KEHF SURESİ TEFSİRİ(18.SURE)
Süleyman Karagülle
1084 Okunma
KEHF SURESİ TEFSİRİ 37-41.AYETLER

KEHF SÛRESİ - 12. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا (37) لَكِنَّ هُوَ اللَّهُ رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِرَبِّي أَحَدًا (38) وَلَوْلَا إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاءَ اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ إِنْ تَرَنِ أَنَا أَقَلَّ مِنْكَ مَالًا وَوَلَدًا (39) فَعَسَى رَبِّي أَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْرًا مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِنَ السَّمَاءِ فَتُصْبِحَ صَعِيدًا زَلَقًا (40) أَوْ يُصْبِحَ مَاؤُهَا غَوْرًا فَلَنْ تَسْتَطِيعَ لَهُ طَلَبًا (41)

 

***

 

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ

QAvLa LaHUv SAvXiBuHUv (GAvLa LaHUv FaGıLuHUv)

“Sahibi ona kavl etti”

Önce bu temsili kişileri Kur’an arkadaş yapmaktadır. Bu bize şunu gösteriyor ki servet sınıflaşmaya sebep değildir. Zengin ile yoksul birbirleriyle sahabe olabilirler. Sadece “Kâle” demesi manayı ifade ettiği halde “Sahibuhu” kelimesi ile izhar etmiştir. Her ikisi de birbirini arkadaş kabul etmektedir. Aynı mahallede oturur ve benzer işler yaparlar. Hassaten tarım semtlerinde kişiler sayılıdır. Komşuluk ilişkileri de yoğundur. Sınıflaşma yoktur. Yukarıda “LiSahibiHi” denmiş, burada ise sadece “zamir” gönderilmiştir.

“QVL” birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunmuştur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde “söyle” olarak tercüme edilmelidir.

“Q” güç demektir. Birlikte hareket etmek güç oluşturur. Tek kişinin yapamayacağını birlikte iken başarırsınız. “V” birlikte hareket etme demektir. Güç böyle elde edilir, ayrı ayrı iken yapılamamaktadır. “L” ise yapılan işin belirli olması anlamındadır.

“Hu” zamiri üçüncü şahsı gösterir, o anlamındadır.

“ÖXB” 97 defa, “ÖXF” 9 defa geçer; 116= 2*2*29

“Sahafe, Sahife” üzerine yazı yazılmış veya şekil çizilmiş deri, tuğla ve kâğıt gibi şeylerdir. İlk mülkiyet araçlar üzerinde olmuştur; taş ve sopa gibi. “F” “B”ye dönüşmüş ve sahip olunan veya sahip olan anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Sonra sohbet etmek, yazılı metinler üzerinde konuşmak ve daha sonra da arkadaş olmak anlamlarına gelmiştir. Bir memleketin halkına “ashab” dendiği gibi herhangi bir işte birlikte olanlara da “ashab” denir. “Sahabe” kelimesi buradan gelmektedir.

Fakir ve zengin bir aradadırlar; işçi ile patron benzeri, işveren ile çalışan benzeri.

وَهُوَ يُحَاوِرُهُ

Va HuVa YuXAvViRuHUv (Va HuVa YuFAvGıLuHUv )

“Onunla muhavere ediyordu”

“Hale” güneşin etrafında oluşmuş beyaz halkadır. Sonra “Havl” değişme, “Havr” ise dönme anlamları kazanmıştır.

“Havl”den dönüşmüştür. “Havl” de “Hale”den dönüşmüştür. “Hale” az bulutlu günde Ay’ın veya Güneş’in etrafında oluşan aydınlık demektir. “Havl, Hale” Güneş’in etrafında oluşmuş beyaz halkadır. Sonra “Havl” değişme “Havr” ise dönme anlamları kazanmıştır.

“XVR” 13 defa, “XYR” 1 defa geçmektedir; 2*7 = 14.

“X” hareketi, “V” birlikteliği, “R” tekrarı geri dönüşü ifade eder.

“Muhavere” karşılıklı konuşmadır, tartışmadır.

Bugün işveren ve işçi sendikaları vardır. Bunlar oturur tartışırlar. On milyar insan birlikte yaşamaktadır. İnsanlar 60 bin yıldır uygarlıklar oluşturarak göklere kadar çıkabildiler. Bu düzen insanların birbirleriyle muhavir olmasından ortaya çıkmaktadır. Nüfus artıyor, üretim yeterli olmuyor. Bunu dengelemek için önce savaşlar olmakta, savaşlar işe yaramayan halkları tasfiye etmekte, böylece nüfus dengesi sağlanmaktadır. Savaşı kazanmak için insanlar yeni teknikleri geliştirmekte ve böylece insanlar canlıların üstünde ilerleme sağlamaktadırlar.

O halde savaş doğal bir olay olduğu gibi bir yönetici sınıfının olması, bir sermaye sınıfının olması da doğaldır.

Marks’ın hatası savaşı ve zenginliği inkâr etmesidir.

Kapitalistlerin hatası da savaşı ve serveti kendi hâkimiyetleri için kullanmalarıdır.

Kur’an düzeni bunu reddeder. Savaşı barış için meşru görür. Zenginliği de barışta yarış için meşru görür. Bunları dengede tutar.

“Yuhaviru” kelimesinin tekrar edilmesi, her iki tarafın yani işveren ile işçiler tarafının serbest pazarlığa tabi olduğu bir düzeni uygun görmekte olmasındandır.

Bugün yöneticiler ile Sermaye bir olmuş, silahlı güçle fiyat ve ücretleri tespit etmektedirler. Buna ‘karma ekonomi’ diyorlar. Meşru olmayan budur. Fiyatlar, ücretler ve kârlar arz-talep kanunları ile değil, Sermaye ve yönetimin tespit ettiği tekelle yapılmaktadırlar.

أَكَفَرْتَ

Ea KaFaRTa (Ea FaGaLTa)

“Küfür mü ettin?”

İnsanda dört meleke vardır; duyma, düşünme, yapma ve görüşme (yani his, fikir, irade ve ünsiyet). Bu dört melekenin toplulukta ifade şekli de dörttür; sanat (estetik), dil, teknik ve hukuk. Bu dört melekenin toplulukta oluşmuş dört kurumu vardır; ahlak (derin manada din), ilim, ekonomi ve yönetim.

Bunlardan;

Duyma (sanat ve ahlak) ne yapılacağına karar verir.

Düşünme (dil ve ilim) nasıl yapılacağına karar verir.

Yapma (teknik ve ekonomi) kimin ne zaman yapacağına karar verir.

Görüşme (hukuk ve yönetim) ürünlerin nasıl bölüşülüp kimin olacağına karar verir.

Bunlardan her birinin “Dayanışma Ortaklıkları” vardır.

Meslekî ve Siyasî Dayanışma Ortaklıkları makroyu oluşturur ve kamu düzenini sağlar.

Ahlâkî ve İlmi Dayanışma Ortaklıkları halkın özgürlüğünü sağlar.

İlmi varlıklılar değil yoksullar yaparlar.

Ahlakın savunuculuğunu zenginler veya iktidarda olanlar değil halk yapar.

İşte burada dersi yoksul zengine vermektedir.

Küfretmek demek nankörlük yapmak demektir.

Allah’ın verdiği imkânları yerinde değil de kötüye kullanmak, örnek olarak tarlalarda buğday ekip ekmek elde edileceğine tütün ekip sigara içilmesi gibi hareketler küfürdür. Uyuşturucu görünürde yasaktır. Ancak bu yolla uyuşturucu mafyası oluşturuluyor ve işin kârı artırılıyor. Güya içmek yasak değil ama ticaret yasaktır. Bu yolla Sermaye silahlı mafyasını besliyor.

“Hale” Güneş’in etrafında oluşmuş beyaz halkadır. Sonra “Havl” değişme, “Havr” ise dönme anlamları kazanmıştır.

“XFR/Hufre” çukur demektir. “Hafera” çukurun dışarı atılmış toprağı demektir. “Kefera” ise tohumu örten toprağın adıdır. “Kâfir” çiftçi demektir. Sonraları bu kelime gerçekleri ve hakikatleri kapatan, gizleyen anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Tohumun sonradan yeşermesi gibi hakikatin de bir gün yeşereceğini de bu kelime içermektedir.

