KEHF SURESİ TEFSİRİ(18.SURE)
Süleyman Karagülle
1228 Okunma
KEHF SURESİ TEFSİRİ 99-106.AYETLER

KEHF SÛRESİ - 25. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ فِي بَعْضٍ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعًا (99) وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِلْكَافِرِينَ عَرْضًا (100) الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاءٍ عَنْ ذِكْرِي وَكَانُوا لَا يَسْتَطِيعُونَ سَمْعًا (101) أَفَحَسِبَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنْ يَتَّخِذُوا عِبَادِي مِنْ دُونِي أَوْلِيَاءَ إِنَّا أَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ نُزُلًا (102) قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالًا (103) الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا (104) أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا (105) ذَلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا (106)

 

***

 

وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ

Va TaRaKNAv BaGWaHuM (Va FaGaLNAv FaGLaHuM)

“Ve onların bazısını terk ettik”

Kur’an’da ترك kökü 43, دلك kökü 1 defa geçmektedir. Toplam 44 (2*2*11) eder.

تَرْك “civciv çıkmış yumurta kabuğu” demektir. “Atık” demektir. Bırakılan anlamındadır.  ت varlığı,  ر tekrarı, ك  oluşu ifade eder. Bırakıp gitmek, ilgilenmemek, onu özgür yapmak demektir. ت harfi onu serbest bırakmak, varlığını kabullenmek anlamındadır. 

بعض “butlu kalça” demektir. Türkçedeki but buradan gelir. Parça anlamında kullanılmaktadır. Türkçedeki biri veya kimi karşılığında بَعْض kullanılır.

Buradaki zamir çağımızın insanına gelmektedir. Çin Seddi’nin işe yaramadığı dönemin insanlarıdır. Sedlerin işe yaramadığı dönem uçak sanayiinin doğduğu tarihlerdir. Artık sınırları sedler değil uçaksavarlar koruyor. Böyle bir geçiş tarihte bir defa olmaktadır. Nasıl insanda buluğ çağı ömürde bir defa olmakta ise bugün de sanayi dönemine geçilmektedir. Bu da kıyamete kadar bir daha tekerrür etmeyecektir. Onları yani bugünkü batılıları ikiye ayırmaktadır. Birileri diğerlerinin içinde dalgalanıyorlar. Biz şimdi bir varsayım yaparak bu ayetleri açıklamaya çalışacağız.

Kur’an’ın yorumu böyledir. Bir ifadedeki anlamını siz belirlersiniz. Örnek bu surede geçmiştir. Ben Zülkarneyn’i İskender kabul ettim ve açıkladım. Dr. Mete Firidin ise Naram-Sin’i kabul etti. Çok önemli iki olaya dayanmaktadır. Biri, Naram-Sin’in iki boynuzlu tacı vardır. Diğeri de, yapısı Çin seddine benzeyen bir seddin bulunmasıdır. Ben ise İskender’in kendisini ve Çin Seddi’ni anlıyorum. Şimdi buradaki bu ayeti de belli varsayımlarla açıklama durumundayız. Burada mevc eden gizli istihbarat ile mafyadır. Sermaye nizami orduları kontrol altına alabilmek için değişik silahlar kullanmaktadır.

1) İslamiyet’ten öğrendiği kıyas ve istihsan yolları ile müsbet ilme sahip olmuştur. Bunu etki aracı olarak kullanmaktadır. Geliştirdiği teknoloji ile dünyadan ham madde almış, Avrupalıları ırgat olarak kullanmış ve bu sayede tüm dünyaya hâkim olmuştur.

2) İkinci kullandığı silah ise keşfettiği karşılıksız dolardır. Bir defa dünyaya onu para olarak kabul ettirmiş ve şimdi dünyayı onunla oynatmaktadır.

3) İcat ettiği üçüncü silah ise ekseriyet demokrasisidir. Seçim yaptırmakta, kimi desteklerse o birkaç fazla oy almakta, bu yolla dünyayı yönetmektedir.

4) Dördüncü olarak ve bu ayette işaret edilen silahı gizli örgütlerdir. Bunların bir kısmı legal gizli örgütlerdir. CIA, KGB ve MİT bunlardandır. Bunlara karşı oluşturulmuş mafya kuruluşları vardır. Bunlar senet mafyası, uyuşturucu mafyası, rüşvet mafyası ve silahlı mafyadır. İster legal olsun ister illegal olsun bu mafyaları Sermaye finanse etmektedir. Sermaye devletinin orduları buralarda bulunmaktadır. Diğer bazıları ise halktır. Nizami ordulardır, devletlerdir. Birinciler gizli örgütler, ikinciler meşru kuruluşlardır.

يَوْمَئِذٍ

YaVMaEiÜin (FaGLaEiÜin)

“O yevm”

يَوْم “Gün” demektir. 24 saatten çok, zamanın belli aralığını ifade eder.

Üç türlü kullanışı vardır. Harf-i tarifsiz يَوْمٌ şeklinde olduğu zaman herhangi bir zaman aralığını ifade eder. اليَوْم olarak gelir ise bu günü yani cümlenin söylendiği günü ifade eder. Harfi tarifsiz ve tenvinsiz يَوْم şeklinde kullanımı vardır ki belli bir zaman aralığını ifade eder. Burada bu şekliyle kullanılmıştır. Belli bir zaman aralığını ifade etmektedir.

Bizim varsayımımıza göre bu zaman 1950’den sonra gelen mafya ve gizli istihbarat teşkilatının kurulduğu tarihtir. Yirminci yüzyılın başından beri mevcut ise de tam sistemli ve tek elden yönetimi İkinci Cihan Savaşı’nda başlamıştır.

إِذٍ إِذَا ‘nın tenvin ile gelmesidir. Nekrenin değil, hazf olan cümlenin tenvinidir. İkinci Cihan Savaşı olduktan sonraki günler anlamındadır.

Kolaycı müfessirler bunları kıyamet gününe atar ve öyle tefsir ederler. Oysa bu surenin devamında (105. ayette) يَوْمَ الْقِيَامَةِ geçmekte و harfi ile atfedilmemektedir. Demek ki bu ve bundan sonra gelen يَوْمَئِذٍ ‘ler kıyametten önceki yevmlerdir, bu dünyadaki yevmlerdir. Varsayımımızı teyid eden bir ifade ile karşı karşıyayız.

يَمُوجُ فِي بَعْضٍ

YaMUvCu FIy BaGWın (YaFGaLu FIy FaGLin)

“Bazısı içinde mevc eder”

Kur’an’da موج 7, فوج 5 defa geçmektedir. Toplam 12(2*2*3) eder.

مَوْج suyun bazısının üstüne çıkıp diğerlerinin altta kalmasıdır, dalgadır. Su parçacıkları yerlerinde dururlar, yukarı çıkıp aşağı inerler, yana hareket etmezler. Ne var ki yukarı çıkarken yanındakileri aşağı iterler. Kendileri hareket etmezler, yanındakiler etki ederler. Fiil olarak lazım fiildir. Sıralanan dalgalar üst üstedirler, hep birden çıkar, hep birden inerler. “Mevcetme” bu hareketi yapmadır.

Mafya ile istihbarat birbirleri ile dalgalanırlar. Biri yukarı çıkar ve fesat çıkarır. Diğeri onu bastırır ve güya fesadı yok eder. Oysa bunlar birbirlerini yok etmezler, deniz dalgaları gibi çarptıkları kayalıkları ve sahilleri aşındırırlar, gemileri batırırlar.

Kur’an bu gizli örgütleri veciz bir şekilde ifade etmektedir.

Halkımız Millî Görüş gelmeden önce MİT’ten mafyadan daha çok korkardı ve alenen nefret ederdi. Ordu da Sermaye ile birleşmişti ve birlikte halkı korkutarak yönetiyordu. Ordu zayıf olduğu için buna tahammül ediyordu. Ordumuz Millî Görüş geldikten sonra Sermaye’ye karşı cephe aldı ve Millî Görüş ile bir oldu. MİT de artık Sermaye’nin emrinde fesat yapmamaktadır, bugün Sermaye ile beraber değildir.

عَلَى بَعْضٍ demiyor, فِي بَعْضٍ diyor. Birilerinin üzerinde değildir. İstihbarat ile mafya anlaşmış durumdadırlar. Dağdaki eşkıya MİT’in haberi olmadan uçaksavarlarını geçirebilir mi? İşte bu anlaşmayı belirterek فِي demektedir. Millî Görüş’ün etkisiyle 2000 yılından beri gizli istihbarat Sermaye’nin emrinde değildir. Artık ne MİT Sermaye’den maaş almakta ne de mafyalar Sermaye tarafından desteklenmektedir. Şimdi mafya ile istihbarat çatışıyor. Biri kendi devletinden maaş alıyor, diğeri de kaçakçılıkla finanse oluyor. İkisi de birbirini yok etmiyor. Çünkü biri yok olduğu zaman diğerine gerek kalmaz. İki taraf da halka zarar vermektedir.

