, TOPLUMSAL, DÜŞÜNSEL YAPISI

“Hiç bir ayı gelmemiş, çünkü buz yok;

ve buz yok, çünkü rüzgar yok;

ve rüzgar yok, çünkü güçleri darıltmışız.”

bir eskimo

“İlkel topluluktan uygar topluma geçiş aşamasında ekonomik, toplumsal, düşünsel ve ideolojik yapıların etkileşimini inceleyebilmek için ilkin ilkel topluluğun yapısının saptanması gerekir. Bunu, geçiş aşamasının başında ilkel topluluğun bir envanterini vererek, onun ekonomik, toplumsal, düşünsel kurumlarını betimleyerek yapmak olanaklı. Ancak ilkel topluluğun kurumlarını bir oluşum süreci içinde saptamak, bu çalışmada izlenen genetik-kronolojik yönteme daha uygun olacaktır. Bundan öte ilkel topluluğun dinamiklerinin geçiş aşaması içinde alacağı ivmeyi, dolayısıyla geçiş toplumunun kurumlarının biçimlenmesine etkilerini ayrımlayabilmemize de yardımcı olacaktır. Bunun için bu bölümde, ilkel topluluğun tarihçesini, ilk insan topluluklarından alıp, onun yapısını oluşturan olayları hızla izleyerek, ilkel topluluğun ekonomik, toplumsal, düşünsel yapısını özetlemeye çalışacağım...”(s.34)

 

-İlkel toplulukları tarihçesi ile tesbit edeceğiz.(s.34)

İnsanlığın geçmişini insan öncesi topluluk, insan topluğu ve insan toplumu diye ayırabiliriz. İnsan öncesi topluluk biyolojik evrim içinde gelişen topluluktur. Biyolojik evrim durmuş, sosyal evrim başlamıştır. İnsanın başlangıcı odur.

Tarih hep sürekli ve sıçrama çatışma içinde geçmiş, daime sıçrama teorileri zafer kazanmıştır. İnsandan önce yarım insan yoktu.

 

-1. Biyolojik Evrimden Toplumsal Evrime    

-İnsanın sosyal yapısı da genetik yapıya dayanır diyenler vardır. “Genetik bilimin 20.yüzyılda gösterdiği gelişmelerden güç alarak, insanın yalnız bireysel  değil, aynı zamanda toplumsal davranışlarının bir bölümünün genetik öğelerce belirlendiğini öne sürmektedir...”(34-36)

Toplu olarak yaşayan canlıların bu yaşayışları ferdî yaşayışlarındaki özelliklere bağlıdır ve bu genetiktir. Ne var ki, canlılar ya sosyal hayat sürerler, ya da ferdî hayat sürerler. Oysa insan hem kişiliğini korumakta ve ferdî hayat sürmekte, hem de topluluk oluşturmaktadır. Kollektif olarak üretmekte, bölüşerek ferdî olarak tüketmektedir. Bu bakımdan diğer hayvanlardan ayrılmaktadır.

Fert olarak yaratılan insan çoğaldıkça dağılmakta ve ferdî hayatı sürdürmekte idi. Ama zaman içinde evrimleşerek kişiliğini korumakla beraber topluluklar oluşturmaya başladı. Öz üretimden kollektif üretime, ayni mübadeleden paralı mübadeleye doğru geçiş yaptı. Bu birleşme devam etmekle beraber, kişi kendi varlığını da aynı hassasiyetle korumaktadır. Bu da hayvanlardan farklı olan yani sosyal yapıya doğru tür içinde evrimdir. Aynı evrim canlılarda türler arası olmuştur.

 

-İnsan öncesi ve insandaki biyolojik değişmeleri tesbit zor olmaktadır.(s.36)

İnsan öncesinde sosyal evrim yoktur. İnsanda da biyolojik evrim yoktur. Bu varsayımı kabul ettiğimiz zaman sorunlar çözülmektedir. Mukaddes kitaplar bunu söylüyor. İlme aykırı değil. Asgari bu varsayımlara göre bir sistem oluşturulmalı ve çocuklara okutulmalıdır.

 

-Genetik sosyal olayları açıklayamıyor, açıklasa bile böyle genlerin oluşması ihtimaliyat hesabiyle imkansızlıklar içindedir denecek kadar azdır. (s.36-37)

Allah ilk hücreyi yarattı. Kıyamete kadar sürüp gidecek canlıların tüm özelliklerini o genlerde şifreledi. İnsanlara kadar biyolojik evrimi şifreledi. İnsanlarda ise çevre evrimini yahut sosyal evrimi şifreledi. Kâinatın ilk yaratılıştaki patlama ne ise, ilk canlının şifrelenmesi de odur.

Bu varsayımın dışında bir açıklama mümkün değildir. İlimde de en çok sorunu çözen hipotez kabul edilir.

Direnmenin anlamını, ancak sömürücü sermayenin işine gelmemesi ile açıklayabiliriz.

 

-Üç milyon yıldır başlayan sosyal evrim biyolojik evrimi geçti ve biyolojik evrim durdu.(s.37)

Son üç milyon yıldır insana doğru biyolojik evrim vardır. Sosyal evrim yoktur. Aracı yapmak önemli değildir, aracı geliştirmek önemlidir. Biyolojik değişme olmadan aracı geliştirmek önemli. İnsana kadar insana doğru evrim oldu. Ama canlı biyolojik evrim olmadan herhangi bir evrim yapmadı. Bugünkü insanı da nebati olarak yaşatabilirsiniz. Ama ruhu yoksa o insan değildir. İşte insan demek, Allah’ın ruhunu yani icatçılığı kendisinde taşıyan varlıktır. Zeki varlıktır. Sorunları daha evvel çözülmediği bir usulle çözebilmektedir. Evrim de budur.

 

-İnsanın evrimi, biyolojik evrimin elinden alınması ile başlamıştır. (s.38)

Ve biyolojik evrim varken sosyal evrim yoktu. Bir disket alırsınız, üzerinde program vardır. Siz o programla programlanan her şeyi yapabilirsiniz. Ama disket kompakt ise yani ışığı kapatan yer açılmışsa üzerinde işlem yapamazsınız. Ama program açıksa siz program üzerinde oynar ve değiştirirsiniz. İnsandan önce programlar kapalıdır. Üzerinde değişiklik yapacak kimse yok. Hayvanlar sadece onları kullanabiliyor. Oysa insanın beyni açık programdır ve ruh orada değişiklik yapabiliyor. Matematikte ispatlanmıştır ki program yapan program yapılamaz. Oysa insan bunu yapıyor. Demek ki insanda programın ötesinde bir şey var. O halde program yapan varlık olarak tanımlayabiliriz. Başka görünen canlılardan program yapan birileri yoktur.

 

-Toplumsal evrimin gelmesi ile biyolojik evrim ağırlaştı, durdu.(.38)

Biyolojik evrim bittiği için sosyal evrim başladı. Kubbe mimarisi evrim geçirmiştir ve durmuştur. Çünkü en güzeli bulunmuştur. Bu oran 3/5 ise artık orada evrim olmaz. İnsan en üstün varlıktır. Dolayısıyla biyolojik dejenerasyon olur, evrim olmaz. Genel evrim ilkesi ki öbür dünyada da sürecektir. Sosyal evrimi yahut çevre evrimini zorunlu kılmıştır.

 

-Biyolojik evrimin ürünü olan kadın-erkek farklılaşması sosyal evrimde birinci derecede rol oynamıştır. “Biyolojik evrimin bir ürünü olan erkek-dişi farklılaşması ise, insan topluluklarının biçimlenmelerinde zamanımıza dek önemli roller oynayan başlıca etmenlerden biri olagelmiştir...”(s.39)

Kadın-erkek ayırımı biyolojik evrim sonucu doğmadı, canlılarda neslin korunması gereği ilk DNA’ların varlığı ile vardır. Hatta DNA ile eştir. Amin Timin ile eşleşir. Guanin Sitin ile eşleşir. Canlılık onlarla başlar. Her canlıda dişi ile erkek arasında farklılık vardır. Kuş ve memelilerde aile müessesesini oluşturmuştur. Maymunlarda da vardır. Çevre şartlarına göre erkek ve kadının görevleri farklı şekilde düzenlenmiş olabilir.

Biyolojik evrimde de, sosyal evrimde de, erkek-kadın ilişkisi düzenin başlıca etkeni olmuştur. Kadın çocuk doğurma ve büyütme görevini, erkek geçindirme ve koruma görevini yüklenmiştir. Kadınlar kendi görevlerini geniş teşkilât kurmadan başarmışlardır. Erkekler ise geniş teşkilâta yani devlete sahip olmadan kendi görevlerini yapamamışlardır. Devleti erkekler kurmuş ve her zaman erkeğin olmuştur. Kadın devlet ağacında çiçek olmuş ve yavru getirmiştir.

Merkezî yönetim dalları baş aşağı almışsa, çiçekler de toprağa batmışlardır. Sonunda o topluluk da yok olmuştur. Kadınlar kök ve gövde olmaya kalkışırlarsa akıbet yine aynıdır.

 

-Sosyal evrim de biyolojik evrime neden olmuştur. (s.40)

Lamark’ın çoktan terk edilmiş bir görüşüne dayanmış olması bu kitabın ilmî değerini zedeliyor. Tarihte biyolojik evrim oldu. Hayvan türü insana yanaştı. Ama sosyal evrim o zaman yoktu. Sosyal evrim insanın tam bu şekliyle yaratılması ile başlar. Çünkü program yapan varlık o oldu. Diğer canlılar hazır programla yaratılıyor ve böylece biyolojik evrim oluyordu. Bir türden diğer türe geçilirken ilk hücredeki DNA yeterli mi idi yoksa her yeni tür ortaya çıkarken programa ilave mi yapılıyordu? Bunun cevabı kıyamete kadar zor verilecektir. Yani nerede program, nerede müdahale tesbiti çok zor. Her ikisi var ama sınırları kestirmek çok zor.

 

  1. İlkel Toplulukların Ekonomik, Toplumsal, Düşünsel Yapılarının Gelişmesi

-Hominidden insana geçilmesiyle biyolojik evrimden sonra geçim, yaşam ve düşüce biçimleri birbirine etki etmeye başladı. “Toplumsal evrimin biyolojik evrimi aşmasıyla, Hominidden İnsan’a geçilmesiyle artık biyolojik evrim önemini yitirmiş, insan topluluklarının evrimi toplumsal evrim çizgisi üzerinde,onun ekonomik, toplumsal,düşünsel dalları boyunca ilerlemeye başlamıştır...”(s.40)

Biyolojik evrimlerle insana yaklaşıldı. Beden ve bazı araçların yapımını insan öncesi varlık yaptı. İnsan yaratıldıktan sonra biyolojik evrim durdu, çevre evrimi başladı. Biyolojik evrimden sosyal evrime sıçrama vardır. Bu da beyindeki programın kilitlenmiş olup olmadığına bağlıdır. Kapı ya açıktır, girilip çıkılmaktadır, ya da kapalıdır. Yarı açılma var ama yarı açık olma yoktur.

 

-12 milyon yıl kadar önce, insan öncesi varlık ağaçlarda var edildi. “Öyküyü baştan alırsak, 12milyon yıl önce ağaçtan inen Ramapithecus’un sopa sallama, taş atma düzeyinde araç kullandığı sanılıyor... Homo habilis (eli işe yatkın, Becerikli İnsan) biyolojik ve toplumsal evrimini sürdürerek, zamanımızdan bir milyon yıl kadar öncesinde Homo erectus’a (Düşünen insan ya da Akılcı İnsan) türlerine, zamanımızdan 50 000 yıl öncesinde ise Homo sapiens sapiens’e (günümüz insan türüne) evrinecektir...”(s.40-41)

   3 milyon yıl önce yere indi.

   1 milyon yıl önce ayağa kalktı. Dikildi. Âlet kullandı.

500 bin yıl önce âlet yaptı.

  50 bin yıl önce resim çizdi. İnsan oldu.

   5 bin yıl önce yazı yazdı. Uygarlaştı.

Kâinat 10 milyar yıl önce yaratıldı.

Yer 5 milyar yıl önce oluştu.

Canlı 2,5 milyar önce var edildi.

Çok hücreli canlı 1,25 milyar yıl önce gözüktü.

500 milyon yıl önce omurgalılar var edildi.

250 milyon yıl önce karada hayat başladı.

120 milyon yıl önce sürüngenler oluştu.

60 Milyon yıl önce kuşlar oluştu.

32 milyon yıl önce memeliler oluştu.

16 milyon yıl önce maymunlar oluştu.

8 milyon yıl önce ağaçta insan öncesi varlık göründü.

4 milyon yıl önce yere indi.

2 milyon yıl önce sopa kullandı.

1 milyon yıl önce dikleşti.

500 bin yıl önce sopa yaptı.

50 bin yıl önce resim yaptı.

5 000 yıl önce yazı yazdı.

Burada bizim işaret ettiğimiz husus, Allah her şeyi standart içinde yaratmıştır. Mesela, bir kolda 32 kemik var. Yarısı eller ve omuzda (uçlarda), yarısı kol ve tarak ile bilekte. Bilekte sekiz kemik vardır. Dişler de 32’dir. Gezegenler de Bod dizisi denen bir dizide dizilmişlerdir. Tarihte bir dizi zaman içinde yaratılmış olmalıdır. Bu diziyi bulmak için ilmî verilerden yararlanmalıyız.

 

a. Toplayıcılıktan Avcılığa

-Yere inen insan öncesi varlık, birlikte yaşamak zorunda kaldı. (s.41-42)

Yerde yaşayacak şekilde yaratılan insan öncesi varlık, birlikte yaşayacak şekilde yaratılmıştı. Biyolojik evrimde yeni kodlama böyle yapılmıştı. Böylece kendisini düşmanlardan koruyabiliyor, beslenebiliyor ve çoğalabiliyordu.

 

-Birlikte yaşama görenek yoluyla öğrenme sistemini getirmiştir. (s.42)

“Sürü” hâlinde yaşama ve “görenek” yoluyla öğrenme balıklarda da vardır. Kuşlar ve memelilerde özel ana-baba eğitimi sözkonusudur. Bu genetik bir veridir. Sosyal evrimle ilgisi yoktur.

 

-İlk işbölümü erkekle kadın arasında başlamış, kadın çocuğa bakmış, erkek savunma hizmetini yüklenmiştir.(s.42)

Birlikte yaşayan canlılarda, mesela arılarda erkek ve dişiler arasında işbölümü vardır. Tamamen biyolojik evrimle ilgili olup sosyal evrimle bir ilgisi yoktur.