«Kâfirun» kurallı erkek çoğuldur, muhatap örgütlenmiş bir topluluktur. Böylece İslam düzeninde onların kendi cemaatlerini kurabilecekleri ve diledikleri gibi yaşayabilecekleri ifade edilmektedir. Burada kâfirler arasında bir fark gözetilmediğinden bunların Ehl-i Kitap olma şartı yoktur. Tarihte de Mecusiler Ehl-i Kitap olmadıkları halde İslam ülkelerinde yaşadılar ve yaşıyorlar. Burada küfredenler belli ama küfür belirsizdir.

“KFR” 525 defa, “KFY” 33 defa geçmektedir; 558=2*3*3*(1+2+4+8+16)

“K” varlığı, “F” bitişik kalarak ayrılmayı, “R” tekrarı ifade eder.

Birlikten ayrılıp ayrı oluşumda ısrar eden kimselerdir.

بِالَّذِي خَلَقَكَ

BielLaÜIy PaLaQaKa (bilLaÜIy FaGaLaKa)

“Seni halk eden kimseyi”

Ayette temsili olarak anlatılan kimse çağımızın insanıdır. Bugünkü müsbet ilimlere vakıf olan insandır. Geçmişte yaşamış iki kişiyi misal olarak vermemektedir.

İnsan önce turabdan yani topraktan var edilmiştir. Canlılar nazari olarak 118 elementten oluşur. Başka bir canlılık maddesi yoktur. İnsan da canlıdır. O halde insan da topraktan var edilmiştir. Bu da gösteriyor ki Hazreti Âdem’in topraktan yaratılışı sadece onun yapısının toprak olduğunu ifade eder. Sonra nutfeden spermden bahsetmektedir. Sonra olgunlaşarak racül olmaktadır.

Bütün bunları ancak çağımızın insanı bilmektedir.

مِنْ تُرَابٍ

MiN TuRAvBin (MiN FuGAvLin)

“Turabdan”

Toprak demektir.

“Teribe” göğüs veya kaburga kemiği demektir. Aynı zamanda yumak anlamına da gelir. “T” “K” benzeri oluşu, ikinci şahsı ifade eder. “Kevn” tümseği, “Ta” dağı ifade eder. “T” kişiliği belirler, “R” tekrarı, “B” de geçişi anlatır. Canlı artıklarını içermez. “Tiyn” canlı artıklarını içerir. “Turab” kırmız topraktır. “Tiyn” siyah topraktır.

Kâinat elektron ve pozitron denen varlıklardan var edilmiştir. Bunların kütlesi vardır. Birbirlerini çekerler, elektrik yükleri var, çekip iterler. Bunlarda 1836+1 birleşerek hidrojen atomu oluştururlar. Bunlar da birleşerek diğer atomları oluştururlar.  Atomlar nazari olarak 118 kadardır. 100’den sonrakiler kısa ömürlüdürler.

“Turab” bu maddelerden oluşur. Bunlar kristalleşerek özel yapılar yaparlar. Canlılarda ise özel diziler vardır.

“Min” cins içindir. Yapı topraktan var edilmiştir. Demir anahtar kabilindendir. Cansız âlemini anlatmaktadır.

ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ

ÇümMa MiN NuOFaTin (ÇümMa MiN FuGLaTin)

“Sonra nutfeden”

Her toprak canlı olamamaktadır, bazı topraklar canlı olmaktadır. Her canlı da insan olmamakta, bazı canlılar insan olmaktadır. Bundan dolayı “Min”ler getirilmiştir.

“Sümme” kelimesi, oluşun kendiliğinden dönüşmek biçiminde değil de özel müdahalelerle farklı işler içinde olması ve zamanın belirli bulunmamasından dolayıdır.

“Nutfe” duvardan aşağı doğru akan sıvı damlasıdır.

“N” belirsizliği, “O(Ta)” uyumluluğu, “F” kopmayı ve bitişik kalmayı ifade eder. Burada bitişik kalmıyor. Başkası ile bitişik oluyor. Döllenmiş ama henüz rahme yapışmamış hücre de nutfedir.

“Nutfe” burada hücreli canlıyı temsil etmektedir. İnsanın yapısı topraktandır. Sonra hücrelerden ibarettir. Yani cansız âlemden canlı âleme geçilmiştir.

Zaman ve mekân vardır. Sonra madde ve enerji vardır. Sonra da bitki ve hayvan vardır. Nutfe canlıyı temsil eder.

ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا (37)

ÇümMa SavVAvKa RaCuLan (ÇümMa FaGLaKa FaGuLan)

“Sonra seni racül olarak tesviye etti.”

Nutfenin oluşması hücrelerin bölünmesi ile olmaktadır.

Biyoloji ilmi canlıları anlatır.

Canlı doğar, yaşar, yaşlanır ve ölür. Her canlının bir ömrü vardır. Güneş’ten gelen ışığı kimyasal enerjiye çevirir, sonra onu kullanır, ısı halinde uzaya atar. Toprakta dağınık halde bulunan molekülleri alır, özel olarak düzenler, onunla hayatını sürdürür, sonra onu dağıtarak siyah toprak hâlinde yine toprağa iade eder. Eşleşir, bölünür. Bitişir, farklılaşır. Avlanır, hastalanır. Kıtlık olur besin bulamaz, darlık olur yer bulamaz ve ölmüş olur. Evrimleşir, inkıraz eder. Varlığını korur, birlik oluşturur. 

İnsan da canlıdır. Nominal ömrü 100 yıldır. 33 senede olgunlaşır. 33 senede erkeği racül olarak yaşar. 33 senede de çöker. İnsan asıl görevini racül olarak yapar, diğerleri onu yaşatmak içindir. Bu dünyada asıl görevli olanlar erkeklerdir. Kadınların görevi erkekleri yetiştirmedir. Dünya düzeni böyle kurulmuştur. İnsan olarak ise kadın ile erkek eşittir. Ahiretteki durumları da böyledir.

İnsanın bir de ahiret görevi vardır. O görev ise insanları çoğaltma, ahirete daha çok insanla varmadır; bu görev de kadınlara verilmiştir. Kadınların görevi iki bakımdan erkeklerden daha şereflidir. Erkekler eşya üretirler. Kadınlar insan üretirler. Erkekler bu dünya hayatını düzenlerler. Kadınlar ahiret hayatına insan yetiştirirler.

Kapitalizm ve sosyalizmin hâkimi erkekler olduğu için ve küfredenler de erkekler olduğu için burada “racülen” denmektedir.

“Seviye” engebesiz düz yerdir. Eşitlemek için kullanılır. Sıva yapmak, duvarı düzeltmek demektir.

“SVY” 83 defa, “SYE” 167 defa geçer; 250=2*5*5*5

“S” mekândaki diziyi, “V” beraberliği, “Y” de kolaylığı gösterir.

Orta yer demektir, uygun biçim demektir.

“Seni racül olarak tesviye etti.”

Hücrelere bölünerek insan olur. Uygun yere geldiklerinde dururlar ve artık çoğalmazlar. Durmamaları hali ise kanser olmadır ve en tehlikeli hastalıktır.

İnsanın sadece bu durumunu düşünmesi onun Rabbine teslimiyetini gerektirir. Zengin olmak veya siyasi güç elde etmek insanı kendi durumundan uzaklaştırmamalıdır.

Burada asıl işaret edilen husus şudur. İnsan doyumsuzdur. Siyasi güç elde eder, daha güçlü olmasını ister. Dünyayı fethetse yine doymaz. Sonra kendi vatandaşlarına daha çok karışmak, onların kendisine daha çok itaat etmesini ister. Yani insan yerinde durmayı bilmez. Kanser hücresi gibidir. Durmadan büyük olmak, çok olmak ister.

İşte…

Çağımızın bu yoksul ama âlim kişisi onlara bu durumu hatırlatmaktadır.

Zenginler daha çok zengin olayım ile değil, daha çok görevimi göreyim diye çalışmalıdır. Mübadeleyi kolaylaştırıp saat/günü artırayım üzerinde çalışmalıdır. Yöneticiler de başka ülkelerin iç işlerine karışma yerine, kendi ülkelerinin güvenliğini sağlamada daha ileri gitmeyi istemelidirler.