Burada فِي بَعْضِهِمْ denmemiş de فِي بَعْضٍ denmiştir. “Nun” tenvin nunu olabilir, o zaman diğer bazıları nekredir. Mafya ve istihbarat örgütlü ama faaliyet alanları belirsizdir, nerede fırsat bulurlarsa orada dalgalanırlar. Yahut nun mahzuf olan bir cümlenin yerine gelmiş olabilir. Özelleştirilmiş nekre olur. “Bir adam” tam nekredir ama “siyah adam” özelleştirilmiş nekredir.

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ

Va NuFiPa Fıy elÖUvRı (FuGıLa Fıy eLFuGlı)

“Ve sur içine nefh edildi”

يَمُوجُ muzari olduğu halde نُفِخَ mazi olmuştur. Oysa birbirlerine atıftır. إِذٍ kelimesindeki إِذَا ‘nın fiili olarak düşündüğümüzde maziler de muzari olurlar. Gelecekte geçmiş zamanı ifade eder. Mevc ederken sura nefh edilir.

Bugün dünyanın bütün ordularında borazan vardır. İçtima olacağı zaman borazan öttürürler. Bugün ordular savaşır ama sonunda masaya ordular oturmaz. Askerleri işe karıştırmazlar. Siviller yani istihbarat sahibi, mafya sahibi Sermaye oturur ve haritaları çizer.  Birinci ve İkinci Cihan Savaşlarının sonu böyle olmuştur.

Şimdi Erbakan’ın ısrarla anlattıkları ile İran’da inkılap olmuş, halkın ordusu yönetimi ele almıştır. Rusya’da da Gorbaçov iktidar olmuş ve halkın ordusu yönetimi ele almıştır. Türk Ordusu siyasilerle birleşerek halkın ordusunu halk için yönetmeye başladılar. ABD’de Obama gelmiş, şimdi de Trump ile Sermaye’nin yönetimi çatışmaktadır. Bugün hala istihbarat ve mafya el ele vermiş şekilde devletleri yönetme çabasındadırlar; hem de Sermaye’nin emrinde olmadan. Dalgalanma devam etmektedir.

Şimdi bu ayet bize bundan sonra neler olacağını haber veriyor. Ordular, halkın oluşturduğu ordularla el ele verecek ve bir gün asker borazanını öttürecektir. İstihbarat olsun, mafya olsun, tüm gizli faaliyet gösteren örgütlerin sonunu getirecektir. Artık gizli örgütler kalmayacağı gibi onlarla zımnen anlaşmış istihbarat teşkilatlarını da tüm dünya devletleri yasaklayacaklar. Atom bombasının üretimi, kimyasal ve biyolojik silahların üretimi gayrimeşru olacağı gibi gizli istihbarat örgütleri de yasaklanacaktır. Elli sene sonra bu yazılarımızı okuyacaklar Kur’an’ın mucizesini göreceklerdir, sanırım.

صُور “Borazan” demektir. Dalgaların bir özelliği vardır. Duvara çarptıkları zaman geri dönerler ve duvara da çarpıp gidip gelirler. Bu gidiş geliş ses dalgasına dönüşür. Kulağımıza gelir. Ses, dalgadır. Moleküller yerinde kalırlar, sadece çevreyi dalgalandırırlar.

Kur’an’da صور 19, سير 29 defa geçmektedir. Toplam 48(2*2*2*2*3) eder.

نفخ “Körük” demektir. Sıkıştırılan hava veya suyun bir yerini açarsanız oradan çıkan parçacıklar etrafa saçılır. Borazana üflediğinizde oradan çıkan hava çevreye yayılır. Önce tulumu hava ile doldururlar, sonra dolan havayı sıkıştırıp insanın nefesinden çok daha güçlü ses çıkartırlar. Karadelikte toplanan yıldızlar büyük basınç oluştururlar ve patlarlar. İşte bu nefhtir. رُوح رِيح den gelen bir kelimedir. “Güç” demektir. Gücümden üfledim anlamı çıkar. İnsan Tanrı’nın gücünün maketidir. 

فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعًا (99)

Fa CaMaGNAvHuM CaMGan (FaFaGaLNAvHuM FaGLan)

“Onları cem ederiz.”

Buradaki هُمْ zamiri بَعْضَهُمْ’daki هُمْ zamiridir. Bazısına değil hepsine racidir. Yani mafya ve istihbarat bir araya getirilirler. Onların tümüne son verilir. Mafya ayrı şekilde, millî istihbarat ayrı şekilde muamele görseler de hepsi bir kurala tabi olacaktır.

Eski varsayımlarımızı hatırlayabilirsiniz.

Mafyaya ne yapacağız?

Yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapacağız. Onları orada yerleştireceğiz. Bodrumda işyerleri olacak ve verdikleri zararları çalışarak tazmin edecekler. Burası zorunlu çalışma yeri olacak, mahkûm olmayanlar da gelip gidecek, çocukları ve eşleri de yanlarında olacak, mahkûm olanlar ise ancak izinle çıkabilecek.

Bu ayet bize başka bir şeyi daha öğretiyor. Peki, bugün birçok bürokrat vardır, bunlar maaş ile geçinmektedirler. İşçilik sistemi kalkacak, ortaklık sistemi gelecek. Bugünkü bürokratları aç mı bırakacağız? “Hayır” diyoruz.

Onlar için de yüz lojmanlı apartmanlar yapılacak ve onları da oralara yerleştireceğiz. Kendilerine faizsiz kredi verecek ve üretim yapmalarını isteyeceğiz. Onları destekleyeceğiz. Mesela onlardan apartmanların kirasını almayacağız. Emeklilik haklarını koruyacağız. Herkesi çalıştığı kadar emekli olma hakkına sahip kılacağız.

Mahkûmlar ile bunlar arasındaki fark; bunlar taltif edilecek yani halkın statüsünün üstünde ayrıcalıkları olacaktır. Mafyadakilerin ise halkın seviyesinin altında gelirleri olacaktır. Yani istihbaratı kaldırıyoruz. İstihbarat örgütüne karşıyız ama bizim istihbaratçılara sevgimiz ve saygımız vardır. Onlar bu vatan için hizmet yaptılar, onlar me’curdürler.

 

YORUM

İnkılabın kuralı şudur. İnkılaptan önce yapılan her kötülüğün kaynağı mevcut kötü ve zalim düzendir. Kişiler kötü değildir. Kötü olan düzendir. Kötü düzende yaşamak için kötü olmaya gerek yoktur. Dolayısıyla inkılaptan sonra kimse inkılaptan öncesi ile cezalandırılmaz, mesul tutulamaz. Mafyaya vereceğimiz ceza geçmişte yaptıkları için değildir, inkılaptan sonra direnmeleri, teslim olmaları içindir. Yani inkılap yapacak olanlar iktidar olduktan sonra genel af ilan eder, o tarihten önceki bütün suçlar affedilmiş olur. Ondan sonra suç işlemeye devam ederlerse, lojmanlı işyeri apartmanlarına davet edildikten sonra gelmezlerse ve şayet fitneye devam ederlerse onlar cezalandırılır.

Demokrat Parti bunu yapmadı, Millî Görüş bunu yapmadı, AK Parti bunu yapmadı.

“Adil Düzen” iktidarları bunları yapacaktır.

Sonuç olarak, mafyanın kökü kazınacak, millî istihbarat lağvedilecek, açık istihbarata çevrilecek. Yeni düzeni kavramak isteyenler arkadaşlarla beraber çalışarak hazırladığımız “İslâm Devlet ve Dünya Düzeni”, “Alternatif Faizsiz Banka / Selem ve Kredileşme”, “Genel Hizmetler” ve “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası” kitaplarımızı ve ilgili diğer kitaplarımızı mutlaka okumalıdırlar. Adil Düzen’i kavradığınız zaman Allah sizi iktidar eder veya sizin hazırlayacağınız düzeni sizden öğrenir ve uygularlar.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve o gün kimilerini bırakırız diğerleri içinde dalgalanırlar ve boruya üfürülür. Onları toplarız.”

Kuran kelimeleri ile:

“Ve o yevm onların bazısını terk ederiz de bazılarının içinde mevc ederler. Sura nefh olunur, onları cem’ ederiz.”

Va TaRaKNAv BaGWaHuM YaVMaEiÜin YAMUvCu FIy BaGDin Va NuFiPa Fıy elöÖURi Fa CaMAGNAvHuM CaMGan

وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ فِي بَعْضٍ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعًا (99)

 

***

 

وَعَرَضْنَا  

Va GaRaWNAv (Va FaGaLNAv)

“Ve arz ettik”

عَرْض “Ön dişler” demektir. “En (genişlik)” anlamını kazanmıştır. Yeryüzünün arz daireleri vardır, Kur’an’da عرض 79, ءرض 461 defa geçmektedir. Toplam 540(22*33*5) eder.