 

-İnsan ne zaman sopa ve taş yapmaya başladı, bilinmiyor. “Araç kullanan bazı hominid (insansı canlı) türlerinin araç yapmaya başlamalarıyla hominidlikten “Homo”ya (insana) geçişlerinin kesin tarihi bilinmiyor...”(s.42-43)

Birçok canlı araç yapmayı biliyor. Bütün kuşlar yuva yaparlar. Örümcek ustaca ağ örüp avını yakalar. Bunlar biyolojik evrimle ilgilidir. Sosyal evrimle ilişkili değildir.

 

-Araç yapan düşünmelidir. “Bir aracın yapılması, önce eldeki nesnenin alacağı son biçimin kafada tasarlanması gerektiği için, araç yapmak bazı antropologlar tarafından insanın düşünmeye başlamasının da işareti olarak değerlendirilir...”(s.43-44)

Araç yapan düşünmez, aracı geliştiren düşünür. Biyolojik evrim olmadan yeni araç yapan düşünür. Yoksa, biyolojik evrimle muhatap olmayan hayvanlar, bizim yapamadığımız nice şeyleri yapıyorlar. Barajlar bile yapıyorlar. Ama milyon yıl önce nasıl yapıyorlarsa, şimdi de öyle yapıyorlar. Karıncalar kuleler dikiyor. Arılar petek yapıyor.

 

-İnsan öncesi varlıkta topluluğun birlikleri sözkonusu değildir. “Hiçbir çağdaş ilkel topluluk “ilkel sürü” denen ve salt toplayıcılıkla geçindikleri varsayılan ilk tarihsel ilkel toplulukların düzeyinde değildir.Çoğu, toplayıcılıkla avcılığı birlikte yürüten topluluklardır...”(s.44)

İnsanın en önemli özelliklerinden bir özelliği de, toplulukları oluşturarak sağladığı üst birliklerdir. Bunun başladığı zamanda insan var edilmiştir. Bugün böyle olmayan topluluk yoktur. Akrabalık bilinci ve komşuluk bilinci her zaman üst kuruluşları oluşturmuştur. Saldırılar olduğu zaman, bu saldırılara hep birlikte karşı koyabilmek amacıyla insanları işbirliğine götürmüştür. İnsan öncesi varlık ise insan değildir.

 

-Birkaç çeşit araç kullanırlar. Erkek-kadın arsında iş bölümü devam ediyor. Her fert bütün gününü meyve toplamakla geçiriyordu. Artı değer oluşmadı. Durağan topluluktur. “Araç yapmaya yeni başlamış olan böyle bir topluluğun geçim biçimi “toplayıcılık”tır... İlkel  sürünün tüm üyeleri,erkek-dişi,çoluk-çocuk, yaşlı-genç geçimlerini otlar,kökler, taneliler, meyveler toplayarak sağlamaktadırlar... Toplayıcılığın bir “artı enerji” ve “artın zaman” bırakmayan bir ekonomi olduğu söylenebilir...”(s.45)

İnsan öncesi bir hayvandı. Hayvanlarda ne var idiyse onda da o vardı. Artı değer olsa da düşünme gücüne sahip değildir. Onda fikir melekesi yoktu.

Burada bir şeyi daha hatırlatalım. Omurgalılar bir düzleme göre simetridir. Beyinleri de simetridir. Organlar simetri olduğu gibi yaptığı işler de simetridir ve her biri yedektir. Göz kulak gibidir. Beyin de simetride insandan başka bütün hayvanlarda aynı işi yapan çiftlerden oluşmuştur. Çünkü onlarda fikir melekeleri yoktur. Oysa insanın beyni görünüşte simetridir, ama yaptığı işler bakımından aynı değildir. Sağdaki maymunlardaki gibi işler yapar, soldaki de düşünür. İşte biyolojik evrimle ne zaman beynin sağ - sol işleri farklılaştı, o zamandan beri insan insandır. Ondan önce ise sadece gelişmiş maymundur.

 

-Sürüler arasında ne barışçı, ne de savaşçı ilişkiler vardır. (.46)

Aynı türden olan canlılar birbirleri ile savaşmazlar. Düşmanlarından kaçarlar, avlarını kovalarlar. Türdeş canlılarda sadece cinsi kovalamaca veya yarış vardır. İnsan olmayan bu insan öncesi canlılarda savaş yoktur. Savaş olmadığı gibi savaşa karşı birleşme de yoktur. İnsan öncesi varlıklar yarım da olsa insan değildirler.

 

-Bunlarda konuşma dili yoktur. (s.47-48)

Bütün hayvanların kendilerine özgü dilleri vardır. Hatta nebatların bile birbirleriyle haberleştikleri biliniyor. Bir hastalık bulaştığında köklerdeki su ifrazları ve yapraklardan saldıkları kokularla ormana veya çayıra haber salarlar. Asıl konuşma ise daha önce yüklenmiş kavramlarla değil de kendisinin yüklediği kavramları karşı tarafa anlatmadır. Bu da teşbih ve mecazi sanattır ki bu hayvanlarda yoktur. İnsan öncesi canlıda da yoktur.

 

-Araç yapma onları toplayıcılıktan avcılığa götürmüş olabilir. “Böyle bir uzmanlaşma onları, savunma  araçları yapımından saldırı araçları yapımına, buna koşut olarak toplayıcılıktan avcılığa geçmelerine dek götürmüş görünüyor.”(s.49)

Canlılar avlanarak yaşarlar. Avlanma ve savunma imkanları her canlıya verilmiştir. Böcek kapan bitkiler vardır. Isırgan otundaki zehir savunma aracıdır. Diken bir koruma aracıdır. Bunlar sosyal evrimle değil biyolojik evrimle gelmiştir. Biyolojik evrimle toplayıcılıktan avcılığa geçilmiş olabilir. Bu insandan önce gerçekleşmiş olabilir. Ama insan ilkin meyvecilikle başladı, sosyal evrimle avcılığa geçti. Sonra çobanlık, sonra da tarımcılık başladı. Bunu yaparken kendisinden önce gelen insana yakın hayvanlardan yararlanmış olabilir. Kur’an bunu ilk insan için bahseder. İnsan ölüyü gömmeyi kargadan öğrendi, diyor.

 

-Arkeolojik kazılar, insan öncesi canlının durağan olduğu ve yeryüzünde hep benzer olduğudur. “Arkeolojik bulgular araçlara hemen dilendiğince biçim verilemediğini, araçların önceleri son derece ağır bir süreçle geliştiklerini gösteriyor. Araçlarında görülen bu özellik de, yaşamları hakkında araçlarından başka bir şey bırakmayan ilk insan topluluklarının toplumsal yapılarının durağan olduğu yolundaki kurguları destekler yöndedir...” (s.49)

İnsanı diğer canlıdan ayıran özellik, insanın kendisinin araç bulmasıdır. Kısa zamanda ve değişik yerlerde değişik araçların ortaya çıkmasıdır. Arkeolojik kazılar insan öncesi maymunda böyle bir özellik olmadığını belirliyor. Yani Kur’an’ın mucizesini ortaya koyuyor.

 

-Araç yapma insan öncesi varlıkta bir evrim yaratmıştır. Belki hazırlık yapmıştır. “Araç kullanmaktan araç yapmaya geçiş bile insanlara toplayıcılık ekonomisinin kısır döngüsünden kurtulmalarına yetecek itiyi verememiş görünür. Bununla birlikte çok ağır da olsa araçlardaki gelişme, özellikle savunma silahlarının geliştirilip insanların hayvanlara karşı saldırıya geçebilmelerine olanak verecek düzeye gelmesiyle, bir başka deyişle avcılığı başlatmasıyla, toplayıcılık ekonomisinin aşılmasında dolaylı olarak rol oynamıştır.”(s.49)

Evet, insan öncesi canlı insan olarak hiçbir özellik taşımıyordu.

İnsan ilk olarak beceriksiz bir maymun olarak yaratıldı. Yediği bir meyveden dolayı tüyleri döküldü ve bulunduğu yerden uzaklaşmak zorunda kaldı. Birçok eksiklikleri vardı.

  1. Ayak tabanı dallara tutunacak şekilde değildi. Daldan dala atlayıp meyve toplayamıyordu. Ağaca çıksa bile meyvelere ulaşamıyordu.
  2. Pençeleri yoktu, avı yakalayıp parçalayamazdı. Hatta kabuklu meyveleri dahi yiyemezdi.
  3. Dişleri de ne sert kabukluları yiyebiliyor, ne de eti parçalayabiliyordu. Esasen midesi eti de hazmedemiyordu.
  4. En önemlisi çıplaktı. Kendisini tabiata karşı koruyamıyordu.

Ama Allah ona akıl vermişti. Çareler vardı. Önce ağaç yaprakları ile örtündü. Yaprağı koparmış, üzerindeki lifle beline bağlamıştı. Eline taş aldı, dişlerle kıramadığı şeyleri onunla kırdı. Ulaşamadığı meyveleri ağaçla ve taşla düşürdü, dalla vurdu, dalla çekti. Ağaç kovuğuna sığındı. Ağaç dalını kırdı, üstüne yapraklar koydu. Meyveleri ona yığdı, süsleyerek kovuğuna götürdü. Böylece uzun zaman çevrede değişiklik yaparak yaşamaya başladı. Bu arada ateş yaktı. Ateşle hem ısındı hem de kendisini yabanilerden korudu. Onunla ağaçları istediği boyda kesti. Kabak gibi meyve ve sebzeleri pişirerek yemeye başladı. Pişirme teknolojisini çok geliştirdi. Her şeyi pişirerek yenecek hâle gelip gelmediğini araştırdı. İşte o zaman etin de pişirildikten sonra yenebileceğini gördü. Avcılığa hazırdı. Bu arada nüfus arttı. Bir de soğuklar olunca üretim biçimini değiştirdi. Eskisini bırakmadı ama yeni tekniğini avcılık üzerinde geliştirdi. Bu arada insan öncesi canlıların araçlarından geliştirerek yararlandı.

 

b. Avcılık ve Toplumsal Etkileri

-Mağaradaki resimlerde avcılığı erkekler yapıyordu. “Araçları kimlerin kullandıklarını görebildiğimiz dönemlerin resimlerinde erkeklerin avcılıkta uzmanlaşmış olarak yansıtılmaları ancak böyle açıklanabilir.”(s.50)

Toplayıcılık döneminde üretim yerlerine çoluk-çocuk beraber gidiyor ve ortak olarak devşirdikleri yiyecekleri yiyorlardı. Çocuklar görenek yoluyla çalışma ve yaşama biçimlerini öğreniyorlardı. Savunma erkeklere aitti. Ağaca çıkma erkeklere aitti. Ama birlikte iş yapıyorlardı. Avcılık döneminde çocuklar av yerine götürülemedi. Kadınlar ister istemez evde kaldılar. Böylece artık kadın-erkek arasında iş bölümü netleşti. Kadınların yapamadığı işleri erkekler yapıyor. Kadınların yapabildiği işler daha çok kadına kalıyordu.

 

-Avcılıkta toplayıcılık devam etmiştir. Kadınlar daha çok toplayıcılıkla uğraşıyor, erkekler ise avcılık yapıyorlardı. “Avcılık ve toplayıcılık döneminde avcılık, ekonomik alanda ikinci sırada kalmakla birlikte, toplumsal alanda  hemen baş rolü oynamaya başlamış, yani erkekleri ön plana çıkarmıştır.”(s.50)

Toplayıcılığın olduğu yerde avcılık belki de birinci sırayı bile almadı. Ama avcılık yeni sahalara doğru gelişti. Toplayıcılığın olmadığı yerlerde de avcılık yapılmaya başlandı. Av peşinde koşarken yeryüzünün her tarafını doldurdular. Halatlarla ağaçları bağlayarak sallar yaptılar. Balıkların peşinden koşarken adalara ulaştılar. Yeryüzünde gitmedikleri yer kalmadı. İnsanlığın yeryüzünü doldurması bu dönemde oldu.

 

-Savunma araçları saldırı araçlarına dönüşünce avcılığa geçilmiş olmaktadır. “Savunma araçlarının saldırı araçları olabilecek düzeye geliştirildikleri bir tarihte toplayıcılıktan avcılık ve toplayıcılığa geçildiğini kabul edip kesin bir tarih vermemek en doğru tutum olarak görünüyor.”(s.51)

İnsandan daha güçlü varlık yoktu. Meyvelikler sınırlı idi. Daha ilk günlerde kaynak kavgası başladı. Böylece insan insanla boğuşmaya başladı. Kendi türü içinde savaşın olduğu tek canlı insandır. Bu insanlara savunma aracının yanında saldırı aracı olarak hareket iş sağladı. Ateş insanları canavarlardan koruyordu. Asıl tehlike insandan gelen tehlikedir. Melekler buna itiraz etmişlerdi. Oysa savaş sosyal evrimin tek dinamiği idi.

 

-Baltalar uzman avcılığa işarettir. “Genel olarak el baltalarını “sistemli avcılığın, başlamasının, taş başlıklı mızrağı,oku ve yayı, “uzmanlaşmış avcılığın” başlamasının işareti olarak almak uygun görünüyor”(s.51-52)

Bugün dahi kullandığımız bıçak, balta, balyoz, dövme taş hem ev işlerinde hem savunmada hem de saldırıda kullanılmıştır. Ok ve yayın geliştirilmesi bile avcılığa delâlet etmez. Bize avcılığı mağaralardaki resimler bildirir. Çocukları ava götüremeyen insanlar mağaralarda resim çizerek ders vermeye başladılar. Taşı taşla kırarak şekil verdiler. Taş ocakları açıldı. Böylece araç üretme nedeniyle ihtisaslaşma başladı. Bunların hepsini bugünkü köy tarımında görmek ve yaşamak mümkündür. Dağların belli yerinde değirmen taş ocakları vardır. Halk oraya gider, isterse kendisi çıkarır, isterse çıkaranlardan alır. Biley taşları da böyledir.

 

-Avcılık döneminde savaş ve avcılık çocukları öne çıkardı. “Üreme sorunu, avcı ve toplayıcı takımlarının karşısına, hem avladıkları hayvanların hem de avlanırken ölerek azalan takım üyelerinin azalması nedeniyle çift yönlü ve yoğun bir sorun olarak çıkmıştır...”(s.52)

Avcılık ancak ekip hâlinde yapılabilmektedir. Avcılığın kaynağı sınırlı sayılmaz. Denizler, kırlar, ormanlar herkese açıktır. O sebeple istenen bir kadının çok çocuk doğurması olmuştur. Ayrıca dul kadınlar kaldığı için de çok eşlilik gelişmiştir. Kadınlar arasında dengeyi korumak için erkek hâkimiyeti başlamıştır. Erkekler aynı zamanda hakem durumuna gelmişlerdir. “Aile” yerine bir “topluluk” sözkonusu olmaya başlamıştır.