 

YORUM

Bizim kurmakla görevli olduğumuz uygarlık yeni bir peygamber gönderilmeyen ilk uygarlıktır. Kur’an uygarlığının ilk uygulandığı uygarlıktır. Bu bakımdan ilkiz. İşimiz bunun için zordur. Şerefimiz sahabeler kadardır ancak o kadar da zordur.

Bu uygarlığı oluşturmada zenginler veya iktidarlar değil, halk görevlidir. Yani kooperatifler dediğimiz teavün ortaklıkları görevlidir, tarım ve sanayi semtleri görevlidir.

Kur’an’ı baştan sonuna kadar okurken, orada anlatılanları yorumlarken, bizim varsayımlarımıza Kur’an uyuyor mu diye düşüneceğiz. Kur’an’ı buna göre yorumladığımız zaman ve uygulamaya başladığımız zaman yeni uygarlığımızı kurmuş olacağız demektir.

 

Öz Türkçe ile:

“Konuşurken arkadaşı ona ‘seni topraktan, sonra dölden yaratmış, sonra erkek olarak oluşturmuş kimseyi kapatıyorsun’ dedi.

 

Kur’an Arapçası ile:

“Muhavere ederken sahibi ona ‘seni turabdan, sonra nutfeden halk etmiş, sonra da bir racül olarak tesviye etmiş olan kimseye küfrediyorsun’ dedi.”

 

QAvLa LaHUv ÖaXıBuHUv Va HuVa YuXAvViRuHUv Ea KaFaRTa BielLaÜIy PaLaQaKa MiN TuRABin ÇümMa MiN NuOFaTin ÇümMa SavVAyKa RaCuLan

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا (37)

 

***

 

لَكِنَّ

LAvKinNa

“Lakin”

Sen, seni yaratmış, büyütmüş ve görevlendirmiş olduğu halde ona küfrediyorsun. Ben ise öyle yapmıyorum, aksini yapıyorum. Beni yaratan O senin küfrettiğin kimsedir. O Allah’tır, O Rabbimdir ve ben O’na kimseyi şerik yapmam.

“La” nefy harfidir. “Kin” de “Kâne”den dönüşmüştür yani olmak, var olmak anlamındadır. Öyle olmadı demektir.

“Lakin”in “Bel”den farkı, “Bel” eskisini reddetmez meskütun anh bırakır. Lakin ise eski söylenenin yanlış olduğuna da işaret eder. “Nun” ise İnne” ve “Enne”deki “Nun”dur. Tahkik için kullanılır. Bu takdirde buradaki “Hüve”nin mensub olması gerekir. “Hüve” merfu olduğuna göre sonundaki tekid nunu değildir denebilir. Ama öyle değildir. “Hüve” Allah’ın ismidir. “Hüve” “İnne”nin ismidir. “Ellahu” haberidir. “Qul Huve”de olduğu gibidir.

هُوَ اللَّهُ

HuVa elLAvHu

“O Allah’tır”

“Huve” “Lakinne”nin ismidir. “Ellahu” ise haberdir. Seni beni halk eden, sonra nutfeden halk eden, sonra da racül olarak tesviye eden O’dur.

Zamandan ve mekândan önce var olan kimse Allah’tır. Kâinatın ve insanın yaratıcısıdır. İnsanların, meleklerin, cinlerin ve ruhların da Rabbidir.

“Allah” lafzını hatırlayalım. “Hu” O’dur. “Lehu” her şey O’nundur. “Billahi” her şey O’nunladır demektir, “B” düşmüş “Allah” kalmıştır. Sebep ve sonuçları ifade der. “Ellah” da melek, cin, insan ve ruhlarla birlikte var oluşu ifade eder. Allah var, şuurlu varlıklar var, bunlara verilmiş şuursuz varlıklar vardır.

رَبِّي

RabBIy (FaGLIy)

“Rabbim”

“Rab” terbiye eden, eğiten demektir. “Ribve” tümsek demektir. Çöllerde tümseğe benzeyen yer yer serpilmiş ağaçlıklara da “Rabve” kelimesi kullanılmaktadır. Sonra yavaş yavaş gelişme karşılığı kullanılmıştır. Birden oluş “hilkat” ile ifade edilir, evrimle gelişmeler “rabvet” ile ifade edilir. “Rebebe” kelimesi de “Rabve”den dönüşmüştür. “Terbiye” kelimesi bunlardandır. Türkçe olarak “yetiştiren” veya “yetiştirici” olarak tercüme edilir.

“RBB” 981 defa geçmektedir, “RMY” ise 9 defa geçmektedir; 990 =2*3*3*5*11

“Remeye” atıcılıktır. Eğitim oradan başlar.

“R” tekrardır. Eğitimin bel kemiğidir. “B” kapı kasasıdır, bir durumdan başka duruma geçmedir. “B” “Y”ye dönüşmüştür.

Rabbimdir. İkinci haber olarak verilmiştir. “O” harfi Allah’ı isim olarak gösterdiği zaman onu temsil eden hiç kimse yoktur. “Allah” deyince O’nu temsil eden topluluk vardır. O’nun halifesi vardır. Görevlendirilmiş vekillerden oluşmuş meclislerdir. “Rab” dendiğinde dayanışma ortaklıkları sorumluları temsil ederler.

“Rab” kelimesi izafetsiz gelince Rabben veya ErRab yoktur. Mutlaka birine izafetle gelir. Onun dışındaki hiçbir sıfat insana izafe edilmez. Allah’ım denmediği gibi Rahman’ım da denmez, Aziz’im de denmez.

Demek ki gruplama sadece dayanışma ortaklıkları için söz konusudur.

وَلَا أُشْرِكُ

Va LAv EuŞRiKUv (Va LAv EuFGıLu)

“Ve işrak etmem”

Tasma kayış demektir. Ortak olmak birbirine bağlanmak manası taşıdığı için ortaklığa şirk denmektedir. “İşrak” ise birini başka birine ortak saymak demektir.

“Ş” şeriti, “R” tekrarı, “K” varlığı ifade eder, ortaklığı gösterir.

Ameli salihte işbölümü vardır. Şirkette ise işbölümü yoktur. Bu sebeple işbölümü olmayan ortaklık şer kabul edilir.

Allah’ın melekleri vardır, O’nun işlerini gören kulları vardır. Ancak Allah’ın kararlarında onların herhangi bir yetkileri yoktur.

بِرَبِّي

BiRabBIy (Bi FaGLIy)

“Rabbime”

“Rab” burada tekrar edilmiştir. Çünkü rablardan biri dayanışma ortaklıkları sorumlularıdır. Diğeri ise âlemlerin rabbidir.

İşrak edilmeyen âlemlerin rabbidir.

Bununla beraber bir kimsenin aynı konuda iki dayanışma sorumlusu olmaz.

Çift vatandaşlık da bundan dolayı yoktur.

أَحَدًا (38)

EaXaDan (FaGaLan)

“kimse.”

Buradaki “Ehad” sayıdaki bir değil de hiç kimseyi demektir. Yoksa birini şerik yapmam, çok kimseyi şerik yaparım anlamına gelirdi ki, yanlışlığı aşikârdır. Sayı olsaydı “Vahiden” olurdu.

 

YORUM

Geçiş döneminin özelliği vardır. Varlıklılar ve güçlüler iktidardadırlar. Çökme dönemi başlamıştır. Varlıklıların varlıkları azalmaktadır. Halkın üzerine binerek varlıklarını sürdürmeye devam ederler. Halkı sömürmenin yollarını ararlar. Sermaye ile iktidar bir olup zenginlerin zenginliklerini korumaları için kanunlar çıkarırlar. Zenginler de görevlilere rüşvet verirler. Böylece devlet ve halk sömürülmeye ve yağmalanmaya devam edilir.  Sömürme vasıtaları oluşur; gümrükler, vizeler, harçlar, bir sürü formaliteler. Örnek olarak vize daha da zorlaştırılır. Halk normal vizelerle ülkeye giremez olur. Artık ancak rüşvet verenler vize alabilmektedirler. Bir sürü yasaklar ve kanunlar çıkarılır, halk onlara uymaz olur, son çare olarak rüşvetle işlerini çözer olurlar.