“Arz etmek” durumu anlatmak demektir, göstermek demektir. “İraz etmek” “عنْ” ile arz etmemek anlamındadır. İfal babı bazen fiili nekre yapmak için kullanılır. Firavun’a da öldükten sonra arz edilir. Burada kâfirlerden bahsedilmektedir.

İnkılaptan sonra borazan çalınır. Herkes gelip yüz lojmanlı apartmanlarda yerleşmelidir. Farklı muamele görseler de istihbarat örgütleri de mafya da benzer apartmanlarda yerleşmelidirler. Bunun için polis aleni istihbaratla teslim olmayanları tespit eder. Onların DNA’ları ile kişiliklerini belirler. Borazan sesini duymayanlara ses ulaştırılır ve davet edilir. Eğer gelmeyenler olursa o zaman tenkil edilir. İsteyen istediği yerde öldürür ve malları ganimet olur; beşte biri devlete kalır, beşte biri de öldürenin olur.

Mahkemenin hukuki korumasını kaldırdığı kimselerin tecziyesi böyle olur.

Bunlar da öldükten sonra Firavun alinin içinde olduğu cehenneme arz olunurlar, kıyamete kadar onu seyrederler.

جَهَنَّمَ  

CaHanNaMa (FaGanNaLa)

“Cehennem”

Arapçada bütün kelimeler üç harflidir. Binadaki bablarla dörtlü ve beşli olabilirler. Arapçadaki bablardan altısı üçlü (sülasi) babdır. Üç tanesi أَفْعَلَ, فَعَّلَ, فَاعَلَ dörtlü (rubai) babdır. اِفْتَعَلَ ve اِنْفَعَلَ de aslında rubaidir. Baştaki  اvasıl harfidir, harf sayılmaz. Bu sebepten اِسْتَفْعَلَ de altılı değil beşlidir. Bundan sonra binada dörtlü diye sayılan fiiller vardır. Bunlar da aslında dörtlü değildirler. Özel manaları olan harfler eklenmiştir. Bu harfler şunlardır. و ي harfleri. ن م ل  ر harfleri de eklenebilir.

Burada جَهَنَّمَ de bu dörtlülerdendir O halde “Cehennem”in kökü جهم olabildiği gibi, جهن de olabilir. ن ل ر harfleri م harfine tercih edilir. O halde جَهَنَّمَ kelimesinin kökleri جهم‘dir, ن harfi ile dörtlüleştirilmiştir. ن harfi nekreliği temsil eder. İstenmeyen anlamındadır. ج toplanmayı, ح uçurumu, م maddeyi, hidrojeni ifade eder. Fırının adıdır.

Kur’an’da  جهم77 defa geçmekte, جمم 1 defa geçmektedir; 78=2*3*13

جَهَنَّمَ, نَار, جَحِيم, سَعِير” kelimeleri ile adlandırılan cehennem bir eğitim yeridir. Cennettekiler eğitilmek için cehenneme alınmakta, orada terbiye edilmektedirler.

Sonunda çıkıp cennete gidilecek mi?

Bu hususta yaygın inanışa göre müminler cezalarını çektikten sonra cennete gidecekler, kâfirler ise ebediyen cehennemde kalacaklardır. Bu hususta bir icma yoktur. Bizim kanaatimize göre cehennemde çekilecek azap sınırlıdır, sonsuz değildir. Çünkü kimseye suçundan fazla ceza verilemez. Hiçbir sonlu sayı sonsuza eşit olmaz. Yüz senelik ömür içinde işlenen suçun cezası sonsuz olmaz. Bir insanı öldüren tüm insanları öldürmüş olur, cezası da milyar yıl olabilir ama bu sonsuz değildir. Kimileri cehennemden çıkıp araftan sonra cennete gideceklerdir. Kimileri de hep cehennemde kalacaklar. Bunlar da sonunda çıkacaklar ama ahiretin ahiret olduğu zaman çıkacaklar. Yani cennet ve cehennem de sonsuz değildir. Belli bir zaman sonra yani uzun zaman sonra o düzen de değişecek, birinci ahiretten daha yükselen ikinci ahiret olacaktır. Kur’an bunu açıkça ifade edip ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ demektedir. İşte kâfirler de o zaman cehennemden çıkmış olacaklardır.

يَوْمَئِذٍ

YaVMaEiÜiN

“Yevmeizin”

Yani öldükten sonra daha kıyamet gelmeden önce mezarda denmektedir. Kabir azabını Kur’an böyle tanımlamaktadır. Cehenneme girmeyecekler ama cehennem onlara gösterilecek, varılacak yer seyrettirilecektir. Oradaki hayata da alıştırılacaklardır.

لِلْكَافِرِينَ

Li eLKAvFiRIyNa (Li eL FaVGıLIyNa)

“Kâfirler için”

Burada harfi tarifle (ال) gelen kâfirler görsün diye sunulur.

Mafyadan ve istihbarattan olanları Adil Düzen barışa çağıracak, onların çoğu gelecek, bazısı ise küfürlerinde ısrar edip eşkıyalığa devam edeceklerdir. İstihbarattan olanlardan bir kısmı da onlara katılarak mesleklerine devam edeceklerdir. İşte bunlar kâfirdirler, onlar öldürülmüşlerdir ve kıyamet gününe kadar onlara gidecekleri yer arz edilmektedir. İyi insanlara da gidecekleri cennet gösterilecektir.

Kehf Suresi bundan önce üzerinde 24 hafta yani 1/2 yıl çalıştığımız İsra Suresi’nin devamı şeklindedir. İkinci peygambersiz Kur’an uygarlığına geçişi anlatmaktadır. Sonunda bugünkü bürokrasinin de nasıl tasfiye edileceği anlatılmaktadır.

عَرْضًا (100)

GaRWan (FaGLan)

“Arz”

Türkçede fiiller eklerle çoğaltılmakta, fiillerin çekimi eklerle yapılmaktadır.

Arapçada ise filler çoğaltılamıyor. Üçlü kalma ve bablar içinde olma zorunluluğu vardır. Sadece mastarla çoğaltılmaktadır. Düz mastarların yanında nevi (mastar-ı binaı nevi)  ve adet (mastar-ı binaı merre) mastarları vardır. Cümlede nevi ve adet fiili olmadığını göstermek için sade mastarlar da zikredilir. “Geldi” dedikleri gibi “gelerek geldi” de derler. Türkçede “gelişle geldi”, “gelmeyle geldi”, “gelerek geldi” “istemeye istemeye geldi” deriz. Araplar istemiyerek gelerek geldi, derler.

Burada arz mastarını getirerek arzın hakiki arz olduğunu ifade etmektedir. Kur’an’da geçen bu tür ziyade mastarlar üzerinde durarak ne zaman bu mastarlar zikredilir ne zaman zikredilmez, bunun kuralları ortaya konmalıdır. (Mefulü mutlak için gelen mastarlar, TE)

 

YORUM

Kur’an insanlara adaleti ve ihsanı emretmektedir ama bunlardan evvel imanı şart koşmaktadır. İman güvenlik demektir. Kur’an düzeninde sokakta yürüyen adam korkmadan yürüyecektir. “Bana kimse dokunamaz” diyecek, “çünkü devlet var” diyecek, “devlet bana dokunanın canına okuyacak” diyecek, kendisini güven içinde hissedecektir. “Kötülük yapmamam gerek; ben burada bir ters adım atarsam devleti yanımda bulurum, devlet beni anında cezalandırır.” diyecek. Kur’an’a göre bu sebepledir ki zalimlere merhamet ancak tövbe ederlerse yapılır. Tövbe etmeyenler acımadan cezalandırılır.

Bu ayete göre Adil Düzen iktidar olunca eşkıyalığın sonu gelecektir. Devlet görevlilerinin de halka zulmü sona erecektir. Hakemlerden oluşan yargı kararları hâkim olacaktır. Buna karşı çıkanlar kısa zamanda muhakeme edilip asılacaklardır.

Evet, tüm ilahi kitapların manası adalet ve ihsandır ama ondan önce güven şarttır. Güven tehlikeye girince adalete de ihsana da yer verilmez. Sıkıyönetim budur.

Emniyetin sağlanması için bazı haksızlıklar yapılacaktır ama Allah onları ahirette on misli sevapla tazmin edecektir. Bu dünya hayatınızı Kur’an’ın varsayımları dışında hangi varsayımlarla izah edebilirsiniz?

 

Öz Türkçe ile:

“Ve o gün tamuyu, kapatanlara sunasunarız.”