 

-Avcılık, kadın-erkek arasında işbölümüne, ekip çalışmalarına, yüksek besine, artı zamana ve güce sebep olmuştur. “Avcılığın başlaması, erkeklerin toplayıcılıktan avcılığa geçerlerken, kadınların toplayıcılıkta kalmaları sonucunda ilk işbölümünü yaratmıştır. Ekonomik alandaki etkisi, erkeklerin avda,kadınların toplayıcılıkta uzmanlaşmalarını sağlamıştır... Ayrıca, artı besin ile “artı enerji” ve “artı zaman” sağlayacak düzeye gelmesiyle toplulukların yapılarını etkiler...” (s.52-53)

Avcılık insanlığı aşiret(ocak) döneminden kabile(bucak) dönemine götürmüştür. Avcılık görenek döneminden tedris dönemine yükseltmiştir. Avcılıkta para olarak kuru yemiş yerine deri kullanılmaya başlanmıştır. Giyim eşyası olarak lif dokumasının yerini deri elbiseler gelmiştir. Çardakların yerini deri çadırlar almıştır. Meyvenin yanında et yenmeğe başlanmıştır. Kabak kabuğu kapların yanında kafa tasları sahan olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kemiklerden bıçaklar üretilmeye başlanmıştır. İnsanları bitkilerin yanında hayvanlarla tanıştırmıştır. Artıklara gelen köpekler avlanmakta insanlara yardıma başlamıştır.

Gece avlanmanın sağlanması için gökte ayların vakitleri belirlemekte yararlı olmaya başlamış, bugünkü yedi günlük hafta oradan kalmıştır. Seb’a Arapça’da av demektir. Haftanın altı gününde gıda avı yapan avcılar, haftanın bir gününde toplanır ve yırtıcı hayvanların defi için avlanma yaparlar. Seb’a, Sebt, Sedi (Yakutça), Yedi (Türkçe), Şvidi (Gürcüce), Ştaut (Arnavutça), Heft (Farsça) hep aynı kökten gelen ve o günlerden kalan kelimedir.

 

-Savaş bu dönemden kalmadır, diyorlar Darvinciler. “Avcılığın toplumsal ve kültürel etkileri incelenmemiş, ya da önyargılarla incelenmiştir. Kaba gücü ve savaşı doğanın kaçınılmaz yasası olarak gören Darvinciler, insanın et oburluğunu ve avcılığını insan topluluklarının da bu yasanın dışında kalmadıklarının gösteren kanıtlar olarak öne sürmüşlerdir...”(s.53)

İnsan yaratıldığı günden beri savaş vardır. Çünkü en üst varlıktır. Onun nüfus dengesi başka türlü korunamaz. Evrim de savaş olmadan olmaz. Toplayıcılık döneminde bu meyveliklerin bölüşülmesi için olmuştur. Avcılık döneminde savaş azalmıştır. Çünkü yeryüzü henüz boştu. Savaşma yerine yayılma ve yeni av sahaları bulma uğraşı vardı. İnsan neslinin böyle her tarafa yayılması ve hemen her yerde yerleşmesi avcılık döneminde olmuştur. Zekâları sebebiyle gidilen yerin şartlarına hemen uyum sağlamış ve orada yaşamaya başlamışlardır. İnsanlar bugün de uzayda yer bulmaya çalışıyorlar.

 

-Ters görüşü ileri sürenler vardır. Avcılık insanı insancıl yapmıştır. “R.E. Leakey ve R. Lewin kısaca, avcılığın sanıldığı gibi insanın doğasını, bencil, savaşçı, sömürücü bir canlı olması yolunda etkilemediğini, tersine, ortak çalışmaya, işbirliğine, paylaşmaya, dayanışmaya, toplumsal birliği pekiştirmeye, yol açan, insanı uygarlaşmaya varan yola sokan bir olgu olduğunu öne sürmektedirler...”(s.53)

Bu görüşe katılıyorum.

Avcılık döneminde insanlık dünyaya açılıyordu. Tabiatın sertlikleri içinde yeni sahalara gidiyorlardı. Buzullar devri başlamıştı, bol hayvan vardı. Ama avlanmaları son derece zordu. Çünkü bugün olduğu gibi araçları yoktu. Ancak birlikte avlanmak suretiyle kendilerinden çok güçlü varlıklarla başa çıkabilirlerdi. Sonra, birlikte yolculuk insanları birbirine daha çok yaklaştırıyordu. Et muhafaza edilemediği için artan etler birbirlerine hediye veriliyor, sonra onların hediyeleri kabul ediliyordu. Hattâ etler birlikte yeniyordu. Hâlâ Kırgızlar bir hayvanı kestiklerinde komşuları çağırır ve birlikte yerler, artanı da bölüştürüp evlerine götürürler.

 

-Paylaşma zorunluğu kamp yerlerinin kurulması için gerekli idi. “Avcılık “ortak çalışma”yı gerektirmiştir. Avdan “ortak paylaşma” ilkesine göre yararlanılmıştır... Avlanan hayvanların ve toplanan bitkilerin bölüşülmek üzere belli bir yere getirilmesi, geçici kamp yerlerinin kurulmasını gerektirmiştir.Toprağa yerleşmenin ilk adımıdır bu.”(s.54)

İnsanlar savunma amacıyla daima bir yerde toplanmışlardır. 10 aile civarında bir birlik toplayıcılık zamanında yeterken, avcılık döneminde yine “ocaklar” varlıklarını korumakla birlikte 100 civarında bir araya gelmiş olan aile “bir oba” oluşturmuşlardır. Bu paylaşımdan ziyade savunma ve birlikte göç için geçerli idi.

Bununla beraber obanın başkanı vardı ve çıkan sorunları o çözüyordu. Artık topluluk “siyasi güce” de erişmişti. Cezalar uygulanmaya başlamıştı. Toplayıcılık zamanında akşamları toplanır, akşam ibadetinden sonra meyve bulamayanlar diğerlerinden alarak geçinirlerdi. Avcılık döneminde sabahları da toplanmaya başladılar. Kimlerin ne tarafa gidip avlanacakları hususunda karar alırlardı. Böylece aynı semtlerde avlanmazlardı.

Akşamları yine toplanır ve avlarını bölüşürlerdi. Kadınlar da meyvelerini getirmiş olurdu. Toplayıcılık döneminde başkanlar da toplanmaya katılırdı. Vergi yoktu. Ama toplamakta başkana yardım edilirdi. Verimli ağaçlar başkana bırakılırdı.

Avcılık dönemlerinde ise başkanlara etlerden ve meyvelerden pay ayrılmaya başlandı. Başkan ava katılmıyordu. Başkan bu topladıkları ile av avlayamayan, meyve toplayamayanlara bölüşme yapardı. Benim doğduğum bucağımda halk kurban etlerinin üçte birini köy meydanına getirir ve karıştırırlardı. Karıştırılan etler kurban kesmeyen ailelere nüfuslarına göre bölüştürürlerdi.

 

-Ateş 500 bin yıl önce bulunmuştu. “Bunlarla çağdaş olan bir gelişme de, zamanımızdan yarım milyon yıl kadar önce ateşin denetim altına alınmasıdır... Ateş insanların soğuğa karşı korunması, yiyeceklerin pişirilmesi, enerji ve zaman tasarrufu sağlamıştır...”(s.54-55)

Bugün ateşten yararlanan tek canlı insandır. İnsan öncesi varlığın da ateş kullandığı anlaşılmaktadır. Buradan insan öncesi maymunun bugünkü maymundan daha gelişmiş olduğu anlaşılıyor. İnsan ateşi hazır bulmuştur. Toplayıcılık zamanında da ondan yararlanmıştır. Ateş insanı canavarlardan korumaktadır. Isınmayı sağlamaktadır. Aydınlanmada kullanılmaktadır. Yiyeceklerin pişirilmesinde kullanılmaktadır. Ayrıca ağaçların doğranması için de yararlanılmaktadır. Avcılık dönemine geçildiğinde bütün bunlardan yararlanılmıştır. Et ancak pişirilerek yenmektedir. Avcılığa ateş teknolojisi ile geçilmiştir.

 

-Ateş kutsileşmiştir. “İleride ortaya çıkacak olan “ateşe tapış” kültleri, ateşin karşısından duyulan hem korku hem ilgi yaratan gizemli duygularla ilişkilidir, ateşin etkisinden yararlanan bazı kimselerin özel ayrıcalıklar elde ettikleri görülecektir...”(s.55-56)

Mağaralarda resimler yaparak çocuklara ders verme imkânı ateş sayesinde olmuştur. Ateşi yakmak son derece zordu. Ateş belki de başlangıçta yıldırım sonu çıkan bir yangından elde edilmişti. Ateş böylece sönmeden devam ettirilen bir araç olmuştur. Bu devamı sağlamak ibadet sayılmıştır. Yani, ateşi söndürmeden sürdürenler sevap işliyorlardı. Sonra ateş oradan alınırdı.

Köyümde ateşin küllendirilmesi ile muhafazası yapılırdı. Söndüğü zaman komşulardan alınırdı. Komşulara da ancak 10-15 dakika içinde gidilebilirdi. Kimsede kibrit alacak para yoktu. Sigara içenler çakmak taşı kullanırlardı. Taş ve kavı kendileri çıkarır, demiri de köyün demircisine yaptırırlardı. Bizde sigara içilmediği için biz ateşi külleyerek korurduk. Babamın gözlüğü vardı. Güneşe tutarak bez parçalarını tutuşturabiliyordu. Ancak bu sadece güneşli günlerde ve güneşli saatlerde olabildiği için pek elverişli değildi.

Kutsallık ateşten gelmiyordu. Dinlerin ona kutsallık vermesinden ileri geliyordu. Bu da onu muhafaza etmenin sevap kabul edilmesinden ibarettir. İnsanlar putperest yaratılmadı.

 

-Konuşmanın gelişmesi yaşamanın gelişmesi demektir. “Ava katılmayan yaşlıların kampta çocukları eğitmeleri de iletişim sistemlerine katkıda bulunmuş olabilir. Bu süre içinde toplumsal kültürel evrim yanı sıra biyolojik evrimin sürdüğü, beyinde çağrışım ve konuşma bölgelerinin de geliştiği düşünülürse, işaret ve sinyal dili yanı sıra konuşmanın da başlamış olduğu umulabilir.”(s.57)

İnsan konuşmaya başlaması ile insan olmuştur. Toplayıcılık döneminde de konuşuyordu. Gırtlakta ses tellerini gösteren belirtiler insanı insan öncesinden ayıran temel işarettir. İnsan öncesi varlık da toplayıcılık yapıyordu. Ancak insan olan varlık toplayıcılığı evrimleştiriyordu.

Her canlı kendi dilini bilmektedir. Kuşlar konuşurlar. Kelimeleri de 50-60 kadardır. Maymunlar, köpekler, keçiler hep konuşurlar.

Elbette insan da ilk yaratıldığı gün konuşuyordu. Ona isimler öğretildi. İnsan bunlarla konuşmaya başladı. Dağa “kar” dediği zaman “dağda kar yağdı” oluyordu. Sonra göğe “elma” deyince “yeşil elma” anlaşıldı. Daha sonra “yemek” deyince hem “yiyeceğin ismi” oldu hem de “yemenin mastarı” oldu. “Ben yemek” deyince, “yiyeceğim” anlaşıldı; “yemek ben” demekten, “ben yedim” anlaşıldı...

İşte insan dilini böylece geliştirdi. Hâlâ da geliştiriyor. Dil sayesinde düşünüyor, düşündükçe de dil gelişiyor. Dillerin farklılaşması da bu sebeple olmuştur. Çünkü değişik topluluklar değişik yönde geliştirdiler.

Türkler Y, Kırgızlar C, Yakutlar S harflerini değiştirerek kendi dillerini oluşturdular. Yok, Cok, Sok. Avcılık döneminde daha çok hayvan adları türedi.

 

-Avcılık yarım milyon yıl önce başladı. “Carleton S. Coon, araçlarda görülen bu birörnekliliği, yarım milyon yıl önce yaşamış olan insanların, günümüz Avusralyalıları gibi,öğrendikleri becerileri en ince ayrıntılarına kadar gençlerine öğretebildiklerini gösterdiği, bunun ise hem konuşmayı hem de sıkı bir disiplini gerektirdiği yolunda yorumlar...”(s.58)

Demek ki, insan öncesi varlık avcılığa başlamıştı.

İnsan yaratıldıktan sonra toplayıcılık dönemini geçirerek avcılığa geçmiştir. İnsan öncesi avcılık durağan, insan avcılığı durağandır. Bugünkü Avustralya avcıları insan öncesi avcılara benzemezler ama insan avcılara benzerler. Düşünce ve zekâ bakımından farksızdırlar. Ateistler kanıt bulamayınca bu benzerlik geçersizdir diyorlar.

 

-Bu dönemde uzmanlaşma yoktur. (s.58-59)

İnsan öncesi avcılarda uzmanlaşma yoktur. Çünkü bunlarda biyolojik evrim vardır, sosyolojik evrim yoktur. Bunların beyinleri henüz asimetrik değildir. Bunlarda ses telleri oluşmamıştır.

 

-Cinsel ilişkilerde de düzenleme başlamıştır. “Sürtüşmeleri azaltmak amacıyla cinsel ilişkilerin de kurallara bağlanmaya başlandığı düşünülebilir. Bu değişikliklerle ve geçici kamp yerinin oluşturulmasıyla ilkel sürü “avcı ve toplayıcı takımı”na dönüşmüştür.”(s.59)

Cinsel ilişkide düzenlemeler birçok hayvanda vardır. Erkek balık bir yeri bir hafta kadar bekler. Oraya başka erkeği uğratmaz. Başka erkek balıklar uğramak da istemezler. Bunu özel ötmesi ile duyurur. Burası benim der. Bir hafta sonra karnında bulunan yumurtalar dolu balığı yakalar, o sahaya getirir, orada yumurtlatır ve ondan sonra kendi erkek spermlerini akıtarak döllendirir. Biraz bekledikten sonra ayrılıp gider. Orada balık sürüsü çıkar. Horoz diğer horozlarla dövüşür ve tavuklarını ortak etmez. Bir ineğin arkasında birkaç erkek koşar, biri onu yakalayınca diğerleri dağılır. Eşleşme maymunlarda da vardır. Bunlar biyolojik özelliklerdir.

İlk insan da karı-koca olarak yaşamaya başlamıştır. Hattâ bu insan öncesi canlı için de geçerli olabilir. Birlikte yaşayan sürünün içinde eşler olması yanında dışarıdaki ocak veya bucaklardan gelin getirilmesi olayı insan topluluklarına has bir olay görülüyor. Ama insan öncesi varlıklar için de sözkonusu olabilir. Kesin olan şudur ki, aile anlayışı insanda biyolojik özelliktir. Sonradan edinilen bir olay değildir. Tam tersine fuhuş sonraki arızalardandır.