Hastalık daha da ilerler ve sonunda halk rüşvet de veremez olur. Görevliler de maaş alamaz olur. Baskılarını artırırlar. Sonunda isyan çıkar ve düzen yok olur. Halk birbirini öldürmeye başlar. Manav ve bakkallar yağmalanır. Nuh tufanından beter çöküş olur.

Kur’an’dan önce bu durumlarda yeni kitap yeni peygamber gelir ve sorunlar çözülürdü. Şimdi yeni kitap gelmeyecek, bir peygamber gelip Cebrail’den vahiy almayacak.

Çözüm nasıl olacak?

Peygamberlerin vârisleri olan ilim adamları çözümleri üretecekler. Semt kooperatiflerinde uygulamalar olacak. Halk önce düzelecek, sonra iktidarlar ve sermaye yola gelecektir. Eskiden bu sözün manası yoktu. Şimdi demokrasi var, böyle olacağı hususunda itiraz edecek durumları bile yoktur.

 

Öz Türkçe ile:

“Oysa O Allah’tır yetiştirenimdir ve ben O’na kimseyi ortak etmem.”

 

Kur’an Arapçası ile:

“Lakin O Allah’tır rabbimdir ve ben O’na kimseyi işrak etmem.”

 

LaKiN HuVa elLAHu RabBIy Va LAv EuŞRiKu BiRabBIy EaXaDan

لَكِنَّ هُوَ اللَّهُ رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِرَبِّي أَحَدًا (38)

 

***

 

وَلَوْلَا

Va LaVLa

“Ve olmalıydı”

Önce Rabbe karşı nasıl davranılması gerektiği kuralını söyledi, sonra “Ve” harfi ile atfetti ve özel olarak bahçesi ile ilgili konuya geldi.

İnsan önce çevresini ayrı varlıklara ayırır. Aslında çevremiz tek varlıktır, sadece biz onu parçalıyor ve her birine bir ad veriyoruz. O halde kelimeler olmadan varlıklar da olmaz.

Buna şöyle itiraz edilebilir. Anadan doğma sağır olan insan düşünmez mi? Oysa işaretlerle sağır olan kişiyle de anlaşıyoruz.

Eğer yazı yazabiliyorsa, yazı ile alfabeyi öğreniyor. Kör ve sağırsa, parmak uçları ile yine harfleri kavramaktadır. Parmak uçlarına nokta ve çizgi değiyor.

O halde harf ve kelime kavramı sadece seslerle oluşmuyor; göz, kulak ve dokunma ile de oluşmaktadır. Tat ve koku ile oluştuğu hususunda bilgimiz yoktur.

“Le” harfi tekit içindir. “Ve” beraberlik içindir. Bir “La” da olumsuzluk içindir; olması gereken olmadı demektir. Yok ile var bir araya geldi.

إِذْ دَخَلْتَ

EiÜ DaPaLTa (EiÜ FaGaLTa)

“Duhul ettiğinde”

“Dehale” “Harace”nin karşıtıdır. P=P  R=L  D=C  “فَعَلَ” yerine “عَفَلَ” gelmiştir.

İnsan varlık oluştururken bir merkez kabul eder, ona ad verir. Bazı varlıkların çevresini çizer. Çevrenin içindekilerini o varlığın cüzü kabul eder. Çevrenin dışındakileri de o varlığın dışında kabul eder. Bu varlıklardan dışarıda olanlar yer değiştirip içerde olurlar. Buna “duhul” denir veya içeride olan dışarıya çıkar, buna da “huruç” denir.

“D” içeriyi, “C” dışarıyı temsil etmektedir. “C” aslında dışarıda olanların bir duvar ile çevrili olmayan yerde toplanmalarıdır. Herkese açık olan yerde bulunma cemaati ifade eder. Yani kendi iradeleri ile bir araya gelenler cemaat oluştururlar. Zorla getirilenler cemaat olamazlar.

Bahçeye girdiği zaman ‘bu bahçeye bir şey olmaz’ demektedir. Çağımızın yoksul mümininin ne söylemesi gerektiğini bize anlatıyor. Bugünkü Sermaye’ye ve bürokratlara söyleyeceklerimizi anlatmaktadır.

جَنَّتَكَ

CanNaTaKa (FaGLaTaKa)

“Cennetine”

“Cennet” kelimesini tahlile çalışalım.

“Cennet” özel bitkilerin toplandığı yerdir. N belirsizliği ifade eder. O halde çevresi ağaçlarla veya çeperle çevrili olduğu için içinde neler olduğu dışarıdan görülmeyen yer cennettir. İnsanlar kendilerine evler yaptıkları gibi özel bitkileri için de kapalı yer yaparlar ve koruma altına alırlar.

“Cennet” kelimesi şu manaları taşımaktadır. 

Cennet, Cenin, Cünne (kalkan), Cinnet (delilik), Cann (canlı), Cin.

Bu kelimeler arasında ortak yön görünmez olmaları, bilinmez olmalarıdır.

“Cennet” korunmuş alan demektir.

Geleceğin cennetleri seralar olacaktır. Bizim yaptığımız sera projesinde çift duvar cam yapıyoruz, arasından sürekli olarak dışarıdan gelen hava geçiyor. Havanın giriş yerine su konacak, seranın içi daima serin ve istenen sıcaklıkta olacaktır.

Cennette de durum böyle olacaktır. Yalnız çevresi çevrilmiş değil, üstü de çevrilmiş anlamındadır. Kalkan kelimesi ile akraba olması bahçenin korunmuş olması manasını taşımaktadır.

“Cenneteke” denmiş, “cenneteyke” denmemiştir. İki bahçesi olan denmektedir ama sonunda tümü bir cennettir. ‘İki odalı ev’ dediğimizde de odaya girerken eve girdim dersiniz. İki cennet bir cennet içindeki cennetlerdir.

قُلْتَ

QuLTa (FaGaLTa)

“Kavl etmeliydin”

Kavl etmeliydin yani kendi kendine söz vermeliydin.

Allah bu bahçeyi bana verdi yani bu bahçenin üzerine beni kayyum tayin etti, görevlendirdi, ecrini de bol bol verdi demeliydin.

Hong Kong ekolü doğa kaynaklarının maliki yoktur diyor. Onlar mülkiyeti insanların hakkı olarak kabul ediyorlar. Oysa İslamiyet’te mülkiyet hak değil görevdir, kıyam mülkiyetidir, ona bakma yükümlülüğüdür.

Batı mantığında insanlar ücret almak için çalışırlar, mülkiyet ücretin bir karşılığıdır. Oysa Kur’an’a göre çalıştıkları için ücret alırlar. İnsanlar yaşamak için çalışmazlar, çalışmak için yaşarlar. İşte, mülk sahibi bunu bilmelidir. Gaye çok para kazanmak değil, çok üretmek ve çok insanı yaşatmaktır.

مَا شَاءَ اللَّهُ

MAv ŞAvEa elLAvHu (MAv FaGaLa elLAvHu)

“Allah neyi meşiet etmişse”

Bu benim bakmakla görevli olduğum bahçedir, Allah’ın dilemesi ile bana bunu verdi. Ben elde etmedim, O böyle istediği için böyle oldu.

Bu çok büyük bir derstir.

Allah bizi görevlendirir, bize imkân verir, araç ve gereçleri, çevreyi emrimize amade kılar ve ürün elde edilir. Biz burada görevliyiz. Bahçenin sahibi değil bekçisiyiz.

لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ

LAv QuvVaTa EilLAv BilLAHi (LAv FuGLaTa EilLAv BilLAvHi)

“Kuvvet yalnızca Allah’dandır”

İsim cümlelerinde başına üç kelime gelir, ismini üstünlü yapar, haberini “Bi” ve “Min” ile mecrur yapar. Geçmiş için “Ma”, gelecek için “La”, her ikisi için Leyse kullanılır.

La kuvvete illa billah. Leyse kuvvete illa billah. Ma kuvvete illa billah.

Burada “Leyse” değil de “La” getirilmiştir. “La kuvvete” de olur, “La kuvvetun” de olabilir. La Kuvvete iken cinsini nefy eder. ‘Asla yoktur’ anlamı çıkar.