Kuran kelimeleri ile:

“Ve o yevm cehennemi kâfirlere arzen arz ederiz.”

 

وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِلْكَافِرِينَ عَرْضًا (100)

Va GaRaWNAv CaHanNaMa YaVMaEiÜin Li el KAFiRIyNa GaRWan

 

***

 

الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاءٍ عَنْ ذِكْرِي

elLaÜIyNa KAvNaT EAGYuNuHuM FIy ĞaOAyEin GaN ZiKRIy

“Zikrimden aynları ğita içinde olan kimseler”

Bugünkü mafyanın, gizli istihbarat örgütlerinin ve bürokratların içinde öttürülen borazana kulak verenler olacak ve toplanacaklar; bir kısmı ise bu çağrıya kulak vermeyecek ve gelmeyecektir. Bunları kâfir olarak zikretmekte ve bunların görmediklerini ve duymadıklarını söylemektedir. İşte bunları o günkü yargı yargılayacak ve hakemlerden oluşan yargının kararları ile öldürüleceklerdir.

Bu sure Mekke’de nazil olmuştur. Yıllar sonra Medine’ye gidilmiş ve orada İslam devleti kurulmuştu. Medine’de İsrail oğulları ihanet etmiş, Hendek savaşında düşmanlarla bir olmuşlardı. Savaş kıl payı kazanılmıştı.

Hazreti Peygamber bu hainleri sorgusuz sualsiz idam edebilirdi.

Hayır, öyle yapmadı, yargılamaya gitti. Hakem önerdi. Onlar Müslüman olan ama Yahudilerle çok sıkı ticari ilişkileri bulunan birini hakem seçtiler. Hazreti Peygamber de onun hakemliğini kabul etti. Onları cezalandırmak istemiyordu. Hakem ise Tevrat’ın hükmünü okudu. Son Nebi buna sevinmedi ama yapacağı bir şey yoktu, verilen karar hakem kararı idi. En zor günü yaşadı ve hainleri infaz etti. Kur’an bu olayı haber vermektedir.

O gün için olay öyle geçti.

Bugünün dünyasına en büyük zulüm Sermaye’nin emrindeki bürokrasiden gelmektedir. Bürokrasi düzeni kalkacaktır. Yerine “Genel Hizmet” gelecektir. “Genel Hizmet” demek, serbest meslek erbabı demektir. Bugünkü görevliler yarın da görevli olacaklardır. Bugünkü hizmetlerini yarın da yapacaklardır. Değişecek olan görevlendirme şekli, yetki sınırları ve sorumlulukları olacaktır. Bu yeni düzen onların sosyal durumlarını azaltmayacak, tam tersine halkla bir olacaklardır. Çünkü halk onları görevlendirecek; seçerek değil, biat ederek görevlendirecek.

İşte buna uyum sağlayamayanlar olacak ve onların akıbeti Hendek asilerinin/ hainlerinin akıbeti gibi olacaktır. Onların gözleri görmemişti. كَانَتْ fiili bunu ifade etmektedir. Gözlerinde katarakt vardı. “Katarakt” kelimesi غِطَاء kelimesine benzemektedir. “Zikrimden” denmektedir. Zikr zihnî bir melekedir. Görülmez, belki idrak edilir. Kur’an’ı zikretmekten gözleri perdeli denmektedir. Kur’an’ı anlamakta gözleri perdelenmiştir.

Yani onlar Kur’an seminerlerini okumaktan kaçınmışlardır. Kur’an seminerlerini takip etselerdi, burada söylenenlere kulak verselerdi gelecek “Adil Düzen”in onlar için ne kadar yararlı olacağını bilecek ve o küfre dalmayacaklardı.

Evet, Kur’an üzerinde çalışanların gözleri açıktır; okuyorlar, anlıyorlar ve yazıyorlar. Bugün Kur’an üzerinde çalışan Akevler dışında da pek çok kurum vardır. Tevrat’ı okuyanlar gibi tarihi masal gibi okuyanları demiyoruz; Kur’an’ı yeni anlayışla okuyanları diyoruz.

a) Kur’an Allah’ın kelamıdır. Bugün bize nazil olmuştur. Ona göre yorumlayacağız.

b) Geçmişteki tarihi vakaları anlama yerine, günümüzün sorunlarını onunla yani Kur’an’la çözmeliyiz.

c) Kur’an’ı anlamak için geçmiştekilerin bıraktıkları mirasa sahip çıkacak ve onların usulünü benimseyeceğiz ama onların içtihatları ile değil, bizim içtihatlarımızla Kur’an’ı anlayacağız. Bugünkü ilmi sonuçlar içinde anlamaya çalışacağız.

d) Kur’an’ı sadece anlamak için değil uygulamak için okumalı ve üzerinde düşünmeliyiz.

عَنْ ذِكْرِي demekle Kur’an’ı geçmişteki yorumlarıyla değil de, bugünkü uygulamaları içinde ele almalıyız. Buradaki ‘zikri görme’ ifadesi, Kur’an’ı anlamanın sözlerle değil yapmakla olacağını ifade eder. O halde uygulamasını yapmadığımız bir Kur’an araştırması kataraktı ortadan kaldırmıyor.

وَكَانُوا لَا يَسْتَطِيعُونَ سَمْعًا (101)

Va KavNUv LAv YaSTaOIyGUvNa SaMGan (Va FaGaLUv LAv YaSTaFGıLUvNa FaGLan)

“Ve sam’a da istita’ etmez oldular.”

Onlar küfrettikleri için gözleri olanları görmüyor; kulakları da işitmiyordu. Yapılanları değerlendirmiyor, söylenenleri de anlayamıyorlardı.

Elli sene önce yazdıklarımızı okusalar ve elli sene içinde olanları görseler, neler olduğunu, Kur’an’ın dediklerinin nasıl bir bir gerçekleştiğini göreceklerdir.

İnsanlar hala paraya ve oya tapmaktadırlar. Hala silahın gücüne inanmaktadırlar. Hala mafya onların korkulu tanrısı. Oysa elli seneyi değerlendirseler görürler ki, insanlık o sözde tanrıların istediği yöne doğru değil, Kur’an’ın gösterdiği yola doğru ilerlemektedir.

 

YORUM

Çağımızın inkılabı işçilik sisteminden ortaklık sistemine geçmedir. Bugün ekonomide hâkim olan sistem işçilik sistemidir. Kamunun yönetimi de işçilik sistemi ile olmaktadır. Bürokratlar maaş almakta ve görevler yapmaktadır. Toplanan vergiler maaşlara yetmediği için devletler borçlanmakta ve Sermaye böylece tüm devletlere hâkim olmaktadır. Sermaye de zaman zaman krize girmekte ve borç veremez durumu ortaya çıkmaktadır. Yeni dolar basılıyor ama kâğıttan dolar artıyor, borçluların borcu çoğalıyor, alacaklıların alacağı artıyor. Bir adamın borcu hayatında kazanacağı dolardan fazla, artık o borcu ödemek imkânsız hâle gelmekte ve o zaman da o dolar dolar/para olmaktan çıkmaktadır. Doların bir gecede çöktüğü görülecektir.

 

Öz Türkçe ile:

“Anlatmamdan gözleri kapak içinde olan ve duyamayanlar”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Zikrimden aynları ğita içinde olan ve sam’a da istitaa etmez olan kimseler ”

 

elLaÜIyNa KAvNaT EAGYuNuHuM FIy ĞaOAyEin GaN ZiKRIy Va KavNUv LAv YaSTaOIyGUvNa SaMGan

الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاءٍ عَنْ ذِكْرِي وَكَانُوا لَا يَسْتَطِيعُونَ سَمْعًا(101)

 

***

 

أَفَحَسِبَ الَّذِينَ كَفَرُوا

Ea Fa XaSiBa elLaÜIyNa KaFaRUv (EaFaFaGıLa elLaÜoNa FaGaLUv)

“Küfretmiş olanlar hesap mı etti?”

“Ahmet geldi ve Ahmet gitti” dersen, gelen Ahmet başkadır, giden Ahmet başkadır.

“Ahmet geldi ve gitti” dersen, gelen ve giden Ahmet aynı kişidir.

“Ahmet geldi, Ahmet gitti” derseniz, Ahmet gelmiş ve aynı Ahmet gitmiş oluyor ama değişmiş olarak gitmiş olur yahut değişmeden gittiğini vurgularsınız.

Bu surede üç defa الَّذِينَ كَفَرُوا geçmektedir. Aralarında و atıf harfi de yoktur. O halde üç ayrı kâfirden bahsetmiyor, üç ayrı tür küfürden bahsediyor. Yorumlayıcı bu üç ayrı küfrü gözlemleri ile bulmalıdır. Siz başka şekilde sınıflandırırsınız, ben başka bir şekilde sınıflandırırım. Mezhepler böyle doğar.