 

-Cins farkı, yaş farkı fazla etkin görünmüyor. “Avcı ve toplayıcı takımın toplumsal yapısı ilkel sürüye göre türdeş olmaktan uzaklaşmaya başlamışsa da, ilkel sürününki gibi eşitlikçidir...”(s.60)

İnsan öncesi avcılarda kadın ve yaş farkları genetik olarak ne varsa odur. Bir evrim geçirmemiştir. Oysa insanda cins farkı evrim geçirmiştir. Bilhassa avcılık zamanında çok eşlilik başlayınca kadınlar arası hukuk koca tarafından gözetildiği için erkeği üst seviyeye çıkarmıştır. Erkeğin kuvvetli ve silahlı olması erkeği kadının üstüne çıkarmaz. Kadının güzelliği bütün silahlardan daha güçlüdür. Erkek karısı ile savaşamaz. Kadın daima galiptir. Ancak erkeklerin kurduğu siyasi ve iş örgütlerinde onun sözü geçerli olmayacaktır. İnsanlarda her zaman cins farkı, yaş farkı, bilgi farkı ve güç farkı etkili olmuştur. Örgütlenme de böyle olmuştur. Bu farklar değişik olmuştur. Azalmış, çoğalmış, ama hep olmuştur.

 

-Neanderthal adamı genç yaşta sakat kalmış ama kırk yaşına kadar beslenmiştir. “Şanider’de bulunan Neanderthal kemiklerinin incelenmesi, genç yaşta çolak kalmış bir adamın kırk yaşlarında ölmesine kadar takımı tarafından beslendiğini ortaya koymuştur.”(s.60)

Neanderthal adamının insan öncesi mi yoksa insan mı olduğu hususu aydınlatılmalıdır. Bunun önemi, insandaki yakınlık ve komşuluk ilişkileri belleğe dayanır. İnsanlar sakatları da yaşatırlar. Hattâ bilinçleri oluşmamış çocukları ile ilgili olarak anne-babaları sonuna kadar hayatta kalmaları için uğraşırlar. Bu uğraşı hayvanlarda göremiyoruz. Ateş kullanma gibi, bu özelliğin insan öncesi canlılara da verilip verilmediği önemi haiz olacaktır.

 

-500 bin ile 10-15 bin yıl öncesine kadar yamyamlık dönemi varsa da, savaş düzeni yoktur. “Toplumsal birimin ilkel sürüden avcı ve toplayıcı takımına geçmiş olması, onun çapında büyük bir değişiklik yaratmamıştır... Ancak takımlar arası “savaşçı” diyebileceğimiz bu ilişkilerin düzenli, sistemli ilişkiler oldukları söylenemez...”(s.61)

Mağara resimlerini çizen 50 000 yıl öncesi canlı insandır. 10 veya 15 bin yıl öncesine kadar insan öncesi canlı gelmiştir. Neanderthal adamı ile Homo sapiens adamı bir arada yaşamadı. Asıl sorun biyolojik evrimde çiftleşme olmaz yani evrim öncesi canlı evrim sonrası canlı ile çiftleşerek yeni nesil üretmez. Bugün yeryüzünde mevcut olan tüm insanlar aynı kromozomlara sahiptir ve eşleşerek ortak yavru yapabilmektedirler. İşte insan bunlardır. Yani bu kromozomları taşıyanlardır. Maymunlar görünüşte insanlara benzerlerse de kromozomlar arasında ne sayılarında ne de yapılarında bir yakınlık yoktur. Bu da zor açıklanır bir olaydır.

 

-İlk avcılık dönemlerinde evlilik ve akrabalık müesseselerini söylemek zor. “Kısaca, avcılık ve toplayıcılık döneminde dıştan evlenme göreneğinin ve bununla ilişkili olan ana soy zincirli ya da baba soy zincirli akrabalık ilişkilerinin bulunduğunu söylemek güç.”(s.61-62)

İnsan öncesi varlıklarda eşleşme olabilir, ancak merasimli evlenme, kız alıp vermeler, bir soy zinciri oluşmamıştır. İnsan ilk yaratıldığı günden itibaren beyninde hafıza olduğu, beyninde asimetriklediği için kendisine yakın olanları bilmiştir. Aile müessesesi başlamıştır. Cinsi ilişkilerde dıştan evlenme ilkeleri gelişmiştir. Bütün bunlar çok açık gösteriyor ki, insan öncesi maymunda insanla ilgili hiçbir özellik yoktur. Sadece biyolojik evrimle kendisine öğretilen insanın ileride sahip olacağı bazı özelliklere sahiptir.

 

-Tek tip araç kullanılır. Topluluklarda bir evrim görülmez. (s.62)

Görülüyor ki, yazarın tesbitleri bizim varsayım doğrultusundadır. Biyolojik evrimde ne öğretilmişse o vardır ve bir değişme ve gelişme yoktur.

 

-Takım içi çekişme yoktur. “Takım içi ilişkilere gelince, avcılıkta bireysel çıkar ile takım çıkarı birliğinin doğduğunu, ancak bu çıkar birliğinin, yeni ekonomik işbirliği biçimleri yaratması için öteki koşulların bulunmadığından, toplumsal yapıda bir değişiklik yaratmadığı görülür...”(s.62)

Sosyal evrimi olmayan topluluklarda iç çekişme yoktur. Biyolojik kodlama ile ortak yaşamlarını sürdürürler. Bununla beraber arılarda eğer iki anaç ortaya çıkarsa işçi arılar birini hemen öldürürler. Dışardan gelen arıları kapıda bekler, koku ile tanır ve boğarlar. Ama bu durum biyolojik kodlama ile olup bu hususta bir evrim sözkonusu değildir. İnsanda ise kişilik korunduğu için topluluk içinde de kişiler arasında yarış vardır. Böylece insan yapısı hayvanlardan tamamen farklıdır. Takım içi çekişme insanın bir taraftan sosyal yapısına, diğer taraftan da kişiliği korumasına dayanan bir olaydır. Zaten hukuk düzeni de buradan gelmektedir.

 

-Alt gruplar yoktur. “Takımın içinde alt gruplar yoktur... Takımın yapısı genel olarak “farklılaşmış”, “ilkel” ve “eşitlikçi”, “işbirlikçi”, “göçebe” biçimini sürdürmektedir... Avcı ve toplayıcı takımda belki bir parça artı enerji ve boş zaman sahibi olabilmiş, ama bir toplumsal artıya sahip olabilecek verimlilik düzeyine ve örgütlenme biçimine sahip olamamıştır...”(62-63)

İç çekişmeler olmayınca, herkes kendi işini kendisi bilince, kademeli örgütlenme sözkonusu değildir. Sadece başkanlar belirlidir. Bunun tabiî sonucu olarak toplulukların birleşmesi de yoktur. Görülüyor ki, burada anlatılan insan değil, insan öncesi maymundur. Yazarın çok önemli tesbitleri vardır. Bizi aydınlatmıştır. Hata ettiklerini tekrar hatırlatalım.

  1. İnsanlar bir anne-babadan üremiş oldukları halde, o nesil değişmesi olarak insan olduklarını sanıyor.
  2. İnsanlar sıçrama ile birden insan oldukları halde, yazar insanın yavaş yavaş değişerek bu hâle geldiğini sanıyor.
  3. İnsanda biyolojik evrim duruyor, sosyal evrim devam ediyor. Tek sosyal evrimi yapan insandır. Yazara göre, sosyal evrimle biyolojik evrim bir arada olmuş, tedrici olarak biyolojik evrim azalmış, sosyal evrim gelişmiştir. Bu yanlıştır.
  4. İnsanlardaki toplayıcılık ve avcılık evrimi sosyal, oysa insan öncesi varlıklardaki toplayıcılık ve avcılık evrimi biyolojiktir. Soğukların başlaması ile bu evrim genetik veya selektif olarak yapılmış olur. İnsanda ise sosyal evrimle gerçekleşmiştir.

Yazar bu hataları yapmakla beraber, insandaki avcılığı uzman avcılık adı altında ele almıştır. İnsan öncesi avcılıkla insandaki avcılığı ayırmıştır. Eksik bıraktığı şey uzman toplayıcılık olmalıdır. Yani, hayvanlardaki toplayıcılık ve avcılık durağan toplayıcılık ve avcılıktır. Oysa insanlardaki toplayıcılık ve avcılık dinamiktir. Yazar ona uzman toplayıcılık ve avcılık demiş olmaktadır. Biz ise insandaki toplayıcılık ve avcılığı ele alıyor, insan öncesi toplayıcılık ve avcılığı hayvanlardaki biyolojik evrimleşme içinde mütalaa ediyoruz.

Kâinat’ta;

  1. Önce zaman ve mekân çifti yaratıldı. (Mütecanis bir âlem.) Etkileşmeyen.
  2. Sonra madde ve enerji çifti yaratıldı. (Sınırlı sayıda mekân ve zamanda dağılmış varlıklar.) Etkileşen.
  3. Sonra bitki ve hayvan çifti yaratıldı. (DNA ve 01 zinciri ile kodlanmış varlıklar.)
  4. En sonunda insan ve topluluk çifti yaratıldı. (Yetkili ve sorumlu varlıklar.)

Kâinat büyümektedir. Maddî âlem de birleşerek evrim yapmaktadır. Canlı âlem türden türe evrimleşmektedir. İnsan ise çevreyi evrimleştirmektedir.

Bütün bunlar diğer taraftan çökmeye gidecektir. Kâinat büzülecektir. Canlılarda evrim durmuş, inkıraz başlamıştır. İnsanlarda çökme olacaktır.

Sosyal evrimin başlaması ile yalnız insanda biyolojik evrim durmamıştır. Tüm canlılarda durmuştur. Ağaçlar meyve vermeye başlayınca büyümeyi durdururlar. Bütün bunlar mukaddes kitapların söylediklerini onaylamanın ötesinde yeni bir şey getirmiyor.

 

c. Uzman Avcılık ve Toplumsal Düşünsel Etkileri

-Uzman avcılık yukarı paleontolojik dönemin sonlarında gerçekleşmiştir. Bu devir 160 bin ile 40 bin yıl öncesinde başlar. Neanderthal insanı gerçekleştirir. “Yukarı paleolitiğin uzman avcı topluluklarının çıkmasına yol açan gelişmeler, 190-40 bin yılları arasını kapsayan orta paleolitiğin sonlarına doğru ve Homo sapiens neanderthalensis takımları tarafından gerçekleştirilmişti... Ekonomik ve toplumsal yapıları büyük takım avının gerektirdiği farklılaşmaları geçirmiş olmalı. İlkin araçlarının çeşitlendiği, farklılaştığı görülüyor...”(s.63-64)

Buradan açıkça anlaşılıyor ki, Hz. Adem ve eşi Havva bundan 50-60 bin yıl önce yaratıldı. Mağaradaki resimler de bunları kanıtlıyor. Neanderthal insan, insan öncesi değil, doğrudan insan idi. Araçlar çeşitleniyor ve farklılaşıyor. Ocaklar arası işbirliği başlıyor. Ölüler gömülüyor. Sihirsel düşünce başlamışa benziyor.

Araçlar çeşitleniyor, çünkü insan zeki varlık. Sosyal evrim var. Bilinç var. Topluluklar arası birlikler başlıyor. İçte örgütlenme vardır. İnsan sebep-sonuç ilişkileri üzerinde duruyor. Etkileyecek kanunlar arıyor. Sihir peşinde. İnançlı insanlar tekrar dirileceklerine inanıyor. Yani insandaki ilim, din, ekonomi ve sosyal yapı artık oluşmuştur.

Burada yapılan hata, insanlardaki avcılığı hayvanlardaki avcılığın gelişmesi olarak görmektir. Oysa, insandaki avcılık insandaki toplayıcılıktan evrimleşmiştir. Avcılık yapabilecek aletlerin çoğunu toplayıcılık zamanında geliştirmişti. Onu avcılığa sürükleyen buzulların başlaması ve nüfusun artmasıdır.

Bize göre, 63500 yıl önce toplayıcılık, 31500 yıl önce avcılık, 15500 yıl önce çobanlık, 7500 yıl önce tarım, 3500 yıl önce pazarcılık, 1500 yıl önce tüccarlık, 500 yıl önce de işçilik dönemi başlamıştır. Avcılığa biraz daha erken, 50 000 yılları içinde geçmiş olabiliriz. Kabaca insanın yaratılış tarihine bizi dizi götürmektedir.

 

-50 000 yıl önce Neanderthal insan yok oldu. Yerine Homo sapiens sapiens insan geldi. (s.64)

Bu olay Nuh Tufanı ile izah edilebilir. Kur’an’da İdris Peygamberden bahsedilmektedir ki, mağarada ders veren peygamber olmalıdır. Hz. Adem’den sonra gelmektedir. Ancak Kur’an tüm insan neslinin kalktığını söylemektedir.

 

-Yukarı paleolitik avcı kültürünün son aşaması son buzul çağında sona ermiştir. (s.64)

Sıcakların başlamasıyla çobanlığa gidilmiştir. Son buzul çağı 10 000 yıl sürmüştür. O halde avcılık dönemi de bu zamanlarda yer almıştır.

 

-Ok, yay, kamp hayatı ve dil bu devrin ürünleridir. (s.65)

Artık insan vardır. Toplayıcılıktan avcılığa buzulların başlaması ile geçmiştir. Sıcakların başlamasıyla çobanlığa geçmiştir.

 

-Artık takımlardan topluluğa geçilmiştir. “Toplumsal yapılarında görülen gelişmelerin ve karmaşıklaşmaların onları avcı ve toplayıcı “takımlar”dan uzman avcı “topluluklar” durumuna yükseltmiş olduğunu söyleyebiliriz.”(s.65)

Toplayıcılıkta tüketim birliği vardı. 10 kadar aileyi içeriyordu.

Avcılıkta ise üretim birliği vardır. Kabile veya ocaklar (aşiretler) oluşmuştur.

Aile 3 ile 10 kişi arasıdır. Her zaman vardır.

Ocak 30 ile 100 kişi arasıdır. Her zaman vardır.

Bucak 3 000 ile 10 000 arasıdır. Avcılıkta ortaya çıktı.

İl        300 000 ile 1 00 000 arasıdır. Çobanlık zamanında ortaya çıktı.

Ülke    30 milyonla 100 milyon arasıdır. Tarım döneminde ortaya çıktı.

İnsanlık bugün 3 milyar ile 10 milyar arasıdır. İnsanlık seviyesi, insanlar sanayi dönemine geçtiği zaman ortaya çıktı.