Burada mefhumu muhalefet geçerlidir. “LAv İLaHe”de olduğu gibidir. Hanefiler mefhumu muhalefeti asla kabul etmezler. Şafiiler her yerde mefhumu muhalefeti kabul ederler. Biz, karine varsa Şafiilerin görüşüne, karine yoksa Hanefilerin görüşüne katılıyoruz. “LA”dan sonra isim nasbediliyorsa mefhumu muhalefet geçerlidir diyoruz.

“QVY” ipin parçalarıdır. İp önce lifler bükülerek parça yapılır, sonra bunlar birleştirilerek birlikte tekrar bükülür, ikincisi birincilerin tesiriyle kendiliğinden olur. İlk iplikçiklere “kuvve” denir. “Kuvvet” kelimesi “Havl” kelimesi ile kullanılır. Kuvvet bitişik tutar, havl ise hareketli hale getirir. “Kudret” ise kuvvetin ve havlin depolanmış miktarıdır. Kâinatta artıp eksilmediği için miktar anlamındadır. Fizikte birine “dinamik enerji” diyoruz, diğerine “statik enerji” diyoruz.

“Q” kuvvettir, “V” birleşikliktir. Kuvvet ile yolun çarpımı kudreti verir. Hızla (v) hareketin (mv) çapımı da kudreti verir. Hareket (momentum) miktarı ise kütle ile (vezin ile) hızın çarpımıdır.

Allah Kâinatı yarattığı zaman önce yeter sayıda elektron parçacıklarını var etti, onların sayısını sınırlı tuttu. Sonra onların bir kısmının hızını ışık hızına çıkardı. Kâinat genişlemeye başladı. Onları hidrojen enerjisi olarak depo etti. Bunu da sınırlı tuttu. Şimdi yıldızlardaki hidrojen helyuma dönüşüyor ve etrafa ışık yayıyor. Bu ışık da gezegenlerde ısıya dönüşüyor. Bu enerji de sabittir, artıp eksilmiyor, sadece ışık enerjisi ısı enerjisine dönüşüyor. Bahçelerdeki elma armut, Güneş’teki ışık enerjisinin dallarda kimyasal enerjiye dönüşmesidir. O halde bahçe sahibinin buradaki rolü nedir? Neden o bahçe onundur? Çünkü o bahçenin bakımını Allah (şeriat) ona vermiştir, o da ondan yararlanma hakkını ücret olarak almaktadır.

Yoksul olana ise bahçedeki elmaları vermemiştir ama ona da başka bir şey vermiştir. Ona ameli salih vermiştir. Ona ilim vermiştir. İşçiler olmazsa fabrikalar nasıl çalışacaktır. Bunların hepsi Âlemlerin Rabbi tarafından planlanmış ve takdir edilmiştir.

إِنْ تَرَنِ

EiN TaRaNı

“Beni re’y edersen”

Buradaki şart cümlesi bundan önceki cümlenin sondan getirilmiş şartı olabilir. Sen beni mal ve evlat olarak kendinden daha düşük görüyorsan da, sana öyle görünüyorsa da, yine sen böyle söylememelisin. Allah bana bunu verdi, ona da başka bir şey verdi diyeceksin.

Bu “İn” şartı bundan sonraki cümlenin de şartı olabilir. Böylece ayet ile cümleyi bölerek bu iki manayı da verdirmektedir. Ayette durursan birinci mana çıkar ve doğrudur. Sonra ikinci ayette devam ederek ikinci manayı da kazandırır.

“EiN” şart harfidir, olup olmaması aynı derecede muhtemel olanlar için kullanılır. “Kâne Keza” “Fe Kâne Keza” demektir. “Yaz geldi, sular çekildi” dediğimizde “K” harfi düşmüştür. Masdarı “En”den ayırmak için de “İn” olmuştur.

“REY, Raye” bir yere konmuş, oranın özelliğini gösteren işaret demektir. “Rey etmek” görmek anlamındadır. “Reyinde olmak” görüş sahibi olmak demektir.

“Raye”, uzaktan görülebilen işaret demektir. “Basar” göz demektir. “Nazar” korkuluk demektir. Nazar bakmak, re’y ise görmek anlamındadır. Re’y derinlemesine görmek, nazar genişlemesine görmek, basar uzağı görmek, şuhud ise içinde bulunmak, her yönüyle görmek demektir.

“R tekrarı, “E” gücü, “Y” kolaylığı ifade eder.”

Sana ben öyle görünüyorsam da; bugün gelişmiş ülkelerin nüfusu azalmakta, gelişmekte olan ülkelerin nüfusu artmaktadır. Köylerde yetişen nesil kente gelip Sermaye’nin veya yönetimin emrine girmektedir. Sermaye’nin veya devletin emrinde çok mal ve evlat görünüyor. Oysa bunların asıl kaynağı köylerdir, henüz gelişmemiş yerlerdir.

Bugün köyler boşalmaktadır. Gelecekte yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapılınca köyler yeniden canlanacaktır. Nüfusun yarısı sanayi semtlerinde, yarısı tarım semtlerinde yaşayacak. Zamanla yeryüzünün tamamı seralar haline getirilecektir. Karalardaki verim artacaktır. Artık merkezi yönetim ortadan kalkacağı gibi tekel Sermaye de ortadan kalkacaktır.

Bunu nerden biliyoruz?

İlim bunu söylüyor, Kur’an bunu söylüyor.

أَنَا أَقَلَّ مِنْكَ

EaNa EaQalLu MiNKa

“Ben senden ekallım”

Sen öyle re’y ediyorsan da yine Ma şae Allah demeliydim. “EaNa” kelimesi “BeYN”den dönüşmedir. “B” harfi “E”ye dönüşmüştür. Türkçede “bolaki” “olaki”ye, “bile” “ile”ye dönüşmüştür. “Beyn” dudaklara benzeyen yarıktır. “Ben, sen, o” zamirleri buradan türemiştir.

“QLL” ile küçük su birikintisi gölcük demektir. Ebu Hanife şöyle tanımlamıştır: Bir kenarında yıkanırken oluşan dalga karşı kenara ulaşıyorsa o kalledir. Biz tanımı su ile değil de kişi ile yapıyoruz. Baktığınız zaman sayılarını saymadan bilebiliyorsanız o kalildir. On sayıdan daha aşağısı için kabul edilmektedir. “Cemi kıllet” diyoruz.

“Q” kuvveti, “LL” azlığından dolayı belirliliği ifade ediyor.

Hayvanlar kıllet çoğulunu bilebilirler ama kesret sayısını yalnız insanlar bilebilir.

“Kalil” kelimesi sonra kesir karşıtı kullanılmaktadır. Baktığınız zaman bu saymadan bu bunlardan daha çoktur diyebilirseniz, o ondan kesirdir veya kalildir. Topluluk içinde zenginler vardır fakirler vardır. Orta değerin üstünde servete sahip olanlar zengindir, daha az olanlar fakirlerdir.

Batılılarda zenginlerin fakirlere hükmetmesi söz konusudur.

Oysa Kur’an düzeninde zenginler fakirlere yeryüzü kira payını vermelidirler.

Batıda çok olanların az olanlara tahakkümü devleti oluşturur.

Oysa Kur’an’a göre devletin görevi az olanları çok olanlara karşı korumadır.

مَالًا وَوَلَدًا (39)

MAvLan Va VaLaDan (FaGaLan Ve FaGaLan)

“Mal ve veled olarak.”

İnsanda dört meleke vardır. İkisi fizikidir, ikisi ruhidir. Mal ve beden fizikidir. Fikir ve his ise ruhidir. Dört dayanışma grupları oluşur. İlmî ve ahlâkî dayanışmalar ruhidir, meslekî ve siyasî dayanışmalar malidir. Kur’an burada bunu ifade etmektedir.

Başka yerlerde “mal ve benin” dendiği halde, burada “mal ve veled” denmektedir. “Benin” çalışanları ve askerleri ifade eder. “Evlat” nüfusu ifade eder.

Bugün iki şeyin peşinde koşulmaktadır; dolar ve oy. Ayet bunu ifade etmektedir. Oya sahip olanlar sosyalistler, dolara sahip olanlar kapitalistlerdir, ikisine birden sahip olanlar karmacılardır.