Ehlisünnetin icma ile bu husustaki görüşü şöyledir. Eğer bir dönemin müçtehitleri aynı şekilde anlaşmış iseler o hususta icma hâsıl olmuştur. O kesindir. Sonradan görüşleri değişse de o görüşe uyma zorunluluğu vardır. Değişmesi için yeniden icmaya gerek vardır. Sahabelerin kavli ve fiili icmaları değişemez yani bizim icmamız onların icmasını bozamaz. İcma olmayan hususlarda herkesin kendi görüşü kendisini bağlar.

99-105 ayetleri arasında iki defa لِلْكَافِرِينَ geçmektedir, iki defa الَّذِينَ كَفَرُوا geçmektedir, iki defa da الَّذِينَ ile özellikleri anlatılmaktadır. كَافِرُونَ dendiğinde kendileri bilinmekte ama küfürleri bilinmemektedir. Böylece iki çeşit küfürden söz edilmektedir. Biri cehenneme arz edilen kâfirlerden (100. ayet) diğeri ise cehennemin kendilerine nüzülen hazırlandığı (102. ayet) kâfirlerden bahsedilmektedir. Birilerine gösterilmektedir diğerleri içine konacaklardır. Birinci kâfirler gizli örgütte faaliyet gösterip tövbe etmeyenlerdir. İkinci kâfirler ise yine bu örgütlere mensup olup Sermaye veya eşkıya şebekelerinin emrinde faaliyet göstermektelerdir. Devlete hizmet yerine başkalarına hizmet edenlerdir. Gizli örgütler içinde iki türlü davrananlar vardır. Devletten maaş alıp yabancı örgütlere haber taşıyanlar vardır. Bunlardan “Adil Düzen” geldiği halde devam edenler olacaktır.

الَّذِينَ كَفَرُوا olanlarda hem kafirlikleri hem de küfürleri bilinmektedir. Bunları kullanan Sermaye ve yöneticilerdir. İstihbarat örgütlerinin devlet için haber toplamaları gerekirken iktidarda olan diktatörlere hizmet vermektedirler. Halkı ezip iktidarda olanların iktidarda olmalarını sağlarlar. Bunların iki özelliklerinden bahsedilmektedir. Biri; kulaklarını tıkamış, gözlerini kapatmış, hiçbir şeyi duymaz ve hiçbir şeyi görmez olmalarıdır. Diğeri ise; mafyaya katılanların, halklarının özgürlüğü için çalıştıklarını ve iyilik yaptıklarını sanmalarıdır. İstihbaratçıların da kendilerini devletlerinin birer fedaisi olarak görmeleridir. Halkı ezerek devleti yaşatacaklarını sanan bürokratlar vardır.

İşte bu ayetler bugünkü gizli örgütlerle oluşan düzeni tanımlamaktadır.

أَنْ يَتَّخِذُوا عِبَادِي

EaN YatTaPiÜUv GıBAvDIy (EaN YaFTaGıLUv GıBADIy)

“İbadımı ittihaz etmeleri”

Bunlar Hazreti İsa’yı tanrılaştıranlardır. Bunlar Hazreti Muhammed’in doğum haftalarını kutlayanlardır. Bunlar parti liderlerine tapanlardır. Bunlar şeyhlerinin emrinden taparcasına çıkmayanlardır. Bunlar Mustafa Kemal’i ilahlaştıranlardır. Bunlar Erbakan’ın Adil Düzen’ini bırakıp onun sadece şahsını kutsallaştıranlardır.

مِنْ دُونِي أَوْلِيَاءَ

MiN DUvNIy EaVLıYAvEa (MıN FuGLIy EaFGıLAvEa)

“Benim dunumdan evliya”

Evet, Kur’an’ın emrettiklerine, içtihatlarına göre değil de tanrılaştırdıkları kişilerin yetkisiz isteklerine göre hareket edenler hesap ediyorlar.

Burada meful hazfedilmiştir. “Onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını hesap ediyorlar” anlamında bir cümledir. Hazfı caiz görürsek o zaman “hesap etmeye güçleri yetecek mi, evliya ittihaz etmeye güçleri yetecek mi?” anlamı verilir. Benim dışımda kullarımı evliya ittihaz edebileceklerini mi sanıyorlar. Yani onlar bunlara yardım edemezler.

إِنَّا أَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ نُزُلًا (102)

EinNAvEaGTaDNAv CaHanNaMa LieLKAvFiRIyNa NuZuLan

“Cehennemi kâfirler için nuzulen i’tad ettik.”

Bugünkü düzen zulüm düzenidir. Örgütteki görevliler astlarını ezerler, üstlerine de taparlar. Sonunda halk ezilir. Başta olanlar da ezerler ama onları kimse ezemez. Bugünkü bürokrasi budur. Gizli örgüt budur. Ezilenler zulme uğrayanlardır. Yönetenler de bunlar sayesinde yönetmekte ve zulmetmektedirler. Daha da önemlisi bu bürokrat sınıf üst yöneticileri güçlendirirler, her türlü işleri o yapıyor derler ama istediklerini yönetirler. Bunlar için konaklama yeri olarak cehennem hazırlanmıştır. Bugün bu düzenle topluluklar var olmaktadır.

Adil Düzen’de bu sistem kalkacaktır. Görevliler amirlerine karşı değil yargıya karşı sorumlu olacaklardır. Görevlileri üstler tezkiye etmeyecek, dayanışma ortaklıkları tezkiye edecek. Ehliyetlerini üstler değil dayanışmalar sağlayacak.

Adil Düzen’i kavramamız için yukarıda saydığım kitapları ve tüm Adil Düzen yayınlarını anlayarak okumanız gerekmektedir.

 

YORUM

Kur’an çağımızın işçilik sistemine dayanan yönetim şeklini anlatmaktadır. İşçiler hep patronun dediğini yaparlar ama genel olarak patronlara karşıdırlar. Patronlarla yöneticiler arasında işveren vekilleri vardır. Onlar patronlarına taparlar, işçileri de ezerler. Devletler de aynı şekilde işçilik sistemi ile yönetilirler. Oysa ortaklık sisteminde patron yoktur. İnsanlar diğer insanların emrinde değil kuralların emrindedir. Namaz kıldıran imam cemaati yönetmez, cemaat ona uyar; imam kendisi için namaz kılar, cemaat de kendisi için namaz kılar, sadece birlik olsun diye imama tabi olurlar. Oysa işçilik sisteminde astlar üstlere uyarlar. İşte bu sistem ortadan kalkacaktır. Ortaklık sistemi gelecektir. İlk bakışta “bu nasıl olur?” diyebiliriz.

İstanbul 20 milyon nüfusa sahiptir. Herkesin işi ayrıdır. Kimse kimseye emretmemektedir ama İstanbul varlığını sürdürmektedir. “Adil Düzen”de kooperatifler halinde örgütlenmek, dayanışma ortaklığını kurmak, ortak ambar ve nakliye oluşturmak, bono senetleri çıkarmak suretiyle merkezi yönetime gerek kalmadan yönetilecektir. Biz elli senedir bunu gerçekleştirmek için uğraşıyoruz. Henüz bu düzeni kuramadık ama biz buna inanıyoruz. Bu kurulacak. Kim kuracak? Bu seminerleri takip eden 1000’den fazla kişi kuracaktır. Allah size kurduracaktır. Siz kurmazsanız sizin yerinize başkalarını getirecek ve onlara kurduracaktır.

Mümini tarif ediyorum. Mümin kendisini kimseden aşağı görmez, yukarı da görmez. Kendisi Allah’ın yani mensubu olduğu topluluğun temsilcisidir. O’nun adına içtihat yapar, sonra O’nun kulu olur, O’nun adına hareket eder. Bu ancak ortaklık sisteminde geçerli olur. Bu seminerleri takip edenler buldukları yerlerde semt kooperatiflerini kurup bir an önce “işçilik düzeni”nden “ortaklık düzeni”ne geçmelidirler. Allah’ın sizden istediği budur.

Akevler size örnek olacaktır. Akevler’e ortak olmayacaksanız, kendinize hizmet ve dayanışma kooperatifini kurmalısınız. Nakitlerinizi değil mallarınızı, yapılarınızı, emeklerinizi ve hizmetlerinizi birleştirmelisiniz. Kooperatif nakit ortaklığını kabul etmeyecektir. Nakit puttur. Takas sistemini esas alacaksınız. Aracı tüccarlar sizden mal alacaklar, götürüp peşin para ile satıp hemen bekletmeden mal alacak size getireceklerdir. TL ile günlük işleri yapma meşrudur ama TL ile borçlanma meşru değildir, çünkü yarınki değeri bilinmemektedir. Medhal bir an önce kredileşme hesabını faaliyete geçirmelidir. Nakit onların bankalarında olacak. Bankalardaki altın hesabı ortakların nakitsiz yaşama imkânını sağlayacaktır.