Görülüyor ki, dizi burada da geçerliliğini koruyor.

 

-Uzman avcılık 50 bin yıldan 10 bin yıl arasında yerleştiler. (s.66)

Bize göre 32 bin yıl öncedir. Dizinin verdiği rakam budur. Kesin değildir.

 

-35 bin yıl ile 32 bin yıl arasına koyanlar vardır. (s.66)

Bizim görüşümüzü teyit etmektedir.

 

-Yakın doğuda 32-26 bin arasıdır. (s.66)

Görüşümüzü destekler.

 

-Rusya’dan gelenler 26-20 bin arasında bu seviyeye gelmiştir. (s.66)

Görüşümüzü destekler. Çünkü sonraları yayılmıştır.

 

-Solutrean kültürü 20 ile 15 bin yılları arasına konur. (s.67)

Görüşümüzü değiştirmez. İnsanlar çobanlık döneminde avcılığa devam ettiler, ayrıca hayvanları yine kestiler ve yüzdüler. Evrim devam edecek.

 

-Magdaleniyan kültürü 15-10 bin yılları arasındadır. Mağara resimleri görünmeye başlar. “Magdaleniyan kültürün en büyükbaşarısı yukarı paleolitik “sanat”tır. Mağaralara ve kayalara yapılan resimler yanı sıra, gravürleri, kabartmaları, taş, fildişi ve pişirilmiş balçık heykelcikleri, geyik boynuzundan yapılan araçları süsleyen oymaları da içeren etkinlikler...”(s.67)

Tevrat’ın verdiği tarihler ile Kur’an’ın Hz. Nuh hakkında verdiği tarihler bizim yukarıda verdiğimiz rakamlara uymamaktadır. Yani Nuh Tufanı yakın zamanda olmuştur ve mevziîdir.

Lût Peygamber Milattan 2000 yıl önce, Sâlih Peygamber 3000 yıl önce, Hûd Peygamber 4000 yıl önce ve Nuh Peygamber 5000 yıl önce yani zamanımızdan 7000 yıl önce gelmiş olmalıdır. Tarım döneminde gelmiş olmalıdır.

 

-Uzman avcılık döneminde kadın-erkek işbölümü kamp içi ve kamp dışı olarak belirlendi. “Bu ekonomide avcılık erkekler tarafından yapılmaktadır. Toplayıcılıkları eski önemini yitiren kadınlara, avcılığın yan ürünlerinin değerlendirilmesi  işleri, derilerden eşya yapılması, etlerin pişirilmesi gibi kamp yerlerinde yapılan “ev ekonomisi” işleri yüklenmiş görünüyor. Böylece kadın-erkek ekonomik işbölümü, avcılık ve toplayıcılık dışında, kamp içi ve kamp dışı işlerinin bölünmesi biçiminde yeni bir boyut kazanmıştır.”(s.67-68)

İnsanın biyolojik yapısı kadını ev işine, erkeği de dışarıya mahkum etmiştir.

Bugün de sosyal yapı böyle oluşmuştur.

Gelecekte erkekler uzaktaki işyerlerine gidip orada çalışacaklar, askerliği erkekler yapacaklar, kadınlar ise evlerinde kalacak ve ev işlerini yapacak, ayrıca evlerinin yanında yapılacak hafif üretim işlerinde çalışacaklardır. Çalışıp çalışmamakta serbest olacaklardır. Yani, işe gelirlerse üretim yapar ve ücret alırlar, gelmezlerse zorlanmayacak ve işten çıkarılmayacaktır, yahut ücretleri düşürülmeyecektir.

Oysa, erkeklerin yaptığı işlerde ise işe gelme zorunlu olacaktır. Dükkânını açmayan bir esnaf müşterilerine zarar verirse, bu zarar onun akilesi tarafından tazmin edilecektir. Dayanışma ortaklığı ona meslekî garanti vermekten elini çekebilecektir.

O halde, evrim çizgisinde kadın-erkek işbölümü olacak, ancak farklı biçimlere girecektir. Bizim inceleyeceğimiz konu bu farklılığı ortaya koymaktır.

 

-İlk dönemlerden kalan 100 000 at kalıntısı bulunmuştur. (s.68)

Bu avlanma insan öncesi canlının avlanması olabilir.

 

-Uzman avcıların yanında boş zaman uzmanları yahut yaşlı sihir uzmanları ortaya çıktı. “Bazı yazarlar bu dönemde uzmanlaşmış taş araçların ve araç yapan araçların uzman, hatta tam zaman uzmanı kişilerce yapılmış olabileceğini söylerler. Uzmanlaşan kişilerin arasına yaşlı sağaltıcıları, ileride ele alınacak olan sihirci sanatçıları da katarlar... Bunlar yarı zaman ya da “boş zaman uzmanları” olabilirler.”(s.69)

Yaşlandıkça ava gidemeyen ama avlama bilgileri çok ileride olan yaşlı uzman avcılar ava gidemeyen küçükleri eğitmeye başlamışlardır. Böylece bunlar da öğretmenlik görevini yüklenmişlerdir.

Bugün eğitimciler pratik yapmadıkları için eğitim ile hayat birbirinden kopmuştur. Günümüzde eğitim sadece bir topluluğu başka topluluğa asimile etme aracıdır. Oysa, bugün bir öğretmen sınıfı yerine, önce faal olan insanlar emekli olunca öğretmen olmalıdırlar. Bu uygulama sayesinde emekliler bir taraftan yük olmazlar, diğer taraftan tecrübelerini gençlere katarak ilerleme sağlanır. Biz emekli olma yerine geri hizmete almayı öneriyoruz.

 

-Uzmanlaşma artı ürüne ihtiyaç gösterir. (s.70)

Uzmanlaşma artı ürünü, artı ürün artı zamanı, artı zaman da artı uzmanlaşmayı getirir. Böylece evrim süratle gelişmeye başlar.

 

-Uzman avcılık yönetimin erkeklerin eline geçmesine sebep oldu. “Artı besin erkeklerin av etkinlikleriyle sağlandığı için, erkeklerin toplumdaki statüleri, saygınlıkları artmış olmalı... Avdan sağlanan artı besinle yönetimin erkeklerin eline geçmesi yolunda ilk adım atılmıştır.”(s.70-71)

Bunun iki sebebi vardır. Biri, avcılık döneminde erkek sayısının azlığı çok evliliği zorunlu kılmıştır. Bu da kadının üzerinde koca hakimiyeti oluşturmuştur. Savaşlar erkek nüfusunu devamlı olarak az tutmuştur. İkinci sebebi de, erkekler ocaklar şeklinde işlerini başaramayınca, “bucak” yani “kabile” olarak üst kuruluşları oluşturdular. Ocaklarda kadınların fonksiyonu olduğu için erkekle eşitlik içindedir. Ama bucakta ise kadın görevli değildir. O halde bucak içinde kadın yoktur. Bucaklar merkezî yönetime doğru kayınca kadın ezilmeye başladı.

Bu sebepledir ki, İslâmiyet’te kadının bucak yönetiminde söz hakkı var ama zorunlu görevi yoktur. Bu onun ezilmemesini sağlıyor ama kadınlık görevlerini de aksatmıyor.

 

-Birlikte avlanma birkaç gün yetecek besin üretmiştir. Bu boş zamanı oluşturmuştur. Evrimleşmeye neden olmuştur. “İki üç gün süren hayvan avı sonunda avlanan birkaç büyük hayvan, topluluğu bir iki hafta için ava çıkma zorunluluğunda kurtarmıştır. Böylece bir boş zaman, bir “artı zaman” sağlanmıştır. Bu artı zaman, avın yan ürünlerinin değerlendirilmesi, ... gibi ekonomik etkinlikler yanı sıra, toplumsal etkinliklerin, hatta kültürel etkinliklerin geliştirilmesinin nesnel olanaklarını hazırlamıştır. Toplumsal ilişkileri pekiştirmiş ve geliştirmiştir...”(s.71-72)

İnsan boş duramaz. Mutlaka kendisine bir meşgale bulur. Bu durum insanın günlük yaşamında da böyledir. Toplayıcılıkta aydınlık saatlerinde toplamakla meşgul olmuş, ama uzun kış gecelerini ise ocak başında eğitim ve el işleri ile değerlendirmiştir. Avcılıkta döneminde buna boş günler de eklenmiştir. İbadetler insanların boş zamanlarını iyi bir şekilde değerlendirmeleri için konmuştur. “Boş kaldığında toplantıya katıl.” âyeti bunu açıkça ifade eder. İnsan hayatı ibadetlerle düzenlenmiştir.

İnsan sabahleyin kalkar, elini yüzünü yıkar ve vitir namazını kılar. Güneş doğmadan toplanılır ve sabah namazı kılınır. Hemen namazdan sonra herkes işe gider veya birlikte gidilir. Öğleyin tekrar toplanılır ve birlikte öğle namazı kılınır. Namaz sonrasında aile ile birlikte evde öğle istirahatine çekilinir. İkindi vaktinde ikindi-akşam mesaisi için toplanılır ve ikindi namazından sonra bu mesai yapılır. Akşam mesai bitince akşam namazı kılınır. Yatsıdan önce gece sohbeti yapılır ve yatsı kılınarak yatılır.

Bu düzenleme ilk insandan itibaren başladı. Akşam toplayıcılıkta, sabah avcılıkta, öğle çobanlıkta, ikindi tarımcılıkta, yatsı ise uygarlık döneminde ortaya çıktı.

İşbölümü eğitimi zarureti vardı. Akşam ürünleri bölüşmek, sabah semtleri bölüşmek, öğle hayvanları sulamak, ikindi üzümleri sıkmaya başlamak için teşri edildi. Yatsı eğitim zaruretinden doğdu. Bugün insanın hayatı düzenlenmediği için boş zamanlar içki, kumar, fuhuş ve oyun ile geçirilmektedir. Bu da sosyal tufanı getirmektedir.

 

-Eşgüdüm kimilerine göre hiyerarşik itaatle, kimilerine göre demokratik yöntemle sağlanmıştır. “Çok sayıda kimsenin iri hayvanları avlamak üzere katıldığı büyük takım avı ya da birçok takımların katılmasını gerektiren sürek avı, tekil avlanmaktan farklı olarak, eşgüdümü ve belli bir disiplini gerektirmiştir. Bu eşgüdüm ve disiplinin nasıl sağlandığını bilmiyoruz... somut belirtilirse, birinciler güç geçim koşullarının dayatabileceği kaba güce pirim veren örgütlenme biçimlerini hesaba almama, ikinciler yerleşmeyle ve mülkiyetin çıkışıyla doğacak kurumları, bunların bulunmadığı dönemlerden başlatma eğilimi gösterirler.”(s.72)

Ocak içindeki disiplin ocak başkanınca sağlanmıştır. Genellikle bu babadır, dededir. Kimi zaman da ağabeydir. Ama mutlaka disiplin vardır. Bu disipline uyan ocaklar varlıklarını sürdürür, diğerleri çöker ve dağılır giderdi. Kabile içinde ise yaşlılar toplanır ve konuları görüşmeye başlarlar. Tartışmalar sürdükçe işi olanlar ayrılır ve sayıları azalmaya başlar. Kalanlar ittifak edince karar alınmış olurdu.

Bucak başkanının seçimi de benzer şekilde olur. Halk kendi temsilcilerini seçer, temsilciler kendi aralarında birini ittifakla başkan yaparlardı. Bazan çekişmeler uzun sürebilirdi. Bölünme ve dağılmalar da olabilirdi. Ancak seçenler varlıklarını korurdu.

Hâsılı, ocakta yönetim “merkezî”, bucakta ise “demokrat” idi. Diğer denemeler başarısız olurdu. Bugün de benzer sistemi uygulamamız gerekir. Bucakta demokrasi, ocakta merkezî sistem. Yönetim özel bir ocak olacaktır.

 

-Klanlar dıştan evlilik ve babaerkil aileyi doğurmuştur. “Dıştan evlenme avcı topluluk içindeki cinsel rekabeti önleyerek topluluğun birliğini pekiştirirken, gelin-güvey alışverişi de topluluklar arası ekonomik işbirliğini pekiştirecek, ... Bu göreneğin kurumsallaşmasıyla avcı “topluluklar” kandaş birliklere, “klanlar”a dönüşecektir. Gelinlerini dışarıdan alan klanlar doğal olarak “baba soy zinciri”ni izleyen klanlar olacaktır...”(s.72-73)

İnsanlarda 23 çift kromozom vardır. Bunlar kadında eştirler, erkekte ise X kromozomun eşi Y tektir, X de tektir. Kromozomlarla soy izlenmez. Çünkü anneden gelenler mi babadan gelenler mi oldukları bilinmez. Ama Y kromozomu babadan gelir, soy baba tarafından belirlenir. İnsanın biyolojik temelidir bu.

Toplayıcılıktan beri daima soy erkek tarafından belirlenmiştir. Bu evliliği korumak için de gereklidir. Anne doğumla bellidir. Çocuğun hangi babaya ait olduğunun tesbiti yapılmalıdır. Yakın eşleşme bütün canlılarda yasaktır. Toplayıcılık döneminde henüz yaşlanmamış kromozomlarda yakın evlilik zarar vermemektedir. Avcılık döneminde ise dıştan gelin alma daha uygun hâle gelmiştir. Birlikte yaşayan kimseler arasında fuhuş böyle önlenmiştir. Bu ocaklar arasında yakınlaşmaları sağlamıştır. Bucağı bir soydan yapmıştır.

Sanayi döneminde bu husus bozulmuştur. Aile çökmeye başlamış, nüfus azalmaya gitmiştir. Bu olumsuz durumun düzeltilmesi için ocak-bucak örgütlenmesine gerek vardır. Evlilik dışı yasaklarla yeniden aile düzenlenmesi getirilmelidir. İnsanlık gençleşmelidir.

 

-Dil doğmuş veya gelişmiş olabilir, mübadeleye lüks mallar için başlanmıştır. (s.73-74)

Mübadele her zaman geçerli olmuştur. Toplayıcılık zamanında hediyeleşme ile başlayan mübadele sonraları hukuki mahiyet almış, ölçü ve tartı ile ya değiştirilmiş ya da borç verilmiştir. Toplayıcılık döneminde para karşılığı kuru yemiş kullanıldığı halde avcılıkta deri olmuştur.

 

-Araç yapımında iş bölümü başlar. (s.74)

İnsanların geçimi toplayıcılık ve avcılıktır. Ancak bazı araç yapanlar bundan muaf tutulur, onlar araç yapar ve ava katılmayabilirdi. Toplayıcılık döneminde de uzmanlaşma var, ancak toplayıcılığı terk etme yoktur.