“MVL” kökü ile “VLD” kökünü karşılaştıralım. M=D  L=L  V=V

“M” maddeyi, “V” birliği temsil eder. “L” birliktir. Biz onları parçalar, kişilere temlik ederiz. Veled ise ayrı ayrıdır, onları birleştirir topluluk yaparız. Yani topluluklarda bir olan toprakları birleştirerek mülkiyet halinde kişilere dağıtmadır. Ayrı ayrı kişileri de dayanışma içinde birleştirerek birlik oluşturmadır. Velayet yani dayanışma mülkiyetle zıttır. Aralarında kurulan denge ile topluluk oluşur. Herkes için ortak olan malı bölüştürürüz ve ayrı ayrı mülk hâline getiririz. Ayrı ayrı olan kişileri birleştiririz ve dayanışma ortaklıkları oluştururuz.

 

YORUM:

Allah önce kendisine muhatap olacak melekleri, ruhları, cinleri ve insanları yaratmayı meşiet etti. Sonra bunlar için zamanı, mekânı, maddeyi ve enerjiyi var etti. Bunları onun için iskan etti. Onları ilkel durumda var etti. Onlar çalışıyorlar, deniyorlar ve uygarlaşıyorlar, evrimleşiyorlar.

Evrim nedir, uygarlık nedir?

Evrim, birbirine benzeyen ama aralarında ilişkileri az olan topluluklardan birbirine benzemeyen ama aralarında ilişkileri fazla olan topluluklara geçmedir. İnsanlıktaki evrime uygarlaşma diyoruz.

İnsan uygarlaştıkça fikri özgürlüğü azalmaktadır ama fiili özgürlüğü artmaktadır. Dağdaki çobanın fikri özgürlüğü kentteki kişiden çok fazladır ama onun özgürlüğü kullanma imkânı çok azdır. Oysa kenttekinin fikri özgürlüğü azdır, kurallara uymak zorundadır ama fiili özgürlüğü ise çok fazladır. Çobanın bir günde gidebileceği yere kentteki birkaç dakikada gider. Çoban yüz bin metre ötesine ne kadar bağırsa da duyuramaz ama kentteki Ay’daki kişi ile bile konuşabilir. Çoban istediğini söyler, kenttekinin söyleyeceği şeyler kısıtlanmıştır.

Uygarlaşma demek kırdan kente doğru gitmedir. Bundan sonra ise kenti kırlara götürme olacaktır. Uygarlaşma mademki işbölümüdür, ihtisastır. Kimi zengin kimi âlim olacak, kimi sevdirerek kimi de korkutarak düzeni sağlayacak. Bunların hepsi ilahi düzen gereğidir. Kimsenin kimseden üstünlüğü yoktur. Maddi güce sahip sermaye ve yönetim, ilmi ve dini ezmektedirler. Ne var ki biraz sonra bunlar ona galip geleceklerdir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve bağına girdiğinde Allah’ın dilediği olur. Allah’ın dışında bir güç yoktur demeliydin, varlık ve çocuk olarak beni az görüyorsan da.”

 

Kur’an Arapçası ile:

“Ve cennetine duhul ettiğinde Allah’ın meşiet ettiği olur. Allah’ın dışında bir kuvvet yoktur diye kavl etmeliydin, beni mal ve veled olarak senden ekall re’yetsen de.”

 

Va LaV LAv EiÜ DaPaLTa CanNaTaKa QuLTa MAv ŞAyEa elLAHu LAv QuvVaTa EilLAv Bi elLAvHi EiN TaRaNı EaNa EaQalLa MiNKa MAvLan Va VaLaDan

 

وَلَوْلَا إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاءَ اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ إِنْ تَرَنِ أَنَا أَقَلَّ مِنْكَ مَالًا وَوَلَدًا (39)

 

***

 

فَعَسَى

Fa GaSAy (Fa FaGaLAy)

“Belki de”

“LGLL” ile “GSY” aynı anlamdadır. “Lealle”de imkân sağlanır yani onlar bunu yapabilsinler diye bu imkânları verdik olur. “Asâ”da ise yapılması için beklenmektedir. Böyle olsun diye böyle yaptık. Biri imkânı, diğeri ise olma beklentisini haber verir.

Harfleri karşılaştırırsak, G=G S=L L=V birliği ifade eder, kolaylığı oluşu bildirmektedir. “L” birliği ifade etmektedir.

“GSV” ve “GTV” kelimesi akrabadır. Yaşlı kimse demektir. İnsanlar yaşlanmayı beklemektedirler. Gençler büyümeyi, yaşlılar da emekli olmayı isterler. Sonraları Asâ beklenen şeydir, olacağı kesin olan ama zamanı bilinmeyen bir olayı ifade eder. “GSV” ile “LGLL” benzer mana taşırlar. “Lealle”de sağlanan imkândır. “Asâ”da ise beklenen olaydır.

İnsanlar zenginleşince ve iktidar olunca artık ilim yapmazlar, artık ihsan yapmaz olurlar. Kişilerle meşgul olacak vakitleri yoktur. Oysa din adamlarının bir işi olmadığı için kişilerle ayrı ayrı meşgul olur ve onları yetiştirirler. İlim ve din adamlarının görevi kişilerle meşgul olmak ve onları yetiştirmektir. İş adamlarının ve siyasilerin görevi bunları değerlendirmektir. Birinciler inşaat malzemesini üretirler, ikinciler ise inşaatı yaparlar. Görevleri farklıdır, dolayısıyla onlara verilen imkânlar da farklıdır.

رَبِّي

RabBIy (FaGaLıy)

“Rabbim”

“Rabbim” kelimesini tekrar etmiştir.

Çünkü bunlar Allah’ın rab sıfatının tezahürüdür. Şuurlu varlıkları ilkel olarak var ediyor. Sonra onları eğiterek evrimleştiriyor, uygarlaştırıyor. Eğitimde onların da çalışarak katkı yapmalarını sağlıyor. İnsanın böylece kendi var oluşunda kendisinin de katkısı oluyor. Adeta tanrılaşıyor. Bu imkânları ile Tanrı’nın muhatabı oluyor. O’na isyanın imkânları da veriliyor ki kişilik kazansınlar, yoksa O’nun muhatabı olamazlar, karşı cepheyi oluşturamazlar.

“Rabbim” kelimesinin tekrarı ile buna işaret etmektedir.

أَنْ يُؤْتِيَنِ

EaN YuETiYaNi (EaN YuFGıLaNIy)

“Bana ita edecektir”

Zengin olan kişiye mal ve veled vermiştir.

Ona ise ahlak ve ilim vermiştir.

Şimdi hangisi daha hayırlıdır? 

Mal ve veled bugünkü gücü ifade eder. Acilen ne ilim ne de ahlak bir işe yaramaz. Oysa geleceğin gücü ilimdedir. Geleceğin düzeni ahlaktadır.

İnşaat önemlidir ama inşaat malzemesi ondan önemlidir. İnşaat malzemesi olmadan inşaat olmaz. Kaldı ki ilim ve ahlak sonunda insanları cennete götürmektedir. Oysa mal ve veled ise insanlara genellikle günah işletmektedir. İlimde ve ahlakta birlik vardır, çıkar paralelliği vardır. Oysa mal ve evlatta çıkar çatışması vardır. Biri barıştır, biri savaştır.

خَيْرًا مِنْ جَنَّتِكَ

PaYRan MiN CanNaTiKa (FaGLan MişN FaGLaTiKa)

“Senin cennetinden hayırlıdır”

Firavunu ve Hazreti Musa’yı düşünün; Firavun çok büyük imkânlara sahip, Hazreti Musa ise zavallı bir kekeme. Hangisi daha hayırlı olmuştur; onun diktiği ehramlar mı, yoksa Hazreti Musa’nın getirdiği Tevrat mı? 

Ebu Hanife’yi düşünün; kim daha hayırlı olmuştur, onu hapishanede dövdüren ve ölümüne sebep olan Abbasi halifesi mi, yoksa Ebu Hanife mi?

Bağlar bahçeler kurur ama kitaplar kurumaz. O halde mal ve evlattan, ilim ve ahlak her zaman daha iyidir. Bugün yeryüzünü dört büyük din kaplamıştır. Onlarla yaşayan çağdaş yöneticilerin bugün izleri bile yoktur, sadece harabe olmuş yıkıntılar vardır. Ama Vedalar hala duruyor. Milyarlarca insan onu arkasından gidiyor.