Evet, Allah’a ve Kur’an’a iman eden kişilerin ilk yapacakları iş, semt kooperatiflerini kurmak olmalıdır. Bunu engellemek isteyenler olacaktır ama Allah size yardım edecek ve siz galip geleceksiniz. Tek eksiğimiz bilgisizliktir. Başka hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur. Nakit kullanma zaten haramdır.

Yalova Ahşap Evler işletmesinde birer ev sipariş olarak kabul edilmelidir. Gelen nakit altın hesabına çevrilecektir. Ortaklıklara 32 metrekarelik evler verilecektir. İlk on evin değeri 25 000/x gram altındır. Bu değeri Lütfi Hocaoğlu hesaplayacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Kapatanlar, benim dışımda kullarımı dayanışma ortaklıkları olarak edindiklerini mi sandılar? Kapatanlar için tamuyu konak yaptık.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Küfretmiş olanlar dunumda ibadımı evliya ittihaz ettiklerini mi hesap ettiler? Biz cehennemi kâfirler için nuzulen i’tad ettik.”

 

EaFaXaSiBa elLaÜIyNa KaFaRUv EaN YatTaPiÜUv GiBAvDIy MiN DUvNIy EaVLiYAEa EinNAv EaGTaDNAv CaHanNaMa Li eL KAvFiRIyNa NuZuLan

أَفَحَسِبَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنْ يَتَّخِذُوا عِبَادِي مِنْ دُونِي أَوْلِيَاءَ إِنَّا أَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ نُزُلًا (102)

 

***

 

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالًا (103)  

QuL HaL EuNabBiEuKuM Bil EaPSaRIyNa EAGMAvLan (ıFGuL HaL EuFagGıLuKUm Bi eLEaPSaRIyNA EaGMAvLan)

“A’mal olarak ahsar olanları size tenbi edelim mi diye kavlet”

أُنَبِّئُكُمْ yerine نُنَبِّئُكُمْ diyor. Yani bize bugün şimdiye kadar çalışıp yapanların zararlısını anlatıyor. En çok zarar edenleri bize bildirecektir. Zarar edecekleri değil, zarar etmiş olanları haber verecek. Hem de bize haber ediyor, “kavlet” diyor. Yani emrediyor, bunları yaz diyor. Size de emrediyor, “bu söylenenleri onlara ulaştır” diyor.

خَسْر harap olmuş yer demektir. Fiil olarak yıkılmak, parçalanmak, çökmek anlamlarında kullanılmaktadır.

Kur’an’da خسر 65, كثر 167 defa geçmektir. Toplam 232(23*29) eder.

Türkçede de Arapça olan “zarar” kelimesi kullanılır. Araplar أَخْسَر kelimesini kullanmaktalar. “Yaptığın işte zarar etme” demektir. Bugün iktisatçılar buna “fırsat maliyeti” demektedirler. Ben falan firmada çalışsam ücretim 100 TL olacaktır. Filan firmada çalışırsam ücretim 150 TL olacaktır. O halde benim fırsat zararım 50 TL’dir. Kur’an buna işte zarar diyor. Bazen zararına da olabilir. Buğday ekersem 100 TL kazanacağım ama domates ekersem 50 lira ziyan edeceğim. Demek ki benim fırsat zararım 150 TL’dir. Kur’an burada ismi tafdil kullanıyor ve en çok zarar edenleri böyle ifade ediyor.

 

YORUM

Kur’an bize söylememizi emrediyor. Ayrı ayetle beyan ediyor.

Biz bunu onlara nasıl söyleyeceğiz?

Seminerleri onlara okutmalısınız. Onların seminerlerimizi değerlendirmelerini bizim yorum kısmında siz yayınlayacaksınız.

İzmir’e gittiğim zaman on, on bir kişi bir araya gelip sırayla konuşuyorlardı. Aramızda Risale-i Nur şakirtleri vardı. Sırası geldiğinde “size Risale’den okuyacağım” der, onu okurdu. Siz de böyle sohbetler tertip edeceksiniz. Birbirinize misafir olacaksınız ama okumayacak, anlatacaksınız. Bize verilenقُلْ  emrini böylece yerine getirmiş oluruz.

Ortaklıklar oluşturacaksınız. Ortaklığa davet edip onlara bu ayetleri anlatacaksınız. Onlar ortak olmazlar ama siz söyleme fırsatını bulursunuz.

 

Öz Türkçe ile:

“ ‘İşlerinde en çok kaybedenleri size bildirelim mi?’ de.”

Kur’an kelimeleri ile:

“ ‘A’mal olarak ahsar olanları size tenbi edelim mi?’ diye kavl et.”

 

QuL HaL EuNabİEuKuM Bi eLEaPSaRIyNa EaGMAvLan

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالًا (103)

 

***

 

الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا

elLaÜIyNa WalLa SaGYuHuM Fıy eLXaYAyTi elDuNYAv (elLaÜIyNa FaGaLa FaGLuHuM Fıy elFaGaLati elFuGLAy)

“Dünya hayatında sa’yleri dalalet etmiş kimseler”

ضَلِيل “kaybolan deve”dir. Sürüden kopan deve başka sürülere katılır ve sürüsünü bulamaz. Bu başkasından gelen deveye ضُلّ denmektedir. Kaybolmak, yolu bulamamak yahut şaşırmak anlamındadır. 

Kur’an’da ضلل 191, ضنن 1 defa geçmektedir. Toplam 192(26*3) eder.

Çalıştıkları boşa çıktı demektir. Emekleri boşa gitmiştir demektir.

“Sua’f” el çatlamasıdır. Çalışırken elde meydana gelen izden dolayı çalışmak, çabalamak anlamı kazanmıştır.

Uçları ağaçlara bağlanarak bezden yapılmış gölgeliktir.

“Amel etmek” insanın başkasının işine yarayacak şeyi yapmasıdır. “Sa’y” ise insanın bir şeyi elde etmek için harcadığı zamandır, çabadır.

وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا (104)

Va HuM YaXSaBUvNa EanNaHuM YuXSiNUNa ÖuNGan (Va HuM YaFGaLUvNa EanNaHuM YuFGıLUvNa FuGLan)

“Ve onlar sun’a ihsan ettiklerini hesap ediyorlar.”

Bu ayet hepimizi her zaman düşündürmelidir. Biz iyi işler yapıyor zannettiğimiz halde kötülük yapmış oluruz.

Aile sağlığını korumak için Sermaye toplulukları yanıltmakta ve aileye yıkıcı işler yaptırmaktadır. Tek evlilik, evlilik engelleri, boşanma zorlukları, kadın hakları, ortak kazanç kanunları hep aile müessesesini yıkmaya yöneliktir. Görünüşte ise aileyi korumak için alınmış tedbirler olarak görülür.

Gümrükler ve vizeler ülkenin ekonomisini çökerten tuzaklardır. Görünürde onunla güya ülkenin sanayisi korunmaktadır. Yabancı uyruklu hemşirelerin maaşını beş bin, altı bin dolara çıkartarak güya onları korumaktadır, oysa vatandaş olan hemşirelere 2000 TL vermektedir. O da sigorta parası ediyor. Bu çalışmayınca hemşirelerin kaçak çalışmasına göz yumularak insanlar yolsuzluğa zorlanıyor.

KDV de böyledir.

Bunun dışında birçok bürokrat var ki devletin gelirini artırarak devlete hizmet ettiğini sanmaktadır. Bunun için vatandaşı ezmektedir. İşletmeleri iflas ettirmekte, devleti yaşatacağım derken ülkeyi batırmaktadır. Sosyal sigorta insanın haklarını koruyacağım demekte ama insanların aile yapısını bozmaktadır. En iyi sigorta aile dayanışmasıdır.

Bugünkü dünya bu ayetin bize tasvir ettiklerini yaşatmaktadır.

Çözüm nedir?

Çözüm Kur’an’a dayalı fıkıhtır. Şeriat ne söylüyorsa o yapılmalıdır. Modaya değil doğal kanunlara uyulmalıdır. Bizim aklımızın iyi gördüğünü değil, Allah’ın iyi gördüğünü yapmaktır. Üniversitede bizim mekanik hocamız vardı. Dünyada en saçma şey aklıselimdir. “Aklıselime göre dünya duruyor.” “Aklıselime göre dünya düzdür.” derdi.

Bunlara karşı olacağız. Tedbir ise müspet ilmin ve Kuran’ın öğrettiklerini yapmaktır. Mecliste kalkan iki fazla parmakla bu sorunlar çözülmez.