Köyümüzde herkes tarla eker ve hayvan besler. Ayrıca herkes kendisine yan meslek edinir. Terzi olur, dülger olur, taşçı olur, demirci olur, saban yapar, değirmen taşını yontar, tekneyi yapar. Hemen her ailede bir zanaatçı vardır. Bunların bir kısmı bunu hayrına yapar, bir kısmı ise ek gelir temin eder.

Mamafih hemen hemen kendi işini hiç yapmayan bir-iki kişi daha vardır, bunlar muhtar ile imamdır. Bunları halk imece usulü ile yapar. Onlar çocuk okutur, köy işlerine bakarlar. Avcılık döneminde sanatçıların bir kısmı ava katılmayabilirdi. O insanların kaprisleri yoktur. İşin icabı ne ise onu yaparlar. O halde bize göre makul olanı yapmışlardır.

 

-Homo sapiens beyni bizim beynimiz kadardır. Konuşmaya başlamıştır. “Bu dönemde (beyin büyüklüğünün günümüzün insanı düzeyinde gelişmiş olduğuna bakılara) konuşmanın başladığı kabul edilir...”(s.75)

Neanderthal insanın beyni bizim beynimiz kadar değilse, konuşamıyor demektir. Konuşamıyorsa, insan değildir demektir. O zaman o varlık insan öncesi varlıktır demektir. Neanderthal insan 50 000 sene önce yok olmuştur. Demek ki, Nuh Tufanı o zaman olmamıştır. Bu da Kur’an’ın ve Tevrat’ın verilerine uygundur.

 

-Dil insanları anlaştırmış, birleştirmiş, geliştirmiş ve farklılaştırmıştır. “Konuşmanın ekonomik alandaki etkisi, işbirliğini geliştirmesi, ortak avda daha etkin bir eşgüdüm sağlanması, öğrenme sürecini kısaltması, dolayısıyla çalışmanın verimliliğini artırmasıdır...”(s.75)

Dilin farklılaşması ile uluslar ortaya çıkmıştır. Dil insanlığı uluslararası seviyede organize olmaya götürmüştür. Avcılık dönemi birbirinden kopuk halklar oluşturmuştur. Bugünkü dillerin tüm kaynağı o dönemdir. Yani, diller bundan 16 bin yıl önce oluşmuştur. Nuh Tufanından sonra dillerde bir karışma ve kaynaşma vardır.

 

-Uzman avcıların düşüncelerini kalıntılarla biliyoruz. Duygulardan çok düşüncelerini aksettirmektedirler. (s.75-76)

İlk insan inanıyordu ve ibadet ediyordu. Başka insanları etkilemeye uğraşmıyordu. Çünkü birbirine karışmış topluluklar yoktu. Ama yerleştikten sonra değişik kültürler çatışmaya başladı. Ondan sonra dil aynı zamanda tebliğ aracı oldu.

 

-Daha çok hayvan resimleri çizilmiştir. “Yukarı paleolitik sanat olarak anılan resimler ve heykelcikler, uzman avcı topluluklarının estetik değerlerinden çok düşüncelerini yansıtan kalıntılardır.”(s.76-77)

Hayvan resimleri çizilmiş, çünkü avcılık dersi veriliyordu. Hayvan başlı maskelerle temsili olarak avcılık öğretiliyordu. Bugün trafik canavarı ne ise, o gün de av canavarı o idi. Gençleri eğitme bir numaralı sorun oluyordu.

 

-Mağaradaki resimlerin sihirsel amaçları olacağı ileri sürülüyor. “Bu tür törenler, bireysel korku duygusunu savan, bireyde topluluğun gücünün bilincini uyandıran, başarıya ulaşılacağı yolunda bir inancı ve bu inancın yol açtığı azmi yaratan av hazırlıkları olmalıdır. Kısacası, çoğu yazar bu resimlerin av sihiri ile ilgili olduklarını kabul etmektedir...”. (s.78)

Ava çıkanların mağaralara giderek savaşa çıkanlar gibi Allah’a dua ettiklerinden şüphe yoktur. Müslümanlar her harekette “Bismillah” derler. Her tehlikeden önce dua ederler. Bu onların sihirsel düşüncelerinden çok inançları gereğidir.

Resimler ve törenler onlara son olarak avlanacak hayvanları tanıtma amacını güder. Ayrıca hareket saatleri namaz saatlerine rastladığı için mabede gidip dua etmektedirler.

Bu yorumlar ilk insanın bizim kadar bilgili olmamakla beraber, bizim kadar akıllı olduğunu kabul etmekle olur. Okumamış insanlarla diyalog kurun, sizden daha akıllı olduklarını görürsünüz. İnanç bilgiye değil akla dayanır.

 

-Mağara resimleri ustaca çizilmiştir, çizenler eğitimden geçmiş olmalıdırlar. “Dahası bu resimlerin yapılabilmesi için uzun birçıraklık döneminin geçmesi gerektiği ve bu çıraklık eğitiminin “okullarda” örgütlendirildiği yolunda arkeolojik ipuçlarının bulunduğu öne sürülmektedir...” (s.78-79)

Eğitim aracı olan resimlerin sanatkârlar tarafından çizilmesi bize o insanların bizim genetiğimize sahip olduğunu gösterir. Onların resimleri ile bugünkü resimler arasında bir derece farkı yoktur. Bu da duygularda evrim olmadığını, biyolojik evrim olmadığını gösterir. Parmaklarla beyin arasındaki birlik resim meydana getirir. Bunu da ancak insan yapabilir.

 

-Hayvan heykelcikleri resimleri gibidir. Hamile kadın Venüs heykeli ise bereket ve sihirle ilişkilidir. Anaerkilliğe delâlet etmez. “Heykelciklerin bir başka bölümü arkeolojide “venüsler” adıyla anılan, cinsel özellikleri abartılmış, kimileri hamile kadın heykelcikleridir. Bunlar da bilim adamlarının çoğu tarafından “bereket kültü”, “doğurganlık kültü”, “verimlilik kültü” işareti olarak yorumlanırlar...”(s.79-80)

Hayvan heykelleri eğitim amacı ile yapılmıştır. Çocukların yetişme çağındaki oyuncaklarıdır. Üretilmeleri de öyledir. Venüs ise tanrıyı temsil eder. Şöyle ki, insanlar Allah’a daima bir isim aramışlardır. Her şeyi yaratan, her şeyi var eden, doğuran anlamında, onu doğuran ana ile ifade etmişlerdir. Var etmek, yaratmak masdarları ile doğurmak masdarları aynı olabilir. Venüs heykellerini Allah’ı temsil etmek üzere yapmışlardır. Sonra buna kutsiyet vermişlerdir. Sonra da insanlar ona tapar olmuşlardır. Bunun kadının kutsiyeti ile ilgisi yoktur. Ancak doğurganlık kutsi sayılmıştır.

 

-Venüslerden istimdat ediyorlardı. (s.80)

İnsanlar Allah’a dua ederken O’nun adını remz eden heykelciklerden yararlanıyorlardı. Allah’ı “her şeyi var eden bir varlık” olarak tasvir etmişlerdir ki, “rabbü’l-âlemîn” bu demektir. Yani O’nda sihir görmemişler ama O’nun adını zikretmede olduğu gibi ismini okumada da ibadet ruhu görmüşlerdir.

 

-Gömme neanderthal döneminde başlamış ve bunlarda devam etmiştir. Süs eşyası bulunmuştur. Sihirsel düşünüş vardır. “Kısacası, yukarı paleolitiğin uzman avcı takımlarının maddi kalıntıları, onların düşünsel yapılarının “sihirsel” olduğunu göstermektedir.”(s.80-81)

Neanderthal insan değilse, gömmenin de âhiretle bir ilişkisi yoktur. Sadece kokmaması için biyolojik genetikle gömüyor olurlar. Et parçalarının konması da çürümenin çabuklaştırılması içindir. Çürütücü canlıları taşıyan eti yanına koyuyorlardı.

İnsan ise gömmekle aynı şeyi yapıyor. Ancak süs eşyası koymakla âhirette de yaşayacağına inanılmaktadır. Bu hususta bugünkü insanların dahi farklı düşünceleri yoktur. Âhiret inancına daima esatir karışmıştır.

Bizim için ise Kur’an’ın söylediğinden başka bir tutanağımız yoktur.

 

-Uzman avcılık döneminde çok yönlü uzmanlaşma yoktur. “Bazı toplulukların taş ocakçılığında, taş araç yapımında uzmanlaşmalarına karşın, topluluklar arasında gerçek ve çok yönlü bir uzmanlaşma yoktur.” (s.81)

Evrim uzmanlaşma demektir. İnsan varoldukça uzmanlaşma da varolacaktır. Allah insanı basit yaratmış, kendi kendine evrimleşsin ve kendisi yücelsin diye. Bu sayede aynı zamanda değişik yörelerde ve değişik şartlarda yaşama imkânını bulmuştur. İnsan çıplak olduğu için tekstil sanayii doğmuş, tekstil sanayii doğduğu içindir ki şimdi biz uzay yolculuğu yapabiliyoruz. Oysa, başka bir canlıyı biz uzaya götürmezsek kendisi gidemiyor.

 

-Kişilerin farklılaşması sınıfsal farklılaşma doğurmamıştır. “Toplumsal yapıda erkeklerin,yaşlıların, sağaltıcı, sihirci sanatçı gibi kimselerin, kadınlara, gençlere ve takımın sıradan üyelerine karşı statüleri yükselmekte ve saygınlıkları artmaktadır. Ama bu statü farklılaşması hiçbir zaman sınıf farklarına yol açacak nitelikte ve çapta değildir...” (s.81)

Değişik işleri yapan kimseler işlerinde uzmanlaşırlar. Aynı işleri yapan kimseler de kabiliyetlerine ve geçmişlerine göre uzmanlık dereceleri alırlar. Topluluklarda bu normal olaydır. Sınıflaşma ise uzmanlığın soydan soya intikal etmesi ile olur. Mesleğini babadan öğrenenler baba mesleğini sürdürürler. Diğerlerinin öğrenme imkânı her zaman mümkün değildir. Ne var ki, evliliklerle meslek belli aileyi takip etmez. Küçük topluluklarda bu böyledir. Ancak topluluk büyüyünce belli meslek sahipleri aralarında evlenmeye başlar ve başka meslektekileri içlerine almazlar. İşte o zaman bir sınıf doğar.

Avcılık dönemi henüz bucak dönemidir. Herkesin birbirini tanıdığı dönemdir. Dıştan evlenme sebebiyle herkes birbirine akrabadır. Bir sınıf sözkonusu değildir.

 

-Başkan var, ancak hanedan yoktur. “Büyük takım avı,sürek avı, eşgüdümü, hatta disiplini gerektireceği için, avcı topluluk içinde toplu avı örgütleyip yöneten önderleri yaratmış olabilir. Ama önderlerin bu görevi çocuklarına geçirerek kalıtsallaştırmaları şöyle dursun, sürekli olarak bile ellerinde tutmadıklarını söyleyebiliriz...”(s.82)

Bucak içinde ocak başkanları, aşiret reisleri bucağın ileri gelenleridir. Bunların sosyal yapıları birbirine eşittir. Bucak başkanları hâkim değil, hâdimdir. En çok bilen görev almaktadır. Ancak yaşlıların üstünde değil, onların emrindedir. Adeta “yasama meclisi” ileri gelenlerdir. Bunlar yaşlı aşiret başkanlarıdır. Başkanlar ise onlar tarafından alınan kararları uygular. Başkanın herhangi bir özel kuvveti yoktur. Sadece çevresindekiler ona itaat ettiği için sözü geçerlidir. Kararlar genellikle kollektif olarak alınır.

İslâm devleti kurulmuş ve halifeler zamanında yetkili bürokrat olmamıştır. Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanında yetkisiz de asla bürokrat yoktur.

“Bucak yönetimi” gelecek insanlık içinde önemli bir yönetimdir. İl, ülke ve insanlıkta “merkez bucaklar” olacaktır. Buranın sakinleri taşra bucaktakiler olacaktır. Buradakiler bucak olarak yönetilecektir. Merkez bucaklar taşra bucaklarına hâdim olacaklar, hâkim olmayacaklardır. Bucaklar hücreler gibidir, ocaklar ise hücre içindeki kromozomlar gibidir. Vücut bunların birleşmesinden oluşur.

 

-Buzulların erimesiyle uzman avcılık istekleri de sona erdi. (s.82-83)

Buzul devrinin sona ermesiyle “şa’blar” yani “iller” ortaya çıktı. Çobanlıkta hırsızlığı önlemek için koruyucu merkez bucaklar oluştu. Üç kademede bir oluşum oldu. Zaman zaman bunlardan biri hâkim olmaya başladı. Diğerleri gevşedi. Ama varlıklarını hâlâ devam ettiriyorlar. Asrımızda devletler hâkim durumdadır.

 

-Uzman avcılıktan tarım dönemine geçemeyenler kuzeye çekilmişlerdir. “Gerçekten de Rusya’nın uzman avcıları, çevrelerindeki halkların değil üretici ekonomiye, uygar topluma geçmesinden sonra bile üretim ekonomisine geçememiş, ya direnip tarımcı ve uygar topluluklarla savaşıp yok olmuşlar, ya da çok daha sert yaşam koşulları olan kuzey enlemlerine, bu topluluklardan uzaklara çekilerek varlıklarını çağımıza dek sürdürmüşlerdir.”(s.83)

İnsanların çoğalması ve buzulların erimesiyle avlanacak hayvanlar azalmış, buna karşılık otlar çoğalmıştı. İnsanlar avcılıktan çobanlığa geçtiler. Havaların ısınmasıyla kuzeye doğru çekildiler. Güneyde ise kuraklık başladığı için hayvanlar azaldı. Çobanlık yetmedi, burada tarıma geçtiler. Ekonomi tamamen kendi şartları içinde iklimlerin ve yörelerin etkisiyle farklı gelişmiştir. Çöllerde sadece çobanlık yapılabildiği için de orada çobanlık dönemini hâlâ yaşıyorlar. Eskimolar ren geyiği ile, bedeviler de deve ile hayatlarını sürdürüyorlar. Ama Mekke kenti orada kuruldu. İslâm Medeniyeti orada doğdu. Çünkü Hazreti Peygamber oraya gönderildi. Başka türlü açıklama yapmak mümkün değildir. Mezopotamya, İbrani ve Hıristiyanlık medeniyetleri de ancak peygamberlik müessesesi ile açıklanır.

 

-Uzman avcı toplulukları ölmeyi esarete tercih ederler. “Av silahlarını insanlara çevirip, boyun eğmektense yok olmayı yeğleyeceklerdi. Gerçekten uygar toplum biçimi ilerlerken, avcı takımları çoğu zaman böyle yok olmuşlardır.” (s.83)

Çünkü onları esir alanlar ancak onları yok etmekle yararlanabilirler. Avı ya avlar yaşarsınız, ya da avlanır yem olursunuz. Başka türlü bir hayat mümkün değildir. Savaşın kuralı budur. Esir alınıp yaşatma uygar topluluklarda mümkün olmuştur.