Bugün bu seminerleri takip edenler gelecek nesillere hazineler bırakacaklardır. Yarın bu seminerlerin yolunda gidenler bizden çok daha ileri seviyede Kur’an’ın yorumlarını yapacaklardır. Siz yapacaksınız ve üçüncü binyıl uygarlığını oluşturacaksınız.

Bugünkü Sermaye’nin ve iktidarların adları size yaptıkları ve yapacakları zulümlerle tarihe geçecektir. Bediüzzaman’a yapılanları düşünün. Ondan sonra onun getirdiği güçten yararlanarak ona sahip çıkanlar onu kendi çıkarlarına kullandılar. Ancak o çıkarları serap oldu. Ama Risalelerin dünyaya yayılmasını kimse geri alamaz. İlmin bir özelliği vardır. Bir defa bilindikten sonra onu bilinmez hâle getiremezsiniz. Risaleler yapacağını yaptı. Okulları kapatsanız, bütün müntesipleri hapishanelere doldursanız, hatta kessenz de, artık onun başlattığı Kuran Nuru devam edecektir.

وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا

Va YuRSiLu GaLaYHAv XuSBAvNan (Va YuFGıLu GaLaYHAv FuGLAvNan)

“Ve ona husbanı irsal eder”

İlmi, yıldırım çarpamaz. Hiçbir güç Matematiğin bir formülünü değiştiremez. Hiçbir güç galakside dönen Güneş’e dur diyemez.

Ama bahçeye bir hastalık ulaşır, meyveleri yok olup gider. Kuraklık olur, sular kurur, bahçeni yaşatamazsın. Hastalık olur ve ağaçlar kurur. Yangın olur yanar.

Burada irsalden ve husbandan bahsetmektedir.

Saçak demektir. Salmak fiiline dönüşmüştür. “Haber saldı”da olduğu gibi bir kimseye bir adamı göndererek ona haber ulaştırmaya irsal denir. “Ala” kelimesi ile kullanıldığı zaman irsal askeri birlikleri göndermek anlamına gelir.

“RSL” 513 defa, SLL” 3 defa geçmektedir; 516=2*2*3*43

“R” zamanda tekrarı, “S” mekânda tekrarı, “L” de belirliliği ifade eder.

“Ba’s”da görevlendirme vardır, görevliye yetkiler verme vardır.

“İrsal”de ise sadece elçilik vardır, vekâleten hareket edemez, yapacağı her şeyi irsal edene sorma durumundadır.

Nebiler mebustur. Resuller mürseldir. Resuller ancak yasaları uygular, yasalar koyamaz. Oysa nebiler içtihatları ile yasalar koyarlar. Başkan nebi değil resuldür.

“Hisbe” okun nişangâh kısmına denir. Mesafeye göre arpacığın yukarıya veya aşağıya tutulması gerekmektedir. Bunu başaran kimse hedefine ulaşır. Mekanikte hesap ilk olarak top atışlarında uygulanmıştır. “Hesap etmek” kesin olarak sonuçları elde etmek anlamına geldiği gibi zannetmek anlamına da gelir. “Zan” da kanaat anlamına gelir. Kur’an bu iki kelimeyi her iki şekilde de kullanmakta, böylece ilmi sonuçların yaklaşık ve olası olduğuna işaret etmektedir.

“XSB” 109 defa geçer, “XSM” 1 defa geçer; 110=2*5*11

“X” hareketi,  “S” mekânda diziyi, “B” de geçişi ifade eder.

“Husban” fiile benzeyen sıfattır. Yalnız fail kalıbıdır. Hesap gören anlamındadır.

“Hesap görmek” demek borcu alacağı tasfiyedir.

Müminler ile mümin olmayanlar arsındaki fark nedir?

Mümin olmayanlar benim hakkım başkalarına geçmesin diye uğraşırlar.

Müminler ise onun hakkı bana geçmesin diye uğraşırlar.

Müslimler ise karşılıklı haklar geçmesin diye uğraşırlar.

Ben ahşap ev çalışmalarında ücret almıyorum. Benim hakkımı zaman zaman kişilerin lehine kullanıyorum. İşletmede karar aldığım miktar payından fazlasına çıkarmıyorum. Çalıştırdığım insanların bir kısmı zarar vererek ortaklıktan ayrılmaktadırlar. Ama onların verdiği zarar benim çalışmamdan dolayı alacağım paydan azdır. O sınırlar içinde hareket ediyorum. Böylece işletmenin hakkı ayrılanlara geçebilir ama işletmede kimsenin hakkı kalmaz.

“Adil Düzen”de çalışanların bunu iyi bilmeleri gerekir.

Yalnız ben değil, benimle beraber çalışan Lütfi Hocaoğlu, Süleyman Akdemir, Tayibet Erzen, Bünyamin Demir de böyle çalışıyorlar. Onların da benim gibi tasarruflara hakları vardır. Müminler haklarını ahirete ayırmaktadırlar. Kimse ben zengin olayım diye çalışmıyor. Bu anlayış tüm Akevler yönetiminde hâkim olan husustur. Reşat Nuri Erol günde belki on saat bu seminerler çalışmaları ile meşguldür, bir karşılık almamaktadır.

Bu sebepledir ki kooperatiflerimiz 50 senedir yaşıyor. Husban gelmemiştir. Adil Düzen çalışanları daima dikkat etmektedir. İşletmelerden kendilerine bir hak geçmemelidir. Adil Düzen çalışanı olmayanların da Adil Düzen işletmesine bir hakları geçmemelidir.

مِنَ السَّمَاءِ

MiNa elSaMAvEi (MiNa elFaGaLi)

“Semadan”

“Sema” dört ayaklı hayvanın sırtıdır. “Arz” da karın tarafıdır. “Arz” yer demektir. “Sema” da gök demektir. Arz insanların emrine verilmiş alandır. Semada insanların etkisi yoktur yani insanlar arzı imar ederler ama semayı imar edemezler, sadece yararlanırlar.

Eğer olay insanların etkisiyle oluyorsa ona ‘arzi’ olay diyoruz. Yok, insanların etkisiyle yapılmıyorsa, ona da ‘semavi’ diyoruz. Burada husban arzi değildir. Yani yargı kararları veya insanların saldırıları sonunda oluşan husban değil de doğal husbandır.

Hastalık semavi arızadır. Tıp bu kadar ilerledi ama hastalıkları durduramadı. Tedavi şekli artmaktadır ama hastalıklar da artmaktadır. Tıp geliştikçe hastalıklar çoğalmaktadır. Semavi arızalardır. Biz ilaç keşfettikçe mikroplar da yeni zehirler keşfediyorlar. Sonunda kimse ilahi düzeni bozma veya kendine göre düzenleme yetkisine sahip değildir. Karşı çıkanlar er-geç yenileceklerdir. “Adil Düzen” dünyaya hâkim olacaktır. Tanrı’ya inanmasak bile mademki 13.7 milyar yıldır kâinatın düzeni bozulmamıştır, bundan sonra da insanlar onu bozamayacaktır.

Göklerde gezegenler vardır. Oralarda insanlar vardır. Onlardan bizden ileri olanlar vardır. Bozsaydılar şimdi biz bu düzende yaşayamazdık.

فَتُصْبِحَ

FaTuÖBiXa (Fa TuFGıLa)

“Isbah eder”

Buradaki “T” sen manasında olmayıp dişi o manasındaki “T” dir.

“ÖBX” ışık veren alevdir. Mumun veya çöpün yanarken çıkardığı ışıktır. Sonra sabah aydınlığının vaktine ad olmuştur. “Fecr” gökteki aydınlıktır. “Seher” yerdeki aydınlanmadır. “Sabah” ise ikisini içeren vakittir.

“Ö” sabrı dayanmayı ifade eder, “X” hareketi gösterir, “B” ise geçişi gösterir.

Kur’an’da “sabah” 45 defa, “ÖMG” 1 defa geçmektedir; 46=2*23

“Isbah” sabah etme demektir. Beklenen bir vakte ulaşmak da “ısbah” ile ifade edilir, yardımcı fiildir. Beklemediklerinle karşılaşırsın denmiş oluyor.