Biz bu Kur’an’ı yorumlarken müspet ilmin verileri içinde yorumluyoruz. Birileri çıkıp da bize “bu söyledikleriniz müspet ilme aykırıdır” diyemiyor. Biri çıkıp da “siz Kuran’ı yanlış anlıyorsunuz” diyemiyor. Çareyi bizi yok saymakta buluyorlar.

Mağlup olacaksınız ve cehennemde haşr olunacaksınız.

 

YORUM

Tarikatlarla ilahiyatçılar birleşip Akevler’e cephe aldılar. Bunlar çıkarları için cephe aldılar. Güya iyi işler yapıyorlardı. İçtihatla değil de kişilerin ilhamlarına uyuyorlardı. Başarılı da oldular ama bugün amelleri dalalettir. Eskiden havaalanlarında yahut iskelelerde satılan kitapların % 60’tan fazlası dini kitaplardı. Şimdi ise bir tane bile dini kitap satılmıyor. Bu seminerleri takip edenler 1500 civarında idi. Şimdi yarıya inmiştir. Bu 15 Temmuz darbesinden sonra ilan edilen OHAL’in sonucudur.

Demek ki gerek Milli Görüşçüler, gerekse Risale-i Nurcular iyi işler yaptıklarını sanmış ama ürettikleri şey dalalet etmektir. Akevler’in Adil Düzen çalışmalarına ise insanlar her gün biraz daha yaklaşmaktadırlar.

Modaların değil, halkın söylediğine değil, Hakk’ın ne söyleyeceğine bakmalıyız. O zaman Allah bize hidayet edecektir. Kur’an هُدًى لِلْمُتَّقِينَ dir.

Sonra tüm muhaliflere kulak vermeliyiz. Söylediklerinin bir kısmı doğru olabilir. AK Parti de demokrasiyi savunarak seçimi ele alıp iktidar oldu. ‘Ortak akıl’ sloganını kullandı. Sermaye o zaman öyle buyurdu. Erbakan’ı öyle devre dışı bıraktı. Şimdi ise ‘Evetçiler’ dolaşıp çok ses mi tek ses mi diye propaganda yapıyorlar, çünkü Sermaye şimdi böyle buyurmaktadır.

Oysa başkan istişare eder ve son kararı o verir. Onun kararı uygulanır. Kararına karşı bağımsız, yansız, etkin ve saygın hakemlerden oluşan yargı son kararını verir. Buna “hukukun üstünlüğü” denmektedir. Bugün teoride bütün dünya bunu kabul etmiştir.

 

Öz Türkçe ile:

“Onlar yakın yaşayışta çabaları yok olmuş olan kimselerdir ve onlar ürettiklerini iyi görüyorlar.”

 

Kuran kelimeleri ile:

“Onlar dünya hayatında sayleri dalalet etmiş kimselerdir ve onlar sun’u ihsan ettiklerini hesap ediyorlar.”

 

elLaÜIyNa WalLa SaGYuHuM Fıy eLXaYAvTı eldDuNYAv Va HuM YaXSaBUvNa EanNaHUM YUXSiNUvNa ÖuNGan

الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا (104)

 

***

 

أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ  

EüLAvEiKa elLaÜIyNa KaFaRUv Bi EAvYAvTı RabBiHiM (EuLAvEiKa elLaÜIyNa FaGaLUv Bi EaFGAvLı FaGLiHiM)

“Onlar Rablerinin ayetlerini küfreden kimselerdir.”

İyi işler yaptığını zannedip kötü işler yapanlar Rablerinin ayetlerini görmezlikten gelenlerdir, bizim Kur’an seminerlerini okumayanlardır. Ben onların bütün ilimlerini okudum, onların yazdıklarını da okudum. Varsa, ben onları kritik ediyorum. Onlarda ses seda yoktur. Onlar yazılarımı bile okumuyorlar. Evet, Kur’an ayetlerini inkâr ediyorlar.

Dr. Mete Firidin ve Sam Adian bana karşılar ve çok yanlışlıklar yapıyorlar ama ben onları seviyorum ve yazılarını, okuyorum çünkü Onlar Rablerinin ayetlerini tekfir etmiyorlar, onlarla ilgileniyorlar.

Bir insan Allah’a inanır, Kur’an’ın Allah ayetleri olduğunu da kabul eder ama sonra dönüp hiçbir işte “Kur’an acaba bu işte ne diyor?” demezse, onun ayetlerini inkâr etmiş olur. Bugün inananları hep bu gaflet içinde buluyorum.

وَلِقَائِه

Va LiQAvEiHİy (Va FiGAvLiHIy)

“Ve O’na likayı”

Diyelim ki bakansınız ve bir iş yaptırıyorsunuz, karar verip imza atacaksınız.

Ne yapacaksınız?

Önce Kur’an bu hususta ne diyor diye ona bakacaksınız. İstişare ve içtihat sonucunda Kur’an’ın istediğine uyanlar olacaksınız. Hata ederseniz sorumlu değilsiniz ama istişare ve içtihat yapmadan karar alırsanız, isabet etseniz de, aldığınız karar geçersizdir. Sonra bu alacağınız kararla kimseye zulmetmeyeceksiniz. Birinin hakkını başkasına geçiriyor muyum diye düşüneceksiniz. Muhasebesini yapacaksınız, ona göre karar vereceksiniz.

Şimdiki bakanlar ne yapıyorlar?

Nasıl karar alayım da Erdoğan’ı memnun edeyim diye düşünüyorlar. İşte bu şirkin ta kendisidir, onu tanrılaştırmadır.

Başka ne yapıyorlar?

Nasıl karar alayım da yarın partime oy gelsin, ben de başkan seçilmiş olayım.

Bu da halkın ekseriyetine tapmadır, şirktir.

İşte böyle davranmak ahireti küfretmedir.

فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ

Fa XaBiOaT EaGMAvLuHuM (Fa FaGiLaT EaFGAvLuHuM)

“Amelleri hubut oldu.”

حَبَط suyu çekilmiş kör kuyu” demektir. ح hareketi, ب geçidi, ط de uyumu ifade eder. Akıntıya kapılmış anlamındadır. Dünyada ameller işe yaramaz olmuş. Kâr yerine zarar getirmiştir. Bediüzzaman’ın ve Erbakan’ın yaptıkları örnek olmuş, dünyayı değiştirmiştir. Gülen’in ve Erdoğan’ın yaptıkları ise sonunda işe yaramaz hale gelmiştir. Dün ikisi de birleşmiş, Sermaye ile bir olmuş ve bize cephe almışlardı. Bugün ise biri okullarını kapatıyor, gazetelerine, televizyonlarına ve bankalarına el koyuyor. Diğeri ise Sermaye’nin askeri harekâtına katılıyor. Her iki taraf da iyilik yapacağım derken işe yaramaz hale geliyor.

فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا

FaLAv NuQIyMu LaHuM YaVMa eL QıYaMaTi VaZNAv

“Kıyamet yevminde biz onlara vezn ikame etmeyiz.”

İyi işler yaptıklarını zannettikleri halde yanlış iş yapanların bu dünyada amelleri boşa çıkar. Ahirette ise onlara ceza vermeyeceğiz, çünkü iyi niyetle yaptılar ama yaptıkları işler için de onlara bir sevap vermeyeceğiz. Yani “onların iyiliklerini değerlendirip terazinin sağ kefesine koymayacağız” diyor Allah, çünkü onlar iyiliği hisleri ile yaptılar. İlmi ve içtihadı terk ettiler.

“Adil Düzen” geldiğinde genel af ilan edeceğiz. Kimseyi cezalandırmayacağız ama “Adil Düzen”i getirmek için değil de mevcut düzende iyi işler yapmaya çalışanların emeklerini de değerlendirmeyeceğiz. Ahiretteki hükmü kıyas yoluyla bu dünyada uygulamış olacağız. 

 

YORUM

Kur’an bu surede örnekleri anlatarak üçüncü binyıl uygarlığına geçiş şekillerini anlatmış ve iyi niyetli olanların hükümlerini ortaya koymuştur. Sureyi baştan bir daha okursanız günümüzü yaşarsınız. Ne yapmanız gerektiğini çok kolay çözersiniz.

Evet, yapacaklarımızı özetliyorum.

Kur’an seminerlerine devam edeceğiz.

Semt kooperatifleri kurarak Kur’an seminerlerinde öğrendiklerimizi uygulamaya çalışacağız. Başaramazsak Kur’an’ı doğru anlayamadığımızı kabul edip yeniden içtihat yapıp uygulamaya devam edeceğiz.

Biz ahşap ev yapmaya 20 yıl önce başladık. Hala “Adil Düzen”e göre bir işletme kuramadık ama çalışmalarımızı bırakmadık. Bundan sonra da siz devam edeceksiniz.

Bize farz olan içtihadımıza göre Allah’ın bize verdiği imkânlarla çalışmaya devam etmektir. Her uygulamadan sonra yeniden içtihat yapıp hatalarımızı düzeltmemiz gerekir.