 

-Koşullar değişmeseydi de daha ileri safhaya geçemezdiler. “Uzman avcı topluluklar böyle bir yapıya sahip oldukları için, çevresel koşulları değişmemiş olsaydı bile, dinamik gelişme evreleri yapılarının gizilgüçlerinin sonuna varıp sınırlılıklarına dayanınca, durağan bir toplum biçimini alacaklar, bir kısır döngü, belki de bir yozlaşma süreci içine gireceklerdi...” (s.83)

Buzullar başlayınca insanlar avcılığa, buzullar çözülünce çobanlığa, kuraklık başlayınca tarıma, nüfus çoğalınca pazar mübadelesine, daha çok çoğalınca tüccar mübadelesine ve nihayet daha da çoğalınca emek mübadelesine geçilmiştir. Ancak bu geçmelerin sağlıklı sağlanması peygamberlerin öğretileri ile olmuştur. İnsanlar teknik yapıyı kendileri bulmuş olsa bile, yeni şartların hukuk yapısını peygamberler öğretti. Bugün de Batı teknikte ve ekonomide ileri gitmiş ama “sosyal evrim” yapamamıştır. Dolayısıyla uçuruma doğru gidiyor. Bu evrimi yine Kur’an yapacaktır. Müsbet ilme göre yorumlanmış Kur’an yapacaktır.

 

-Tarım dönemine tam uzmanlaşmamış topluluklar geçmişlerdir. “Kısaca, ilkel, eşitlikçi, üstelik avcılıkta uzmanlaşmış, özelleşmiş bir toplumsal yapı kendi iç dinamiğiyle uygar topluma geçme yeteneğine sahip değildir. Uzmanlaşmamış ama ilkel ve eşitlikçi avcı ve toplayıcı takımlar da bu yeteneğe sahip değillerdi... Kendilerini bu değişikliğe uyarlayabilen uzmanlaşmamış avcı ve toplayıcı takımlar üretim ekonomisine geçtiler, uyarlayamayan uzman avcı topluluklar geçemediler...” (s.84)

İklimin değişmesiyle uzmanlaşmış topluluklar varlıklarını biraz daha sürdürdüler. Oysa, avcılıkta tam uzmanlaşamamış topluluklar avcılıktan geçimlerini temin edemeyince çobanlığa geçtiler. Tarıma sonra geçtiler. Bununla beraber biyolojik evrimle çok daha uzman olan insan öncesi avcılar hiç geçemediler ve inkıraz ettiler. Bu geçişleri irdelerken hayvan toplayıcı avcılarla insan toplayıcı avcıları ayrı ayrı düşünmek gerekir. Onların doğrudan bu topluluklarla ve evrimleriyle bir ilişkileri yoktur.

 

3. İlkel Topluluğun Ekonomik Yapısı

-İlkel toplulukta ekonomik yapı ile diğer yapılarda etkileşim azdır. “İlkel topluluğun ekonomisi üretim öncesi asalak ekonomidir. Asalak ekonominin ve onunla birlikte bu ekonomiye sahip toplulukların birçok sınırlılıkları vardır...”(s.84-85)

Sosyal yapı daima bir bütündür. Hisler ihtiyaçları tesbit eder. Fikirler ihtiyaçların nasıl giderilebileceğini bulur. İrade işleri hangi sıra ile yapacağına karar verir. Ünsiyet ise üründen nasıl yararlanılacağını temin eder.

Bütün topluluklarda bunların ifadesini sağlayan dil, sanat, teknik ve örf vardır. Bunların etkisiyle oluşmuş din, ilim, ekonomi ve yönetim vardır. Bunlar ahenk içindedir.

İnsanın yapısı değişmemektedir. Henüz disket boştur. Tarih boyunca dolmaya ve değişmeye devam edecektir.

 

a. İlkel Ekonominin Darboğazları

-İlkel toplulukta asalak ekonomi vardır. Üretim ve nüfus darboğazları vardır. “İlkel topluluğun asalak ekonomisinin en önemli darboğazı, üretimin bilinmemesidir, “üretim darboğazı”dır. Bu kör boğaza takılan ilkel topluluk bazı basit araçlar üretebilmiş fakat yiyecek üretimine geçememiştir. Bu nedenle asalak ekonomiye sahip ilkel toplulukların yazgıları, iklime, doğal çevreye, özellikle de bitki örtüsüne ve hayvan topluluğuna sıkı sıkıya bağlıdır. Bunlardaki dalgalanmalar hemen olduğu gibi ilkel topluluğun yaşamına yansır... Çevresel koşulların elverişli olduğu yıllarda ve yerlerde görülen yiyecek bolluğu nüfus artışına yol açmaktan başka bir işe yaramaz. Nüfus artışı ise nüfus ile besin kaynakları arası ilişki dengeye ulaşana dek sürüp, bu noktadan sonra ya da çevresel koşulların yeniden bozulmasıyla topluluk için bir yük ve ayak bağı olur. Bu kez kıtlıklar ve açlıklar, ilkel topluluğu “nüfus darboğazı”na düşürene dek nüfusu azaltır.”(s.85)

İnsan öncesi canlılardaki toplayıcılık ve avcılık için söylenecekler, bugünkü maymunlar için söylenecek şeylerdir. İnsan toplayıcılıkta ise durum tamamen farklıdır. Meyve toplamakla işe başlayan insan önce yaz-kış meyveli yer bulmak istemiştir. Sonra meyvelere havuç gibi bazı bitkilerin köklerini katmıştır. Zamanla bazı sebzelerin yapraklarını yemeye başlamıştır. Belki buna mantarları da eklemiştir. Böylece gıda türünü genişletmiştir. Ateşte pişirmek suretiyle yaşken zor yenen pek çok sebzeleri ve meyveleri yemeye başlamıştır. Toplayıcılık döneminin insanı meyvesini saklamak için birçok ustalıklı çareler geliştirmiştir. Önce meyveyi kurutmuştur. Toprağa gömmüştür. Serin yere saklamıştır. Suyunu sıkarak pekmez yapmıştır. Fındık ve ceviz gibi meyveleri saklamıştır.

Tarım döneminde yaşayan köyümde bu hususta geliştirmiş pek çok teknikler vardır. Turşu yapmıştır. Tuzlamıştır. Bütün bu buluşlar günümüze kadar gelmiştir. Bugün konserve teknolojisi yanında buzhaneler yapılmıştır. Bunun dışında meyve veren ağaçların çevresini temizlemiştir. Dallarını kırarak budamıştır. Belki de aşı yapmıştır. Ağaçların altını sulamıştır. Gübrelemiştir. Ağaçları bölüşmüşlerdir. Herkes kendi ağacını bilmiştir. Bugün hâlâ köyümde ormandaki ağaçlar paylaşılmıştır. Bölündüğü zaman ceviz ve armut ağaçları başkalarının topraklarında kalabilmektedir. Ege bölgesinde de zeytinlerde böyle usuller vardır.

Bu dönemin darboğazı, mevsimi geldiğinde meyveler oluşur, eğer toplamazsanız dökülür, kurda kuşa yem olur. Mevsiminde ise çok sıkı işçiliğe gerek vardır. Bu sebeple nüfus fazlalığına ihtiyaç bulunmaktadır. Mevsiminde meyveleri toplayıp depo etmek gerekmektedir. Meyvelerin olmadığı dönemlerde insanların boş vakitleri vardır. Kış gecelerini sohbetle veya ibadetle geçirmektedirler. Toplayıcılık dönemi insanı ağaçla haşır neşirdir. Araçlarını onunla yapmaktadır. Bu sebeple çağımıza kadar gelmiş kalıntıları yoktur. Sadece ağaçları işlemek için taş aletler bize gelmiştir. Bıçak, balta, kazık, balyoz gibi araçları bulabiliriz.

Yine insan öncesi avcılıkta fazla bir sorun yoktur. Maymunlarda gıda ve nüfus dengesi nasıl sağlanıyorsa, onlarda da öyle sağlanıyor. Oysa, avcılıkta sorunlar değişmiştir. İnsanlar hayvanlarla tanışmıştır. Eti yenen ve eti yenmeyen hayvanlar oluşmuştur. Pişirme birinci derecedeki işlerin yerini almıştır. Eti saklamak çok zor olduğu için son derece sıkıntılar çekilmiştir. Ama bunlarda da eti kurutma teknikleri geliştirilmiştir. Pestil yapma, sucuk yapma, kavurma yapma bu devrin icatlarıdır.

Hayvan psikolojisine vakıf oldukça tanrı ile olan ilişkiler daha da artmış, “bitkilerin Rabb’i” yanında “hayvanların Rabb’i” olan “Tanrı”yı daha yakından tanımışlardır. Avcılığın zorluğu onları tedrisli eğitime götürmüştür. Avlama teknolojisini geliştirmiştir. Önce tuzak, kement gibi yakalama teknolojisi ve ağ bulunmuştur. Bütün bunlar o devrin teknolojisidir. Ok ve yay, insanları öldürmeden önce hayvanları öldürme amacıyla geliştirilmiştir. Sapan taşları ile vurma, bugünkü bombardımanların başlangıcıdır.

İnsanların gerek toplayıcılık gerekse avcılık döneminde neler yaptıklarını bilebilmemiz için bugünkü tarım topluluklarını incelememiz ve bunlardaki uygulamalardan o günkü insan ne yapabilirdi diye düşünmemiz gerekmektedir. Tuzak kurarken veya ok atarken demir yayların olmadığını bildiğimiz bu insanların ağaç yaylar kullanacaklarını kabul etmemiz gerekir. Tüfekleri olmayan bu insanlar hayvanları avladıklarına göre; ip, taş, ok gibi şeyleri kullanacaklarını düşünmemiz gerekir. Tarım dönemine geçen insanlar bu hususta fazla keşifte bulunmadılar. Çünkü artık onlara ihtiyaçları yoktu. Bugün ne biliyorsak o zamanın keşfidir. Bu incelemede bugünkü geri toplulukların yaşayışlarından da yararlanabiliriz.

Burada unutmamamız gerekir ki, insan evrim geçirmiyor, çevresi evrim geçiriyor. İnsanın kendi bilgisi artmıyor, çevresi hakkındaki bilgileri artıyor. O günkü insanın bilinci ne ise, bugünkü insanın bilinci de odur. Zekâsı odur. Arzusu odur. Diğer insanlarla kurduğu ilişki odur. Aynı şekilde seviyor veya nefret ediyor, aynı şekilde itaat ediyor veya tahakküm ediyor.

 

-Malthus nazariyesi ilkel topluluklar için geçerli görülüyor. Nüfus darboğazı ekonomik darboğazdır. ““Nüfus darboğazı” toplumsal bir darboğaz gibi görünmekle ve bir boyutu ile öyle olmakla birlikte, daha çok ekonomik yapının bir darboğazıdır... Topluluğun nüfusunun ortak geçim etkinliklerinin gerektirdiği sayının altına düşmesi, topluluğun yalnız ekonomisini değil, varlığını da tehlikeye sokabilir.Nüfusun beslenme kaynaklarını aşan bir oranda artması ise, topluluğu ölümlerle sonuçlanan bir açlıkla karşı karşıya getirir. Malthus yasası üretimle yiyecek kaynaklarını artırabilen ve nüfuslarını azaltabilen uygar toplumlardan çok ilkel topluluklar için geçerli bir yasa olarak görülüyor.” (s.85-86)

Biyolojide bir kural vardır. Refahta olan canlılar üremeyi durdururlar, yahut birbirlerini yerler. Fareler kapalı yerde hapsedilmiş ve istenildiği kadar gıda bırakılmış. Belli bir sıklığa erince birinde doğum durmuş, diğerinde birbirini yemeye başlamışlar. Bugün yeryüzünde milyarlara varan canlı türü var, bütün canlılar dengededir. Ne sayıları arttığı için ortalık leşlerle doludur, ne de sayıları azaldığı için cansız sahalar oluşmuştur.

İnsanlar için de benzer denge vardır. Nüfusları arttıkça doğumu azaltırlar, nüfusları azaldıkça doğumu çoğaltırlar. İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra Almanya’da erkeklerin doğumu artmış. İlâhi denge insanlarda sona ermiş değildir. Bunun yanında insanlarda savaş denen olay ortaya çıkmıştır. Nüfus böylece dengelenir. Nüfusun en zor dengelendiği dönem tarım dönemidir. Toprak belli nüfusu besler. Tarımın zorlukları artan nüfusla karşılanır. Ama çocuklar bölününce imkânsız hâle gelir.

Bunun da dengesini benim köylülerim bulmuştur. Bizim köyde toprağı olmayana kız verilmez. Evlilik dışı ilişkiler de ölümle biter, son derece yasaktır. Bu sayede kız ve erkek evlenmeden ölme durumuna düşer. Toprak kavgası, kız kavgası ve kan güdümü nüfusu dengede tutar. Bir kızı bir erkek istedi mi, o kız ya ona varacaktır, ya da hayatı boyunca kocasız kalacaktır. Erkek de bir kız istedi mi, ya onu alacaktır, ya da hayatı boyunca karısız kalacaktır. Oysa, kan gütmeler sebebiyle bu evlenmeler kolay olmaz. Topraksızlık sebebiyle bu evlenmeler kolay olmaz. Böylece nüfus kendi kendisini regüle eder.

Bunun yanında göçler ve hastalıklar da nüfusu dengede tutar. Savaşlar ise zaten bunun için vardır. 20. asra gelinceye kadar doğum kontrolü yoktu. Dengeyi hep korumuştur. Krizler yeni üretim biçimlerini getirmiştir. O da nüfusların artmasına sebep olmuştur. Avcılık döneminde ise hep yeni ülkeler keşfedilmiştir. Bugün avcılıkla yaşayan topluluklarda nüfus regülasyonu üzerinde durulabilir ve çözümler bulunabilir. Bunun için onların tüm örfleri bilinmelidir. Bunların hiçbirisini kötü âdet olarak görmemek, sosyal denge gereği olduğunu bilmek gerekir.