صَعِيدًا

ÖaGıDan (FaGıLan)

“Said”

“Said” bayır, yokuş yer demektir.

9 defa geçmektedir, “ÖGR” ise 1 defa geçmektedir; 10=2*5

“Ö” sabrı, “G” etkiyi, D daireyi çevreyi ifade eder.

Bahçelerin yamaçlarda olduğu düzlüklerin tarım arazisi olarak kullanıldığını beyan etmiştik. Burada da yamaç kelimesini kullanarak yukarıdaki beyanı teyit etmiştir.

Yamaçları ağaçlık yapacağız. Düzlükleri ise sera yapacağız. Ağaçlar meyve verir, kereste olurlar, yakacak olurlar ve birçok tıbbi maddeler ormandan elde edilir. Bunun dışında toprakları siyah toprağa çevirirler. Gübre üretirler. Birçok hayvanların yaşama yerleridirler.

زَلَقًا (40)

ZaLaQan (FaGaLan)

“Zalak”

Topraksız kayalık demektir. Surenin başlarında sadenin vasfı olarak curuzen geçmişti. O bitkisiz ama topraklı yamaçtı, bu topraksız kayalık şeklindeki yamaçtır.

“Zelk(Zel)” kaygan yer demektir. “CRZ” kuru topraklı demektir. 

“ZLQ” topraksız demektir.

“Z” zamanda dalgalanmayı, “S” mekânda dalgalanmayı, “Q” ise kuvveti ifade eder.

Granit taşlara kökler erişemez, toprağı tutturamazlar ve kayadaki toprak birden kayar.

 

YORUM

İnsanların işledikleri günahlardan dolayı semavi afetler olur mu, zelzele olur mu, sel olur mu, yıldırım olur mu, hortum olur mu, deniz kabarması olur mu? 

Zaman zaman semavi afetler olmaktadır. Bunu herkes bilmektedir. Bu afetlerden kimi kurtulmakta kimi kurtulamamaktadır. Bunu da herkes bilir. Bu afetler kişilerin günahlarına göre olmamaktadır. Doğal olarak ve zamanını bizim bilmediğimiz şekilde olmaktadır.

Bizi Allah korur veya helak eder. Kur’an diyor ki; müslimleri de helak ederiz ama müminleri helak etmeyiz, onları kurtarırız.

O halde zelzeleyi önleyemeyiz ama zelzelenin etkisini asgariye indiririz.

Diğer afetler için de benzer şeyler söylenir.

Yüz lojmanlı apartman projesi bu durumlardaki korunmayı bize sağlayan bir projedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Belki de Yetiştirenim bana senin bağından daha iyisini verecek ve bağına da gökten sorguç salacak, o çırılçıplak olacak.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Belki de Rabbim bana senin cennetinden daha hayırlısını verecek ve ona semadan husban irsal edecek, o zelakan said olacaktır.”

 

Fa GaSAy RabBIy EaN YuETiYaNı PaYRan MiN CanNaTiKa Va YuRSiLa GaLaYHAv XuSBAvNan  MiNa elSaMAvEi Fa TuÖBiXa ÖaGIyDan ZaLaQan

فَعَسَى رَبِّي أَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْرًا مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِنَ السَّمَاءِ فَتُصْبِحَ صَعِيدًا زَلَقًا (40)

 

***

 

أَوْ يُصْبِحَ مَاؤُهَا

EaV YuÖBiXa MAvEuHAv ĞaVRan (EaV YuFGıLa FaGaLuHAv)

“Yahut maını ısbah eder”

Cennetin suyu demek tarlanın suyu anlamına da gelir yahut tüm bahçeliklerin suyu olur.

Yamaçlar da sulanacaktır. Vadinin en üst noktasından bir boru salarsan, sifon yoluyla sular vadiye aktarılabilir. On metreden aşağı ise sifon çalışmaz ama borularla irtibat kurarsanız seri sifon yapılabilir. O takdirde daha derinden de enerji harcamadan su çekebilirsiniz.

Rüzgâr enerjisinden yararlanabilirsiniz. Yahut çıkan suyun düşümünden yararlanarak elektrik enerjisini üretirsiniz. Böylece bahçe kendi enerjisi ile sulanmış olur. “MâüHa”daki zamir bu suyu ifade etmektedir.

غَوْرًا

ĞaVRan (FaGLan)

“Gavran”

“Ğar” mağara demektir. “Ğayr” değişme demektir. “İğare” değiştirmek demektir.

“Ğ” görünmemeyi, değişmeyi ifade eder, “V” beraberliği, “R” de tekrarı ifade eder.

“Ğar” hayvanların barındıkları yerdir.

Allah hayvanlar barınsınlar diye yeryüzünü mağaraları olan yer olarak yapmıştır.

Kâinatta abes yani gereksiz hiçbir şey yoktur.

فَلَنْ تَسْتَطِيعَ لَهُ طَلَبًا (41)

FaLan TaSTaOayGa LaHUv OaLaBan

“Onu talebe istitaa edemeyeceksin.”

“Tav” koparılmaya elverişli hale gelmiş hurma tanesi veya olgunlaşmış daldaki meyve demektir. Hayvanı yedmek yani yulara gelmektir. İtaat etmek, dinlemek, uymak demektir.

“OVG” 129 defa geçmekte, “OBG” 11 defa geçmektedir; 140=2*2*5*7

“O” uyumluluğu, “V” birliği, “G” etkiyi gösterir, gücü ifade eder.

“İstitaa” Arapçada olabilme veya olmama çekimleri için kullanılmaktadır. Talep edemezsin anlamındadır.

“OLB” meradan uzak sudur. Hayvanlar ona giderler. Kendine eklemek istediğin her şey talep ettiğindir. Yerin çekimi de taleptir. Kur’an ivme kazandırarak talep eder diyor.

“O” uyumluluktur. “L” belirliliktir. Bir kancayla çekmedir. “B” de varma yolu ile çekmedir.

 

YORUM

Maddi servetlerin hepsi doğal afetlere maruzdur ve elde edilenler insanların emeklerinden çok doğanın imkânları ile elde edilmiştir.

İlim ve iman bundan müstesnadır. İnsan çevrenin baskısı olmadan ilim elde edebilmekte ve iman elde edebilmektedir. Kimse kimseden, hatta kendisi bile kendisinden ne imanı ne de ilmi alabilir. İnsan ‘ben inanmak istemiyorum’ dese bile, iman etmişse artık onu atamaz. İman iradeye tabi değildir. İslam iradeye tabidir. İnsan isterse müslim olur isterse olmaz ama mümin olup olmama kendi elinde değildir. Müslim olduktan sonra ibadete devam ederse mümin olur.

İnsanlar önce ikiye ayrılmaktadırlar; müslimler ve kâfirler. Sonra müslimlerden müminler oluşmaktadır. Kâfirlerden de müşrikler oluşmaktadır. Müminler ilimde ve imanda sebkat etmişlerdir. Müslimler ise mal da evlatta sebkat etmişlerdir. Herkesin işi ayrıdır. Müminler daha hayırlı görevdedirler.

Adil Düzen çalışmalarımıza devam etmekteyiz. Hicret zamanı yakın olmalıdır. Hicret edenler mümin, hicret etmeyenler müslim olacaklardır. Bu seminerleri okuyanlar da hicret etmeyi düşünüyorlarsa, bana hicret edebilmek için bizden talep ettiklerini bildireceklerdir. Biz Medineliler gibi onlara dârı hazırlayacağız, inşallah. Buna yaklaşmış bulunuyoruz.

 

Öz Türkçe ile:

“Ya da suyu çekilecek, sen onu bulamayacaksın.”

 

Kur’an Arapçası ile:

“Ya da maını ğavren isbah edecek ve senin onu talepte istitaan olamayacak.”

 

EaV YuÖBıXa MAvEuHAv ĞaVRan FaLan TaSTaOIyGa LaHUv OaLaBan

أَوْ يُصْبِحَ مَاؤُهَا غَوْرًا فَلَنْ تَسْتَطِيعَ لَهُ طَلَبًا (41)

 

 

 

 

***

 

 



© 2024 - Akevler