 

Öz Türkçe ile:

“İşte onlar yetiştiricilerinin kanıtlarını ve ona kavuşmayı kapatmış kimselerdir. İşleri boşa gitmiştir. Kalkış gününde onları tartı içine koymayacağız.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Onlar Rablerinin ayetlerini ve O’na ligayı küfr etmiş kimselerdir. Amelleri hubut etmiştir. Kıyamet yevminde de onlara vezn ikame etmeyeceğiz.”

 

EuLAEiKa elLaÜIyNa KaFa RUv BiEAvYAvTi RabBiHiM VaLİQAvEiHIy FaXaBiOaT EaGMAvLuHUM FaLAv NuQIyMu LaHuM YaVMa eLQıYAvMaTi VaZNan

أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا

(105)

***

 

ذَلِكَ

ÜAvLiKa

“Bu”

ذَلِكَ mübteda olup, işaret edilen hazfedilmiş olabilir.

ذَلِكَ  işaret olabilir. Bu cezalar şeklinde tercüme edilir. ذَلِكَ  isim yerine geçen mübteda olabilir. “Bu, onların cezalarıdır.” şeklinde tercüme edilir. ذَلِكَ  işaret ismi yerine geçen haber olabilir, o zaman da “Cezaları budur” şeklinde tercüme edilir.

Ayrıca işaret edilen küfretmeleri ve sair işledikleri kötülükler olabilir. Zihindeki cezaya, cehenneme işaret etmiş olur.

Bize göre burada işaret edilen onlara veznin ikame edilmesidir. Yani kötülük yaptılar ama kötü niyetle yapmadılar, iyilik diye yaptılar. Sadece sevap hesaplarına yazılmaz. Kötülük hesabına da eklenmez. Bu böyledir anlamındadır.

جَزَاؤُهُمْ deki هُمْ küfredip amelleri hubut edenlerin cezalarıdır. Yani bugünkü kötülükleri işleyenler iki gruba ayrılmaktadır. Biri bile bile bu kötülükleri yapanlardır. Onların amelleri hubut edecektir, ayrıca cezaları cehennemdir. Diğer grup ise iyilik yaptıklarını zannederek kötülük yapanlardır. Onların sevapları değerlendirilmeyecektir.

جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ

CAZAvEuHuM CaHanNaMau (FaGaLAvEu FaGaNLaa )

“Cezaları cehennemdir”

Tabiler vardır. Birbirlerinin irabını alırlar. Bunlar sıfat olabilirler, bedel olabilirler, atfı beyan olurlar. Bedel olanlar da küllü minel külli veya ba’z minel külli olabilirler. Külli ba’z, küllüne bedel olur. Küllün, külli ba’za bedel olabilir. Atfı beyan da bedel gibidir. Ne var ki atfı beyanda sıfat gibidir. Birincinin ikincisidir. İsmidir, sıfatı değildir. Cehennem جَزَاؤُهُمْ ün bedeli olabildiği gibi cehennemin atfı beyanı da olabilir. جَزَاؤُهُمْ u mübteda, cehennemi haber kabul edenler de vardır.

Biz bu manayı vermiyoruz. Cehennem o an cezaları yaptıklarından dolayı değil, küfrettiklerinden dolayıdır. Yani kötü niyet ile yapmış olmalarından dolayıdır. Cehenneme gitmek için iki şeyin birleşmesi gerekir. Yapılan işin kötü olması, ikincisi ise kötülüğün kasten yapılmış olmasıdır. Niyetiniz adamı öldürmekti ama adam ölmedi bunun cezası yoktur. Adam öldü ama niyetiniz onu öldürmek değildi, yine cezası kısas değildir.

 

بِمَا كَفَرُوا

BiMAv KaFaRUv (BiMAv FaGaLUv)

“Küfretmiş olmalarından dolayı”

Bu, cehennem olan cezalarının haberidir. Yani cehenneme bu sebeple gireceklerdir. Kötü işler yaptıklarından dolayı değil. Çünkü iyi iş yapıyoruz diye kötü iş yaptılar.

 

وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي

VaitTaPaÜUv EavYAvTi Va RuSUvLİy (Va EiFTaGaLUv FaGALAvTi VaFuGuLIy)

“Ve ayetlerimi ve resullerimi ittihaz ettiler.”

Sadece küfretmelerinden dolayı da cehenneme girmeyecekler. Küfretmeleri yetmedi, ayetleri ve resulleri eğlence yaptılar.  Burada و atıf harfi gelmiş yani sadece küfür veya sadece ayetleri veya sadece resulleri ile istihza ile yetinmemişler, bunların hepsini birlikte yapmışlar.

Buradaki ayetler Kur’an’daki ayetler değildir. Tüm kanıtlar istihza konusu olmuştur.  Müspet ilmin verileri ters çevrilmiştir. Örnek olarak Darwin evrimi keşfetti. Böylece canlıların sonradan yaratıldığını ispatladı. Bu da kilisenin ve medresenin zaferidir. Şimdi onlar bunu tersine çevirdiler, ateizme delil yaptılar.

Resuller de peygamber değildir. Çağımızdaki yöneticilerdir. Onları dolarla veya silahla satın alarak tam tersine kullandılar.  Buradaki هُزُوًا  kelimesini ele alıp düşünmemiz gerekmektedir.  Kanunları da böyle ters çevirdiler. Yasalar laikliği “inançlara özgürlük tanıma” şeklinde tanımladığı halde onlar inançsızlığı yaygınlaştırmak için kulandılar. Resulleri ve ayetleri هُزُوًا etmek budur.

 

هُزُوًا (106)

HuZuVan (FuGuLan)

“Huzu”

هزء “kılıç yarası, hezeyan, hastanın saçmalaması” demektir. “İstihza etmek” alay etmek anlamındadır.

صغر ile benzer manadadır. Senden önce resulleri istihza ettiler. İstihza ettikleri ile ihata edildiler.  ه uçurumdur. ز zamansal zincirlemedir. ء ise güçtür. مَسْخَرَ da alay edileni küçük görme vardır. اِسْتِهْزَاء da ise alay edilen insan değil, hayvan veya eşyadır. Yapılanı gülünç ve kötü göstermedir.

هزء kökü İstif’al  babıyla geçmekte, bir de هُزُوًا  olarak bir defa geçmektedir. İstif’al babı değişmeyi ifade eder. Yapılan işleri başka istikamete çevirmedir. İyilik yapılırken kötülüğe çevirmedir. İşler iki türlüdür. Birinde kötülük yapanlar, bir de insanları kandırarak iyilikleri kötülüklere çevirirler. Kudüs’ün merkez yapılması aslında iyi bir şeydir ancak onlar Kudüs’ü gerçekten merkez yapmak istememektedirler, bütün bunlar Müslümanlarla Yahudileri birbirine çatıştırmak için yapılmaktadır. Bu اِسْتِهْزَاء dır. İsrail oğullarını da Müslümanları da kandırdıklarını sanarak onları çatıştırmaya çalışmaktadırlar.  

 

YORUM

Sermaye’nin ve gizli istihbarat örgütlerinin tüm yaptıkları iş هُزُو dur.

İnsanları aptal yerine koyup iyi işleri kötü göstermekte ve yapılmalarına mani olmaktadırlar. Kötü işleri iyi göstererek yaptırmaktadırlar. Bunu yaparken de insanları aptal yerine koyup kandırdıklarını sanmaktadırlar.

Hitler’i Sermaye finanse etti. Gayesi dünyadaki Yahudileri korkutarak İsrail’de toplamaktı. İnsanlar aptalca kırk milyon insanı öldürdüler. Aslında bu sayede dünya Yahudilerden kurtulmuş oluyor. Nasıl vücutta mikroplar dağılınca akyuvarlar onları toplar, bir yerde hapseder, çıban olur yahut kitle olur. Böylece Allah izin verdi. İnsanlar aptalca davrandılar ama kazanan kim oldu? İnsanlık.

Bugün bu istihza bütün hızıyla devam ediyor.

Kendi kazdıkları kuyuya kendileri düşecekler.

 

Öz Türkçe ile:

“Böyledir. Tamu olan karşılıkları ise, kapatmalarından dolayıdır. Bir de kanıtlarımı ve elçilerimi alaya aldıklarından dolayıdır.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Böyledir. Cehennem olan cezaları küfretmeleri ve ayetlerimi ve resullerimi huzv ittihaz etmeleri sebebiyledir.”

 

ÜAvLiKa CaZAeüHuM  Cecennamu Bi MAv KaFaRUv Va itTaPaÜUv EAvYAvTIy  V aRuSuLIy HuZUVan

ذَلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا (106)

 

 

            ***

 

 



© 2024 - Akevler