 

-Asalak ekonominin teknik darboğazı vardır. “Asalak ekonominin “teknoloji darboğazı”, araçlarının ilkelliğinden, teknolojinin geriliğinden doğar. Teknoloji darboğazı uzmanlaşmamayla, o da ilkel topluluğun eşitlikçi toplumsal yapısıyla ilişkilidir. Bu darboğaz, çalışmanın verimliliğinin düşük kalmasına yol açıp, hem daha verimli bireysel, hem daha verimli ortak çalışma yöntemlerinin geliştirilmesini engeller.”(s.86)

Bir adaya gittiğinizi farz ediniz. Çıplaksınız, elinizde hiçbir âlet yoktur. Nasıl yaşamaya başlarsınız? Eğer çevrenizde meyveler varsa, önce onları eşlerinizle koparır yiyebilirsiniz. Eğer palmiye gibi geniş yapraklı ağaçlar varsa, o yaprakları kırar, lifleri ile kendinize bağlarsınız. Bundan sonra taşları yığıp çamur sıvayarak kendinize kulübe yapmaya çalışırsınız. Kırık dallarla çatı yapar, üstünü toprakla kapatırsınız. Onun üstüne de tekrar dallar koyar, üstüne taşlar koyarak rüzgarın alıp götürmesini önlersiniz.

Bütün bunların yanında sizin için en önemli husus ateş yakmaktadır. Eğer kuru dal bulursanız ve sabırla sürterseniz ateş yakmanız imkânı vardır. Yahut, Allah’tan yıldırım düşmüş ve çok az da olsa yangın çıkmış olabilir. Bundan sonra sopa ve taş sizin araçlarınızdır. Bunların yardımı ile bazı işlere başlarsınız. Yani, bugünkü teknolojik bilginiz olsa bile, belli aşamaları geçirerek ancak bugünkü seviyeye ulaşmanız mümkün olabilir.

Hattâ bugün dahi medeniyet belli yere ulaşmamıştır. Biz yararlanıyoruz ama yapamıyoruz. Ülkemizde yapabildiğimiz neler var? Kapalı ülke hâline gelsek, acaba hangi çağa dönmüş oluruz? Bunları dile getirmekle, birer darboğazdan çok evrimin kanunu olarak kabul edilip ilkellikten gelişmişliğe doğru gittiğimizi belirtmemiz gerekir. Toplayıcılık dönemini yaşamadan avcılığa, avcılık dönemini yaşamadan çobanlığa ve çobanlık dönemini yaşamadan tarımcılığa ve ondan sonraki dönemleri yaşamadan bugünkü seviyeye gelemezdik. Bu seviyeleri yaşamayanlar atlama yapmış olabilirler. Ama bu durum sadece diğer kültürlerin etkisiyle ve onların uzantısı ile mümkündür. Savaş dünyasında topluluklar, “Bekleyin, biz de ilerleyelim, sonra bizimle savaşın!” diyemedikleri için, ileri teknolojiye sahip olanların teknolojisini almak zorunda olmuşlar ve medeniyetler hep tek merkezden gelişmiştir. Osmanlıların Batıyı taklidi bunun en yakın örneğidir. Bugün Türkiye bunun savaşını veriyor.

 

-Göçebe topluluklarda azalan verim kanunu acı bir şekilde işler. “Asalak ekonominin bir başka önemli sınırlılığı, “göçebelik darboğazı”dır. Sahlins, göçebeliğin avcı ve toplayıcı toplulukların “azalan verimler yasası”na bağlı olmalarından doğduğunu ortaya koymuş, avcı topluluklarının birçok sınırlılıklarının bu azalan verimler yasasının yol açtığı göçebelikten kaynaklandığını göstermiştir... Bu yasaya göre bir bölgede ne kadar çok  kalınırsa avcılığın ve toplayıcılığın verimi o kadar düşer. Bu yasadan sürekli göç ederek kaçılabilir. Ancak sürekli göç de, azalan verimler yasasının ekonominin başka alanlarına aktarılmasına yol açar... Sahlins, taşıma sorunundan dolayı yaşlıları ve taşıyabileceklerinden fazla çocukları öldürmenin toplayıcı halkların iyi bildikleri uygulamalar olduklarını söyler...”(s.86)

Azalan verim kanunu biraz yanlış biliniyor.

Bir yere geldiğimizde mevcut nüfusun artması ile önce fert başına gelir artmaya başlar. Belli bir sıklığa gelince nüfus ile fert başına gelir değişmemeye başlar. Sonra nüfus arttıkça verim fert başına gelir düşmeye başlar. Bu kritik noktayı artırmak yeni teknoloji ile mümkündür. Göçebe topluluklarda bunun dışında otların ve hayvanların azalması ile verim şiddetle düşer. Göç zorunluğu vardır. Göç zorunluğu fazla eşya edinememe, hatta çok çocuk yapmama gibi sıkıntıları yan yana getirir. Bedevilerin kızlarını diri diri gömme adetleri de buradan kalmış olabilir. Bugün dahi yaşlıların sorunu, nüfus artış sorunu çözülmüş değildir. Zorunlu doğum kontrolü insanlığı dejenere edeceğinden çıkar yol değildir.

Kur’an insan öldürmeyi şiddetle yasaklıyor. Cenin aldırmayı bile suç saymıştır. Yaşlı, çocuk veya erginin öldürülmesi kısası gerektiren suçtur. Bugün bütün ceza hukukunda kişilerin ölüm cezaları birdir. Göçebelikten tarım dönemine geçme onun için büyük devrim olmuştur. Ondan sonra birikim başlamıştır. İnsanlık medenileşebilmiştir.

Bugün de büyük evrim vardır. İnsanlık sanayi dönemine geçiyor ve kentleşiyor. Katı yapısından sıvı yapısına geçiyor. Kur’an’ın geliştirdiği “Herkese İş ve Herkese Aş İlkesi” ile geçim darboğazını çözüyor. Asıl çözüm yeni üretim yollarını bulmadır. Yeni üretim yolu demek, yeni enerji demektir. Bu göklerdeki Güneş enerjisinden yararlanma, bunun dışında jeotermal ve atom enerjilerinden yararlanmadır. Savaş korkusu olmazsa insanlar yerinde sayarlar. Evrimleşmezler bile. Ama nüfus regülasyonu için savaşa gerek yoktur. Kur’an’ın dediği gibi; “Allah’ın arzı geniştir.” Tüm uzayı bitirmemiz mümkün değildir.

 

-Yiyecek depolama darboğazı da göçebelikten gelir. “Toplumsal artı darboğazı, emeğin verimliliğinin düşüklüğüne yol açan teknoloji darboğazıyla, yiyecek depolama olanaklarını sınırlayan göçebelik darboğazıyla, nüfus, değişim darboğazlarıyla ilişkilidir.”(s.87-88)

Göçebe olmasalar bile, insanlar için yiyecek depolamak her zaman sorun olmuştur. Bugün bile yiyecekler miadlı ambalajlanır. Bunun en kolay çözüm yolu ulaşım, haberleşme ve dağıtım imkânlarıdır. Sanayi ekonomisi bu sorunları çözüyor. Ancak, henüz tam olarak çözülmüş değildir. Göçebe hayatında böyle bir şeyi sağlamak son derece zordur. Yalnız toplayıcılık ve avcılık dönemlerinde değil, çobanlık döneminde de sorun çözülmemiştir. Bugün topladığımız bir meyveyi hemen naylon torbaya koyabiliyoruz. Ama benim çocukluğumda bu sepetlerle yapılabiliyordu. Toplayıcılık döneminde ilk günlerde bunu yapabilmek için dallar üzerinde konan yapraklara konan meyveler ancak sürüklenerek götürülebiliyordu. Ama o sürüklemeyi onlar keşfetmiş olmasaydı, bizim onu keşfedip ilerlemememiz gerekirdi. Onları bizden geri sayma yerine; bugünkü hayatımızı onların zekâsı hazırladı diye düşünmeli ve kabul etmeliyiz. O buluşların her biri bilgisayar buluşundan daha önemlidir.

 

-Asalak ekonomiler değişim darboğazında idiler. “Asalak ekonominin bir toplumsal artı sağlayamaması, öte yandan ilkel toplulukların, hiç değilse aynı bölge içinde olanların aynı besin maddeleriyle geçinmeleri, onları bir başka darboğaza, “değişim darboğazı”na sokmuştur.”(s.87)

Değişim ancak depolanabilir mallarda olabilir. Değişim ancak malların çeşitliliğinde olabilir. Değişim ancak taşıma araçlarının olduğu yerde olabilir. Değişim ancak paranın olduğu yerde olabilir. Bütün bunlar da evrim geçirmiştir. Toplayıcılık zamanında da değişim vardı. Akşam üstü kampa dönen ve akşam ibadetini yapanlar birbirlerinin ne topladıklarına bakıyor ve değişik meyveleri birbirine ikram ediyorlardı. Ayrıca, o gün toplayamayanlara karşılıksız olarak veriliyordu. Bunlar birbirini tanıdıkları için herkes kendisine yapılan iyiliği ileride karşılamaya çalışıyordu. İlk namaz ve ilk zekât müessesesi böyle doğmuştur.

Avcılık dönemlerinde de bu değişme devam etmiştir. Ortak avın bölüşülmesi ile avlayamayanlara da hisse veriliyordu. Ayrıca dıştan evlenmeler olduğu için herkes dostlarına hediye olarak gönderiyordu. Bunun için dağıtım işi daha çok haftada bir ortak yabani hayvan avlama zamanında yapılıyordu. Haftalık Cuma ibadetleri bu zaman doğmuştur. İnsanların sosyal yapısını hep din götürüyordu. İlim teknolojiyi geliştirirken, din de ahlâkı oluşturuyordu. Dinî kurallar her zaman hukukî kurallardan daha etkin olmaktadır. Bugün dahi insanlar inançları için canlarını veriyorlar. Toplayıcılık döneminde de mübadele başlamıştı. Para olarak kuru yemiş kullanılıyordu. Avcılık döneminde para birimi deri oldu. Çobanlık döneminde ise küçük para yün, büyük para koyun oldu. Haftalık ibadet günleri bir tür pazar kurma yerleri olmuştur. Hâlâ Pazar gününe “pazar” diyoruz. Cuma günü hâlâ halkımız için Pazar günü olmaktadır.

İleride tarımdan sonraki pazarcılık dönemi bundan farklıdır. Bu dönemde halk artıklarını pazara götürüyordu. Yoksa ana geçim kaynağı ise hep bir idi. Oysa, pazarcılık döneminde kişiler tek tür mal üretiyor, hemen hepsini satıyor, bütün ihtiyaçlarını alıyordu. Tarım dönemi dahil, mübadele aracı saklanabilen ve kullanılabilen mal olduğu halde, pazar döneminde aslında pek işe yaramayan madenler para olmaya başladı. Yani, madenin değerine verilen önem, ihtiyaçtan çok nedretliğinden ileri geliyordu.

Ne var ki, pazarcılığı hazırlayan, toplayıcılık ve avcılık dönemlerindeki müesseseler olmuştur. İbadet ve zekât müessesesi, muamelat ve evlilik sebebiyle oluşan hediyeleşme. Avcılık dönemlerinde oluşan bucakların kendilerini nasıl yaşattıklarını artık düşünebiliyoruz. Bunları bugünkü bucaklardan ayıran bunların göçebe topluluk olmaları idi.  

 

-Darboğazlar toplumsal ve düşünsel yapılarının gelişmesine engel teşkil etmiştir. “İçte bir toplumsal artı elde edilememesi ilkel ekonominin kendi iç dinamikleriyle sınırlılıklarını aşabilme yeteneğinin bulunmadığını gösterirken, değişim darboğazı bu yolda dıştan gelebilecek toplumsal etkilere yolları kapamış olur. Böylece ilkel toplumun ekonomik yapısının iç ve dış sınırlılıkları onun toplumsal ve düşünsel yapılarının gelişmesi önüne bir dizi sınırlılıklar getirmiştir.”(s.88)

Evrimi toplumsal artı ile açıklamak yanlıştır. Evrimi biyolojik yapı ile açıklamamız gerekir. Topluluk sıkıntıya girince, sorunlarla baş başa kalınca, onları aşmak için bir keşifte bulunur. O keşif toplulukta artı değer sağlar. Yani, nüfusun artmasına imkân verir. Topluluk gelişmeye ve büyümeye başlar. Belli büyüklüğe varıp kritik nüfusa ulaşınca keşif artık artı değer getirmez olur. Azalan verim kanunu ortaya çıkar. Bolluk zamanında olduğu ve bir sisteme yeni sistem eklenemediği için duraklama dönemi gelir.

Yeni ev yapmak için eski evi yıkmak gerekir. Bunların geliştirdikleri imkânları da değerlendirerek başka yerde yeni oluşum başlar. İlk oluşum yavaş yavaş çökmeye başlar. Bu yaşlanmadır. Bir gün tamamen ortadan kalkar. Bu sefer bunlar ayrı zorluklar içinde yeni keşiflerde bulunurlar. İşte evrim böylece gerçekleşir.

Bu sebepledir ki, toplayıcılıktan avcılığa geçilirken toplayıcılar değil de onların komşuları avcı olmuşlardır. Sonra onların komşuları çoban olmuşlardır. Sonra onların komşuları çiftçi olmuşlardır. Tarımcılık Mezopotamya’da başlamıştır. Ama Sümerlerden sonra onların kuzeyindeki Akadlar medeniyeti ele aldılar. Sonra Sümerliler tekrar daha kuzeyde geliştirdiler. Sonra onların kuzeyindeki Asurlular gelişti. Sonra medeniyet komşuları olan Elen ve Etilere geçti. Mezopotamya-Mısır, Mısır-İbrani, İbrani-Elen, Elen-Hıristiyanlık, Hıristiyanlık-Bizans, Bizans-İslâm, İslâm-Batı medeniyetlerini doğurdu. Ama kendileri evrimleşmedi. Komşu olarak etkiledi. Yani, her yeni safhanın artı değeri vardır. Ama bu artı değer azalan verim kanunu sebebiyle biter. O dönem çöker. Komşularda yeni dönem başlar.

Bugün çökme zamanı Batı’ya geçmiştir. Yeniden oluş bizde yani Doğu’da başlamıştır.

Yanlış anlaşılmasın. Teknolojide onları geçeceğimiz zannedilmesin. Batı teknoloji üstünlüğünü koruyacaktır. Biz hukukta ve sosyal düzende onları geçeceğiz, “Adil Düzen” kuracağız. “Herkese İş ve Herkese Aş” sistemini getireceğiz. 500 sene sonra Batı bugünkü teknolojisini sona erdirmiş olacaktır. Bizim “Adil Düzen”i o zaman almaya başlayacak ve Adil Düzen içinde yeni teknoloji üretmeye başlayacaktır. O zaman biz çökmeye başlayacağız. Bu devran böyle devam edip gidecektir. Tâ ki, tüm insanlık yaşlanacak ve çökmeye başlayacaktır. Kur’an insanlık 15 yaşında iken inmiştir. Daha yaşayacağı 85 yaşı vardır. Buna göre insan ömrüne bakarak bir gelecek tahmini yapılabilir.

 

 



© 2024 - Akevler